This Marriage Is Bound To Sink Anyway 87. Bölüm (Türkçe Novel)


Carsel, kendini kaptırmış halde yapışkan bir hayal gücüyle o sahneyi gözünde canlandırırken, sonunda kendi kendine bu zavallı düşüncelere takılıp kaldığını fark etti ve sinirle ayağa kalktı.

Raul Balan’ın Ines’in aşığı olmadığı, kristal kadar berrak ve tartışmasızdı. Böyle bir durumda şüphe duymak bile mümkün değilken, bunların hepsi düpedüz kıskançlıktan ibaretti.

Kıskançlık, haset... Hayatı boyunca bundan daha yabancı bir duyguya rastlamış mıydı?

Elbette, Ines’in sürekli kendi kendine elbisesini fırlattığı o uykuda yaşadığı erotik sanrıları bu duyguyu alt ederdi ama, ikinci sıraya rahatça yerleşebilirdi.

Geçmişindeki rezil maceraları düşününce, bu kadar dert etmesi öyle abartılıydı ki, sokaktan geçen köpek bile buna gülerdi. Kendisi de bu duyguları taşımaya layık biri olmadığını çok iyi biliyordu.

Ama paçavralığa varan kısımları saymazsak — Carsel Escalante’nin kendi zihnindeki versiyonu, öyle mükemmel ve etkileyici bir adamdı ki, böylesine zavallı duygular, davranışlar ve dürtülerle bir alakası olamazdı.

Oysa daha önce Ines’in kaç erkekle birlikte olduğunu hayal ettiğinde bu kadar bozulmamıştı. Hatta tek bir kişiyle değil de birçok kişiyle olmuş olmasını tercih edeceği anlar bile vardı.

Bu his... gerçekten kıskançlık mıydı?

'Sanmam...' diye geçirdi içinden Carsel.

Ines’i sevdiği doğruydu. Ama aşık mıydı?

Sadece... hoşlandığını hissediyordu. O kadar.

Zaten hayatları boyunca birbirlerine bağlı yaşamak zorundalarken, bari birbirlerinden nefret etmek yerine sevsinlerdi.

Ines hâlâ yeterince olumlu bir tepki vermese de, zamanla bu beraberlikten bir bağ çıkacağına inanıyordu.

O günü bekliyordu ama... bu sevgi miydi?

'Sevgi buysa, herkes herkesle sevgili olurdu zaten.' diye geçirdi alaycı bir ifadeyle.

Kıskançlık denen şey, sonuçta sevginin zavallı yan ürünüdür.

O halde neden kendisi, sıradan bir uşak yüzünden kıskanacak olsundu ki?

En fazla biraz fazla konuşkan ve göze batan bir “evcil hayvan” sayılırdı karısının gözünde...

Kıskanmaması için geçmişi yeterince utanç vericiydi zaten; kıskanmasına gerek olmayan nedenlerse saymakla bitmezdi.

Bu kadar zavallı hislerle yaşamak için fazla yakışıklıydı.

Böyle ucuz şeylere yakışmayacak kadar karizmatikti.

Bağlı kalacağı bir mevki yoktu, aksine statüsü olan biriydi.

Yani... her açıdan kendine mantıklı açıklamalar sunabiliyordu.

Ama.

'Raul’ün yağcılığı: 6 kez, Raoul’ün yalakalığı: 7 kez, Ines Hanım’ın azarlaması: 2 kez, boş bardağa su koyması: 4 kez, Ines Hanım’ın Raul’ün başını okşaması: 2 kez, Raul’ün mutlu gülümsemesi: 11 kez...'

Bu artık kıskançlık sınırlarını aşan bir şeydi.

Bu bambaşka, belki kıskançlıktan bile öte bir duyguydu.

O herifin mutlu mutlu sırıtmasını görmek istemiyordu, tiksinti verici bir histi bu.

Varlığı bile sinir bozucuydu.

Sahibi köpeğinin başını biraz okşadı diye kim ne derdi ki?

Olsa olsa diğer bir köpek rahatsız olurdu.

Ama... kendisi köpek miydi?

Değildi, değil mi?

Carsel, geç de olsa kimlik bunalımına tutuldu.

Derken Alfonso’nun raporu da sinirine dokunmaya başladı.

“Beni karımı paranoyakça takip eden biri olarak gördüğün için mi bu şekilde rapor yazdın? Yani ben öyle saçma sapan detayları merak eden biri miyim sence?”

“Haşa!.. Sadece Cara’nın anlatımı çok uzun ve ayrıntılıydı, o yüzden özet geçtim. Rahatsız ettiyse affola.”

