This Marriage Is Bound To Sink Anyway 117. Bölüm (Türkçe Novel)


 “Carsel tuhaf davranıyor.”

“Efendim?”

“Ne kadarını geveledin bakalım?”

Evde olmayan Alfonso’nun yerine gümüş takımları itinayla parlatmakla meşgul olan Raul, kapı eşiğinde sessizce dikilen Ines’i fark edince kısa bir an için afallamış bir yüz ifadesi takındı.

Konakta yaşanan gerginliğin üzerinden birkaç gün geçmişti. Raul yeniden elindeki gümüşe bakarken cevapladı.

“Pek bir şey değil.”

“Senin yalan söylemede pek yetenekli olmadığını ikimiz de biliyoruz. O yüzden, doğruyu söyle.”

“Yalnızca size yakalanıyorum diye beceriksiz değilim ya.” dedi Raul, hafifçe surat asarak.

“Pekâlâ, sahtekâr. O zaman cevap ver.”

“Gerçekten pek bir şey söylemedim.”

Raul gözlerini ondan ayırmadan açık bir ifadeyle konuştu.

“Pek bir şey söylemedin, ha? Gerçekten mi?”

“Evet. Hatta doktorun önünde bile tüm semptomları anlatmadığımı söyleyebilirim.”

“...”

“Ne kadar etkileyici, değil mi? Gözlerimin önünde efendimin nefesinin kesildiğini görmeme rağmen, sözlerimi seçerek konuşuyordum.”

Böylesine nadiren sergilediği cüretkâr, hatta iğneleyici ses tonu normalde Ines’i hafifçe gülümsetirdi.

Sadakat söz konusu olduğunda, Raul muhtemelen Ines’in tüm tıbbi geçmişini bir arşiv memuru titizliğiyle ezbere okuyabilecek kadar bilgiliydi. Ancak o gün ağzını sıkı tutup doktorun sorularına yalnızca en gerekli cevapları vermesi, bunun onların kaçıncı doktora başvuruşları olduğunun göstergesiydi.

Bir noktadan sonra yeni bir doktora duyulan umut, Balestena ailesinin sırtladığı riskin yanında önemsiz kalmaya başlamıştı.

İnsanları susturmak bazen servetle bile mümkün olmuyordu. Ines Balestena’yı tanımayan bir doktor varsa, onun öylece geçip gitmesi en iyisiydi. Hakkında konuşmaya başlamadan önce... Hem, bilseler bile pek bir faydaları olmayacaktı zaten.

Raul da bunu çok iyi biliyordu. Gözlem ve sosyal zekâsıyla genç yaşta hatırı sayılır bir konuma gelmişti, bu yüzden ağzını tutması için ona özellikle bir tembih gerekmezdi. Hele ki söz konusu olan, uğruna hayatını göz kırpmadan vereceği Ines’in sırlarıysa.

“Yatağında yanında bekleyen Arondra ve Alfonso'nun önünde de tabii ki...”

“Doktora nasıl yaptıysam Arondra’ya, Alfonso’ya da aynısını yaptım.”

Ines, Raul ya da Juana’yı hiçbir zaman bu şekilde sorgulamamıştı.

“Ben Carsel’e de böyle mi yaptın, onu soruyorum.”

“Doğal olarak...”

“Doğal olarak öyle yapmadın. Belli ki yapmadın. ‘Geçmişte hafif bir akciğer rahatsızlığı geçirmişti’, ya da ‘durumu zayıfken önemsiz bir yan etki ortaya çıkabiliyor’ gibi... öylesine bir bahane uydurmak hiç mi aklına gelmedi?”

“Öylesine bir bahane mi? Bir doktorun karşısında mı?”

Raul, bir anda sertleşerek sorduğu bu soruyla, aslında Carsel’e de doğru düzgün bir uydurma yapmadığını itiraf etmiş oldu. Ama hâlâ kendinden emindi.

