This Marriage Is Bound To Sink Anyway 115. Bölüm (Türkçe Novel)

“Hayır, ama El Tabeo’da onu orada terk ettim..."
“Terk ettim de ne demek? Çocuk değil ya.”
“Coronado ailesinin faytonuyla ilgili bir yanlışlık oldu. El Tabeo’yu iyi bilmediğim için orada beklememi söyleyip kendisi arabayı bulmaya gitti. O sırada oldu her şey.”
“Ne oldu?”
Ines bir an için kuyumcunun eski tabelasını hatırladı, ama sonra zihninden sildi. Çünkü uzakta oturan Carsel, bu soruyu sorduktan sonra yatağa gelip yanına oturmuştu.
Bilinçli bir şekilde silmiş de değildi aslında, daha çok onun varlığıyla hafızasının itilmesi gibiydi. Uzaktaki bir şeyin, yakındaki bir şey tarafından gölgelenmesi gibi—gözleri onunla dolunca anılar geriye çekilmişti.
Carsel'in her daim bakımlı olan saçlarının alnının üzerinde hafifçe dağılmış olduğunu fark etti. Balkon havasını alıp gelmiş gibiydi; üzerinde sabahın serin rüzgarının kokusu vardı. 'Sabah olmuş.' diye düşündü yeniden. Zaten tek bakışta sabahı algılamıştı ama yine de artık gece olmadığını kendine hatırlattı.
Bu, beceriksiz bir sessizlik olabilirdi—sözün ortasında kendiliğinden susup kalmıştı çünkü. Ama rüyasındaki sahte gerçeklik hissinden kurtulup tekrar sakinleşmek için biraz daha zamana ihtiyacı vardı.
Rüyasında aradığı gerçeklik, uyandığında o kadar da muhteşem değildi.
Sadece bu küçük oda, tanıdık tavan ve onu buraya ve şimdiye getiren bu tanıdık yüz... Bunlar bir tür kanıttı. Bugün de Calstera’daki herhangi bir günden farksız bir sabahın geldiğine, sıradan ve sakin bir günün onu beklediğine dair maddi kanıtlar. Gerçeklik denen şeyin tek ihtiyacı olan bunu doğrulayacak bir kanıttı.
“...”
Ines cevap vermeden Carsel’e bakarken, Carsel de onu sessizce izliyordu. Ardından yavaşça eğilerek, alnına düşmüş dağınık siyah saç tellerini nazikçe düzeltmeye başladı.
Bu, Ines'in uykudayken hissettiği o nazik dokunuşa çok benziyordu. Sanki korunmaya ihtiyaç duyan küçük bir çocuğa dönüşmüş gibi hissettiren, sevecen bir temastı... “'Ne alaka' diye ters ters düşünmek yerine, bu sefer yanağını onun eline yasladı. Bunun üzerine Carsel’in büyük eli usulca yanağını sardı.
Bu duyguyu daha önce sadece çok daha küçükken, bambaşka bir hayatta, Luciano tattırmıştı ona. Düşes tarafından dövülüp ağlayarak uykuya daldığı gün, öz annesinden daha çok sevdiği dadısı evden kovulduğunda, hastayken yapayalnız kaldığında... 'Yine de abinin senin yanında olduğunu unutma.' Gece geç saatte gizlice onun odasına gelen abisi, böyle fısıldamış ve alnına bir öpücük kondurarak yorganı boynuna kadar çekmişti.
Oscar’a silahı doğrultup namluyu kendi ağzına dayamaya niyetlendiği an aklına gelen yüz; anne babasınınki değil, o geceki ağabeyin yüzü olmuştu. Ve son kararını böylece vermişti. Onun sayesinde kimse incinmeyecekti ve Ballestena'daki herkesten çok Luciano'nun hayatta kalmasını umuyordu.
Ne garip... O Luciano’ya hiç benzemiyorsun aslında... Carsel'in soğuk parmak uçları gözümün kenarına dokundu. Geçtiği yerde biraz nem vardı.
