This Marriage Is Bound To Sink Anyway 135. Bölüm (Türkçe Novel)


“Bu gerçekten beklenmedik bir mutluluk.” 

“Teğmen Berwick.” 

“Ne güzel sürpriz, Hanımefendi bana önce selam veriyor.”

Ines, onun yalnızca iki kelimesiyle içinin anında bulanmasını daha parlak bir gülümsemeyle gizledi. İlk bakışta oldukça hoş sayılabilecek gri gözlerinde sinsice parlayan bir ışık dolaştı. 

Sen kim oluyorsun da... İçinden gelen küçümsemeyle başını dik tutma isteğini de ustaca sakladı. Haddini bilmeden, “Bu ortamda belki bir şansım olabilir” diyen o arsız his, Ines’in gözünde her seferinde hem gülünç hem de tiksindiriciydi. Ama deneyimlerine göre, böylesi yanılgıya kapılan erkeklerden daha kolay kullanılabilecek tip de yoktu. 

Kendini kadınlarla oynayan biri sanıyor ama bir kadının onu sırf işine yaradığı için kullanabileceğini aklına bile getirmiyordu. 

“Göz kamaştırıcı güzelliğiniz de hâlâ aynı.” 

“İşinizin arasında sizi rahatsız etmiyorumdur umarım?” 

“Mümkün mü öyle şey.”

Ne yaptığını bilmese de aceleyle bir yere yürüdüğünü biliyordu. O kadar meşguldü ki, her zaman uzaktan Ines'i fark eden keskin gözleri işe yaramaz hale gelmişti.

“Öylesine boş vaktim vardı ki, neredeyse esnemeye başlayacaktım. Senora beni kurtardı.”

“Siz de biliyorsunuz ya, burası benim için yabancı bir ortam. Yanımda kocam da yok, o yüzden en azından tanıdık birine ihtiyaç duydum.” 

“Binlerce işim olsa bile önceliğim olarak sizi seçerdim.” 

Tabii ya. Onu her gördüğünde içten içe nasıl da yanıp tutuşuyordu; bin değil, binlerce işi olsa da aynı şey değişmezdi.

Tabii ki öyledir. Onu gördüğü her seferinde nasıl da sabırsızlandığını biliyordu; yüz değil, bin işi olsa da fark etmezdi. 

“Böylesine kadınlara karşı nazik olduğunuz için her zaman çok popüler oluyorsunuzdur, değil mi Teğmen?” 

Ines, yanına doğru hafifçe yakınlaşan kaslı bedenin altında açı değiştirdi; belli belirsiz kayarak aralarındaki mesafeyi korudu. Mendoza usulü bu ustaca kaçışı fark eden Teğmen Berwick, gözlerini hafifçe kısarak gülümsedi. Ines de karşılık verdi ama çizgiyi net koydu.

“Çünkü siz her kadına saygı göstermesini ve onları rahat ettirmeyi de bilirsiniz.” 

Yani bu aslında, 'geri bas ve mesafeni koru' demenin kibarca söylenişiydi.

Böyle dolaylı bir uyarının gururunu kırması gerekirken, Berwick aksine mest olmuş gibi göründü. Ines’in elini nazikçe kaldırıp elinin üzerine usulca bir öpücük kondurdu.

“Tabii her senyora, her senorita aynı değildir. Bazen işte böyle çok özel bir istisna çıkar. Senyora Escalante.” 

“Şimdiden sizin istisnanız mıyım yani?” 

“Keşke yalnız bana özel diyebilsem ama zor. Burada herhangi birine sorsak, yüz kişiden yüzü de her şeyi bırakıp sizin hizmetkârınız olmayı seçer.” 

“Pek de öyle popüler sayılmam aslında.” 

“Yaklaşmaya cesaret edemediklerindendir. Askerler genelde yerini ve haddini bilir.” 

“Öyle midir acaba.”

Senin gibi hem yerini hem haddini unutanlar da var. 

“Tabii ki senyoranın kim olduğunu, eşinin kim olduğunu unutmazlar.” 

“Ah.” 

"Ama benim gibi her fırsatı inatla kovalayacak bir sürü insan da var."

Güzelliğe kör olmuşsun da bilmem ne... Önceden de fark etmişti Ines. Bu adamın ağzı doğuştan iyi laf yapıyordu. Zamanın akışı onu o kadar kör etmişti ki hiçbir şey göremediği ortadaydı.