“Her ne kadar bu ilk muayene sadece formalite gereği yapılmış da olsa, Ines Hanım’ın ağzına girecek ilacı belirleyecek birine nasıl olur da olmayan bir şeyi uydururum? Bir şeyi atlamak başka, yalan söylemek başka. Sırf yüzbaşıyı endişelendirmemek için mi yapacaktım bunu?”

“Evet, ama...”

“Yüzbaşının elbette endişelenmesi gerekiyor. Bilmesi de gerekiyor. Çünkü o sizin eşiniz.”

“Gerekmiyor.”

“Şimdi çıkıp ‘gerek yok’ deseniz de, bu evliliği geri alacak değilsiniz ki...”

“O anlamda söylemiyorum... Demek istediğim, gereksiz bir endişeye gerek yok.”

Ines başını çevirip derin bir nefes verdi.

“Bu işin ne kadar tatsızlaştığının farkında mısın sen?”

“Anlayamıyorum. Ines Hanım rahatsızlandınız, eşiniz de buna kayıtsız kalmadı. Hem de beklediğimden çok daha fazla... Gerçekten bu ilgi mi sizi rahatsız ediyor?”

“Tek seferlik bir şeydi bu, Raul. O zamanki gibi değil. Şu hâlime bak. Ne tuhaf bir durumdayım ne de nefes almakta zorlanıyorum. Gördün mü? Her şey yolunda.”

“...Evet. Gözümle gördüğüm kadarıyla siz iyisiniz.”

“İşte. Sen de bunun büyük bir mesele olmadığını bildiğin hâlde, neden Carsel’e...”

“Ama tam da böyle tek seferlik belirtiler, daha önce hiç yaşanmadı.”

“Raul.”

“Üç yıldır hiç olmamıştı böyle bir şey. Sapasağlamdınız...”

“Şimdi de öyleyim.”

“O gün öyle değildiniz.”

“...”

“O gün...” Raul, elindeki gümüş eşyayı dolaba yerleştirirken sözünü yarım bıraktı.

“Yüzbaşı da gerçeği tam olarak bilmeli. Siz hayat boyu birlikte olacaksınız. Ve artık, o dönemde yaşananların geçmişte kalmadığını biliyor. Bu gerçeği göz ardı edemez.”

Dolabı kapatırken yüzünde kararlı bir ifadeyle dönüp ona baktı.

“Dük, siz ve biz... hepimiz, o zaman tamamen iyileştiğinize inanmıştık. Ama görüldüğü üzere, öyle değilmiş.”

“...”

“Sizin için ben buradayım, elinden gelse Juana da hep yanınızda olur. Ama biz olsak da olmasak da bir gün bu tür tatsız bir durum yeniden yaşanırsa... o zaman size en iyi desteği sağlayacak kişi eşiniz olmalı.”

“...”

“Ve bunu da yapacaktır. Geçmişte yaşananlar yüzünden ona biraz kuşkulu bakıyorsunuz, anlıyorum. Ama bir kez olsun güvenmeyi denerseniz, en azından şimdikinden daha güvende hissedersiniz... Yüzbaşı, sizi gerçekten önemsiyor. Bunu gönülden söylüyorum. ‘Sadece bir gün gördün, ne bileceksin ki’ diyebilirsiniz ama bazen güven dediğiniz şey o kadar da zor kazanılmaz.”

“...”

“Bu durum, Düşes’in söylediği gibi Balestena ailesinin ayıbı ya da sizin utancınız değil. Yüzbaşı asla böyle düşünmez. En azından, Düşes gibi biri değil. İzin verirseniz açıkça söyleyeyim, normal olmayan biri varsa o da Düşes’ti. Her neyse, artık siz ve yüzbaşı, birbirinize en yakın iki kişisiniz...”

“Ya... eğer biz hayatımızı birlikte geçirmeyeceksek?”

“Efendim?”