Ağladığını fark etmemişti ama gözpınarlarını silen bu el, huzur vericiydi. Bu yüzden biraz daha öylece kalmaya karar verdi. Nedense zayıf bir yanının ortaya çıktığı hissi bile uyanmamıştı içinde... Zaten insanların rahatça aldığı nefesi bile düzgünce alamayıp bayıldığını daha yeni göstermişti.
Hafifçe aralık pencereden içeri giren serin hava aralarında asılı kaldı.
Uzun süre suda çırpındıktan sonra sonunda karaya çıkmış biri gibi, tuhaf bir rahatlama hissi yükselmişti içinde. Evet... Şu an her şeyin boş verilebilir olduğunu düşündü. Yaşıyordu. Her şey geçmişte kalmıştı...
Rüya tekrar geçip gitmişti. O yine hayatta kalmıştı. Bu yetmez miydi? O üç yıl öncesine geri döneceği korkusuyla kıvrandığı gece geçmişti artık.
Gece bitti ama Emiliano bu defa tekrar ölmedi. O da tekrar paramparça olmadı. Hala nefes alabiliyordu... Ines, rüyada gördüğü o yabancı çocuğun siluetini zihninden uzaklaştırdı. Rüya farklı şekilde dehşet vericiydi ama en azından tekrarlanmayacaktı.
Dört yıl süren o korkunç günlerdeki gibi değildi...
Ines, olivin taşı kolyeyi hatırladı. Daha dün o kolyeye boğulacakmış gibi bakarken hissettiği şey artık yoktu. Sadece onu tekrar çekmecenin en derinine koyması gerektiğini düşündü.
Yeniden korkakça bir dehşetin içine gömülmek istemiyorsa, biraz daha dikkatle mücadele etmeliydi. Daha uzağa kaçmalıydı. Donna Angelica’ya her şeyi unutmasını söyleyecekti. 'Canavarın sınavı' gibi şeyleri asla kabul etmeyecekti. Gözlerini kapatıp görmezden gelecekti.
Ve eğer o Emiliano ise...
“...Ben, bir anlığına mücevherlere daldım da dikkatim dağıldı. Aptalca, değil mi?”
Evet, tüm bunların hepsi aptallıktı. Zaten Emiliano olamazdı. Bunların hepsi onun aptalca kuruntularından ibaretti.
'Aptalca şeyler yapma. Hata yapma.' Onun bir hedefi vardı. Emiliano bile olsa, bu hedefe engel olamazdı. Ines, planladığı gibi yaşamak ve planladığı gibi ölmek zorundaydı. Emiliano ise Bilbao’da zavallı bir tutsak gibi yıllarca güvenle saklanıp; beş yıl sonra, on yıl sonra büyük bir ün kazanacaktı—onunla hiçbir ilgisi kalmamış olan Ines ise o zamanlar artık mutlak bir özgürlüğe kavuşmuş olacaktı.
“Mücevher mi?”
“Sonra El Tabeo'da kayboldum. Yolun basit olduğunu sanıyordum ama değilmiş. Ne nerede olduğumu ne de Bayan Coronado'yu bulabildim, bu yüzden bir fayton kiraladım.”
"Çoğu çocuk ebeveynlerini böyle kaybeder. Lütfen, bir yetişkin bekle diyorsa, bekle."
"...Ben çocuk değilim Carsel."
"İlk defa gittiğin yerdi."
"Teknik olarak aslında ilk de sayılmazdı..."
Ve ileride, bir şekilde kendi başına yaşayıp kendi başına ölecekti. Ama her zamankinden daha eksiksiz bir yaşam olacaktı bu. Artık hiçbir şeyi kaybetmeden, acı nedir bilmeden, hiçbir şeyi sevmeden geçecek bir yaşam. Sadece kendi iradesiyle, kendi için.
"Sonuçta yine de yolunu kaybettin. Eski şehir güvenli bir yerdi ama yeni şehre yakın bir yerde olsaydın, sen—"
Kimsenin onu umursamadığı ve onun için endişelenmediği bir yerde...
