This Marriage Is Bound To Sink Anyway 116. Bölüm (Türkçe Novel)


“...Ağlıyor musun?”

Sorar sormaz bunun aptalca olduğunu düşündü çünkü gözlerinde gördüğü şey zaten cevabı veriyordu.

Alnına usulca düşen gözyaşlarında inkar edilemez bir sıcaklık vardı, cam gibi berrak gözler ise dolup taşan nemle hafifçe titriyordu. Sanki yanlış bir yere dokunursa çökecekmiş gibi bir hassasiyet de taşıyordu... Belki de çoktan çökmüştü bile.

İnanılmazdı ama geniş omuzları sarsıldı. Carsel sonradan gözyaşlarını tutmaya çalışır gibi başını arkaya eğip dişlerini sıksa da, dökülen gözyaşları çenesi boyunca damla damla süzüldü. Ines’in yanağı sessizce onun gözyaşlarıyla ıslandı.

Ines boş boş bakarken ona seslendi.

“Carsel.”

“...”

“Neden...”

Carsel açıkça ağlıyordu ve gözünün önündekini inkar edemezdi. Onun için bilinmez olan tek şey sebepti.

Cevap vermek yerine, eliyle ıslanan alnını ve yanağını sertçe sildi. Parmağının değdiği yerler, hafifçe ılık nem yayarak kuruyordu.

Bu sırada, elinin üstüne biraz daha gözyaşı düştü ama kendi onları da hemen sildi. Gözyaşları büyük bir felaketmiş gibi, ondan korunmaya çalışır gibiydi.

Ines, Carsel'in yatakta oturduğu pozisyona dönmesini ve büyük elini yüzünde bir kez daha gezdirmesini izledi. Yarısını göremediği yüzünün giderek sertleştiğini görebiliyordu.

Carsel gözlerini uzaktaki bir noktaya dikerek konuştu.

"Akıllı olduğunu biliyorum, söylediğim her şeyi saçma bulacak kadar akıllısın. Evet, benim gibi bir aptal için fazla akıllısın. Biliyorum, biliyorum, ama..."

“...”

“...Ama bu sefer yanılıyorsun, Ines.”

“...”

“Sen bir eşya değilsin, sende şu an hiç bir kusur yok… Hayır, özür dilerim. Sinirlendiğim için üzgünüm, Ines. Benim hatamdı”

“...”

“Benim hatamdı...”

Carsel yüzünü avuçlarının içine gömerek mırıldandı. Pişmanlık dolu sesine sinmiş derin yorgunluk, hafif sabah havasını yere indirir gibi Ines’in üzerine çöktü. Ines söyleyecek kelime bulmakta zorlanıyordu.

'Bana karşı hiçbir yanlışın olmadı.' 'Belki de sadece çok şaşırmıştın.'... Dilinin ucuna bir sürü şey geldi ama hiçbirini söyleyemedi.

Bir anlığına yine rüyadaymış gibi hissetti ama, bu bir rüyanın o çaresizliğine benzemiyordu. Bu başka bir şeydi...

“Sadece düşündüm ki, sen, Ines...”

“...”

“Gerçekten öleceğini sandım. Gözümün önünde, burada, önümde ölüp gideceğini sandım...”

“...”

“Sen öyle yere yığılıverince... benim yapabileceğim hiçbir şey yoktu... O yüzden... yalnızca hayatta olman bile yeterince şükür sebebi...”

“...”

“Ines... lanet olsun... Benim hatamdı. Bedenine öyle dokunmamam gerekirdi. Sana sesimi yükseltmemem gerekirdi...”

Gerçekte sesini yükselttiği ya da onun bedenine saygısızca davrandığı hiçbir an olmamıştı. Ama sanki dünyadaki tüm günahları işlemiş gibi, bunu kendi kendine tekrar edip duruyordu.

Ines, böyle giderse bunun nereye varacağını kestiremediği için, hala düzgünce hareket edemeyen dudakları yerine, zar zor onun diğer kolunu tuttu. Carsel, elini yüzüne gömmüş halde duraksayıp kaldı.

Carsel onun bileğini tutana kadar kısa bir sessizlik oldu. 

“...Yine de... öyle dememeliydin...”

Boğuk, bastırılmış bir öfke ve kırgınlıkla söyledi bunu. Çaresizlikle eğilmiş yüzünü sertçe sıvazladı.

“Nasıl olur da kendin hakkında böyle kötü konuşabilirsin? Nasıl... benim sana öyle davranacağımı düşünebilirsin? Ne kadar beni adi bir hayvan olarak görsen de...”

“...”

“...Nasıl olur da acının, zayıflığının benim için faydalı olacağını söyleyebilirsin?”

