This Marriage Is Bound To Sink Anyway 143. Bölüm (Türkçe Novel)

“...”
“Eğer bir planın varsa.”
“Ne planı?”
“...”
“Yoksa, eskiden birlikte olduğum adamla kaçmayı mı planladığımı söylüyorsun?”
Ines, inanılmaz bir şey duymuş gibi karşılık verdi. “Plan” kelimesi boğazına takılmış, geçmiyordu. Ama öte yandan, bu suçlamanın saçmalığı o kadar gülünçtü ki...
Carsel'in zorla sakinleştirmeye çalıştığı gözleri titremeye başladı.
“...Kaçacak mısın?”
Plan lafını ilk ortaya atan kendisiydi ama sesi, sinirle keskinleşmişti. Sanki o an en hafif bir hareket yapsa, kadının kaçmasına fırsat bile vermeden peşinden koşacak gibiydi. Ines alayla burnundan nefes verdi.
“Niye öyle sefilce kaçayım ki?”
“Yani...”
“Gerçekten gitmem gerekseydi, önce seninle yasal olarak boşanırdım.”
“...Boşanmak mı?”
Sanki o kelimenin dünyada var olduğundan bile haberi yokmuş gibiydi.
Escalante hanesinin ilk oğlu, Grande de Ortega sınıfına mensup biriydi; onun için boşanma kavramı akıl almaz, hatta mümkün bile olmayan bir şeydi.
Bunu bilerek ortaya atılmış bir taş mıydı, yoksa bir tür acıma mı — hangisiydi, Ines de bilmiyordu.
Zavallı vicdanı bu sözcüğü ağzından çıkarmıştı belki, ama Carsel’in buna alışmasını ummak ne acımaydı, ne de mantıklı bir beklentiydi.
Adam o kelimeyi tereddütlü bir sesle tekrarladı.
“...Yani, boşanırsak. Ondan sonra ne olacak?”
“Seninle boşanıp, senin o bahsettiğin adamla yeniden ev mi kuracağımı sanıyorsun?”
“...”
“Gerçekten bunu mu öğrenmek istiyorsun?”
Ines konunun tam kalbine inmek yerine, ustaca bir manevrayla kendi yönüne çevirdi.
Üstelik bunu bilerek yaptı; bu kez onun zayıf noktasına dokunmak için.
Carsel, 'Seni o şekilde nasıl aşağılayabilirim ki?' der gibi hemen, “Hayır.” diye cevap verdi ama ardından da, sanki gerçekten öyle bir ihtimal varmış gibi, onu bir süre sessizce inceledi.
Bu hale gelmişken bile, hâlâ 'ya öyleyse' diye düşünüyordu.
“Peki öyle olsaydı, yardım mı edecektin bana? Onunla kaçayım diye?”
“...”
O kadar saçma bir şeydi ki, Ines sadece onu kışkırtmak için sormuştu. Ama Carsel’in yüzü, sanki dünyası yıkılmış gibi karardı. Ines, gözlerini hafifçe kısarak ona baktı.
“Benim öyle sefilce şeyler yapacak biri olduğumu mu düşünüyorsun?”
“...Sen yapmazsın. Ölsem bile öyle bir şey yapmazsın.”
Carsel’in yüzü hâlâ yıkık bir ülkenin askeri gibiydi ama sesi garip bir şekilde soğukkanlıydı.
“Yoksa ben o kadar aptal mıyım?”
“Hayır.”
Gerçi, çok çok eskiden gerçekten aptal olduğu zamanlar olmuştu.
Ama aynı hatayı ikinci kez yapmazdı, en azından bundan emindi.
“O zaman dediğin gibi işte.”
“Yani o adam...”
“Sen beni onunla ne kadar yakıştırırsan yakıştır, üzgünüm Carsel. O adam sadece senin hayalinde var. Benimle onun arasında olabilecek hiçbir şey yok.”
Ve sen...
“...tam bir lanet kıskançlık krizindesin.”
Aslında öyle demek istememişti, ama Ines onun cümlesini tamamladı.
Carsel’in zarif kaşlarının arasında derin bir gölge belirdi.
Böyle olmamak için ne kadar kendini tuttuğunu, dişlerini sıktığını Ines tahmin edebiliyordu. Yarım gün sürmüş bir sabırdı belki, ama o yarım gün bile ağır geçmişti. Göz göze geldiklerinde, aralarına rahatsız edici bir sessizlik girdi. Carsel’in o tuhaf, kör inanç dolu bakışları Ines’in içini kemirir gibi oldu. Kendini hiç beklemediği bir suçluluk duygusunun pençesinde buldu.