Ines, yanağını tutan elin sıcaklığından uzaklaştı. Birden rahatsızlık hissetmişti.
Carsel’in eli, sahibi olmayan bir eşya gibi bir süre yastığın üzerinde kaldı, sonra doğrulmaya çalışan Ines’in omzunu tuttu.
"Uzan. Daha fazla söylenmeyeceğim."
"Artık kalkmak istiyorum."
"Hala iyi görünmüyorsun, Ines. Yat biraz daha... Aç değil misin? Yolanda’ya kahvaltı hazırlatmamı ister misin?"
"Hayır, henüz bir şey yemek istemiyorum."
"Peki susadın mı? Su? Meyve suyu? Elma suyu? Limon suyu?"
Sorular, sanki başına fırlatılıyormuş gibi hissediliyordu. Carsel’in hafifçe bastıran eli altında Ines yeniden yatağa düşmüştü.
Iç geçirerek cevapladı.
"Elma."
Carsel hemen ayağa fırlayıp kapıya yürüdü, sonra koridora doğru bağırdı.
"Elma suyu getirin!"
Daha önce hiç bu kadar aristokrat gibi görünmemişti.
Ines, ona bakarak gülümsedi ama Carsel tekrar yatağa dönünce oturmasına gerek olmadığını ima ederek konuştu.
"Senin gitmen gerekmiyor mu? Uyanık olduğumu gördün, şimdi inip kahvaltını et."
"Böyle iyiyim."
Ines'in düşünceli cümlesine rağmen Carsel hiç oralı olmayıp yatağa tekrar oturdu.
Onun yorgun gözlerine bakarak sordu. "Sen bir şey yedin mi?"
Carsel kafasını hafifçe salladı. Ama basit bir yalanı bile söylemeyi beceremediği belliydi. Ines yine iç çekerek sordu.
"Gitmek üzere değil miydin? Üstünü bile değiştirmişsin... Burada tembellik yapma."
O an Carsel üstüne baktı, sonra yine başını salladı. Ines, onun aslında dün akşamdan beri üstünü değiştirmediğini ve doğru düzgün oturmadığını fark etti.
Ve bilincini kaybetmeden önce, onun kendisine nasıl endişeyle baktığını hatırladı. Bu yüzden endişelenecek bir şey olmadığını açıklamak istedi...
"Önemli bir şey değildi. Ben iyiyim. Raul’dan duymuş olabilirsin ama..."
Kuru dudaklarını hareket ettirerek akşam anlatamadığı şeyleri söylemeye hazırlanıyordu ki, Yolanda elma suyunu getirdi.
Ines’in gözlerini açtığını görünce Tanrı’ya on kez dua etti, her cümlenin sonunda haç işareti yaptı ve Ines'in boşalttığı bardakla yatak odasından çıkmadan önce havaya yaklaşık on beş kez teşekkür etti.
O arada Ines de Yolanda'ya tekrar tekrar "Senora Coronado’ya durumu anlatıp özür dile ve şu hediyeyi ver." diyordu.
Sonunda deniz çekilmiş gibi yalnız kaldılar.
"Bu, geçmişte birkaç kez yaşadığım bir şeydi. Üstelik yıllar önceydi. Son zamanlarda hiç olmamıştı... Bu yüzden Raul belki biraz abartılı anlatmış olabilir."
"..."
"Raul sana ne dediyse de, onun anlattığı kadar ciddi değildi. Bazen böyle anlarım olurdu, ama her seferinde geçip giderdi. Sadece bir anlık nefes darlığıydı... Bazen olur."
"..."
"Tüberküloz ya da kalp hastalığı falan değil. Astım da değil... Raul’un yanında sakinleştirici bir ilaç var. Onu da anlatmış olabilir... Ama hala o ilacı yanında taşıyacağını hiç düşünmemiştim. Yıllardır böyle bir şey hiç olmadı. Tamamen iyileştiğimi söylemişlerdi..."
"..."
"Carsel, gerçekten önemli bir şey değil."
"Raul Balan malikanede olmasaydı dün ölüyordun."