Başka zaman olsa çoktan midesi bulanırdı ama bugün dikkati başka yerdeydi, şimdilik sadece yük gibi geliyordu. 

Ines tam başını sallayıp asıl meseleye geçmek üzereyken Berwick devam etti.

“...Ah, yüzde doksan dokuzu öyle yapar diyelim. Çünkü bugün senyoranın eşi, senyoradan başka işlerle meşgul görünüyor.” 

Yeni amiralin göreve gelişini kutlayan bir törende, amiralden daha mühim ne işi olabilir? 

Ines, titizlikle koruduğu ifadesini unutup saçma bahane bulduğunu belli eden bakışla ona döndü. Onun soğuk bakışlarına rağmen Berwick pürüzsüz bir tebessüm sergiledi. 

“Ben olsam, neyin en önemli olduğunu asla unutmazdım.”

“Sanırım kocam gayet iyi hatırlıyor.” 

“Ama bazen erkekler için, yükselmekten daha önemli şeyler vardır.”

Carsel Escalante için aslında "yükselmek" diye bir kelimeye ihtiyaç yoktu. O, oradaki tek genç subay olsa bile, sadece kıdemliler değil, amiraller ve generaller bile eninde sonunda onun altında kalacaktı. Kıskanç subayların uzun uzun konuştuğu gibi.

Onun büyükbabasına önceki Escalante Dükü değil de “Amiral Calderon” denmesinin sebebi, Escalante ailesinin unvanının ordu içindeki rütbelerden daha önemsiz olması değildi. Büyük bir soyluluk unvanının bile gölgesinde kalacak kadar kişisel başarılarının olağanüstü olmasından ve hayatı boyunca bir asilzade olmaktan çok, kusursuz bir asker olarak yaşamasından kaynaklanıyordu.

Yani, durum aynı çizgideydi. Carsel Escalante, soylu doğmuş olmasından bağımsız olarak, ölçülü kişiliği ve düzene bağlılığıyla kusursuz bir askerdi; bu yüzden de şu anki haliyle orada duruyordu.

“Yükselmek...” Aslında, Berwick gibi köklü bir aileden gelse bile, ailesi tarafından kenara itilmiş üçüncü oğul için gerekliydi. Oysa kendisi daha o makama oturacak seviyede bile değilken, sanki önünde seçenekler varmış gibi davranıyordu... Ne kadar da gülünç bir adamdı... Ines, yüzüne istemsizce yansıyan ifadeyi bastırmak için çaba sarf etti.

“...Artık ortalıkta bile olmayan kocamdan söz etmeyi bırakalım. Onu geçelim de, şu ‘yükselmek’ mevzusundan aklıma gelen bir şey var, bakın şu beyefendiler.” 

“Beyefendiler mi?” 

“Evet, şurada duran iki kişi.”

Karşısındaki hâlâ anlamaz gözlerle bakıyordu. Zaten salon insan seliyle dolup taşarken, o dar görüşlü adamların yüzleri de sanki fırçanın ucunda aceleyle bırakılmış silik bir iz gibi belirsizdi. Dolayısıyla Teğmen Berwick’in gözlerinin onları ayırt edememesi gayet doğal sayılırdı. Ines, bunu anlayışla karşılasa da, yine de sabırsız bir edayla derin bir nefes verip içini çekti. 

“Birinin boyu göze çarpacak kadar kısa, diğerininse göze çarpacak kadar uzun olan beylerden söz ediyorum.”

“Ah.” 

“Belki isimlerini biliyorsunuzdur. Hatta mümkünse hangi birliğe bağlı olduklarını da.” 

“Birliklerini hatırlamıyorum ama... benden üç devre üstteler, adlarını biliyorum. Teğmen Herson ve Teğmen Domingo. Ama neden soruyorsunuz?”

“İsimlerini öğrendiğime göre yeterli. Peki, Teğmen Berwick siz hangi devredensiniz?” 

“176’ncı...” 

“Demek 173’üncüler.”

“Yoksa o beyler size karşı bir saygısızlık mı yaptılar?” 

Eğer Ines yalnızca “evet” dese, onun adına gidip meydan okuma eldivenini fırlatmaya hazır bir hali vardı. Görünen o ki, Berwick’in içten içe taşıdığı niyet beklediğinden daha karanlıktı. Ines, konuyu burada kesmenin akıllıca olacağını düşündü ama öte yandan, sorduğu her şeye kolayca cevap almanın cazibesini de bırakmak istemedi. Bu yüzden yalnızca hafifçe mahcup bir edayla onun bileğini tutup geri çekti.

