This Marriage Is Bound To Sink Anyway 138. Bölüm (Türkçe Novel)


Ines'in, hayal ettiğinden ya da dokunarak tahmin ettiğinden çok daha vahim olan bu durum karşısında nutku tutuldu ve elini daha yükseğe kaldırdı. Carsel direnmeden yakalanan elini uzattı, ancak kanayan eklemlerini ondan saklamak için avucunu aşağıya çevirdi. Doğal olarak, Ines hemen iki eliyle avucunu ters çevirdi.

Yarayı iyice inceledikten sonra, daha da dehşete kapıldı.

“...Aklını mı kaçırdın?”

“Öyle bakma. Mideni bulandırır.”

Sanki şu anda sorun başkasının midesiymiş gibi. 

“Sen, gerçekten... Sen...”

O kadar şoktaydı ki kısa süreliğine kelimeleri toparlayamadı. Nihayet kolundan başlayarak uzun eldivenini bir çırpıda çıkardı. Bu sırada, kaçmaya çalışan Carsel’in kolunu, çıplak eliyle hızla yakalamayı da ihmal etmedi. 

Carsel, her şeyden önce, bu hız karşısında şaşkın kaşlarını kaldırdı.

“...Her günü evde oturup notlar yazarak geçirmene rağmen reflekslerin neden bu kadar hızlı?”

“Sen gerçekten inanılmazsın. Ne aptalca bir hata... Heyecanlanınca gözün hiçbir şey görmüyor mu?”

“Görünüşe göre öyle.”

Sanki Ines boşuna abartıyormuş gibi sakin cevabı, onu sadece moralini bozdu.

Teras korkulukları arasındaki sivri çıkıntıya tüm gücüyle çarpan eli yırtılmıştı. Ines kaşlarını çattığında, Carsel de aynen onun gibi kaşlarını çattı ve yaralı elini geri çekti.

“İğrenç. Bakma buna.”

“Bunun olmasını kim sağladı peki?”

Carsel çekilmeye çalışırken Ines tekrar elini tuttu, sinirli ve soğuk bir ses tonuyla onu azarladı.

“Önemsiz bir şey.” 

Yaradan akan kan berrak değil, yapışkan bir kıvamdaydı ama hâlâ acı çekiyormuş gibi görünmüyordu. Onun önünde gösteriş mi yapıyor diye düşündü ama mükemmel bir şekilde kontrollü ifadesini görünce, şaşırtıcı bir şekilde ciddi olduğunu anladı.

Savaşa katılmış bir asker olduğu için vücudunda birkaç iz kalmıştı, ama şansına elinin üstü, sadece kalem tutan idarecilerden bile daha pürüzsüz ve izsizdi.

Az önceye kadar durum böyleydi...

Ines'in elini kapatan ve hala boşluğu olan Cassel'in büyük eli, kalın eklemleri ve neredeyse zarif görünen çıkıntılı kemikleriyle dikkat çekiyordu. Uzun parmaklarına bakıldığında, silah tutmaktan çok piyano tuşlarına daha uygun görünüyorlardı.

Kadınlar erkek ellerine ne kadar bakıyor, ama bu değerli eli...

“Böyle şeyler seni endişelendiriyor mu?” 

“...Beni ne sanıyorsun? Önümde biri kan kaybediyorsa, elbette endişelenirim.” 

“Sadece bir insan olarak mı?”

“Ne?”

“Marica olsaydı da böyle mi davranırdın?”

Ines, yaralı bölgeyi eldivenle sıkıca sardıktan sonra tekrar kaşlarını çattı. Bu sırada, Carsel ifadesiz bir yüzle ona bakıyordu. 

“Burada kan kaybeden kişi ben değil de Jose Marica olsaydı...” 

“...” 

“Yine de böyle yapar mıydın?” 

Bu gülünç lakabı bir kenara bırakacak olursak... Jose Marica, yani Jose Iglesias olsaydı, cesurca onun üzerine atlayıp dudaklarına yapışmak gibi aptalca bir girişimi söz konusu bile olamayacağı için varsayım baştan hatalıydı. 

Ama ifadesi saçma diye geçiştirilecek türden değildi, bu yüzden Ines sessizce cevap verdi.

“Başka yardım edecek kimse yoksa, tabii ki endişelenirsin.” 

“Endişelenirsin...” 

Kendi sözlerini sessizce tekrar etmesi rahatsız ediciydi. Ines hemen ekledi. 

“En azından gidip hemen tedavi olmasını söylerdim.” 

“Sadece sözle mi?” 

“...Başka ne yapabilirim ki?”

Ines'in sıkıca bağladığı eldivenli elinin üzerine bakarken Carsel usulca mırıldandı. 

“Eldiven...”

"Gerçekleşmemiş bir şey hakkında neden bu kadar endişelenmen gerekiyor..."