“Etti. Bundan sonra Cara ne dediyse kelimesi kelimesine not alıp getir.”

“...Efendim?”

“Uzun uzun, abartılı abartılı. Anladın mı?”

Eğer Carsel’in dediği gibi verdiği rapor “zavallılığın” ta kendisiyse, Cara’nın tüm anlattıklarını olduğu gibi aktarmak, bu zavallılığın zirvesiydi.

“...Bir dolu ahmaktan ise bir tane Cara daha iyiymiş. Demek ki bu evde işe yarar insan yokmuş.”

Zaten gözetlemek ve iz sürmek, bir hizmetkârdan beklenen özellikler değildi. Cara sadece, paraya ihtiyacı olduğu için olağanüstü bir yeteneğini devreye sokmuştu.

“Affınıza sığınarak soruyorum ama, Cara ücret meselesini sormuştu... Bu konuyu ne yapalım?”

“Ne istiyorsa ver. Gerçek bir deha çünkü.”

Carsel bunları söyledikten hemen sonra, tam da o sırada oturma odası tarafından içeriye giren Ines’i görünce yüzünde bir aydınlık belirdi. Bu tepki kendiliğinden ortaya çıkmıştı ama bir süredir bunu bilinçli olarak yaptığını varsaymak daha kolay geliyordu.

Yani sadece farkında olmasını istiyordu.

Bu kesinlikle kıskançlık değildi.


***


Duvar dibinde, adeta kır çiçekleri buraya serpiştirmişçesine doğal şekilde açan beyaz yabani çiçekler ve onların yanında pembeyle morun çeşitli tonlarında açan envaiçeşit çiçeklerin hepsi birden tam anlamıyla en güzel hâlindeydi.

Ve aslında sadece çiçekler değil, bugünün tamamı kusursuzdu.

Kıyıya bakan tarafta, özellikle alçak tutularak örülmüş yeni taş duvar sayesinde, daha bahçeye adım atmadan bile göz alabildiğine uzanan mavi deniz ufka kadar görünüyordu. Gökyüzü ise bugün ayrı bir berraklıkta ve yükseklikteydi.

“Çiçeklerin arasından neredeyse peri geçecekmiş gibi...”

Bahçeye ilk adım atan bir misafir böylece hayranlığını dile getirmişti.

Hava, çiçekler, serin meltem—her şey mükemmeldi.

Yine de küçük kalan Yüzbaşı Escalante'nin konağının arka tarafında, yeni yapılmış camdan sera güneş ışığında adeta bir mücevher gibi parlıyordu. Seranın şeffaf duvarlarının dibinden yukarıya doğru tırmanan taze yeşil sarmaşıklar ise şimdiden pastoral bir manzara oluşturmuştu bile.

Seranın yer almadığı öbür tarafta ise parti için art arda yerleştirilen uzun yemek masaları uzanıyordu. Güneşin altında misafirleri korumak için açık mavi renkli, şatafatlı saten bir tente gerilmişti. Tenteyle konağın arasında kalan gölgelikte ise son yazın canlı çiçekleriyle bezenmiş süslemeler yer alıyordu.

En az yirmi kişilikti.

Masalar tertemiz beyaz örtülerle kaplanmış, her oturma yerine şık vazolar konmuştu. Öğle yemeği sona ermişti ve şu an hizmetkârlar masaları toparlamakla meşguldü.

Etrafta ise küçük yuvarlak masalar vardı; üzerlerinde şarap kadehleri, tek lokmada yenebilecek değerli egzotik kurabiyeler, kurutulmuş meyveler ve Ortega’nın güneyinden getirilen isli peynirlerle donatılmıştı.

O masaların çevresinde de üçer beşer, üniformalarını kuşanmış subaylar ve bazı hanımlar bir araya gelmişti.

Calstera’daki sabah ayininden sonra geç başlayan bir öğleden sonra.

Logroño Tepesi’nin eteklerinden çan sesleri yankılanıyordu. Günün en sıcak saati geride kalmıştı. Saat yeni dördü gösteriyordu. Her şey huzurluydu ve düşündüğünden daha güzel bir manzaraydı. Ve tüm bu manzara, onun bu hayattaki ilk kez ev sahipliği yaptığı bir partideydi.

“Senora Escalante, eşimi gördünüz mü acaba?”

“Şurada, serada. Az önce Albay Varka ile birlikte gitmişti. Aa, tam da benim eşimle birlikteler. Yüzbaşı Salvatore da var.”

“Aman yine oraya mı takıldı... Şimdi tutar gündüz gözüyle para bahislerine girerler vallahi!”

“Yok canım, ne münasebet.”