“Teğmen Bey, buna müdahale etmenize gerek yok. Bu, Escalante’nin meselesi.” 

“Elbette, Senyora uğruna yapılacak bir düello Carsel Escalante’ye düşer. Ama gerçek bir beyefendi ve subay olduğunu iddia eden biri, bir hanıma zarar verebilecek serserileri öylece görmezden gelemez.”

Escalante’nin meselesi derken, aslında kastettiği “Ines Escalante’nin meselesi”ydi. Fakat onun bunu bu şekilde yorumlaması da pek yanlış sayılmazdı.

Ines, bir an Berwick'in asker gibi güçlü ve çekici bedenen duruşuna bakıp düşündü. Kadınlara zararlı olabilecek tipler arasında ondan daha kötüsü zor bulunurdu; Raul’un topladığı askeri istihbaratta, kadınlarla ilgili meselelerde Berwick'ten daha gürültücü kimse yoktu. 

“Önemli değil. Sadece... pek büyük bir hırsları varmış gibi geldiler bana.” 

“Onlar mı?” 

Adamlar şimdi biraz daha uzaklaşmış, aradaki mesafe açılmıştı. Çevreye karşı dikkatli olan uzun boylu olan, gizlice Ines’e bakarken yakalandığını fark edip derhal dondu kaldı. Ines, uzaktan zarif bir gülümseme gönderip sözlerine devam etti. 

“Kulak misafiri olmaya çalışmadım. Sadece yoldan geçerken duyduğum bir şeydi ama... burası Calstera; asker ailesi olarak yaşadığımız sürece böyle lafları duyup geçemeyiz diye düşündum.” 

“Ne demek istiyorsunuz?”

“El Redequia Kraliyet Deniz Harp Okulu’nun 173. devresinden Herson ve Domingo, yeni atanan amirale karşı epey tehlikeli, kışkırtıcı laflar ettiler... Bunu acilen Albay Barca'ya bildirmek istedim ama adını falan bilmiyordum, bu yüzden güvenebileceğim birini arıyordum...” 

“Beni buldunuz demek.” 

Barca’ya bildirecek kişi tabii ki başından beri Ines değildi. 

“Bu sadece amirale değil, orada bulunan diğer generallere ve subaylara da bir hakaretti. Çevreye iftira saçıyorlar, üstlerine küçümseyici bir hava pompalıyorlar; başlangıçta sadece laf gibi görünse bile, eğer bu tipler istedikleri gibi yükselmeye başlarsa... işin rengi uzunca vadede askeri bir isyana bile dönebilir diye endişeliyim.” 

Abartmayı ve yalan söylemeyi bilenler sadece onlar değildi. Ve sağ yanağınıza tokat yerseniz, en azından sol elinizle karşınızdakinin kafasına vurmalısınız.

“Ayrıca ikisinin de zaten silahı var ve general ve paşalar şu an korumasız biçimde ortada duruyorlar. Askeri kanunlardan bihaber olsam da, Perez’in taşradaki kerpiç duvarlar arasında büyümüş hassas yüreğimle en küçük olasılığı bile duysam hemen en kötüleri hayal edip ürküyorum.”

“Nazik bir hanımefendiye öyle görünmesi gayet doğal.”

Berwick ailesinin, yaralı bir tarla kuşunu bile bu kadar koruyan, çapkın üçüncü oğlunu görünce Ines neredeyse gülecekti. Ama Ines sessizce başını salladı.

“Üstelik Calstera’da olasılık bile suç sayılır. Lütfen zahmetli sorumlulukları üzerinize almayın. Ben durumu yukarıya ileteceğim.”

İyi niyetle söyler gibi yaptıysa da iş zaten Berwick’in göreviydi. Üstlerine—hem de bir amirale—aynı anda hakaret edildiğini bilip de hiçbir şey yapmamak, sonuçta askeri kanuna göre bir suç olurdu.

Zaten en başından beri niyeti buydu; dolayısıyla bunda sevinecek bir şey yoktu. Ama yine de Ines, içi rahatlamış gibi iyimser bir gülümseme bıraktı dudaklarına. Ne ironidir ki, bunca kıskanıp hınçla baktığı Carsel Escalante’ye şimdi kendi elleriyle iyilik etmiş oluyordu.

Yorumlar