Aniden, dudakları tekrar dudaklarına yapıştı. Hazırlıksız yakalanan Ines, bir anlığına onun geniş kollarında tutsak kaldı, sonra başını bir o yana bir bu yana çevirerek onun ısrarlı öpücüğünden kurtulmak için çaresizce mücadele etti.

Adeta alevler arasından bir yavru kediyi kurtarır gibi, yaralı kolunu ayrı tutarak sarıyordu... Sanki onunla öpüşmeyi reddetmiş değil, sadece daha çok ilgilenilmesi gereken bir şey olduğunu gösterircesine davranıyordu.

Carsel ona elini uzatıp yanağına değdirdiğinde dudaklarından hafif bir kahkaha kaçtı. Birkaç dakika önce saçma bir soru sormuş ve onu tuhaf bakışlarla izlemişti; şimdi ise tamamen farklı bir yüz ifadesine sahipti.

Biraz kandırılmış gibi hissetmişti ama öncelik, kanın çoktan dışarı sızdığı yaraydı. 

“Doğru bir şekilde baskı uygulamak için bir kez daha sarmalıyız. Bu şey kanı düzgün emmez lütfen artık rastgele hareket etme. Müdahale etmeseydin çoktan sarmış ve askerî doktoru aramaya gitmiş olurdum...” 

“Sen buradasın ya. Askerî doktora gerek yok.” 

“Dezenfekte—.”

"—Her tarafta alkol var işte, hala doktora ihtiyaç var mı?"

Diğer eldiveni de çıkarıp yaranın üzerine saran Ines, sanki dünyanın en aptal insanını görmüş gibi Carsel’e bir bakış fırlattı. 

“Burada askeri doktorların da bol olduğunu biliyorsun, değil mi?” 

“Biliyorum ama ben az önce yaptığımızı tamamlamak istiyorum.” 

“Senin bu hevesine kapılıp birlikte düşüp ölmek istemem.” 

“Ben asla seni incitmem.” 

“...” 

“Benim gördüğüm kadarıyla öyle bir şey olmayacak, Ines.” 

Aniden ciddi bir şekilde böyle beyan edince, Ines şaşkınlıkla başını salladı; Carsel yine deli gibi parlak bir gülümsemeyle konuştu.

“Ve Ines, o velet burada tek başına bıçaklanıp yerde yatsa bile, bakmasan da olur.” 

“Bakmasan da olur ama o hâle gelmişse en azından birilerine haber edersin.”

"Çok naziksin, sorun bu."

...Ben mi? Ines'in yüzünde, sanki hayatında hayal edilebilecek en tuhaf şeyi duymuş gibi, tam bir şaşkınlık ifadesi belirdi.

“Senin bu kadar nazik ve cömert olman konusunda yapılacak bir şey yok...”

“...Ben mi?”

“Eğer bana yaptığını ona yaparsan, o piçi öldürürüm.”

“...”

Nasıl? Ve ne gerekçeyle? Aklı başında pek çok soru vardı. Ama Carsel'in absürt derecede mükemmel gülümsemesi onu yine susturdu.

Zaten çocukluğundan beri onun yakışıklılığına alışkındı, bu yüzden gülüşünün bu kadar etkileyici olması şaşırtıcı değildi.

“Her ne olursa olsun, ölecek olan oysa, senin zahmet etmeni gerektirmez, değil mi?”

Boş laf eder gibi ses tonuna hafif bir alay karışmıştı. Ama yüzünün aksine, hiç gülmeyen gözleri tuhaf bir ışıkla kararıp karanlığa gömülmüştü.

"Çocukça davrandığım için bana gülebilirsin ama ölsem bile buna katlanamam Ines."

“...”

“Beni sevmemeye devam etsen de sorun değil. Benden hoşlanmasan da sorun değil. Benim seni düşündüğüm gibi...” 

‘Benim seni düşündüğüm gibi.’ Sesi, kalbe saplanır gibi derin ve gerçekti. 

“Beni öyle düşünmek zorunda da değilsin.”

“...”

“Sadece diğerlerinden biraz daha öncelikli davranırsan yeter. Şu anki gibi, bana biraz daha özel davranman yeterli.” 

Bu zaten bariz bir şeydi. Rastgele karşılaşılan bir adamla eşit olması mümkün değildi. Bugün ilk kez konuştuğu yabancı bir adamla ona aynı şekilde davranması mümkün değildi... Ines, otomatik ve refleksif bir cevap vermek yerine, onun mavi gözlerinde titreyen endişeyi gördü. 

"Bu kadarı yeterli."

"..."

"Sadece bana odaklan... Ines."

İçinde, aniden yükselen bir dalga gibi her şeyi silip süpüren anlaşılmaz bir duygu kabardı. 

Ines içgüdüsel olarak elini kaldırdı ve biraz savunmasız görünen yüzünü okşadı. Kendisinden iki karış uzun, güçlü kuvvetli bir subayın savunmasız olduğunu düşünmek... kendi gözünden bakıldığında bile bu durum kesinlikle gülünç bir yanılgıydı.