“...”

“Nasıl... senin o zayıflığını işime yarayacak bir şey gibi görebileceğimi düşünürsün... Nasıl olur da beni hiç tanımazsın... Kahretsin, sen hiç de akıllı değilsin. Sen, sen...”

Carsel yutkunarak sözlerini bastırdı ve dişlerini sıktı. Gerilmiş çene hattı hafifçe titriyordu. 

“...Carsel.”

“...Nasıl olur da, seni bir eşya gibi görürüm... Neredeyse ölüyordun, ve ben bunu bir kusur gibi— öyle düşündüğümü sanıyorsun yani?”

“—Carsel, ben öyle bir anlamda demek istemedim.”

Carsel, yeniden Ines’e döndü. Göz göze geldikleri an, Ines’in sözleri de kesildi.

Bozulmuş bir yay gibi, bakmamaya çalışırken istemeden dönüp bakmış gibiydi; yüzünde pişmanlık dolu bir ifade vardı.

“Eğer öyle bir anlamda değilse... o zaman neden senin hasta olmanı benim lanet olası bir avantajım gibi gösterdin?”

“...”

“Söyle o halde. Ines.”

Neredeyse gülümseyecekmiş gibi kıvrılan dudakları, acıyla buruştu.

“Senin zayıf noktanla ne yapacağım ki? Sen acı çekerken... ben ne yapabilirim ki...”

“...”

“Ben, sana ne yapabilirim ki...”

Nefes nefese kalmış gibiydi. Kelimeleri ağzından aceleyle çıktı ve sonra durdu. Carsel, ıslanan yüzünü birkaç kez silip nihayet huzursuzca ayağa kalktı. Belki de onun gerçekten kendisine bir cevap vereceğinden korkuyordu. Sanki, Ines ağzını açıp bir şey söylemeden buradan kaybolmak istiyordu.

Ines, kendini aptal gibi hissedecek kadar hiçbir şey yapamadan onun adeta kaçarcasına uzaklaşmasını izledi. 'Sen, çok fazla endişeleniyorsun... Buna değecek bir şey değildi... Gerçekten de önemli bir şey değildi, ayrıca senin bu kadar sarsılacağını hiç düşünmemiştim...'

Ines bu sözleri içinden dalgın dalgın tekrarladı. 'Ben, ben senin bu kadar sarsılacağını hiç düşünmemiştim.'

Kapı açıldı. Sadece yatak odasından çıkıyordu ama Carsel, sanki geri dönülmez bir yola giriyormuş gibi görünüyordu. Bir anlığına baş döndüren bir his Ines’in içini sardı. Sanki basamağı olmayan bir merdivende yanlış adım atmış gibiydi.

Burası onların eviydi ve her zaman yaptığı gibi sabah çıkıp akşam dönecekti. Bu yüzden sonunda sıradan bir gün olacağını biliyordu. En azından öyle görünecekti. Belki de hiçbir şey olmamış gibi ona gülümseyecek ve birlikte masaya oturup önemsiz işlerini konuşacaklardı. Hep olduğu gibi. Sanki dün onlar yalnızca bir istisnaymış gibi...

Ama belki de öyle olmayacaktı. Belki Ines bir hata yapmıştı. Hata mı... Bu düşünce gururunu sertçe sarstı fakat gurur denen kelime aklına bile gelmiyordu artık.

Ayağa kalktı. 'Carsel...' Adını söyleyemeden ayakları yere kaydı. Ama Carsel çoktan kapıdan çıkmıştı. Kapı önünde kapanıyordu. Ines, anlam veremediği bir hisle öylece donup kaldı. Çok yabancı bir histi bu.

Sonra, bir tıkırtıyla kapı kapandı ve nefesi de bir anlığına kesildi. Ines, halıda gezinen bakışlarını eline, sonra da yanındaki masaya çevirdi. Carsel'ın üniformasının üstü, düzgünce ikiye katlanmış bir şekilde sandalyenin arkasında asılıydı.

“Üstünü almamış...” Sanki eline bir bahane geçmiş gibi, onun üniformasını aldı. Bitkin düşmüş elleri için biraz ağırdı, ama yine de Cassel’in geri dönüp almak zorunda kalmasından önce gidip kendisi vermek istiyordu.

Ve sonra öyle demek istemediğini söylemeliydi. Şaka olduğunu, onu aşağılamak gibi bir niyetinin olmadığını... Carsel’in öyle alçak bir insan olmadığını en başından beri bildiğini... Bazen böyle hesaplar yapmak için fazla iyi kalpli olduğunu... Bunu bilmesini istemişti. Ama neden? Ines, kendi bile garip bulduğu bu bahaneyi düşünürken üniformasını daha sıkı kavradı. 

