This Marriage Is Bound To Sink Anyway 119. Bölüm (Türkçe Novel)


“Mesela şöyle diyeyim efendim,” dedi tezgahtar. “Kolye olur, yüzük olur, bilezik olur... Hediye edeceğiniz hanımefendinin özellikle sevdiği bir renkli taş var mı acaba?..”

Düşününce, Ines’in neyi sevdiğini bile bilmeden buraya gelmişti. Carsel ilk kez mahçup bir ifade takındı. Ne kadar aptalca... Aptal olduğunu düşünmekte bile geciktiği için, bu kadar geç düşünmüş olmasına da ayrıca aptal gibi hissetti.

Gerçi daha birkaç gün öncesine kadar onun mücevherlere ilgi göstereceğini hiç düşünmemişti.

Zaten Ines başından beri gösterişli takılarla arası olmayan biriydi. Hatta günlük hayatta hafif bir kolyeyi bile çoğu zaman takmazdı. Öyleyse kim, ne diye onu mücevherlerle bağdaştırırdı ki? Bunaltıcı bulmayıp katlanırsa yine iyiydi... Ines, böyle lüks şeylere neredeyse tamamen ilgisizdi.

Ama şu anki ruh hâliyle bakarsak, Ines bunalsa da kızsa da her şeyi üstüne boca etmek istiyordu. Hoşuna gitmese de aralarından bir-iki tanesini beğeneceği bir şey mutlaka çıkardı... Diğerlerini de nasıl olsa birilerine bir şeyler almayı seven bir kadın gibi görünüyor, öylece fırlatıp atsın yeterdi.

“Peki en sık taktığı taş rengi nedir?”

Açıkça sorulunca, sanki özellikle seçmesi gerekiyormuş gibi bir his geldi bir anlığına. Galiba çoğunlukla mavi taşlar takıyordu... Değil mi? Arada mor bir şeyler gördüğü de olmuştu. Şimdi düşününce, o iki renk Ines’le inanılmaz uyumluydu. İnsan, bu kadar yakıştığını şimdiye kadar nasıl fark etmezdi?

Carsel, kendi sezgileriyle birkaç gün önce ayine katılmış hâlini gözünün önüne getirdi ve taktığı mücevherin rengini defalarca değiştirerek tekrar hayal etti.

Ne taksa yakışır ki ona... Farkında olmadan gözü dönmüş bir âşık gibi düşünürken gözleri vitrindeki ışıl ışıl taşlara takıldı.

“Zaten hepsi yakışacak nasılsa...”

Sonuçta seçimi yapacak olan Ines’ti. Ne bir mücevherci çağırmıştı ne de dükkânın kapısından içeri adım atmıştı; karar vermek onun haddi değildi. Carsel, tezgahtara cevap vermek yerine onun arkasındaki büyük vitrini süzdü ve orada—yepyeni olduğu her hâlinden belli—iri elmas küpe çiftini fark etti. Düşüncelerinde, nikâh ayinlerinin olduğu o güne döndürmüştü onu.

O gün, Ines; yüz yıl önce Escalante ailesinin efsanevi düğün takımı olarak geçen elmas taç, küpe ve kolyeyi takmıştı. Escalante dükü o mücevherleri Ines’e teslim ederken ne kadar dişlerini sıktığını ise Tanrı’dan başka kimse bilmiyordu.

“Neticede yüz yıl önce birinin kullandığı ikinci el şeyi mi veriyorsunuz bana?” diye Carsel’in yaptığı arsız itiraza, dük az kalsın kolyeyi oğlunun kafasına fırlatacaktı. Ne var ki o kadar kıymetliydi ki sonunda öfkesini bile bastırıp usulca yerine koymuştu.

Yani dükün hali ne olursa olsun, eski-yeni farkı umursamayan Carsel’in gözünde bile o mücevherler Ines’e kusursuz şekilde yakışmıştı. Şimdi muhtemelen Esperanza’daki kasada kilitliydi hepsi.

