This Marriage Is Bound To Sink Anyway 121. Bölüm (Türkçe Novel)

“Neden bu kadar çok gereksiz şey aldın?”
Ines’in ilk tepkisi hayal kırıklığı yaratmıştı ama Carsel hiç aldırmadı. Henüz kutular açılmadan, oturma odasının ortasına dizilen onlarca kadife kutuya dair erken bir yargıydı bu. Fakat kapaklar açıldığında...
“Yani gereksiz olduğunu söylüyorum çünkü... bunlardan zaten bir sürü var, Carsel.”
Kutular açılıp mücevherler ortaya çıktıktan sonra bile, Carsel’in bu savurganlığına hayıflanmadan duramadı. Ardından da kısa bir nutuk çekti. Ona göre, ister Escalante ister Ballestena olsun, bu tür şeyler evlerde dağ gibi yığılıydı zaten; ihtiyaç duyulduğunda gidip aile evlerinden almak yeterliydi, başka bir şey yapmaya gerek yoktu.
Biri Ballestena’nın gözbebeği kızı, diğeri Escalante’nin tüm mirasını devralacak olan tek oğul olduğu sürece, kimse onların bu “alımlarını” hırsızlık olarak görmezdi. Ama Carsel hemen itiraz etti.
“Onların hepsi birilerinin kullanmış olduğu şeyler.”
“...”
“İkinci el olan bir şeyi hediye edemezsin.”
Tıpkı çalıntı malların da hediye sayılamayacağı gibi. Ines’in dediği gibi usulca yürütüp hediye diye uzatamazsın kimseye. Bu tür şeylerin bir asaleti, bir anlamı olmalıydı. Ines bir an için söyleyecek söz bulamayıp sadece Carsel’e baktı.
“...Carsel, gerçekten, böyle aptalca bir şeyi... ilk kez duymuyorum ama uzun zamandır da duymamıştım. Mücevherleri senin gibi böyle tanımlayanı da ilk kez görüyorum...”
“Ballestena’dan getirdiklerin güzel, Escalante’dekiler de öyle... Ama bunlar da güzel.”
“Kötü demedim ki. Güzel, hepsi hoş. Ama nasıl seçtiysen artık... en ufak bir tutarlılık bile yok.”
Ines, Carsel’in özellikle ilgisini çekmiş olan pırlanta küpelerden birini kaldırdı. Carsel ise isteksiz bir ses tonuyla mırıldandı.
“En başta öyle deseydin ya... ‘Tutarsız’ kısmı hariç.”
“Yine de israf bu. Paran senin, nasıl harcayacağın beni ilgilendirmez ama benim için bu kadar harcamana gerek yok, demek istiyorum.”
“Beni ilgilendirmez dememiş miydin?”
Carsel, onu suçlayan bakışlarla süzdü. Sanki “Aynı anda iki farklı şey söyleyip durma” der gibiydi.
“İlgilendirmez evet, ama bu benim içinse iş değişir. Hediye bana geliyorsa. Anladın mı?”
“...”
“Benim aldığım bir şeyi... istemeyebilirim. O zaman sen de uslu uslu vazgeçmelisin, Carsel.”
“İstemiyorsan neden taktın peki?”
Ines, bir kulağındaki küpeyi çıkarıp elmas küpeyi takarken bir an durakladı. Ancak hemen sakinliğini geri kazandı.
“Bu güzel çünkü.”
“Diğerlerinin hepsi kötü mü yani? Hiç mi beğenmedin? Hiçbirini mi?”
Onun sözleriyle davranışının biraz farklı olduğunu fark etmek yerine, Carsel şu an ne kadar başarısız olduğunu değerlendirmekle meşguldü. Sonra da kendi kendine, 'En az birini beğendi ya, amaç oydu zaten...' diye mırıldanıp, tatmin olmuş bir ifadeyle gülümsedi.
“Diğerini de tak.”
“Bu kulağa taktım ya. Bak işte.”
Ines, başını yana çevirip sadece bir küpenin takılı olduğu tarafı gösterdiğinde, Carsel göz kamaştırıcı bir şekilde gülümsedi. Ines ise onun yüzündeki o gülümsemeyi daha fazla görmemek için bakışlarını başka yöne kaçırdı.
“Güzel. Çok güzel.”
“...Evet, güzel. Bunu beğendim.”
Elindeki diğer küpeyi farkında olmadan okşadı. Carsel, Ines'in elinden küpeyi aldı ve diğer kulağına taktı. Her iki kulağı da dikkatle inceler gibi gözlerini kıstı... ve yine gülümsedi.
