This Marriage Is Bound To Sink Anyway 83. Bölüm (Türkçe Novel)


 “Hayır Raul, Carsel sebepsiz yere insanlardan hoşlanmayacak bir karaktere sahip değil.”

Ines, Raul’a Carsel’in karakteri hakkında bilgi verirken, bir yandan da Carsel’e dönüp tertemiz bir ifadeyle baktı. Ne yazık ki Carsel tam da öyle biriydi ve isterse bu hoşnutsuzluğunun sebeplerini de sıralayabilirdi—ama yüksek sesle dile getirmesi asla uygun olmazdı. O yüzden diyecek pek bir şeyi kalmamıştı.

Bu kadar açık açık diğer işverenine iletilmiş bir konudan sonra bile, Raul son derece rahat ve saygılı bir ifadeyle, sanki sadece gördüğünü söylemiş gibi, Carsel’in boş bardağına sessizce su doldurdu.

Carsel bardağındaki şırıltılı suya sanki Raul'un ruhuymuş gibi öfkeyle baktı.

“Raul’u bu kadar takdir etmem sadece uzun süredir benim yanımda çalıştığı için değil, gerçekten kusur bulmak zor onda.”

Keşke Ines, Raul Balan’daki en büyük kusurun da bu kusursuzluk olduğunu bir fark edebilseydi...

Ama Carsel artık kararın çoktan verilmiş olduğunu biliyordu.

Zaten çalışan seçimi gibi şeylerden tut, küçük büyük her işte—mesela mobilya taşıyıp atmaya kadar—her şeyi onun keyfine bırakmıştı. Şimdi kalkıp "Ama Raul Balan olmaz" mı diyecekti? Kendi düşündüğünde bile bu kadarını garip buldu.

Carsel; gerçekten kusursuz, zarif ve özenli tavırlarla hizmet eden Raul’a hala karamsar bakışlar atıyordu.

“Yaşından dolayı güven vermediğini biliyorum ama, biraz zaman geçince sen de memnun kalacaksın. Değil mi, Raul? Carsel’e karşı da elinden geleni yaparsın elbette.”

“Elbette, Yüzbaşı. Benden hoşlanmasa da ona hizmet etmek için elimden geleni yapacağım.”

“Carsel seni sebepsiz yere sevmiyor değil. Sadece uşak olarak pek bir deneyimin olmamasından dolayı tam güvenemiyor, hepsi bu... Öyle değil mi, Carsel?”

Cassel bir an sessiz kaldı, sanki vicdanına ters düşen bir şeyi söylemeye zorlanıyormuş gibiydi. Ama sonra, vicdanını kolayca bir kenara atan biri gibi gayet düzgün bir gülümsemeyle cevap verdi.

“Evet. Resmi ikamete hoş geldin, Balan.”


***


Yıkanıp odadan dışarı çıkar çıkmaz, Raul sanki onu bekliyormuş gibi kapının önünden ütülü bir iç gömleği uzattı.

Üzerinde açık renk keten bir pantolondan başka bir şey olmayan Carsel bir an durakladı, sonra rahatsızlık dolu bir ifadeyle gömleğe baktı.

Raul ise gömleği daha da saygılı bir şekilde uzattı. Carsel doğrudan almak yerine önce elindeki havluyla saçlarını sakince kurulayıp, havluyu Raul’a uzattı. Havlu elinden kaybolduktan sonra, gömlek yerini aldı.

Sözüm ona “elinden gelenin en iyisini yapacak” diye gömleği açıp “buyurun efendim” diye giydirmeye kalkmamasını bilmişti en azından. Ama işte… o kadar ince düşünmesi bile sinir bozucuydu.

İyi bir soydan gelen çocukların çoğunda olduğu gibi, Carsel de küçükken tek parmağını oynatmadan her işi halledilirdi. Ama daha ergenlik çağında yetişkinlerden bile uzun boylu olmuş, sonrasında da zaten sağlam olan vücudu, askeri akademideki sert eğitimle iyice iri bir yapıya bürünmüştü.

Öyle olunca da, ufak tefek uşakların gömlek giydirme çabaları, kol düzeltmeleri falan hep garip ve rahatsız edici gelirdi. Akademide edindiği sade yaşam alışkanlıkları olmasa bile, aşırı ilgi zaten hiç hoşuna gitmezdi.

Ama boyu posu tam yerinde olan Raul Balan’ın ölçülü hizmeti, halk masallarındaki cücelerin telaşlı koşuşturmasından bile daha fazla sinirini bozuyordu.

Raul’un yaptığı şey, nihayetinde sadece bir gömlek uzatmak olmuştu.

Carsel, gömleği üstüne öylesine geçirip Raul’un yanından geçerken konuştu. 

“...Sağ ol ama, ben böyle ufak tefek hizmetleri almıyorum. Alfonso sana söylemedi mi?”

“Evet efendim, elbette duydum.” diye yanıtladı Raul, usulca arkasından yürürken.