Carsel, fendisinin eline yüzünü sürten köpek gibi, onun yumuşak avucuna yüzünü yaslayıp hafifçe sürttü. Ardından gözleri karanlık bir şekilde parladı ve parmak ucunu ısırdı.

"Gülme."

“Loş ışık altında başını hafifçe eğip gözlerini yeri çevirmiş hâli, neredeyse büyüleyici ve tehlikeli bir hava taşıyordu. Ines gözlerini kıstı.

"Bir daha öylece elini uzatma."

“...Yoksa az önce elimin üstüne kondurulan öpücüğü mü kastediyorsun?” 

“Senin gibi değerli birine o değersiz heriflerin sırayla dudaklarını sürmesine asla izin verme.” 

“İğrenç imalar yapma. Sıradan bir nezaket öpücüğünü nasıl böyle kirli bir şeye dönüştürebilirsin...”

“Ellerinin üstüne öpücük kondururken o heriflerin aklından ne geçtiğini tahmin edebiliyor musun? Ya önce eldivenlerini çıkarmayı hayal etmişlerdir ya da o eldivenlerin, vücudundan çıkacak son şey olmasını.”

“...” 

“İkisinden biri mutlaka, Ines.” 

“...Escalante, bu sadece senin sapıkça fantezin değil mi?”

“O heriflerin ne kadar azgın olduğunu senden daha iyi bilirim.” 

“Bu...” 

“Tabii ben senin üzerinde sadece eldivenlerinin kalmasını daha çok tercih ederim.”

Carsel dudaklarını Ines’in kulağına yaklaştırıp kulak memesini oyunbazca ısırdı; sonra kızarmış noktayı emerken sağlam eliyle onun belini kavradı.

O sırada Ines’in bakışları ister istemez yaralı eline kaydı. Üzerine bir kat daha eldiven geçirip defalarca sarmasına rağmen kan çoktan dışarıya sızmaya başlamıştı.

Carsel'in iddia ettiği gibi o memurların hepsi azgın sapıklar mıydı, yoksa karnına sertliğini sürten kocası gerçekten hayal edilemez düşünceleri olan bir sapık mıydı? Her ne olursa olsun, Ines'in hala nispeten soğukkanlı kafasında, asıl sorun buydu.

Ines, eğer burada bir askeri doktora gösteremeyeceksen bari eve dönüp tedavi ettirelim, demek üzereyken kulağına yapışmış o sinsi dudaklar fısıldadı.

"Seni, üzerinde sadece bu eldivenler ve uyumlu ipek çoraplar kalacak şekilde çırılçıplak soymak istiyorum."

“...Sen kafayı iyice kaçırmışsın.”

“Masaya yüzüstü yatıracağım seni. Kalçalarını iyice yukarı kaldırıp, tam önümde olacak şekilde...”

 “Benim öyle bir şey yapacağımı mı sanıyorsun?” 

“Endişelenme. Düşündüğünden çok daha ötesini yapacaksın.”

“...”

"Bugün, ne kadar zahmetli olsa da, dediğimi yapmak isteyeceksin."

Uzak bir geleceğe dair bu tür sapık hayallerin aniden yakın geleceğin habercisi haline gelmesi an meselesiydi. Ines kaşlarını çatarak ona bakınca dudakları onun çatık kaşlarına değdi.

Onun uğursuz ruh hali umurunda değilmiş gibi, Carsel tatmin olmuş bir şekilde gülümsüyordu. Tekrar onu sıkıca kucakladı. Gerçekten deliydi. Dudakları şakağına değdi. 

“Ah. Üç gün boyunca yataktan kalkamamanı istiyordum.” 

“...İstiyordun?”

“Sırf seni biraz kışkırtmak için öpmüştüm ama sen hiç düşünmeden karşılık verdin ve ben neden kızgın olduğumu bile unuttum...”

...İzin vermemem gereken bir şey miydi? Hayır, öncelikle izin almam mı gerekirdi ki? Yaptığımız onca çılgın şeyin arasında, sadece bir öpücük...

Carsel'e bakan savunmasız gözler bir an için şaşkınlıkla dalgalandı. Dalgınlığın içinde, çoktan unuttuğunu sandığı o ses yeniden zihninde yankılandı.

'Senin dediğin o numara ne peki?' 

'İşte... böyle bir şey.'

'Böyle bir şey mi?' 

'Evet. Böyle şeyler yapma.' 

'Öpüşmek gibi mi?'

'Evet.'

...Ah. Tanrım.


Yorumlar

  1. Ines'in son sahnede hatırladığı şey ne acaba ?

    YanıtlaSil
  2. Bölümler için teşekkürlerrr💘

    YanıtlaSil
  3. Ayyy en heyecanlı yerde bitti 🥰

    YanıtlaSil

Yorum Gönder