Carsel, diğerlerine yapmadığı şeyi yaptı ve küpeyi yakına alıp eline aldı. Siyah saçlarının arasından, o elmasların parlaklığıyla ışıldayan Ines’i gözünde canlandırmak hiç de zor değildi. O gün, o vitray pencerelerden süzülen güneş ışığı bile...

“Yoksa bu da mı?..”

“Bu en önemlisi. Özenle paketleyip getirin.”

“Peki, diğerleri?..”

“Onlar da eklenecek.”

Küpenin yer aldığı kadife yastığı tezgahtara doğru geri itti. Tezgahtar hızlıca kalemine mürekkep batırırken sordu.

“Peki efendim, ürünleri ne zaman teslim alacaksınız?”

“Bugün akşam mümkünse.”

“Bu akşam mı? Kusura bakmayın ama, zaten akşam oldu da...”

“Zorsa, yarın akşam da olur.”

Şimdi son derece sakindi. Sonuçta sadece bir gün, diyordu içinden. Ne fark ederdi ki? Carsel tavrını bir anda değiştirdi.

“Calstera’daki Yüzbaşı Escalante'nin konutuna, söylediğim her şeyi getiriyorsunuz.”

Escalante...

O ana dek gelişigüzel not almakla meşgul olan tezgahtar, birden gözlerini irice açtı. Sonra kendi yazdığı isme, ardından Carsel’in yüzüne, sonra tekrar yazıya baktı. Böylece ad ve yüz arasında bakışlarını birkaç kez gidip getiren tezgahtar, sonunda her şeyin bir anlam kazandığını fark etmiş gibi başını yavaşça salladı.

Demek bu yüzden bu kadar gerçek dışı bir yüzü varmış...

Durumu kabullenince, beraberinde başka bir farkındalık daha geldi. Tezgahtar bu kez gözlerini neredeyse fırlatacak gibi açarak heyecanla bağırdı.

“Senyor Escalante Yüzbaşı hazretleri!”

“İkisini birden söylemenize gerek yok.”

“Yani şey, senyoranın...”

“Senyora Escalante mi?”

“Evet, evet! Senyora Escalante de buraya uğramıştı!”

Rahat bir ifadeyle başka bir vitrine göz gezdiren Carsel başını hafifçe eğdi.

“Buraya mı?”

“Evet! Daha bir hafta bile olmamıştır. Yoksa oldu mu?.. Geçti mi?”

“Bir hafta. Öyle diyelim.”

“Peki Senyora bir şey mi söyledi? Bu yüzden siz de gelip bizzat dükkânı şereflendirdiniz, öyle mi acaba...”

Ne söylemesinden bahsediyor?..

Carsel, Ines’in o ilgi gösterdiği yerin, başka bir yer değil de bu eski püskü mücevher dükkânı olması karşısında şaşkına döndü. Her ne kadar burası umduğundan daha iyi çıksa da, genelde hiçbir şeye kolay kolay etkilenmeyen onun dikkatini çekecek bir yer gibi hiç durmuyordu.

Kaldı ki burası, Calstera’nın şaibeli çapkınlarının bile yüz vermediği bir dükkândı. Eski şehirde mücevher dükkânı dediğin her köşe başında bulunurdu. Ama o gidip de buradan ne görüp ne beğenmişti ki?.. Carsel, vitrinin içini ilgisizce süzdü. Tezgahtar ise pencereye yöneldi.

“İşte bu.” dedi, “Senyora Escalante hanımefendinin geldiğinde epey dikkatini çeken parça...”

Henüz eline bile almamışken Carsel ilgisini kaybeder diye tedirgin olan tezgahtar, önce sözle bir kıvılcım yaratmak istedi. Sonra geri döndü ve eline aldığı parçayı gösterdi.

“Broş mu bu?”

“Öyle görünüyor olabilir ama...”