"İlaç zaten bende de vardı... Yani..."
"Birkaç ay önce o adamı kovmayı düşünmüştüm. Ama onu kovamadığım için neyse ki sen yaşıyorsun."
"..."
"Sen... nefes alamadın, Ines."
"..."
"Bu nasıl önemsiz olabilir?"
Carsel tuttuğu nefesi serbest bırakarak konuştu. Ines tasasız açıklamasının pek de iyi gitmemiş olmasından dolayı biraz mahcup hissetti. Dışarıdan çok kötüymüş gibi görünebilirdi ama o kadar da kötü değildi. Carsel’in yüzünü böyle yapacak kadar...
"Sana bir kusurum olduğunu daha önce söylemediğim için özür dilerim, Carsel."
"...Kusur."
Kusur mu? Boğazına takılan dikeni tükürür gibi kelimeyi tekrarladı. Ines, yüz ifadesini toparlamaya çalışarak konuştu.
"Tekrar olmayacağını sanmıştım... Söylememem hataydı. Bunu bilseydin dün o kadar korkmazdın belki..."
"Yani diyorsun ki, sen boğulur gibi bayılırken ben önceden bu kusuru bilseydim 'Ha evet, bu tanıdık bir kusur' diyerek rahat olacaktım?"
"..."
“Bazen nefes alamama gibi bir kusurun olduğunu söyledin ya... artık şaşırmayacağım. Her gözümün önünde bayıldığında, demek artık böyle diye düşünerek oyalanabileceğim. Ne kadar da... pratik.”
"Carsel."
"Lanet olsun, Ines..."
Carsel birden ayağa fırladı. Odadan çıkacakmış gibi görünüyordu, bu yüzden Ines telaşla devam etti.
"Bir evlilikte bu bir kusur sayılır, Carsel. Bu da demek oluyor ki, Ballestena'nın senden bunu gizlemesi özür dilenmesi gereken bir şey, bu yüzden öyle söyledim. Tersi olsa da fark etmezdi. Eğer sen benden böyle bir rahatsızlığı gizleseydin, babam seni öldürmeye gelirdi. Kusurun yüzünden bu evliliğin tamamı bir dolandırıcılık sayılırdı."
"..."
"Bu, kızımı ne zaman dul bırakacağı belli olmayan büyük bir kusur, derdi. Ve bu kusurlu malı veren Escalante ailesinden tazminat talep ederdi. Bu bir kusur, Carsel."
Carsel sinirli bir şekilde ona döndü.
"—Eğer bir kez daha 'kusur' dersen."
"En azından babamı gördüğünde artık seni azarlamalarını dinlemek zorunda kalmayacaksın."
Evden çıkmadan onun biraz olsun içini rahatlatmak istemişti. Kötü şeyin içindeki iyi yanı gösterip espri yapar gibi söylemişti ama Carsel’in yüzü anında dondu. Şaka gibiydi ama gerçekti. Escalante ailesi bu meseleyi büyütürse, ailesi bir daha ona tek kötü laf edemezdi.
"Annemin dediği gibi, ben kusurlu bir eşyayım. Kandırıldığını, niye böyle kusurlu bir şeyi sana verdiklerini sorgular ve geri göndermek istediğini söylersen, o zaman..."
Sözleri, Carsel'in vahşice üzerine atılmasıyla kesildi. Ines yatağa yığılırken Carsel ise onun üzerine kapanarak büyük bir gölge oluşturdu.
Bunun bir tutku işareti mi olduğunu düşünerek sakin bir şekilde gözlerine bakıyordu ki, o anda Ines donakaldı.
"Nasıl böyle bir şey söyleyebilirsin?"
"..."
"Ben..."
"..."
“Öleceğini sandım, Ines...”
Alnına bir damla gözyaşı düştü, Carsel ağlıyordu.
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »
İnes'in kendine karşı acımasızlığı benim de kalbimi çok kırıyor.
YanıtlaSilAhh siz ne güzel bir çift oldunuz
YanıtlaSil