“Eee o zaman?”

“O yüzden sadece onun yaptığı kadarını yapıyorum.”

“...”

“Bunu iş saymak biraz mahcup edici olur ama.”

Yani ‘zaten Alfonso da bu kadarını yapıyor.’ demek istiyordu.

Keşke hiç konuşmasa... Carsel, bu genç çocuğa işler yüklemekte hiç tereddüt etmeyen yaşlı uşağı Alfonso’yu içinden kısa bir süreliğine kızdı.

“Ines nerede?”

“Kütüphanede, İncil okuyor.”

“İncil mi?”

Eskiden o sert, ciddi ifadesini düşününce çok da garip gelmeyebilirdi ama... Carsel, onun dışarıdan göründüğü kadar dindar biri olmadığını gayet iyi biliyordu.

Mesela, Tanrı’ya olan inancı adına sabah erkenden kalkıp şafak vaktinde pencere kenarında diz çökerek dua eden biri... hiç değildi.

Gece geç saatlerde kütüphanede kitap okuduğunda bile aynıydı. Genellikle yarı yatar vaziyette, hafif tembel bir pozisyonda kitap okurdu. O sırada göğsünün üstüne koyduğu kitabın İncil olduğunu hiç görmemişti.

En azından Carstella’da geçirdikleri son birkaç ay boyunca hiç görmemişti.

Peki ya bu birkaç ay içinde konaktaki küçük dua odasında ya da şapelde vakit geçirdiğine şahit olmuş muydu? Hayır, olmamıştı.

O hâlde geriye tek bir ihtimal kalıyordu. Bugün ne oldu da birdenbire böyle bir değişiklik yaptı?

“Ah, Yüzbaşım.”

Carsel, kafasında bir soru işaretiyle kütüphaneye yönelmek üzere adımını atmıştı ki... can sıkıcı bir ses yine yolunu kesti. Gömleğinin düğmelerini iliklemeyi yarıda bırakarak Raul’a baktı.

“Eğer kütüphaneye gidecekseniz... haddimi aşmak istemem ama—”

“—gideceğim, evet. Ne olmuş?”

Carsel lafını anında kesti.

Ines’in yanında koruma köpeği gibi sürekli dolanmakla yetinmemiş, şimdi bir de onun yanına kim gidebilir kim gidemez onun kararını mı verecekti? Düşünceleri bir an fena halde karamsarlaştı. Ama bu saçma tepkisinin farkına varıp dudaklarını gevşetti.

“Mümkünse... şu an kütüphane tarafına gitmeseniz daha iyi olur diyecektim.”

“Nedenmiş o?”

“Leydi Ines, perşembe geceleri düzenli olarak sevdiği Kutsal Kitap bölümlerini okur ve yalnız başına dua eder.”

“...”

“Uzun zamandır süregelen bir alışkanlığıdır ve karakteri gereği rahatsız edilirse muhtemelen hoşuna gitmez...”

Bu Carsel'in daha önce hiç duymadığı ve görmediği bir şeydi. Bir an kaşlarını çatarak kendi hafızasını yokladı.

Her akşam Ines kütüphanedeyken yanında bekleyen biri de olmadığına göre, onun tüm alışkanlıklarını bilmesi mümkün değildi.

'Bu herifin her şeyi bilmesi hoşuma gitmiyor.'

“...O yüzden söylemek istedim. Siz yeni yeni mutlu bir evlilik kuruyorsunuz, bu yüzden gereksiz sürtüşmelerden mümkün olduğunca kaçınmak gerekir...”

“Sürtüşme olursa Ines sinirlenir, ben de sadece onu dinlerim.”

“...”

“O yüzden boş tavsiyeler vermeyi bırak.”

Konu hakkında açıklama yapmaya gerek yoktu. Çünkü yüzünde zerre kadar iyi niyet olmayan ifade, bunu zaten fazlasıyla belli etmişti.

Aslında Carsel’i sinirlendiren şey, Raul’un bildiği ama onun bilmediği bir şey olmasıydı.

Ines’in sadece perşembe geceleri düzenli yaptığı bu kutsal alışkanlığın ötesinde, onun hakkında bilmesinin mümkün olmadığı sayısız başka şey vardı...

Ve onların geçmişlerinde var olan her şey.

‘...Geçmiş mi?’

Dünyada bundan daha sığ bir kelime olabilir miydi? Kendi kendine hayretle düşündü, sonra aniden Raul’un gözlerine dikkatle baktı. Sanki o karanlık dalgaların altında efsanevi bir hazine gemisinin battığına inanan bir korsan gibi... Raul’un gözleri ne çok karanlıktı ne de dalgalıydı.

Onların geçmişi. Birbirlerine olan doğal kabul sınırı. Sadece ona bakarak ne istediğini bilme şansı... Belki de bu tür küçük hizmetler ya da sadece yan yana geçirilen zamanın geride bıraktığı alışkanlıklar, öylesine oluşan, pek de anlam taşımayan şeyler olarak görülebilirdi. Önemsiz ve anlamsız şeylerdi.