Carsel’in mırıldanmasına gülümseyerek yanına geldi, broşu kadife yastığın üzerine bıraktı. Sonra yanında duran vitrinin içine elini uzatıp bir kolye çıkardı ve alışkanlıktan gelen bir ustalıkla zincirini çözdü. Ardından pencere kenarından getirdiği broşa zinciri taktı.

Demek kolyeymiş...

Carsel, karşısında ışığı yansıtarak sallanan büyük madalyonu izledi. Eşkenar dörtgen biçimli eski bir altın işçilik, ortasında iri bir olivin taşı... Zincir hafifçe dönünce arka yüzünde ince bir haç kabartması fark edildi.

“...Karım buna mı baktı?”

“Evet. Dışarıdan bunu görüp içeriye girmişti. İkinci gelişinde de bizzat buradaydım, ve inanın bana... Gerçekten büyük bir ilgi gösterdi. Ne kadar fiyat biçersek biçelim alacağını söylemişti.”

Carsel, tezgahtarın tuttuğu zincirin ucundaki madalyonu alıp tekrar çevirdi. Haçın hemen altına, tahmin ettiği gibi, “V.O” şeklinde bir baş harf gravürü kazınmıştı. Ön yüze geri döndüğünde ise ilk andan beri gözüne batan, alt kısmındaki küçük çizik dikkatini çekti.

Evet, güzeldi. Ama epey eski bir parçaydı. Üstelik biçimi yüzünden antika havası da vardı. Modası geçeli en az birkaç on yıl olmuştu. Büyüklüğü itibarıyla hâlâ pahalı sayılabilir ama... böyle bir şey Ines’e yakışır mıydı ki?

Belki de bu bir önyargıydı, ama Carsel sadece bu kolyeye bakarak adeta onun sahibini hayal etmişti: Son derece zengin ama bir o kadar da boğucu geleneklere sahip bir aileden gelme, dindar bir orta yaş kadın... Genellikle kocası çoktan ölmüş olurdu... Yetişkin çocuklarına sadece kaş-gözle emir veren, sert ve disiplinli bir surat... Carsel’in zihninde bu sahne netleşiyordu. Çünkü böyle kadınları çocukluğundan beri çok görmüştü. Bu yüzden bu düşünce, aslında yalnızca önyargı sayılmazdı. Gerçi, genelde kolyeler bu kadar büyük olmazdı...

Belki yüz ifadesi biraz benziyor olabilirdi ama Ines’le çağdaş değildi bu parça. Üstelik ister boynuna assın ister göğsüne taksın, bu kolye onun zevkine hitap eden bir şey değildi. Öncelikle, fazlasıyla ağırdı.

Ama onu asıl anlayamaz hale getiren şey, bu parçada Ines’in tarzıyla ya da günümüz modasıyla uyuşmayan yönlerin olması değildi.

“İki kez gelmiş, ne kadar denirse ödeyeceğini söylemiş... Peki bu kolye hâlâ neden burada duruyor?”

Onun kadar mala mülke düşkün olmayan biri böylesine almakta kararlıysa, çoktan sahiplenmiş olmalıydı. Fakat Ines’in dokuz gün önce bunu almadan dükkândan çıkmış olması, Carsel’in kafasını kurcalamaya yetmişti.

Tezgahtar basitçe yanıtladı.

“Zaten bir sahibi olduğu için, başka çare yoktu.”

“Sahibi mi?”

Carsel başını hafifçe yana eğdi.

“Yani satılamayan bir parça, öyle mi?”

“Maalesef öyle görünüyor, Senyor.”

“Peki madem satılamıyor, neden vitrine koydunuz?”

Karı-koca aynı lafları ediyorlar...

“Bu, satış koşullarından biriydi efendim. Aslında ben de ayrıntısını pek bilmiyorum ama... oldukça tuhaf bir eşya. Benzerlerinden birkaç tane daha var.”

Tezgahtar hızlıca başka bir olivin taşı kolye çıkardı.

“Boyutu biraz küçük ama işçiliği neredeyse birebir aynıdır. Fakat bu da yeni bir parça değil. Senyor gibi biri için bu...”