Başından beri fazla düşünmeden söylemişti o sözleri. Ve hatta şimdi bile, en ufak bir hesap yapmadan; yalnızca ortamı yumuşatacak, durumu biraz olsun düzeltecek bir bahane arıyordu. 

Sanki sıradan bir eş gibi...

Duygularının farkına varan Ines, ifadesiz bir şekilde üniformasına baktı. Buna gerek var mıydı? Belki de şimdiye kadar olan her şey, onların ilişkisi, başlı başına tuhaftı. Gereğinden fazla yakın, gereksiz yere güzel anlarla doluydu.

Belki de şimdi, araya mesafe koymanın tam zamanıydı. Planlandığı gibi, uygun bir aşamaya gelmiş olabilirdi. Böyle uzaklaşıp, ara sıra canını sıkıp, o hoşlanmadığı çocuğu doğuracaktı...  Bir süre sonra Carsel de, en baştaki o saçma sapan yemini yavaş yavaş unutacaktı. Evet, böyle olmalıydı...

Tam o sırada, kapı aniden açıldı.

“Mücevher.”

“...”

“Mücevher güzel miydi?”

“Ne?”

“Aldın mı bari?”

Kaçıp gitmişken ansızın geri dönüp böyle bir soru sorması, Ines’i şaşkınlığa düşürdü. Önce anlam veremedi ama nasıl olsa üniforması için dönmüş olmalı diye düşünerek elinde tuttuğu üniformayı ona doğru uzattı.

Ancak Carsel, onun yanına kadar gelmesine rağmen üniformayı almadı. Bunu özellikle yaptığında değil, sanki hiç görmüyormuş gibiydi. Az önce hafifçe ıslak olan mavi gözleri, o kırılgan hâlinden farklı olarak şimdi alev alev yanarcasına ona bakıyordu.

“Neden?”

Ines, bir anlığına zeytin taşı kolyeyi unutup gelişigüzel bir şekilde cevap verdi.

“Gerek yoktu...”

“Mücevher ihtiyaç için alınmaz. Kimse ona ‘gerekli’ olduğu için sahip olmaz.”

“İşte savurganlık etmek istemedim.”

“Zaten savurganlık olsun diye alınır bunlar.”

“Paramı israf etmek istemiyorum.”

“Kendi paran içinse tamam, ama benim param için bunu düşünmene gerek yok. Hepsini görmeden al, nasıl olsa birkaçı hoşuna gidecektir. Escalante’nin parasını harca. Ne istersen al... Hepsini ben alırım. Yeter ki...”

“...”

“Yeter ki öyle düşüncelere dalıp dikkatini dağıtma, bir şeyler seçmek için vakit harcama, aklını başka yere kaptırma, yolunu kaybetme...”

Carsel, onu birden sertçe çekip kollarının arasına aldı. Huzursuz ama inatçı bir şekilde sıktı.

“Ya yolda bayılsaydın? Orada, kimsenin bilmediği bir yerde nefessiz kalıp yere yığılsaydın?”

“...”

“Bunu düşününce, bu odadan çıkıp gitmek bana israf gibi geldi. Yüzüne biraz daha bakmadan çıkıp gitmek bana lüks gibi geldi...”

Ines kucağındaki üniformanın buruşup gideceğinden endişelendi... En azından kendine böyle düşündürtmeye çalıştı. Ines, kızaran kulak kepçesinin farkında olmadan dudaklarını ısırdı. Carsel, onun şakağına bir öpücük kondurup gülümsedi.

“İyi olduğuna sevindim, Ines.”

"O yüzden, ne olur paramı harca. Senin sağ olduğuna öyle sevindim ki. Teşekkür ederim. Özür dilerim. Hepsi benim suçum. Ben deli biriyim. Senin hiçbir suçun yok. Sen harikasın, zekisin..." Alnına, yanağına ve çenesine konan her öpücükte, hiçbir bağlam olmadan ağzından dökülen kelimeler sadece komikti.

Ama Ines’in gülmeye mecali kalmamıştı. İçine ağır, tarifsiz bir duygu çöktü.

Dünyadaki bütün minnettarlığı taşıyan bir ses tonuyla söylenen "İyi ki hayattasın..." lafları.

Ines, bir zamanlar kendisine böyle şeyler söyleyen sesi hatırladı. O sese karşı beslediği sevgiyi... ve aklına gelen birkaç düşünceyi.

Bu, hiç de iyiye işaret değildi.

Yorumlar

  1. Yaa ines kör falan mısın? Kocanın nekadar harika olduğunu nasil göremiyorsun

    YanıtlaSil

Yorum Gönder