This Marriage Is Bound To Sink Anyway 99. Bölüm (Türkçe Novel)


Her ne kadar sözleri çifte anlam taşıyormuş gibi duyulsa da, böyle durumlarda genellikle anlamamış gibi davranmak en iyisiydi. Çünkü anladığı anda, aynı onun gibi bir sapığa dönüşmüş sayılırdı.

“...Sen öyle diyorsun diye söylüyorum ama şu an gerçekten rahatsızım, Carsel.”

“Burada yatacağımızı kim söyledi? Ben sadece başımı göğsüne gömmek istiyorum o kadar.”

“Böyle düşüncesizce her aklına geleni söylemesen olmaz mı?”

“Emmek istiyorum. Ines.”

“...”

“Emebilir miyim?”

Ne söylerse söylesin, sesi son derece saygılı; ama söyledikleri son derece ahlaksızdı. Ines’in yüzünde bir parça şaşkınlık ama çoğunlukla teslimiyeti kabulleniş taşıyan bir ifade belirdi.

Başını yanlışlıkla azıcık eğse, göğsünün tamamı elbisesinden dışarı fırlayacak gibiydi. Bu yüzden boynunu olabildiğince sabit tutarak Carsel’in kafasını itekledi.

“Hayır.”

“Keşke sormasaydım.”

Yüzünden hayal kırıklığı açıkça okunan Carsel, gönülsüzce uzaklaştı.

“Sorup da cevabını görmezden gelemiyorum.”

“Gerçekten istiyorsan yap gitsin.”

Bu söz üzerine göğsüne doğru yaklaşan kafası, tam temas etmeden az bir mesafe kala havada durdu.

“...Bu tuzak, değil mi?”

Mavi gözlerinde muzır bir parıltı dolaşıyordu. Ama işin gerçeği, o sahte kabuğu sıyırdığın anda saldırgan ve karanlık bir hale dönüşecekti.

Ines soğukkanlı ve serinkanlı bir tavırla yanıt verdi.

“Gerçekten bilmediğin için mi soruyorsun? Uzaklaş.”

“Sen sadece benim hata yapmamı bekliyorsun.”

Gerçekten... Asıl konuyu hiç anlamadan, tam yerinden vurmayı nasıl başarıyordu?

Evet, onun ısrarı zaman zaman can sıkıcıydı ve Ines de başka bir anlamda onun hatasını bekliyordu. O yüzden içten içe kıpırdayan duygularını bastırmak için dudaklarını sıkıca kapattı.

Onu köpek yavrusu gibi sanıyordu ama aslında köpek yavrusu değildi, onun karşısında bu kadar gardını düşürmek... sorun buradaydı.

“Yani ben bir hata yaparsam... sonunda beni yatak odandan mı kovacaksın?”

“Sadece yatak odasından mı sanıyorsun? Kendi evinden de kovulacaksın.”

“Peki ben nerede yatacağım?”

“Bu yüzle... nerede olsa yatarsın.”

“...”

“Kim seni barındırmaz ki?”

Sözleriyle sanki 'sadece bu yüz bile yeter' der gibi, parmak ucuyla Carsel’in yanağına hafifçe vurdu.

“O yüzden seni hiç düşünmeden kapı dışarı edebilirim. Hiç üzülmeden, Carsel.”

Sözlerinin ardından adam, onun uzaklaşan parmağını takip edip dişlerinin arasına aldı. Ines kaşlarını çatınca ise sitemkâr bir sesle çıkıştı.

“Yine beni kullanıyorsun.”

Sanki onun parmağını kendisi ısırmamış da, suçsuz biriymiş gibi, üstüne bir de mağdur ifadesi takınmıştı.

“...Kullanıyor muyum?”

“Evet.”

“Ben mi? Seni mi?.. Biri duysa kahkahaya boğulur, Carsel.”

Ines’in ifadesi anında tam anlamıyla görgülü bir leydiye dönüştü.

Gerçekten de, sadece bir anda. Carsel burnunu çekerek hafifçe güldü.

“Aslında durum şöyle, Escalante. Sen benim tepemde oyun oynuyorsun, ben de fazlasıyla saf olduğum için hiçbir şeyin farkında olmadan senin çektiğin yere çekiliyorum, bazen itince geriye savruluyorum, avuçlarında kolayca savruluyorum ve en sonunda...”

“Bacaklarını mı açıyorsun?”

“...”

“Hadi bakalım devam et, Ines. Ben seni nasıl bu kadar kolay kullanıyormuşum, anlat da bilelim.”

Onun zavallı zavallı sıralayıp durduğu cümleleri, bu kez fazlasıyla ileri bir sözle tek seferde kesen Carsel ise yana eğilmiş bir gülümsemeyle karşılık verdi. 'Daha ileri gidebilirsen buyur' der gibiydi.

Ines bir süre sessiz kaldı, ifadesi hala o ağırbaşlı, sert duruşunu koruyordu. Sessizlik uzun sürmedi.

Kısa süre sonra Ines dudaklarını büktü ve onunkini taklit ederek çarpık bir şekilde gülümsedi.

O, öyle müstehcen bir kelimeyle kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırıp kaçacak bir kadın değildi. Ve bazen, itiraf etmesi güç olsa da, basit bir rekabet duygusuna bile kapılabiliyordu.

“Evet. Yazık ki öyle. Senin birkaç sözüne bile titreyip ne yapacağımı bilmeden avuçlarının içinde dolanıyorum. ‘Bacaklarını aç’ desen açıyorum, ‘yüzüstü yat’ desen yatıyorum, sırf bir parça ilgini çekebilmek için.”

“...”

“Senin dediğin her şeyi yapıyorum. Her şeyi. Ben sadece itaatkar ve sıkıcı bir kadınım ve sen beni hiç umursamıyorsun...”

Sesi son derece üzgün bir tona bürünmüşken gözkapaklarını indirip tekrar açtı.

“Bu tamamen tek taraflı bir ilişki...”

Birlikte yaşamaya başladıktan sonra, ikisi böyle manasız şakalar yaparken Ines hep onun o alaycı bakışlarını düşünürdü.

Ta ki gözleri tekrar buluşana kadar.

“...”

Sadece bir an için gözlerini kaçırmıştı. Ama bu kez karşısında pırıltılı bakışlar yerine, karanlık ve baştan çıkarıcı bir ifade vardı... Şakalaşmak için başladıkları bu çekişmede ipler çoktan gerilmişti ve artık bakışları bile birbirine sıkıca dolanmıştı.

Carsel sessizce, yalnızca gözleriyle onu soyuyordu adeta. Ve bunu saklama gereği dahi duymuyordu, bu yüzden Ines’in bunu fark etmemesi imkânsızdı.

Ines, cinsellikle ilgili bütün kötü anıları ve birkaç güzel anı yüzünden, erkeklerin ona duyduğu arzuya her zaman karşı fazla hassastı. Ne olursa olsun, ya kaçmalı ya saldırmalı ya da oyunu kendi lehine çevirmeliydi... Ama bir karar vermek şarttı.

Kafası sanki ondan bağımsız hareket ediyordu. Ines şu anki anı tuhaf bir şekilde ilgiyle karşıladı. Nerede azacağını bilmeyen ve apaçık görgüsüzce davranan bir adama vurmak istemiyordu...

O surat yüzünden miydi acaba? Ancak boş düşünceleri göğsünü kavrayan bir el tarafından hemen bölündü.

"...Senin o ağzından çıkan her lafın, aslında hiçbir şey ifade etmediğini gayet iyi biliyorum."

Carsel, derin bir iç çekişle mırıldandı. Ardından Ines’in çenesini nazikçe okşadı. Az kalsın tüm çenesini sıkı sıkıya kavrayacakmış gibi duran yırtıcı bir tehdit, o yumuşak dokunuşun altına ustaca saklanmıştı.

“...Ama düşüncesi bile beni azdırıyor.”

“...”

“Beni çok sevdiği için, ne desem yapacak kadar saf olan Ines Escalante.”

Sözleri, üzerlerindeki tehlikeli havaya rağmen, sanki dünyadaki en tatlı şeye hitap ediyormuşçasına yumuşaktı.

“...Ben seni çok sevdiğimi falan söylemedim ama.”

“Öyle ya da böyle, fark etmez.”

Kendi kafasına göre yorumlayıp kestirip atması sinir bozucuydu ama Ines artık bir yırtıcıyla karşı karşıyaymış gibi aşırı bir temkinle nefesini bile düzgün ayarlamaya çalışarak kendini kontrol altında tutuyordu. Onu gardını düşürmeye ikna ederse, gerekirse geri çekilmek için hazır olmalıydı.

"Yani bacaklarını açmanı söylersem açacaksın, yatmanı söylersem yatacaksın, öyle mi?"

“Sadece varsayım.”

“Ve bütün bunlar, ilgimi çekmek için...”

Onun "sadece varsayım" dediğini umursamayıp sanki "öyleymiş" gibi devam etmesi, onu hiç de memnun etmemişti.

Tam bir aslan gibi mırıldandı, sonra aniden yüz ifadesi değişti.

“Şaka da olsa, gerçeğin tam tersi şeyleri inatla söylemen hiç komik değil.”

Bu ciddi sözleri karşısında Ines kaşlarını kaldırarak karşılık verdi.

“...Ama neden?”

“Komik değil dedim, azdırıcı değil demedim.”

“...”

Bir suratın ne faydası var ki?

“O yüzden, devam et lütfen Ines.”

“...İstemiyorum.”

“Lanet olsun... Artık ‘istemiyorum’ demen bile beni azdırıyor. Bir daha söyle.”

“İst... hayır. Hayır dedim. Anladın mı?”

Bu artık başlı başına bir sapkınlıktı. Ona “istemiyorum” denmesini istemek nedir? O yüzle bir zamanlar meleğe benzetenler de vardı elbet ama melekse, işlediği günahlar ve yaptığı rezillikler yüzünden çoktan cennetten kovulmuş olması gerekirdi.

Gerçi başkalarıyla kıyaslandığında hâlâ şirin ve eğlenceli sayılabilirdi... ama bu kestirilemeyen enerjik sapığın aklından geçenleri anlamak öyle kolay değildi.

Fakat bu tarz küçük şüpheler bir yana, asıl mesele şu an ona nasıl karşılık vereceğiydi. Daha şimdiden Ines’i arabada yarı çıplak hale getirmişti; şu anda kafasında onunla neler yaşanıyordu da gözleri böylesine delirmiş gibi parlıyordu kim bilir... Ve bunların onun hayal dünyasında kalmasıyla, hayallerin gerçeğe dönüşmesi arasında çok ama çok büyük bir fark vardı.

“Neden olmayacağını açıkla bana.”

“Olmaz işte.”

Tüm bunların sebebi, boş yere yükselttiği o lanet rekabet hissiydi. Kahrolası gururu...

Tam o anda, Ines kalçasını hafifçe geriye çekerek, Carsel’in dizlerinin ucuna zar zor ilişmiş olan pozisyonunu değiştirmeye çalıştı.

“Ca—Caesel, ha!..”

“Biliyor musun? Sen ‘hayır’ derken hep burnunu böyle kırıştırıyorsun.”

Şu an burnunu kırıştırmadığı hâlde, Carsel onun burun köprüsünü dişleriyle nazikçe ısırdı ve aynı anda, elbisesinin eteği kalçalarına kadar yukarı sıyrıldı. Kalçasının bir yanını iç çamaşırıyla birlikte sıkıca kavradı ve bacak arasını zorla açarak onu kendi vücuduna tamamen bastırdı.

Yüzü ateş gibi yanarken onun dudakları boynundan aşağıya süzüldü, doğal olarak Ines’in dudakları da Carsel’in kulağına dokundu. Ines dişlerini sıkıp alçak sesle mırıldandı.

“Seni... gerçekten kovamayacağımı mı sanıyorsun?”

“Aksine. Gerekirse kovarım tabii.”

“Peki bu yaptığın ne?”

“Ben hiçbir şey yapmıyorum ki, Ines.”

Ama yan yatmış haldeki penisi, kumaşın izin verdiği sınıra kadar şişerek onun uyluğunu dürtüyordu. Biraz daha kemerini çözerse, her an fırlayıp onu delip geçecekmiş gibiydi.

Carsel, Ines’in belini hafifçe kavradı ve onu hâlâ kendi dizlerinin üstüne oturur haldeyken yönünü çevirtti. Bacaklarını ayırarak, doğrudan onu dizlerinin üzerine çıkardı.

İnsan gücü değilmiş gibi hissettiren o kuvvet karşısında direnmek mümkün değildi.

Ama her şeyin bu kadar hızlı, kolay, düşünülmeden gelişmesi... gerçekten akıl almazdı. Bu sadece erkek ve kadın arasındaki fiziksel güç farkı değil, bambaşka bir şeydi.

“...Bu haldeyken de hâlâ ‘hiçbir şey yapmıyorum’ mu diyorsun?”

O ise yanıt vermek yerine yalnızca o parlak, kayıtsız gülümsemeyi takındı. Ardından elleriyle Ines’in kalçalarını kendine doğru çekti. Sadece bedenleri birbirine yaklaştırmakla kalmadı, parmaklarıyla kalçalarını ayıracak şekilde açıkça müstehcen bir hareket yaptı.

Sanki 'İç çamaşırını çıkarmadığım sürece sorun yok.' dermiş gibiydi...

“Hh... uuh...”

“Gördüğün gibi hala hiçbir şey yapmıyoruz, Ines.”

Ağır ağır fısıldarken dudakları kulağına değdi ve Ines'in ağzından neredeyse iç çekmeyi andıran alçak bir inilti döküldü. Nefesinin değdiği yerde derin, sıcak bir ürperti yükseldi.

Farkında bile olmadan, onun altında sertleşmiş olan erkekliğine sürtünmeye başlamıştı.

İç çamaşırı gelişigüzel yukarı itilmişti, elbisesi yarıya kadar sıyrılmıştı, onun pantolonu hâlâ üzerindeydi... Aralarında hâlâ birkaç kat kumaş olmasına rağmen, Carsel’in kalçalarını hafifçe yukarı itişi, sanki Ines’nin üzerindeki tüm giysileri sıyırıp onun üzerine bedenini sürtüyormuş gibi hissettiriyordu.

Bu kadarla kalsa yine iyiydi ama, sırtında duran büyük elleri, her kalça hareketinde onun tüm vücudunu aşağıya bastırıyor, arabanın sarsıntısıyla birlikte Ines’i ritimden çıkmış gibi savuruyordu.

Çırılçıplak bir halde yatakta yuvarlanmak, şu an içinde bulundukları duruma kıyasla çok daha masum sayılabilirdi.

Bu yaptıkları seks değilse neydi? Elbise altından kalçasını destekleyen el, iç çamaşırı üzerinden onu CArsel’in ereksiyonuna sürtündürüyor, parmaklar ise gizlice iç dudağını ayırarak ıslak noktayı bulmaya çalışıyordu. Ve orta parmak, hassasiyetle ıslanmış bölgeye nazikçe bastırdı.

“Ah.. hmmm...”

Parmaklarının geçtiği her yer ıslanıyor, kumaş bile bu ıslaklıktan nemleniyordu.

“Şimdiden sırılsıklamsın, Ines... Az önceye kadar sadece kucağımda oturuyordun.”

Alaycılık zerresi taşımayan, yalnızca şaşkınlık ve içtenlikle dolu ses tonu, utanma duygusunu daha da artırıyordu. 

Sabahtan beri sebepsiz yere kendi kendine azan kişi kendisiyken ona laf edebilir miydi? Bunu söylese, ona hakaret değil, tam tersine teşvik olurdu zaten.

“Bu kadar ıslanmışken... yatağa kadar yürüyebilir misin ki?”

“...”

“Yere akacak diye korkuyorum.”

Carsel, Ines’in kalçalarını bastırırken gevşekçe konuşuyordu.

“Buradaki esas sorun sen değil misin? Pantolonunu sırılsıklam yapınca eve nasıl dönmeyi planlıyorsun böyle?”

“Ben mi? Ah...”

Sanki bu cevabı zaten bekliyormuş gibi kıkırdadı.

“Yani... boşalırsam ne olur diyorsun?”

“Ah...ahh...”

"İlgin için teşekkür ederim ama yanılıyorsun, Ines."

“Ah...ahh...”

“Yalnızca sen boşalacaksın.”

“...Ne?”

“Sadece sen gideceksin o noktaya.”

Sırılsıklam olmuş göz kapaklarını yalarken sinsice fısıldadı.

"Gerçekten gecemi burada harcayacağımı mı düşünüyorsun?"

Yorumlar