Böylece o sadık hizmetçiyi önemsemeyi bırakıp bu kadar kötü düşünmemeliydi.

Ama Ines için böyle biri parmakla sayılacak kadar azdı. Çünkü sayacak kimse yoktu. Kimdi dünyayla tek bağlantısı? Gülünç değil mi... Eskiden biraz burnu havada olduğu zamanlarda bile, hizmetçi Juana ile kendini aynı seviyeye koymamış kadar alçakgönüllü olan Carsel için... Juana’nın bile asla giremediği bu yere şimdi Raul Balan’ın yerleşmiş olması... hakikaten katlanılmaz bir andı.

“Ben Leydi Ines'e bizzat yalvardım.”

Sesi, boğazına diken takılmış gibi çıktı.

“Lütfen sizinle ilgilenmeme izin verin, dedim.”

Normalde "bana göz kulak olun" diyerek birine yalvarılırdı, değil mi? Ama "sizinle ilgilenmeme izin verin" mi? Kafasındaki bütün sıralama çoktan altüst olmuştu. O, Juana’dan çok sonra, Raul ise Juana’dan çok önceydi.

Kabul etmek istemiyordu ama, kabul etmemek gibi bir şansı da yoktu. Bu kadar açık seçik bir sıralamayı hangi akılla inkâr edebilirdi ki?

“Bir soylunun, soylu olarak yaşaması için her zaman iyi eğitimli hizmetçiye ihtiyacı vardır. Alfonso, çalışanların saygısını hak eden mükemmel bir kahya ama konağa yardım etmek için artık fazla yaşlı”

“...”

“Yaşça yaşlı olması, misafirlerin gözünde pek çekici olmamasına neden oluyor.” 

“...Sen mi daha mı çekicisin?”

“Öyle değil mi? Elbette, bu kadar heykel gibi birinin önünde cüret edip böbürlenemem ama...” 

“Zaten böbürleniyorsun işte. Tam da şu anda.”

“Nerede olursam olayım, bir hizmetkara göre iyi göründüğümün söylendiğini çokça duydum.”

Yani şimdi kendisini aksesuarmış gibi mi görüyordu? Böyle açık açık gururla mı söylüyordu bunu? Carsel, adeta deli birini izliyormuş gibi ona baktı.

Elbette kahya, uşak gibi eğitimli üst düzey erkek hizmetliler, soyluların maddi güçlerini gösterme araçlarından biri olarak da görülüyordu.

İyi giyimli, uzun boylu ve yakışıklı, görgü kurallarını bilen ve biraz da zekâya sahip pahalı bir aksesuar. Öyle ki, itibarını kurtarmak için bir uşak tutan fakir bir ailenin, uşağın ev sahibinden daha fazla para kazandığına dair komik bir hikaye de vardı.

“Leydi Ines, Ballestena’nın kızı ve Escalante’nin eşidir. Beni özellikle istemedi, ama onun aksesuarı olmadan böylesine alçakgönüllü yaşayabileceğini hayal etmek mümkün değil.”

“Yani o hayal dediğin şey... seninle ilgili olan, değil mi?”

“Evet, haddim değil belki ama, öyle.”

Carsel, hem küstah hem de son derece alçakgönüllü olan Ines’in sadık hizmetkârına karmaşık bir bakışla baktı. “Bir aksesuar gibi yaşamaktan bıktım, isyan ediyorum” havası zerre kadar yoktu yüzünde; tam tersine, “aksesuar olmak harika bir şey” dercesine özgüvenle ve yaşam sevinciyle dolu bir ifade vardı.

O gün ne gördüyse doğruymuş; o tam anlamıyla bir köpekti. Hatta, köpekten de beterdi.

Yine de rahatlamayı bırak, içinde en ufak bir huzur kırıntısı bile yoktu... Carsel, Raul’u baştan aşağı süzdü; sanki sahibi tarafından eve getirilmiş, şirinliğiyle sinir bozan, varlığı bile yeterince gıcık bir minik köpeğe tepeden bakan bir çoban köpeği gibiydi.

Sonuçta, öyle aman aman bir şeymiş gibi de değildi... sıradan, vasat bir tip işte.

“Sizin de yakında memnun kalacağınızdan eminim.”

“Samimiyetle hizmet edeceğine dair sözün yeter. Bu kadarı yeter.”

“Benden kazanacağınız çok şey olduğuna eminim.”

“...”

“Tıpkı Binbaşı ve Bayan Elba'dan aldığınız bu mütevazı, küçük evde Senyora'nın dikkatini kazandığınız gibi.”

Küçük köpeğin, hayır, Raul Balan'ın gözleri hırsla parladı.

“Efendime o kadar büyük bir saygı ve hayranlık duyuyorum ki, bilmediğim hiçbir şey yok.”

Yorumlar