This Marriage Is Bound To Sink Anyway 82. Bölüm (Türkçe Novel)

“...Şu herif burada yine ne halt ediyor?”
Carsel, bu düşüncesinin ağzından bu kadar doğrudan dökülmesine kendi de şaşırdı. Neyse ki, birkaç adım önde yürümekte olan Ines, ‘herif’ lafını duymamış gibi görünüyordu ve sadece sakin bir şekilde ona baktı.
“Ah, taşıdığımız eşyaları Espoza’ya ve Perez’e götürüp bugün yeni döndü.”
“...Döndü mü? Neden?”
Espoza’ya ve Perez’e götürünce... mesele kapanmıyor muydu? Perez'de doğup büyüyen birinin buraya geri dönmesi fikri bile saçmaydı.
Carsel, koridorun ilerisinde parlak yüzüyle sadece Inés’e bakan Raul’a bakarken, gözlerinde açık bir hoşnutsuzluk vardı. Raul ise onu görünce düzgünce eğilip saygılı bir selam verdi. Davranışlarında kusur bulunamayan, ama sırf bu yüzden insanın daha da kusur bulmak istediği biriydi.
Muhtemelen Carsel’in “herif” derkenki ağız hareketlerini de görmüştü...
“Birkaç rapor sunmak, annemin mektubunu teslim etmek için falan...”
Carsel’in, “Peki, ne zaman geri gidecek?” diye sorması an meselesiydi ki, Ines’in tam o sırada konuşmak üzere dudaklarını kımıldattığını görünce, son anda susmak zorunda kaldı.
“Ve hazır konu açılmışken, Raul’u malikânenin uşağı olarak görevlendirmeye karar verdim.”
“...”
Rapor sunmak, mektup teslim etmek... ve sonra da öylece Calstera malikânesine yerleşmek mi? Tüm bunları nasıl olur da aynı cümle içinde, aynı doğallıkla dile getirebilirdi?
Ines, son derece doğal bir ifadeyle—ama hiçbir şekilde doğal olmayan bir açıklamayla—gerisin geri dönüp yürümeye devam etti. Carsel iki adımda onun yanına yetişti ve açıkça karşı olduğunu belli etti.
“Burası, fare deliği kadar bir subay konağı. Üstelik zaten Alfonso’muz var.”
İnattan olsa bile bu konak için “fare deliği” demek istemezdi ama gözlerine batmaya başlayan o tuhaf rahatsızlıktan kurtulmak için bu gerçeği kabul etmeye razıydı.
Ines ise onun bu iç çatışmasına aldırmadan, sanki doğrudan akşam yemeğine gitmeye kararlıymış gibi yemek salonunun bulunduğu koridora döndü.
O anda Raul Balan, sanki gezmeye çıkan köpeğin sahibinden önce fırlaması gibi, hızlı hızlı adımlarla Ines’in önüne geçip, herkesin bildiği yolu sanki ilk kez o keşfediyormuş gibi bir havayla yemek salonuna yöneldi.
“Alfonso yaşını almış bir kahya. Hem de en yüksek kaliteden. Artık misafir olmadıkça parmağını bile kıpırdatmayacak yaşta biri, Carsel. Şimdi uşakların yerine getirmesi gereken işlerin çoğunu ona yıkıyoruz zaten. Sabahları gardırop önünde nöbet tutturan da sensin... Sana düzgün bir uşak gerek.”
Yani bu Alfonso’nun iyiliği içindi, öyle mi? Alfonso’nun efendisi zaten Carsel’di. Günün sonunda onun çıkarı düşünülmesi gerekiyordu.
“O sadece yaşlı gösteriyor. Göründüğü kadar yaşlı değil.”
Tam o sırada, yemek salonunun girişinde onları karşılayan Alfonso, göz çevresini belli belirsiz seğirtti. Durum biraz mahcup edici olabilirdi ama şu an mesele o değildi. Evet, yaşlı gösteriyordu ve… özür dilenecekse sonra dilenirdi.