“Eğer Carsel’le ben... öyle bir çift değilsek.”

“Ne demek istiyorsunuz...”

“Raul. Biz bu evliliği ne kadar sürdüreceğiz, bilmiyorum.”

Raul, yüzüne bir tokat yemiş gibi bakakaldı. Ardından da karşısında deli saçması konuşan birini görüyormuş gibi baktı. Ines, onun sessizce içinde kınadığı bu bakışı bir süre sakinlikle karşıladı.

Sonra yeniden konuştu.

“Yani senin dediğin gibi, Carsel’in beni tanımasına gerek yok.”

“Ines Hanım...”

“Benim ne kadar kusurlu biri olduğumu da bilmesine gerek yok.”

Zaten öncesinde ‘kusur’ ya da ‘hata’ gibi kelimeleri ağzına almış, sonunda onu ağlatmıştı. Artık bu sözler için çok geçti. Carsel, onun bir kusuru olduğunu—ya da en azından öyle sanılacak bir şeyler taşıdığını—çoktan biliyordu.

Ama onun ne denli berbat biri olduğunu hâlâ bilmiyordu. O yüzden belki de hâlâ her şey için çok geç sayılmazdı. En azından Ines’in en büyük kusuru olarak...

“Kusur diyorlar da, kime göre neye göre kusurmuş? Lütfen artık böyle söylemeyin...”

“‘Biz’ dediğin şey var ya, Raul. Senin deyiminle gerçek bir aile bile olamayacağız.”

“...”

“Carsel’in her şeyi bilmesi gerektiğini söylüyorsun ama... sen de gerçeğin tamamını anlatamadın, değil mi? Anlatsaydın, hayalini kurduğun o tatlı son olmazdı çünkü... değil mi?”

Ines hafifçe gülümsedi. O gülümsedikçe Raul’un yüzü daha da acıyla burkuldu.

“...Başından sonuna kadar bu sizin en mahrem alanınızdı. Benimse bunu açıklamaya hakkım yoktu. Bu yüzden sınırımı bildim. Her ne kadar eşiniz olsa da, Yüzbaşı'ya bunu anlatmak bana düşmezdi. Söyleseydim, asla hoşnut kalmazdınız.”

“Yine de, bazı sınırları kendi kafana göre aşıyorsun.”

Ines, soğuk bir tonda onun sözünü kesti.

“O sınırı baştan beri sen çizdin. Benim çizdiğim sınırın çok uzak olduğunu bilirken. Madem ‘baştan beri’ diyorsun, Raul... işte bu, benim en başından beri planlarımda olmayan bir şeydi.”

“...”

“Evliliğimde, o geceki gibi perişan hâlde yere yığılıp nefessiz kalmak gibi bir niyetim hiç yoktu... Madem bu kadar rezilce kendimi gösterdim, o zaman belki bir açıklama borçluyum. Sen de haliyle bir şeyler uydurmak zorunda kaldın. Oraya kadar anlıyorum... Ama sadık Raul’um, efendisi olmayan birine karşı bari sınırını iyi çizmeyi bilmeliydin.”

“...O gece siz Yüzbaşı'nın önünde yalnızca birkaç kez öksürmediniz, Ines Hanım.”

Raul’un sesi boğuk ve bastırılmıştı.

“Bayıldınız... bilinç kaybı yaşadınız. Nefes alamadığınız için bilincinizi kaybettiniz. Yüzbaşı’nın gördüğü sadece buydu. Eşi, nefessiz kalmış şekilde yerde yatan bir kadındı... Peki ben bunu nasıl önemsiz bir şeymiş gibi gösterebilirim? Hiçbir şey olmamış gibi nasıl gizleyebilirim?”

“Yani... ona bir zamanlar nefes almakta bile zorlanan bir ahmak olduğumu söylemek gerekiyordu? Peki ya sonra?”

“...”