Bakışları adamın çenesine kaydı. Tam o anda Carsel konuştu.
“...Üzgünüm.”
“Evet.”
Zorla, sadece zorla kabul ettiği bir özürdü bu.
Ne yapmıştı ki özür diliyordu?
Ines’in gözleri yeniden yukarı kalktı.
Adam artık ona değil, arkasındaki duvara bakıyordu.
“Sana karşı saçma şeyler düşündüğümden değil.”
“Düşündün ama.”
“...”
“Ve dile de getirdin.”
Ines, kendisi de farkına varmadan o sözleri ağzından kaçırınca Carsel, gözlerini onun üzerinden uzağa dikip donakaldı.
“Sen kafana göre Perez’den bir adam uyduruyorsun, sonra da o adam yüzünden seni seçtiğimi soruyorsun.”
“...Ama bir adam vardı, değil mi.”
Bunun nasıl onun uydurduğu bir şey olabileceğini anlamayan Carsel, biraz alınmış bir yüz ifadesi takındı. Ines hafifçe güldü.
“Doğru, vardı. Ama kalkıp bana altı yaşından beri onunla ilişki yaşayıp yaşamadığımı sormadın mı?”
“...O kadar sapıkça, öyle garip bir soru sormamışımdır herhalde.”
“Evlendikten sonra da o adamla—”
“—Yeter, Ines. Söyleme. Hata ettim.”
“Arkamdan görüşüp zina mı planladığımı, sonra onunla gece yarısı kaçmayı mı düşündüğümü sordun...”
“...Bu senin kendi sözlerindi, Ines.”
“Ama senin kuşkulandığın şeyle benim söylediğim şey arasında ne fark vardı ki.”
Ines gözünü kırpmadan, utanmazca ona baktı. Elinde kalan tek savunması buydu. Carsel, onun gözlerine bakamadı, başını hafifçe çevirdi. Zarif çene çizgisinin ucunda, kulak kepçesi utançtan kıpkırmızı kesilmişti.
Ines’in dramatize ederek saydığı bütün o sözler sanki Ines’in değil, kendisinin ayıbıymış gibi; o bayağı soruları etmiş olan kendisiymiş gibi.
‘Gerçekten de şu gururu yok mu...’
Carsel, çatık kaşlarının altından derin bir nefes verdi.
“...En azından seni kirli bir şekilde düşünmedim.”
“Kirli mi? Ne mesela?”
“Sende bir kusur aramak istemedim, başka adamlarla ilişki yaşadığını da düşünmedim...”
“...”
“Sana böyle şeylerle işkence etmek, seni bu laflarla yaralamak istemedim.”
“...”
“Delirmiş adamların yaptığı gibi bir şey yapmak değildi niyetim.”
Katı bir şekilde bakarsak, onun kendisinden şüphelendiği de doğruydu, konunun olumsuz bir yönde ilerlediği de. Yani söyledikleri tamamen saçma sayılmazdı. Ama Ines, Carsel’in onu incitmek gibi bir niyetinin hiç olmadığını fazlasıyla iyi biliyordu. Gerçekten de, onu üzecek bir şey yapmışlığı hiç olmamıştı.
Bu söyledikleri sadece kendisini yaralayan sözlerdi.
“...Sadece merak ettim.”
Sadece merak etmek değil, aslında öyle olmamasını ummaktı bu.
“Şu anda doğru olmadığının teyidini almam gerekiyordu.”
“...”
“Eğer doğru değilse, sorun yok.”
Ama yüzü pek “tamam” der gibi değildi.
“O yüzden bana birkaç tokat at, sonra unut. Ines.”
Bu saçma şeyi pat diye ağzından kaçırmış olsa da, şimdi bir şekilde Ines’in gönlünü alıp yatıştırmak istiyordu. Onun için önemli olan buydu...
Ines, onun neden kendi hislerine bu kadar önem verdiğini bir türlü anlayamıyordu.
Böyle bir anda bile.
“...Hayır.”
“Neden?”
“İstemiyorum işte.”
Ines bir kez daha reddedince Carsel’in dudakları, onun burun ucuna temkinli bir öpücük kondurdu. Bu açıkça ona vurması için bir ricaydı.