“Çok güzel.”
Yine aynı söz. Tam da çapkın birine yakışır şekilde, övgüyü bol keseden dağıtıyordu. Ines, onun övgülerini fazla umursamıyormuş gibi başını salladı.
“Evet. Güzel işte...”
“Ben senin güzel olduğunu söylüyorum.”
“...”
“Beklediğimden daha çok yakıştı. Sanki en başından beri seninmiş gibi.”
“...Zaten benim değil mi? Sen bana verdin.”
“Sanki doğrudan senin için yapılmış gibiydi diyorum...”
“...”
“Yapıldığı andan beri seninmiş gibi.”
Ines bir an için gerçekten ne söyleyeceğini bilemedi. Böyle şeyleri nasıl bu kadar rahat söyleyebiliyordu?
“...Her neyse, bunu beğendim. Ama diğerlerini geri gönder.”
“Alfonso çoktan hepsinin parasını ödedi. Hepsi senin.”
“Şimdi geri gönderirsek, benim sayılmaz.”
“Diğerleri kötü yani? Hiçbirini istemiyorsun, öyle mi? Verecek olsam bile almayacak mısın? Atıp kurtulmak mı istiyorsun?”
“Ne biçim laf bu... Hepsi değerli şeyler, güzel de. Ama benim için gereksizler.”
“Yani beğenmedin. Sorun değil. Bir işe yarar nasıl olsa. Sen, nedenini bilmesem de diğer kadınlara hediye vermeyi seviyorsun...”
“Yok artık, bu kadar pahalı şeyi seyahat hatırası gibi mi dağıtayım yani?”
“Yetmezse daha alırım.”
‘Nedenini bilse yine de bunu yapmak ister miydi? Ines, bir anlık şüpheyle birlikte hafif bir suçluluk hissetti. Carsel bu tür şeyleri bir kez daha yaparsa, bu kimseye yaramazdı.
Onun düzenlediği tuhaf promosyon kampanyası da, şimdi kulaklarından sarkan küpeler de Ines için... yalnızca birer borçtu. Onlar için küçük sayılabilecek değerler olsa da, borç yine de borçtu. Gitme zamanı geldiğinde, Carsel’in verdiği mücevherlerle dolu bir kuyruğu arkasında sürükleyecekmiş gibi hissediyordu.
Elbette sonunda hepsini geri verecekti ama...
“Daha fazlasını alırsan seni gerçekten rahat bırakmam. Artık yeter. Gerçekten.”
“Az önce senin de dediğin gibi, bu senin karışabileceğin bir şey değil Ines.”
Soğuk bir kesinlikle konuştu ama dudaklarında yine de belli belirsiz bir tebessüm vardı. Ilık parmak uçları onun kulak memesine ve küpesine dokundu. Heykeli andıran yüzüne yavaşça bir memnuniyet ifadesi yayıldı.
“Senin gibi birine de en iyisi yakışıyor tabii.”
“Evet, kabul. Güzel duruyor. Ama o zaman bu son olsun, tamam mı?”
“Ya olmazsa?”
“Senin harcama alışkanlıkların pek sağlıklı değil, Carsel. Diğer kadınlara ne şekilde hediye verdiğini tahmin edebiliyorum... ama sonuçta ben senin karınım.”
Daha doğru bir ifadeyle, birkaç yıl sonra onun kutsal evliliğini paramparça edecek olan karısıydı.
“Yani böyle şeylere gerek yok.”
“Şimdi bu sözünle ne demek istediğini mi sormalıyım? Yok, boş ver... Zaten ne desen sadece canım sıkılır...” Carsel, tebessümünü bozmadan çenesine dokunarak mırıldandı.
“Böyle hediyelerle özel bir çaba harcamana gerek yok çünkü ben zaten senin karınım.”
Ama yakın gelecekte durum böyle olmayacaktı.
“Yani...”
“...Yani, diğer kadınlarda olduğu gibi beni etkilemek için uğraşmana gerek yok demek istiyorum. Gönlümü kazanmak için uğraşmana da lüzum yok.”
Bu yüzü gördükten sonra kim böyle bir rüşvet ister ki zaten?
“Az önce harcamalarınla ilgili biraz sorun olduğunu söyledim ama aslında senin başka kadınlara neyi, nasıl ve ne kadar hediye ettiğin ya da bundan sonra böyle şeyleri ne kadar alacağın, paranı nasıl harcadığın umurumda değil. Yeter ki benim için olmasın...”
“...”
“Aslında sorun sende değil, bende. Sen böyle davrandığında ben biraz... rahatsız oluyorum. Üzerimde bir yük gibi. O yüzden...”
