This Marriage Is Bound To Sink Anyway 90. Bölüm (Türkçe Novel)

“...Efendim?”
“Yani... hayır... öyle değil...”
“Öyle değilse tamamdır, Senora Salvatore. Ama kusmak istiyorsanız...”
Ines, başkalarının duyamayacağı kadar alçak sesle fısıldadı. Neyin “hayır” olduğunu bilmiyordu ama aklı yeniden hızla halıya dönmüştü. Çünkü Senora Salvatore, kanepeye yaslanmış bedenini öne eğmişti. Kusmak için ideal bir pozisyondu.
Bu yalnızca pahalı bir halı değildi. Uzun zamandır onun maddi arzularını harekete geçiren nadir parçalardan biriydi... Onilla’lı kadınların altı ay boyunca ilmek ilmek işlediği bir sanat eseri... Onlar, on üç yaşında usta olan bir halktı.
“Ben sarhoş değilim.”
“Biliyorum. Bunu biliyorum.”
“Gerçekten biliyor musunuz? Hiç ama hiç sarhoş değilim. Yani kusacak da değilim, demek istiyorum.”
“Anlıyorum.”
“Benim lanet kocam sarhoş... O herif için içki şart bile değil. Zaten hiçbir zaman aklı başında değil ki. Temelde hep sarhoş... Ne demek istediğimi anlıyorsunuz, değil mi?”
“Tabii ki anlıyorum.”
Ines’in Yüzbaşı Salvatore ile birlikte yaşadığı falan yoktu, dolayısıyla anlaması mümkün değildi. Ama Senora Salvatore’un ruh halini anlamak zor değildi. Evliliğin çöküş döneminde, karşında durmaksızın seni tüketen bir suratla yaşamak...
Yalnızca, Ines’in Oscar’la olan o inişli çıkışlı evliliği bir uçurum kadar sertti, o kadar fark vardı. Yoksa gerisi... Gerçekten de anlıyor gibiydi.
Ines, hâlâ halı için endişelenmekten vazgeçemese de, suratını kırıştırarak öfkesini zor zapt eden kadına hafifçe acıyarak baktı.
“Senora, şu an sadece zor bir dönemden geçiyorsunuz.”
“İçkiye ihtiyaç duyan hep bendim. Aklı yerinde olmayan biriyle yaşamak normal bir insan için ancak içkiyle mümkün olur...”
“Doğru.”
Biliyorum... elbette biliyorum.
Ines, içi su dolu bardağı alışkanlıkla avucunda çevirmeye başladı. Sonra birden durdu. Artık hayatını tam anlamıyla tersine yaşıyordu ve bu yeni hayatta bir damla alkol dahi içmeyen bir kadına dönüşmüştü.
Ama şu alışkanlığa bak!
Gözünü açar açmaz içip, uyuyabilmek için içtiği yılların ardından kalan, çıkması zor bir takıntıydı bu.
Belki de kendi kendini kandırma biçimiydi?
Elindeki sıvının da 'bir tür içki' olduğunu düşünerek kendini oyalamak, içmeden sarhoşmuş gibi davranmak içindi...
“Buna rağmen, kim sizce bu kadar para harcadı içkiye? Ha?”
“...Muhtemelen Yüzbaşı Salvatore’dur?”
“Benim de ikinci evliliğim, onun da öyle. Ama o herifin sürekli boşanmasının bir sebebi var. Kadınların hayatını mahvediyor. Paralarını, hayatlarının en güzel dönemlerini, saçlarını, pürüzsüz ciltlerini, düzgün bir adamla yaşama şanslarını, umutlarını... Hepsini o herif mahvediyor. Anlıyor musunuz?”
“Yine de Senora hâlâ çok güzelsiniz.”
“Daha güzel olabilirdim. Gerçekten. İşte bu yüzden herkes kaçtı. Ölmektense böyle yaşamak daha iyiydi... Ama ben böyle giderse öleceğim. Gerçekten öleceğim.”
“Bana kalırsa, ölmeyeceksiniz.”
“Yoksa o adamı öldürürüm.”