“...Telaşla da ağzına geleni söylemek olmaz ki...”
“Bu kadar küçük bir evde her işi ayrı ayrı sınıflandırmak zaten abes olur... Hem Ines, bir uşağa ihtiyaç duyacak kadar detaycı biri değilim. Sen de biliyorsun.”
“Kendi işini kendi yapabildiğini biliyorum. Ama yine de bu gerekli.”
“O zaman sen bir hizmetçi al.”
“Önce sen kendine bir uşak al.”
“Benim ihtiyacım yok ki...”
“Ama benim var.”
“...Benim uşağıma mı?”
Ines kararlı bir şekilde lafını keser kesmez, Carsel istemsizce duraksadı. Sonra bu alışkanlıkla gelen itaatkârlığı fark edip kendi kendine sinirlenerek dilini ısırdı.
“Alfonso’yu artık öyle gelişi güzel kullanamayız. Ne yaşı ne de mevkii buna müsait. Misafirler gelip gitmeye başladıkça bir dolu ufak tefek şey gerekecek ve ben onu daha fazla onurlandırmak istiyorum. Ama hizmetçilere de ciddi işler teslim etmek zor..."
“Ufak tefek iş diyordun ya?”
“Evet. Ufak ama mühim şeyler.”
Zor bela bir açık yakalamışken, hiç renk vermeden bir cümlede hem kabul hem düzeltme yapmıştı.
Ines’in sözünü ettiği “gereklilik” gayet açıktı: Eğitimli genç bir adamın yerine getirebileceği işlerdi bunlar. Hizmetçilerle aynı kefeye konamayacak görevlerdi.
“Ama... uşak olmak için fazla genç değil mi?”
Onlar aile yemek masasına geçerken, Ines'in sandalyesini hızla çeken Raul'a ters ters bakarak sordu.
İnes gibi görgülü bir kadının yanında böyle akıllı birinin olması gerektiğini inkâr edemezdi. Ama kalkıp “Neden o?” ya da “O olmaz” demesi de artık fazla bariz kaçacaktı.
Bu durumda tek savunulabilir eleştiri, Raul’un yaşıydı.
Raul Balan, en fazla kendileriyle yaşıt ya da bir yaş büyük veya küçük olabilirdi. Oysa uşak gibi üst düzey görevler için yaş ve deneyim gerekirdi.
Daha birkaç yıl önce Perez’de ayak işlerine koşturan hizmetçiyken, şimdi uşak mı olacaktı? Bu işlerin bir sırası olmalıydı. İnsanlar bu mevkilere kırkından sonra gelirdi.
“Mesele sadece unvan. Burası dediğin gibi, konak demeye bin şahit gereken bir yer. Raul ise Perez’de kendi altında üç ayakçıyı yönetmiş biri. Bu kadar küçük bir yere getirirken, ne kadar göstermelik olsa da en azından ismen de olsa ona bir seviye vermek lazım.”
“Ama o kadar kıymetliyse, Perez’de bırakman gerekmez miydi?”
Carsel, Ines’in gerekçesini ince bir kıvraklıkla tersyüz etti. Onlar tartışmaya devam ederken Raul, hizmetçi kızın gürültüyle getirdiği yemek arabasından çıkan tabakları sessizce taşıyor, onları iki eline zarafetle alarak masaya yerleştiriyordu.
Carsel açıkça memnuniyetsizliğini belli ediyor olsa da, Raul hiçbir şey olmamış gibi işini yapıyor, nezaketinden ödün vermiyordu.
Bu derece görev bilinciyle dolu biri... işte tam da bu yüzden canını sıkıyordu. Çünkü içinde tek zerre samimiyet, tek damla insanlık belirtisi yok gibiydi.
“Eğer kıymetle ölçülecekse... ben de azımsanacak biri değilim, Carsel.”
“...”
Tam o sırada Raul, ıslak bir bezi zarifçe uzatarak Ines’in yanında beliriverdi.
“Ama gördüğün gibi ben de burada yaşıyorum.”