Ne saçmalık... Oylece kıskançlık krizleri geçirip sonra da “hadi beni döv de rahatlayayım” der gibi dudaklarını uzatması...
Ne kadar tuhaf ve sapkın görünse de... İçinde biriktirdiği her şeyi döktüğü anda sönüp gitmesi hem komik hem de acınasıydı, bu yüzden geri çekilen dudaklarını takip etti ve hafif bir öpücük bıraktı.
Daha bu sabah ona her türlü şeyi yapmıştı, ama şimdi ilk kez bir kızla öpüşen bir çocuk gibi şaşkın görünüyordu...
‘...Aslında bu olmamalıydı.’
Onu alaya alacak hali yoktu. Bu kez Carsel, onun çekilen dudaklarını aceleyle takip etti. Bunca şeyi yaşamış bir adamın bu kadar saf görünmesi şaşırtıcıydı.
Ines sessizce onu kabul etti.
Dünkü gibi nefesleri karıştırıp dillerini dolaştırmadılar; sadece dudaklarını birkaç kez hafifçe birbirine değdiren, çocuk oyunu gibi bir öpücüktü bu.
O kısacık öpücükle Carsel’in gözleri eriyen kar gibi yumuşadı. Az önceki gölgeli yüz ifadesi kaybolmuştu.
“...Bu bir ödül, Ines. Ceza değil.”
“Cezayı dün kendi elinle zaten kestin.”
Ines, bandajlı eline hafifçe dokunup itti.
“Bu başka bir ceza.”
"...Kendi elini koruyamamanın cezası mı?"
Ines şaşkınlıkla sorunca Carsel sessizce güldü.
“Aslında bu, senin yapma dediğin şeyin cezasıydı.”
“Ben ne zaman neyi yapma dedim ki?”
“Baloda seni öptüğüm zaman. O zaman, başından beri kendime zarar verme niyetindeydim.”
“...Ne?”
“Bir kural çiğnenmişse, cezası da olmalı diye.”
Ines, yanlış duymuş gibi kaşlarını çattı.
“Sen beni kabul edince aklım başımdan gitti, gücümü ayarlayamadım ama temelde, her şey planladığım gibi gitti.”
“...Yani o el, sen fazla heyecanlandığın için değil...”
“En azından kaza değildi.”
“...Niye böyle şeyler yapıyorsun?”
“Büyük bir kuralı çiğnediysen bedel ödemelisin.”
Bazen her şeyi anlayacak gibi oluyor, sonra birden takip edemediği bir mantık çıkıyordu karşısına. Adam kendi başına saçma sapan bir “bedel” icat edip ödemeye kalkıyordu. Kendi kendine ceza, kendi kendine yaralanma... sanki bu bir tür para birimiymiş gibi.
“Senin kuralını hiçe saymadım, tam tersine bunu yaparak o kuralı çiğnemem gerektiğini göstermek istedim.”
“...”
“Bu yüzden bir anlamda özür de sayılır.”
Her gün birlikte yaşadığı karısının, sadece dudaklarına biraz dokunabilmek için...
“...Özür mü? Elini bu hale getirerek mi?”
“Hesabımdan fazla yaralandım, biraz iğrençti. Sana öyle bir şey gösterdiğime pişmanım.”
Elini korkuluklara vurduğu anı hatırlayıp pişman olması gerekirken, “göstermek istedim” deyip sonra “gösterdiğime pişmanım” demesi...
“Bu yüzden bana başka bir ceza ver, Ines.”
Döv, istemezsen tekmele bile... Bunlar bir geceyarısı sapığının yatak odasında söylenecek sözlerdi, ama şimdi güneş ışığı dolu konakta, salonun ortasında akıp gidiyordu.
Acaba alay mı ediyordu? Yoksa öğlen vakti yine tek başına böyle bir arzu mu bastırıyordu... Ama bunu söyleyen adamın yüzü hâlâ aynı düzgün, aynı temizdi.
Ines, dün kan revan içinde kalmış elinden gözlerini gezdirip tüm bedenine baktı. Her an “cezayı ben veririm” deyip kendini mahvedebilir gibiydi.
Ne zaman kendini yok edici bir düşünceyle cezalandırmaya karar vereceğini bilmemek dayanılmaz derecede rahatsız ediciydi. Sanki önünde kendine zarar veren bir şantajcı varmış gibi hissediyordu. Ancak Carsel Escalante hem kendisi hem de dünya için zararsızdı.
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »

Yorumlar
Yorum Gönder