“Vaktiyle kollarımda kendi kendime açtığım yaralar olduğunu da mı söyledin? Böyle kusurlu bir kadını, zar zor evlendirmek için Dük’ün vücudumdaki tüm izleri sildirmek adına beş yüz bin Petena harcadığını da mı? Ha?”

“Leydi Ines...”

“Dört yıl boyunca bedenimi doğrayıp duran ruh hastası olduğumu da... Doktorumuzun hastalığıma açıkça ‘akıl hastalığı’ dediğini de... bunların hepsini söyledin mi ona? ‘Lütfen efendimize acıyıp koruyun’ dedin mi?”

“Leydi Ines... lütfen...”

Raul başını masaya yaslayarak yüzünü elleriyle kapadı. Ines ise ifadesini yeniden toparladı, duruldu.

“O bana acıdı, Raul. Korkunç bir şekilde... bana acıdı.”

“Yüzbaşı Carsel yalnızca sizi düşündü. Ben sadece gözle görünenleri söyledim. Hiperventilasyon, ağır uykusuzluk... sadece böyle bir dönem geçirdiğinizi öğrendi. Ve sadece bu kadarı bile onu endişelendirmeye yetti. Çünkü o, sizin yıllar önce ne çektiğinizi hiç bilmiyordu. Sadece bilsin istedim. O dönemde Mendosa’dan ayrılıp sizi yalnız bıraktığını..."

“—Carsel, o dört yılla hiçbir ilgisi olmayan biri, Raul! Tanrım... Carsel, o yıllarla uzaktan yakından ilişkisi olmayan biri... Peki sen neden... neden...”

Birden öfkesi patladı, ama hemen ardından boğazı sıkıştı. Sanki ruhunun etrafında dolanan bir hayalet bir anda başına çullanmıştı. Ines, yalnızca öfkeliydi. Ama sadık Raul’un bunu ‘o zamanların’ işareti sanmasından korktuğu için, içini parçalayan nefesi yuttu ve dişlerini sıktı.

Neden, diye geçirdi içinden. Neden yine beni düşünüyorsun... neden, Carsel Escalante’yi bile, hiçbir ilgisi olmayan o adamı bile, kendi bildiğince çizdiğim sınırların içine sürüklüyorsun?

'Ya yolda bayılsaydın? Orada, kimsenin bilmediği bir yerde nefessiz kalıp yere yığılsaydın?'

'...'

'Bunu düşününce, bu odadan çıkıp gitmek bana israf gibi geldi. Yüzüne biraz daha bakmadan çıkıp gitmek bana lüks gibi geldi...'

Neden o gözlerle, o ifadeyle bana baktın...

Ines, Raul gibi yüzünü elleriyle kapatarak oturdu.

“...Bu, evliliğim açısından gerçekten büyük bir sorun olabilir, Raul. Carsel hâlâ doktor arıyor. Ve o eski doktorla bizzat görüşmek istediğini söylüyor.”

“...”

“Eğer bir gün bu geçmiş, bir koz olarak kullanılırsa... bu artık ‘hastalık’ diye geçiştirilecek bir şey olmaz. Bu, karısının bir zamanlar akli dengesini yitirmiş biri olduğu anlamına gelir.”

“...‘Koz’ mu diyorsunuz? Leydi Ines, Yüzbaşı Carsel...”

“Biliyorum. Carsel Escalante tuhaf şekilde fazla iyi biri. Merhamete de fazlasıyla açık... evet, o asla böyle bir şey yapmaz.”

Ama ben... ben farklıyım. Boğazına diken oturmuş gibi gerçeği yutkundu. Ellerini yüzünden indirip Raul’a baktı.

“Belki de bu yüzden korkuyorum, Raul. Ben şu an Carsel Escalante’nin beni bırakmasından korkmuyorum...”

“...”

“Böylesine dağılmış bir kadına acıyıp... sonunda senin gibi kopamamasından korkuyorum.”

Yorumlar