"Tam da ‘tutulmuş balığa yem verilmez’ gibi bir laf edersin sanmıştım. Öyle olsaydı da pek hoşuma gitmezdi ama en azından beklendik olurdu..."
"..."
"Sen gerçekten her seferinde beklentilerimi aşıyorsun, Ines. Harikasın!"
"?.."
Sayesinde morali beklenmedik şekilde yerle bir oldu! Böyle garip övgüleri sıralayan Carsel, birdenbire iki elini Ines’in yanaklarına koydu ve çocuk sever gibi yanağını buruşturarak oynadı. Morali mi bozuk, mutlu mu yoksa sinirlendiği mi belli değildi.
Biraz önceye kadar her hareketini dikkatle tartan Ines’in ifadesi, Carsel’in elleri arasında basitçe ezildi gitti. Carsel, bunu bir çeşit sabır gösterisi gibi kabul edip Ines’in şişmiş yanaklarını ovuşturdu ve ardından Ines’in burun ucunu hafifçe ısırdı.
Ines içinden 'bu adam deli mi?' diye geçirdi.
Tam o sırada, Carsel birden ciddileşti.
“Hepsini dilediğin gibi elden çıkarabilirsin. Ama şu küpeyi... lütfen bırak. O sana akıl almaz derecede yaktı.”
“...Zaten öyle yapacaktım...”
Gerçekten hoşuna gitmişti küpe... Bu kadar içten beğendiği bir şeyi en son ne zaman gördüğünü hatırlamak için neredeyse hayatını iki kez başa sarması gerekmişti. O kadar zamandır böyle bir şeye içi ısınmamıştı. Gençliğinde sahip olduğu o gösterişe meyilli, biraz da safça yanını bile hatırlatacak kadar çok beğenmişti.
“Öyle mi yapacaktın? Ne kadar da usluymuşsun!”
Bu... ne biçim övgü şimdi?
Carsel’in bu garip “aferin” tonu, sanki “pati ver” deyince ön ayaklarını havaya diken bir köpeği pohpohlayan aşırı hevesli bir sahibi andırıyordu. Ama burada köpek olan kendisi değil, karşısındaki adamdı. Kesinlikle.
“...Sen gerçekten delirdin, değil mi?”
“Geri kalan her şeyi at gitsin. Tepelerin ardında bir yakma yeri olduğunu biliyor musun? Atmak ister misin? Her birini ateşe fırlatınca çok eğlenceli olur.”
“Kesin delirmişsin... bırak artık.”
“İstemiyorsan boş ver.”
“Yüzümü yemek mi istiyorsun sen, ne yapıyorsun.... Isırma! Beni ısırmayı bırak!”
Ines, yaramaz bir köpeğe bağırır gibi telaşla bağırdı. Carsel, uzun zaman sonra ilk kez omzuna yaslanarak büyük sırtını eğdi ve Ines'in yüzünün çeşitli yerlerini acıtmadan ısırıp emdi. Kuyruğu olsaydı, poposunun arkasında sallanmakla meşgul olurdu.
Böylece bir süre onu iyice rahatsız ettikten sonra rahatlamış bir yüz ifadesiyle doğruldu. Ardından, yakında duran su kabında bir bezi ıslatıp nazikçe, kendi salyasıyla parlayan kızarmış yüzünü silip temizledi.
“İşte, şimdi tertemizsin... ve üzgünüm ama, Ines. Şimdiye dek başka kimseye hiçbir şey vermedim.”
“Ne?”
“Yani, hediye verdiğim tek kişi sensin. Ve bundan sonra da kimseye vermeyeceğim.”
“...”
“Bunu özellikle yük olsun diye söylüyorum. Üzerine ağırlık binsin diye. Rahatsız olmanı istiyorum.”
Sadece sesi yumuşaktı; sözleri ise sanki nazikçe edilen bir lanet gibi hissettirdi.
“Ines. Benim sorunlu harcama alışkanlığım, tamamen senin için.”
Ve sonra, kulağının altına ufak bir öpücük kondurdu. Öyle net bir ses çıktı ki, adeta bir mühür gibiydi.
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »
Allah ım bize de nasip et🥰
YanıtlaSilAminnn
Aminnnnnn 😂😂😂
SilKahvemi yaptım keyifle yeni bölüm okumak için açtım ama yeni bölüm gelmemiş 🙈
YanıtlaSilEve geçiyim hemen atıcam kahven boşa gittiği için çok üzgünüm şu an 😢
SilYaa çok tatlı🥰
Sil