“Eğer karımın beğendiği buysa, böyle şeyler önemli değil. Peki bunu görmedi mi?”

“Gördü.”

“Öyleyse bir anlamı yok.”

Görüp de almamışsa... Ines’in istediği yalnızca o olmalıydı. Carsel, tezgahtarın önerisini umursamadan madalyonu tekrar eline aldı.

Düşününce, Ines’in gözlerini de andırıyordu sanki... Onun yeşil gözlerini hatırlayınca, başka hiçbir şey görmez olmuştu. Rahatsız bir tavırla tezgahtarın yeni çıkardığı parçaya bir göz ucuyla baktı ve konuştu.

“Taklidi istemiyorum. Bunu satın alacağım.”

“Bu... zaten sahibi olan bir parça.”

“O kişinin de farklı bir fikri olabilir.”

“Elbette... Aslında şu da bir seçenek; şu an size satıp eğer sahibi bir gün çıkagelirse, ona iki katını ödeyerek telafi edebiliriz. Elbette, biz o maliyeti karşılayamayız, siz de bunu takdir edersiniz...”

Dona Angelica’nın baş belası parçası.

Belki... şu an şehir dışında olan dükkan sahibesi dönse, ne kadar sevinirdi kim bilir.

“Gerek yok.” dedi Carsel.

“Efendim?”

“Bu parçanın sahibi var, dolayısıyla bu çalmakla aynı şey olur. Ben bu kolyeyi çalmak istemiyorum, satın almak istiyorum. O yüzden sahibiyle iletişime geçin.”

“Duyduğuma göre oldukça uzak bir yerdenmiş. Yani hemen ulaşmak zor...”

“Eğer hemen ulaşamıyorsanız, El Tabeo’ya döndüğünde bana haber verin.”

“Yıllardır ortalarda görünmeyen biriymiş, geri döneceği bile meçhul.”

“Öyleyse, yıllar sonra bile olsa bana haber verin. O zaman ne istenirse fazlasını ödemeye hazırım.”

Carsel, madalyonu kadife yastığın üstüne bıraktı.

“Bağışlayın ama... Senyora da benzer bir istekte bulunmuştu. Eğer bir gün ulaşılabilirse, belki önce ona—”

“Bu hediyeyi ben vermek istiyorum, o yüzden önce bana haber verin. Zaten sahibi karım olacak. O hâlde fark eden ne ki?”

“Yine de, bizim açımızdan bu güven meselesi...”

Ne kadar da anlayışsız bir herif...

Carsel, gözleriyle onu azarladı. Kadın meselesi bu. Anlayıver işte. Aynı cinsiyetteniz, geçiver gitsin. Ama ille de her şeyi kuralına göre götüreceğim diye tutturursa... Umarım hayatında bir kadın bile göremezsin, diye geçirdi içinden. Ardından derin bir iç çekerek sordu.

“Karım bu isteği dile getirirken, bir kapora bıraktı mı?”

“Kapo—? Hayır, hayır bırakmadı.”

Carsel vitrinin dışında duran değerli bir bileziği aldı ve tezgahtara uzattı.

“İşte bu benim kaporam. Paranın tamamını yarın akşam birlikte alırsınız.”

“...”

“Artık öncelik bende.”

“Bu, kolyeden bile pahalı olduğunu biliyorsunuzdur, değil mi?”

“Önemli değil.”

“Bu... gerçekten pahalı bir parça... ama—!”

“Sen sadece iletişimi sağla ve sırasını unutma.”

Tezgahtar son bir vicdan kırıntısıyla bu işin hiç de makul bir şey olmadığını anlatmak için çabalasa da, Carsel çoktan arkasını dönmüş, dükkândan çıkıyordu.

Yorumlar

  1. En heyecanlı yerde bitti,çevirmenim yeni bölüm 💕💕💕lutfenn

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Az kaldı bölümü tamamlayıp paylaşıcam birazdannn 🥰

      Sil

Yorum Gönder