Aşağıya düşen saç tellerinin arasından gözleri tekinsizce parladı.
Ines ise herkesin içerikten bihaber olduğu bir konuşmanın ortasında, yüzünde ışıl ışıl bir gülümsemeyle hafifçe uyarıda bulundu.
“...Şimdiye kadar sabrettiğinize göre, o kısımda da kendiniz için sabretmeye devam etseniz iyi olur.”
“Ya o herif ölecek ya da ben. İkisinden biri olmalı, mutlaka bir felaket çıkmalı ki şu korkunç evlilik de nihayet sona ersin...”
Salvatore’nin eşi sonunda başını dizlerine gömüp mırıldandı. Bu noktada artık diğer konuklar da onun ciddi durumda olduğunu fark etmişti. Ama kimse temkinini bozup yanına yaklaşamıyor, yalnızca kendi aralarında fısıldaşarak göz ucuyla izlemekle yetiniyorlardı.
Bu kadar vahim hale gelmesine rağmen kimsenin üstüne gitmemesi, bir anlamda ona gösterilen en nazik saygıydı. Ama havada, sokakta karşılaşılan bir serseriyi görünce insanın içine yerleşen rahatsızlık gibi bir tedirginlik de asılıydı.
Ines, Salvatore çiftinin evliliği üzerine çöken karanlık gölgenin, kendi ilk şarap davetine de sızmaya başladığını hissediyordu.
“...Senora Salvatore, Ortega’da ‘boşanma’ diye çok şahane bir kurum var. Boşanırsanız ne ölmenize ne de öldürmenize gerek kalmaz.”
“Boşanmak, onun gibi aşağılıkların işi! Benim değil! Ben öyle bir kadın değilim... Eski kocam ölmemiş olsaydı...”
“Cinayetin daha büyük bir sorun olduğunu bir an unuttunuz galiba...”
“Ha! Sizin gibiler ne anlar ki zaten? Balestena Dükü’nün o kıymetli kızıymışsınız... Yakında Escalante Düşesi olacakmışsınız...”
Anlarım fazlasıyla.
Öldürmeyi denedim. Sonunda da öfkeme yenilip kendimi öldürdüm.
“Senin gibi biri, Carsel Escalante’yle evlenmiş biri...”
Ines, Salvatore’nin eşi öfke içinde kendi kendine mırıldanırken onu sessizce dinledi. Kadın sonunda başını birden kaldırıp onu hışımla süzünce, Ines göz kamaştıran bir gülümsemeyle karşılık verdi.
Diğer insanlar yalnızca Senora Salvatore’un arkasını ve Ines'in gülümseyen yüzünü görebileceklerinden, ortam genel olarak sıcak ve samimi görünebilirdi. Mantıken, Senora Salvatore’un da gülümsemekte olduğunu varsayarlardı.
“...Senin gibi kusursuz bir insan ne bilebilir ki? Kaç yaşındasın, yirmi mi? En büyük derdin o kusursuz heykel gibi adamın bugün hangi kadına gülümsediği midir? Yoksa Mendoza’daki eski sevgililerin sayısı mı?”
Ines’in yüzündeki gülümseme bir milim bile değişmeyince, Senora Salvatore bunu nasıl yorumladıysa artık, bozulmuş bir edayla dişlerinin arasından hırladı ve gözlerini kıstı.
“Ya da iri yarı kocanın her gece fazla enerjiyle üstüne çullanması mı?”
“Senora Salvatore.”
“Öyle bir vücutla, köpek gibi davransa bile yüz kere affedilir. O bedenle, bin kere bile affederim! Ama değil! Görmüyor musun kocamın o yıpranmış suratını? O dar kafasını? Kadınlar mesele bile değil. O kadarı olsa her gün gülerek yaşardım!”
“Senora...”
“...Bir zamanlar benim de böyle saçlarım vardı... Biliyor musun?”
Ines’in saçlarını aniden gelişi güzel okşarken, kederli bir sesle mırıldandı. Önce Ines’e böyle bir saça sahip olmak için ne kadar para harcadığını sordu, ardından zorla bukle yapmaya çalışırken yanmış saçlarını Ines’e dokundururken bir anda yine kocasına dönüp onu lanetlemeye başladı.
Eğer Ortega’da boşanmak daha yaygın bir hak olmuş olsaydı, belki de böyle bir mutsuzluk yaşanmazdı.
Bu mutsuzluk, Ines’in birinci hayatında büyük bir trajediye yol açmıştı; şu anda ise daha küçük ama sinir bozucu şekilde kadının sarhoş dramını sırtlanmak zorunda kalıyordu.
Diğer kadınlar, çoktan Senora Salvatore’yi görmezden gelip Ines’in üzerine yıkmıştı bu görevi. Şimdi hepsi salonun dışında terasa geçmiş, güneşin batışını izliyordu. Ines için bu elverişli bir fırsattı: Onu sessizce eve göndermenin tam sırasıydı.
Kadının elleri hala saçlaındayken Ines başını çevirdi.
Ama ne Raul vardı ortalıkta, ne de Cara. Bu çok can sıkıcıydı. Tam o sırada...
“Ines?”
Bir mucize gibi kapı aralandı ve içeri Carsel girdi. O da sanki tam da onu arıyormuş gibi görünüyordu. Ines, 'buraya gel' der gibi sessizce elini kaldırdı ve işaret etti.
Yeniden kanepeye oturan Senora Salvatore, dünyaya lanet okumakla o kadar meşguldü ki, Carsel’in hemen önüne kadar geldiğini bile fark etmemişti.
Carsel önce başka bir dünyadaymışçasına terasa çıkıp gün batımını izlemeye hazırlanan rahat tavırlı kadınlara, sonra Senora Salvatore'un elinde sıkışmış Ines’in saç tutamına, sonra da sırayla Senora Salvatore'un ağlamaya başlamış gibi titreyen başına ve Ines'in metanetini koruyan yüzüne baktı.
Bu ikilinin birlikte oluşturduğu görüntü, kolay kolay bağdaşabilecek bir manzara değildi. Carsel kısık sesle sordu.
“...Misafirlere sarhoş olacak kadar içki mi verdik biz?”
“Biz vermedik ama...”
Ines yanıtını yarım bıraktı ama bakışlarıyla konsol masasını işaret etti. Orada duran içkiler her şeyi anlatıyordu. Carsel derin bir iç çekti.
“Her halükârda, iyi denk geldi. Yüzbaşı Salvatore nerede?”
“Az önce olduğu yerde.”
“Öyleyse çağır gelsin.”
“Yer olarak aynı ama durum olarak değil.”
“...”
“Aynı görünüyor.”
Görünen o ki, Carsel, sarhoş olmuş Yüzbaşı Salvatore’yi eşine teslim etmeyi düşünüyordu; Ines ise tam tersi, onun karısını kendi kocasına havale etmeye çalışıyordu. Ne yazık ki her iki taraf için de planlar örtüşmemişti.
Carsel kapının önünden geçen bir hizmetçiyi usulca durdurdu ve onu dışarı göndererek arabacıyı ve diğer yardımcıyı getirmesini söyledi. Ardından dikkatlice Senora Salvatore'nin elini Ines’in saçlarını kurtarmaya başladı.
Onca iri yapısına rağmen bir tutam saç telini titizlikle ayırmaya çalışması oldukça komik bir görüntüydü. Ines, hafifçe güldü. Carsel ise hâlâ ciddi yüz ifadesini koruyarak sessizce “şşt” diye uyardı.
Senora Salvatore artık yarı uykudaydı. Rüyasında bile kocasına lanet okumaya devam ediyordu. Dolayısıyla onların konuşmalarını duyması mümkün değildi. Carsel yine de onun elinden Ines’in saç telini son teline kadar sessizce kurtardı.
Sonra kadının önünde bir dizini yere koydu, oldukça saygılı bir tavırla onunla konuşmaya başladı.
“Senora Salvatore, Yüzbaşı Salvatore sizi arıyor.”
“Gebersin... Git gebermesini söyle ona...”
“Eşinize teslim edeyim sizi.”