Ines elini silerken söylediği sözlerin sonunda sanki “senin yüzünden” diye bir not varmış gibi hissettiriyordu. Sesinde, bu inkâr edilemeyecek bir gerçekmiş gibi bir ton vardı.
Gerçekte ise, ne onu suçluyordu ne de bu yerden şikayetçiydi. Ama yine de böyle bir düşüncede olması Carsel’in kendi içindeki kompleks duygusundandı. Sonuçta resmi ikametgahı, bir tür kirli niyetle, gizlice, onun arkasından değiştirmişti...
Carsel, Raul’un kendisine de eşit ölçüde saygılı ama nedense Ines’e daima bir adım erken davranan tavrından rahatsızlıkla, onun uzattığı ıslak bezi kapar gibi alıp sinirli sinirli ellerini sildi.
“Öyleyse,” dedi Ines sükunetle, “Raul’un birkaç yıl boyunca umut vaat eden hayatını burada harcaması hiç de fena değil.”
“Ne demek harcamak, Ines Hanım? Size ve Yüzbaşı Escalante’ye hizmet etmek, ne büyük bir onurdur...”
Raul, o ana dek kendisinden söz edilirken bir yabancı dil konuşuluyormuş gibi duymazdan gelmişti. Ama şimdi, hiç aksatmadan cümleye girivermişti.
Sanki dili yağla sıvanmış gibi kaygan konuşuyordu. “Hayatımın en büyük gururu”, “Nesiller boyu sürecek bir onur” filan...
Carsel, “sus artık” dercesine elini havada salladı.
Raul, düğmesine basılmış gibi hemen sustu. Sözü harfiyen dinliyordu. Bu da canını daha çok sıkıyordu — çünkü çok iyi bir hizmetkardı.
“Gördüğün gibi,” diye devam etti Ines, “uşak işleri de, ayakçılık işleri de, hepsi tek başına onun omzuna düşecek. Senin kişisel hizmetinden benim işlerime, konukların ağırlanmasına kadar. Ünvan ne dersen o olur... Henüz genç, evet; senin dediğin gibi deneyimi eksik olabilir ama sonuçta burada kimse yoktu ki. Şu ya da bu şekilde mutlaka faydası olacak. Ha, maaşıysa... onunla ben ilgilenirim.”
“Kim para için bir şey dedi?”
“Ee, başka ne sorun olabilir ki?”
Ines’in bu kadar safça sorması Carsel’i gafil avladı. Gerçekten de tek sorunun, görev tanımına göre artacak maaş olduğunu sanıyor gibiydi.
Carsel bir an için susup onu öylece izledi. Raul’a içten içe garezi olduğu anlaşılmamış olması şanstı ama... Şayet tüm mesele basit bir hizmetkârın maaşıysa ve buna karısı ciddi ciddi karşı çıktığını düşünüyorsa, bu bambaşka bir sorundu.
Neyse ki yakışıklıydı. Eğer bu kadar yakışıklı olmasaydı, yüzündeki sıkıntılı ifade çoktan ele verirdi onu.
Tam o sırada Raul Balan, Ines’in arkasından eğildi ve kulağına bir şeyler fısıldadı.
Şu herife bak sen...
“Yok artık. Hiç de öyle bir şey değil.”
Ines hemen başını sallayarak olayı inkâr etti ama bu, durumu daha da şüpheli hâle getiriyordu. O kıymetli Perez çalışanı acaba ne demişti ki?
Carsel’in surat ifadesinden neyi merak ettiğini anlayan Ines, hafifçe “Ah,” deyip açıklamaya koyuldu.
“Senin, ondan hoşlanmadığını düşünüyormuş.”
“...”
...Şu evcil köpek kılıklı herif...
“Kendi açısından bir sebep göremese de, şimdiye kadar tamamen nedensizce hoşlanılmadığını hissediyormuş.”
“...”
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »
Carsel bebeğim neden bu ka tatlısın 😂
YanıtlaSil