“Eşinize göz kulak olun Senora Escalante. Albay Varka ile Yüzbaşı Salvatore, gerçekten başa bela kumarbazlardır.”

“O kadar ağırbaşlı beyler mi?”

Ines de aynı fısıltıyla karşılık verdi.

“Tabii canım, Varka bir Marki neticede. Albay beyefendi için öyle bahislere harcanan para, neredeyse şeker parası sayılır. Ama o şeker parasına öyle bir takıntılı ki anlatamam. Aşırı rekabetçi biridir.”

Marki Varka denince, Mendoza’da tanınan ağırbaşlı bir orta yaşlı adam akla gelirdi. Bu yüzden Ines’in onun bu yönünü hiç bilmiyor olması da doğaldı.

Ama buraya tayini çıkınca, öyle üç beş kuruşluk bahislerle askerleriyle oyun oynayan bir adama dönüştüğünü kim bilebilirdi?

“Asla yenilgiyi kabul etmez, o yüzden bahisle terfiyi kıyaslarken dikkatli olunmalı derler. Zira o, kazanana kadar bırakmazmış.”

Ines gülümsediğinde, Coronado’nun eşi söylediklerinin abartı olmadığını vurgulamak istercesine kaşlarını ciddi bir şekilde çattı.

Ines’ten en az on beş yaş büyük olmalıydı ama küçük ve tombul yapısı, canlı ve zengin mimikleriyle sevimli bir kadındı.

“Gerçekten diyorum, Albay dediğiniz öyle inatçıdır ki... Benim kocamın zaten kumarda zerre yeteneği yok. Varka’nın o sözde ‘şeker paraları’, bizim Coronado ailesinin gümüş takımlarıyla eşdeğer neredeyse! Kocam da bunu bildiği için genelde kendini tutar ama... bir Varka’ya denk geldi mi, sanki aslana kaptırılmış bir ceylan gibi olur. Tam bir budala.”

“Böyle iri yarı bir ceylan da nerede bulunurmuş.” dedi Ines hafifçe gülerek.

“Yoksa kocamın boyuyla mı dalga geçiyorsunuz? Hele bir de Escalante Yüzbaşı’nın yanında oturunca... çelimsiz görünmekle kalmıyor, adeta insanlıktan çıkıyor gibi!”

“Senora Coronado, eşiniz son derece erkeksi bir görünüme sahip. Boyu da gayet ortalama.”

‘Ortalama’ sıfatının önüne özellikle “son derece” gibi bir övgü sıfatı eklenmişti ki, kulağa neredeyse bir iltifat gibi geliyordu. Coronado’nun eşi ise buna içten bir hüzünle başını salladı.

“Evet... Ortega’daki her erkek gibi yakışıklıktan nasibini almamış işte.”

Ama öyle derken bile kocasına sevgiyle bakıp derin bir iç geçirdi.

“Yüzbaşı Salvatore, kumar yüzünden evliliğini üçüncü kez uçurmanın eşiğinde. Ama hâlâ huyundan vazgeçemeyip oraya oturmuş. Üstelik Senora Salvatore’un da bu partide olduğunu bile bile!.. Erkekler gerçekten akıl almaz varlıklar.”

“Ne dersiniz, biz mi bozup dağıtsak o masayı? Daha Senora Salvatore oradaki manzarayı görmeden önce.”

Ines bu öneriyi doğal ve sıcak bir şekilde sununca, Coronado’nun eşi büyük bir keyifle başını salladı. Nihayet aynı dili konuştuğu biriyle karşılaşmış gibi yuvarlak gözleri parladı.

“Görünüşe göre Yüzbaşı Escalante, şu zavallı orta yaşlılara bilerek para mı bağışlıyor ne...”

Carsel’ın böyle bir şey yapması hiç şaşırtıcı değildi. Rütbe olarak denk olsalar da, hepsinden on yılı aşkın bir deneyim farkı vardı. Üstelik kırklı yaşlarındaki bu sıradan kumarbaz albayların arasında fiziksel olarak yorgun olabilir ama zihinsel olarak yorulmak onun asla sevmediği bir şeydi. Bu yüzden tam tersine, zekâsını kullanmak için elinden geleni yapıyor olmalıydı.

“Ama sadece bu kadar cömertlikle Varka Albay’ı yenmesi mümkün değil. Ben daha önce birkaç kez bilerek oyunlarını bozmuştum da... Sonunda söylediklerime bile inanmaz oldular.”

“İzin verin, ben gideyim Senora.”

Coronado’nun yuvarlak gözleri sonunda minnettarlıkla parladı.

Yorumlar