This Marriage Is Bound To Sink Anyway 81. Bölüm (Türkçe Novel)


“Magdalena'nın artık belediyede yerel eşrafın portrelerini çizerek adını duyurmaya başladığı söyleniyor. En azından bu yazdan sonbahara kadar işi hiç kesilmemiş. Hepsi de sizin ilk tavsiyeniz sayesinde olmuş, bu yüzden minnettar olduğunu iletti.”

“Güzel haber.”

“Gerçi o mektubu, esasen yaşlı bankacı olan hamisini düşünerek yazmış... Sağlığına dair epey endişeliydi. Sizi tanımıyor olsa da, kalbinizin iyi olduğu belli.”

Ines, Raul’un aktardıklarını büyük bir sükûnetle dinlerken, önündeki bardaktan bir yudum içip boğazını hafifçe ıslattı.

“Destek göndermeye devam et. Sırf tüccarların portrelerini çizmeye devam etmesi için fazla yetenekli bir kız. Kışın bu tarafa bir natürmort yollamasını iste... Buraya biraz süs gerek.”

“Peki ya Archibaldo? Geçen sefer en çok onun yaptığı natürmortu beğendiğinizi söylemiştiniz. Hemen ona çizmesini buyurabilirsiniz.”

“Kışa kadar Kaló’daki kulübesine kapanıp göl manzaraları çizmek istediğini söylemişti. Madem öyle, gönlünce çizsin. Böylesine büyük konuştuğuna göre, şahane bir şeyler çıkaracaktır elbet... Kış geldiğinde, en çok içine sinenini bize göndersin. Sonuçta hiçbir şey karşılıksız değildir.”

“İletirim. Bir de Maria var ya... Maria, evet. Görünüşe bakılırsa Mendoza’da bütün yıl boyunca yalnızca Gormaz Kontesi’nin portresini çizmekle meşgul. Başka hiçbir sipariş alamıyor ya da kabul etmiyor gibi.”

“Çok narsist bir kadındır.”

Kendini hayranlıkla seyretmeyi seven bir müşteriyle, güzelleştirme konusunda usta bir ressam—bu ikili, ayrılması mümkün olmayan bir eşleşmeydi.

Ines de bunu bilerek ikisini bir araya getirmişti, başarısızlık ihtimali zaten yoktu.

Bir zamanlar sahte bir dostluk maskesi takan o kadının, şatonun tüm revaklarını kendi portreleriyle donattığı manzarayı anımsayınca, Ines’in yüzünde hafif bir alaycı tebessüm belirdi.

Ne var ki o keyifli hayal çabucak dağıldı ve yerine solgun bir durgunluk geçti.

Yüzünde neredeyse bir ifadesizlikle Raul’un sözlerine yeniden kulak verdi.

“Kontes Hanım, Maria’yı öyle çok beğenmiş olmalı ki, başka hiçbir destekçiyi kabul etmeyip yalnızca Gormaz Hanedanı'nın resmi himayesinde çalışmayı önerdiğini söylüyolarr. Tabii tablo bedelleri hariç tutulmak kaydıyla.”

“Cömert biridir; Maria için iyi haber bu. Gerçi yapacağı işler biraz tekdüze olabilir ama... Birkaç yıl dişini sıkarsa, istediği her şeyi yapabilecek bir özgürlüğe kavuşur. Dilediği gibi davranmasına izin ver. Benim açımdan sakıncası yok.”

“Mesajınızı ileteceğim. Ve ayrıca, Oligarquía’daki Lourdes ile Emiliano’nun bu kıştan itibaren Bilbao Katedrali’ndeki ikonaların restorasyon çalışmasına dâhil edileceği bildirildi.”

O ismin geçmesini bekliyordu ama yine de, elindeki su bardağını tutan parmaklarına istemsizce bir an için güç bindi; ardından hemen gevşedi.

“Bu konuda Don Joaquín, sizin ne düşündüğünüzi sordu. Lourdes de Emiliano da, tam da nihayet adlarını duyurmaya başlamışken, şimdi en az üç yıl boyunca kilise emrinde çalışmaya mahkûm olacaklar, dedi.”

“Mahkûm ne demekmiş...”

Sanki yüzünü bile görmediği bir ressamdan söz eder gibi sıradan bir tonda yanıt verdi.

Bazen dayanmak cesaret ister. Ines, parmak uçlarıyla bardak kenarını usulca okşarken Raul’un gözlerinin içine baktı.

Bu gözler... O ismin ağırlığını, anlamını ya da geride bıraktığı hiçbir şeyi bilmeyen birine aitti.

Yine de, bu hayatta Emiliano’nun adını doğrudan ve en çok paylaştığı tek gözlerdi.

İşte bu yüzden, bazı günler o gözler Ines’e yalnız olmadığını hissettirir; bazı günlerse, yalnızlığını daha da derinleştiriyordu.

Ama yine de, bir başkasının ağzından Emiliano’nun ismini duymaktan daha gerçek gelen bir işaret olabilir miydi?

Raul onun adını öylesine söyleyip geçse bile, o anlarda Ines, Emiliano’nun gerçekten yaşadığını ilkin ve nihayet hissedebiliyordu.

Kendi kendine gökyüzüne fısıldadığı o isim; boşluğun yankısı olmaktan çıkıyor, dünyaya ait oluyordu.

Onu uzaktan bile göremeyen Ines için, bu duygu neredeyse onun varlığının bir kanıtıydı.

Çünkü, hayatında yalnızca bir kez—ve kendi iradesiyle—Emiliano’nun hayatta olduğunu gözleriyle görme fırsatını reddetmişti.

O yüzden şimdi, Raul’un sesi içinde yankılanan Emiliano’nun varlığını küçük bir iz gibi avuçlarında tutuyordu.

On beş yaşındaki Ines’in Mendoza’daki sayısız sanat simsarı arasından Joaquín’i bulup çıkarması asla tesadüf değildi.

Zira, Emiliano’yu yanında çalıştıran Augustín’i saraya bağlayan kişi oydu.

Ve o aksi, huysuz ressamın çırağı olarak Emiliano’yu tanıştıran da yine Joaquín’den başkası değildi.

Bağlantısız, kesik ve birbirine değmeyen bir hayat yaşamaya karar vermişti çoktan. Ama ne olduysa, on yedi yaşındaki Emiliano’ya sırt çevirmek kolay olmamıştı. Biraz saf, dünyadan bihaber, Ines’in tanıdığı herkes içinde en iyi kalpli—ve en aptal kişi. Henüz onu tanımadan önceki o güzel Emiliano...

Ines'le ilk karşılaşmasından sadece bir yıl sonra, yeteneğinin yağmalandığı bir dünyaya adım atan masum on yedi yaşındaki Emiliano, Ines'le birlikte Perez'den kaçmadan bir gece önce sarhoş Augustin'in saldırısına uğradı.

Dillere destan olması beklenen Ines’in muazzam portresinin yarısı aslında Emiliano’nun elinden çıkmaydı. Henüz adı bile duyulmamış bu genç ressam, büyük ihtimalle o dönemin meşhur ressamından öğreti ve kabul beklemişti. