This Marriage Is Bound To Sink Anyway 100. Bölüm (Türkçe Novel)


Araba uzun zaman önce durmuştu ve sadık ve masum arabacıları çoktan kaçıp gitmişti.

Logrono’nun yokuşlu yollarında hangi araba geçerse geçsin yer yerinden oynar gibi gürültü çıkardığından, yolda ilerlerken içeride ne olup bittiğini fark etmemiş olabilir. Ama bir kez durunca, olup biten her şey tüm çıplaklığıyla anlaşılmış olmalıydı... O gerçeğin farkında olan Ines, kalan çalışanların gözü önünde Carsel’in kucağında taşınarak inemezdi tabii ki.

Arabadan inerken, onu kucaklayıp indirmeye çalışan kocasının aşırı kibarlığına karşılık, Ines gücü kalmamış bacaklarıyla zorlukla ayakta dururken Carsel’in ellerine hafif hafif vurmakla yetindi ve konaktaki büyük kapının önüne kendi başına inmeyi başardı.

Zaten buruş buruş olmuş eteklerden bahsetmeye bile gerek yoktu, darmadağın olmuş saçlarıysa ne kadar uğraşsa da toparlanacak gibi değildi. Buna rağmen, arabadan inerken elinden geldiğince üstünü başını düzeltmeye çalıştı. Ama Carsel, o kısa arada bile dur durak bilmeden onu tekrar kucaklamak istemiş, en sonunda onu bir çuvalmış gibi omzuna attı.

Erkek milleti dediğin, gerçekten de baş belası...

Ines, çok uzun zaman sonra ilk kez, eskiden Mendoza’da pervane gibi etrafında dönen adamlara tek tek kapıyı göstermeye alışkın, o vakur ve güzel veliaht prenses halini hatırladı.

Ama şimdi? Karşısında ansızın onu kucaklayıp havaya kaldıran adamdan yine de kaçamamıştı.

Havada bir sandalye varmış da oraya oturmuş gibi, bacakları boşlukta çırpınırken bu hissin tam karşılığı o olmalıydı. Kalçalarının altından onu sımsıkı destekleyen eller, vurmak istese de ulaşamayacağı kadar uzaktaydı.

Ines, karşısındakine sinirle baktı.

“Carsel. İndir beni dedim sana.”

Casrel, 'Bu çok korkutucu' dercesine kayıtsızca aşağıya göz ucuyla bakmakla yetindi ve hiçbir şey olmamış gibi büyük adımlarla konağa doğru yürümeye devam etti. Ama aslında nefes alışverişi çoktan düzensizleşmişti ve az önceki o kayıtsız görünüşünün izleri şimdi yüzünde yok gibiydi.

Ines’in sert çıkışlarına genelde içgüdüsel olarak geri adım atan o adamın, şimdi buna hiç kulak asmaması da bunu kanıtlıyordu.

“Carsel.”

“Daha fazla bekleyemem. Vaktimiz yok.”

Bekleyip beklememesi bir yana... Şu anda sergiledikleri bu hâl, konakta efendi ve hanımefendi olarak görünmeleri gereken en kötü sahneydi.

Carsel onu öylesine sıkı sarıp kendine yapıştırmıştı ki, Ines’in bacakları onun belinin iki yanından sarkıyor, bu yüzden de dışarıdan bakan biri için şu anda cinsel ilişkiye girmek üzere olan bir erkek ve kadın gibi görünüyorlardı.

Gerçi böyle malikanelerde hayat tamamen asil aile bireyleri etrafında döndüğünden, onların mahremiyetinin hizmetkarlardan saklanması pek beklenmezdi... Ama yine de tüm herkese böyle ilan etmenin anlamı yoktu.

“Ben kendim yürürüm.”

“Pekâlâ, ne güzel(!)”

Carsel, Ines’in sırtı ve kalçalarını destekleyen ellerini usulca kaydırıp iki uyluğunu birden sıktı. Ines’in güçsüz bacakları istemsizce titredi ve içe doğru çekildi.

“Bacakların hâlâ bu halde titrerken... yürüyebileceğini sanıyorsun demek.”

Tam cevap vereceği anda, vücudu öne arkaya sarsıldı. Çünkü sırtını tutan el artık sadece onu desteklemiyor, uyluklarını mıncıklayarak ahlaksız bir şeyler yapıyordu. Carsel sadece konak kapısının önündeki basamağı çıkmıştı, ama o kısa sarsıntı bile Ines’i paniğe sürüklemeye yetti. Ines refleksle onun boynuna sıkıca sarıldığında Carsel beklediği bu tepkiye sessizce gülümsedi.

Ines, başını geri çekip asık suratla sordu.

“...Bana mı gülüyorsun şimdi?”

"Sadece sevimli olduğun için güldüm."

Elbette, her iki durumda da, bu kesinlikle kabul edilemezdi. Sevimli mi? Ines sevimli olmaktan çok uzaktı.

"Hiç de sevimli değil. Utanç verici, o yüzden hadi indir artık.”

"...Benden utanıyor musun?"

Carsel, dudaklarını Ines’in kulak memesine hafifçe dokundurup nazlı bir ses tonuyla sordu.

Bir yandan da, sanki bilerek sert ereksiyonunu onun karnına iyice bastırıyordu... Gerçekten utanmazlıktı bu.

“Lafı çevirmeyi bırak, Escalante.”

“Sinirlendin sen.”

Carsel, Ines ona Escalante dediği anda durumun ciddiyetinin farkına varmış gibiydi ve “Bu hâlde benimle birlikte kapıya kadar yürümeye kalkarsan, önce şu iğrenç şeyi tekmelerim.” diyerek son uyarısını yapmasıyla, Carsel hızla geri adım attı ve onu merdiven basamağının üzerine usulca bıraktı.

Ines’in içinden, ona tek bir bakış bile atmadan hızlıca uzaklaşmak geçiyordu ama durum öyle kolay değildi. Malum, az önce arabada iki kez zirveye ulaşmıştı. Merdivenlerde eski zarafetini takınarak hızla uzaklaşmak, düşündüğü kadar kolay olmayacaktı.

Ve öyle ya da böyle, yine Carsel’in kollarında buldu kendini.

“Düşmenden korkuyorum.”

Carsel, belini kavrarken önceden tahmin etmiş gibi yanıtladı.

Ses tonu o kadar yumuşak, o kadar şefkatliydi ki; Ines bir an için bambaşka bir dünyadan, bambaşka birinin sesini duyuyormuş gibi hissetti.

'Nasıl yapılacağını bile bilmezken bunu neden yapıyorsun, yine elini inciteceksin...'

'Merdivenler çok dar ve Ines'in tekrar düşmesini istemiyorum.'

Yoksa, şimdi?..

O an gelen deja vu öylesine garip ve utanç vericiydi ki, kısa süreliğine tüm bedeni dondu kaldı.

Ama gözleri istemsizce aşağıya kayıp, Carsel’in pantolonunun önünde barizce kabaran çıkıntıyı görünce, o tuhaf yanılsama bir anda darmadağın oldu.

Son derece gerçek ve açık bir arzunun inkar edilemez işaretiydi.

Bu sayede görüşü berraklaşmıştı ama aynı anda, zihninde beliren o güzel anıya arsızca bir şehvet gölgesi düştü.

Ben bu arsız serseriyle ilgili ne hayal ediyordum da?...

“Ines?”

“Eğer malikanedekiler senin bu halini fark ederse... o şeyi tekmelerim, haberin olsun.”

“Henüz bir varisimiz bile yok. Şimdiden tekme atarsan, yakında pişman olursun.” 

“Doğru düzgün yürü!”

“Zaten çok geç değil mi?” 

Pantolonunun ön kısmındaki belirgin çıkıntıya dikkat çekercesine alay edince Ines gözlerini devirdi. Sanki her şey onun suçuymuş gibi sinirle yürümeye başladı ama yanında yavaşça eşlik eden eli hâlâ beline uzanmıştı.

Evet, belki de ancak böyle yürüyerek o utanç verici durumu elbisesiyle gizleyebileceğini anlamıştı... Fazla koruyucu elini itmeye çalışmaktan vazgeçti ve ikisi, sanki sevgi dolu sıradan bir çift gibi kapıdan içeri girdiler.

Ancak İnes, ikisinin de kıpkırmızı yanakları ve darmadağın olmuş saçlarının her şeyi yeterince açık ettiğini, ancak yatak odasına girip aynaya baktığında fark etti.

“...Bu da ne böyle...”

“İşte o yüzden uğraşmana gerek olmadığını söylemiştim.”

“...”

"Çalışanlar zaten dışarıda seks yaptığımızı anlamıştır, Ines."

Vücudunu sarıp sarmalayan o sıcak eller, bir anda sertleşerek onun elbisesini yukarı doğru sıyırdı. Ani hareketle öne doğru sendeleyen Ines, refleksle karşısındaki makyaj masasına tutundu. Aynı anda altındaki iç çamaşırı birden yırtıldı ve yere düştü.

Ve hemen ardından çok sırılsıklam olmuş vajinasına ağır ama kararlı bir şekilde bastırdı.

“Ah...!”

Yüzünde tok bir yırtıcının sakin ifadesi vardı ama gözleri... sanki onu yutacakmış gibi bakıyordu.

Kafasının arkasından duyulan boğuk iniltileri havada dağılırken, içini dolduracak kadar yoğun bir sıcaklık kabına sığmazcasına yayılıp geri çekildi, ardından yeniden ve daha derine bastırdı.

Daha önce iki kez doruğa ulaşmış olan bedeni onun hareketlerine karşı hızla uyandı. Keyif duygusu öyle yoğundu ki, neredeyse ürkütücüydü.

Güç... Her zamanki gibi baş edilemeyecek kadar yoğundu. Ama bu kez, eskiden olduğu gibi tiksinti ya da korku uyandıran bir güç değildi.

"Ah, evet! Ah!"

“Aah...”