Senora Salvatore'nin aklı başında değildi, ama Carsel sanki karşısında gayet soylu ve ayık bir hanımefendi varmış gibi tüm ciddiyetiyle görevini yerine getirmeye devam etti. Kadın ise kucağında taşınıyor olmasına rağmen hâlâ lanetler yağdırıyordu.
Ortaya çıkan manzara tam bir vodvil sahnesiydi.
Ines kendini tutamayıp güldü. Carsel ise, kadına iki ayak üstünde durmayı gayet ciddi bir şekilde öğretmeye çalışırken, Ines’e doğru dudak kenarlarını hafifçe kıvırdı.
‘Buna bu kadar mı gülüyorsun?’ der gibi dudaklarını sessizce oynattı.
İnes başıyla onayladı: ‘Çok komik.’
Carsel, bu kez abartılı bir şekilde kaşlarını çatarak ciddi bir ifadeyle "Başkalarının felaketine gülmek... ne fena..." diye mırıldandı.
Ines ise bu kez cevap bile vermedi, sanki sahneyi dışarıdan izleyen bir seyirciymiş gibi ‘Haydi, biraz daha acınacak hale gel de görelim’ ifadesiyle çenesini avucuna dayadı. Carsel kahkaha atmasa da sessizce gülümsedi.
Onlar kendi küçük dünyalarında sessiz bir sohbet sürdürürken...
Senora Salvatore bu kez Ines’in saçlarını bıraktığı eliyle yerine geçecek bir şey arar gibi Carsel’in vücuduna uzandı ve onun üniformasının omzundaki püskülleri tuttu.
Kendi başına ayakta duramaması elbette ki kaçınılmazdı ama Carsel hiç paniklemeden onun elini nazikçe açtı ve o süsü bıraktırdı.
Sonra iki bileğini birden bir elinde tutup artık onu daha fazla elleyemesin diye yukarıda sabit tutarken, diğer eliyle de kadının belini kavrayarak vücudundan biraz uzak bir noktada onu dimdik tutmaya başladı. Durumu saniyeler içinde toparlamıştı.
“Az sonra evinize götürüleceksiniz, Senora Salvatore.”
“Salvatore... Salvatore istemiyorum...”
“Elbette rahatsızsınızdır ama azıcık sabredin.”
Sarhoş kadınlar, saçmalayan eller, üniforma çeken parmaklar... Carsel için belli ki hepsi tanıdık sahnelerdi. ‘Bu kadar delirmiş birini daha önce hiç görmemiştim’ diyebilecekken, o hâlâ son derece soğukkanlıydı.
Senora Salvatore, o ağır sarhoşluğun içinde bile Carsel’i bir nebze tanır gibi yarı açık gözlerini parlatıp tekrar ona dokunmak istedi. Ama bilekleri, Carsel’in ellerinde neredeyse kelepçelenmiş gibiydi, denemelerinin hiçbiri başarılı olamadı.
Sarkıp kalmak, ona yaslanmak da pek kolay değildi. Çünkü Carsel’in güçlü elleri, kadının tüm vücut ağırlığını neredeyse havada taşır gibiydi.
Tam da onun gözleri önünde başka bir kadınla sarmaş dolaş olacak bir adam değildi elbette Carsel. Ama öyle olsa bile, bu tamamen irade dışı bir şey olurdu.
Yani... bu kadar profesyonel olmasına gerek var mıydı gerçekten?
“Gerçekten... çok ustasın.”
Ines bunu tam anlamıyla hayranlıkla söyledi. Belki de içinde biraz memnuniyet bile vardı. O sırada hâlâ dışarıdan gelecek yardımcıları bekleyen Carsel’in gözleri, bu sözleri ilk başta anlayamamış gibi hafifçe kısıldı, sonra yeniden eski haline döndü.
“...Ne demek şimdi bu?”
“Ne mi demek? Dediğim gibi... ustasın.”
“...”
“Sadece... gerçekten kadınlarla ilgili her işte ustalaşmışsın gibi geliyor bana...”
“...”
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »
Yorumlar
Yorum Gönder