Vücudu neredeyse makyaj masasının üzerine yığılacak gibi şiddetle sarsıldı. Sadece eteğinin arka kısmı yukarı kalkmıştı ama ağır ve kat kat kumaşlar, onun sert hareketleriyle mobilyaya sürtünerek yankı yapan bir ses çıkarıyordu. Arada duyulan diğer sesler bile o gürültüde kayboluyordu.

“Carsel... çok... çok hızlısın...”

“Bana işkence etmenin karşılığı bu.”

“Hıı, ah!”

“Yani, bu durumu hak ettiğini söylemiş oluyorum, Ines.”

“Ben... Ah... Ne demek istiyorsun...”

“Sen, her yavaş adımına katlandığım için beni övmelisin... anladın mı?”

"Ah! Hmm!"

“Attığın her adımda, kendimi tutmam o kadar zordu ki...”

Vücudu titrerken boğuk bir sesle inledi. Eğer Carsel gerçekten söylediği gibi bir işkenceye maruz kaldıysa, Ines’e göre bu işkencenin faili kesinlikle kendisi değildi. Aksine, arabada sanki kendi sabrını sınarcasına oyalanan ve kendini zorlayan kişi bizzat oydu.

Ines kızarmış yüzünü kaldırıp aynadan ona dimdik baktı. Carsel ise gözlerini tehditkâr bir ifadeyle kısarak eğildi ve onun kulağına hırçın bir şekilde dişlerini geçirdi.

“Sapık...”

“Hıhı.”

Ve sonra, yavaşça ama kararlılıkla içine daha da gömüldü. İçinde yükselen yoğun hisle birlikte Ines’in açılmış ağzından sessiz bir inilti yükseldi. Carsel, o sesi duymakta kararlıymışçasına, onun üzerine daha da abandı ve elbisenin üzerinden göğüslerini sıktı.

“Gerçekten sen sapıksın... Escalante.”

“Bunu böyle söyleyince, kimin kim olduğunu anlamak zor oluyor. Ama sapık olduğum doğru.” 

“...Ah.”

"Şu anda Miguel'le birlikte olmadığına göre..."

"...Öyle olsa Miguel derdim, elbette."

“...” 

“Ah... Miguel...”

Ines aynada usulca adını sayıklayıp gülerken, kulağının dibinde oyalanan dudakları sessizce incecik boynuna düştü. Tenine gergince diş geçirmesi, belli ki bu cevaptan kesinlikle hoşnut olmadığını gösteriyordu. Yine de onu böylesine kızdırmak... oldukça eğlenceliydi.

"...Ne kadar da rahatsın."

"Haah, Ah..!"

Ama bu küçük oyun fazla uzun sürmedi. Aniden gelen güçlü bir itişle dengesini kaybeden Ines, öne doğru kapandı.

"Aşağıda olanlara karşı koyacak halin yokken... ağzını açtığında tek derdin benimle oyun oynamak oluyor."

"Nasıl bir kadın... seninle oynar ki? Ha-ah..."

“Sen hariç, öyle değil mi?”

“Ben... ben de dahil.”

“Sen benimle oynamakta ustasın, değil mi?”

"Ah! Hmm!"

Ines kollarıyla kendini desteklemekten vazgeçti ve yüzünü ellerinin arasına gömdü. Çıldırıyordu. İnanılmaz bir şekilde, tekrar orgazma ulaşmak üzereydi.

Ayak parmak uçlarından şiddetli bir sıcaklık yükseldi. Bu konuda gerçekten iyiydi... Bunu, sanki inkar edemeyeceği bir gerçekmiş gibi itiraf etti.

Seks yapmak istemediğini gayet iyi biliyordu ama Carsel Escalante bir kere başladı mı, o an için hiçbir şey düşünmemesini sağlıyordu.

Ines, sanki bedeni el değiştirmiş gibi hafifçe inliyordu. Her ileri hamlesinde, zemini destekleyen ayak uçları neredeyse soğuk bir şekilde yanıyordu. Doruk noktasındaydı. Sanki daha fazla dayanamıyormuş gibi boşaldı.

"Iahh!.."

Carsel'ın kulağına gelen inlemesiyle birlikte, ılık bir sıcaklık yayıldı içine.

Hoş bir huzur içinde, hala birbirlerine bağlı şekilde Ines onun dizlerinin üstüne oturmuştu. Elbisesi hala bacaklarını örtüyordu. Uzaktan bakan biri, içinde bulundukları durumun ne kadar müstehcen olduğunu asla anlayamazdı. Zaten kimse görmüyordu, ama en azından bu, Ines’in ruhu halini bir nebze güvende tutuyordu.

Tatmin olmuş olmalarına rağmen, kucağında oturup ona sarılmak Ines’e biraz rahatsızlık veriyordu. Normalde teması seven Carsel, sevişme bitse bile onu hemen bırakmazdı ve Ines de artık onun boynunu veya omzunu öpüp bir süre ona sarılmasına alışmıştı.

Birbirlerinin yüzlerine bakmalarını gerektiren bir sohbete gerek yoktu. Biraz can sıkıcıydı ama düşündüğümden daha narin bir adamdı ve kadınlara karşı her zaman böyle olmasını anlayabiliyordu.

"...Gözlerin kötü niyetli."

Yorumlar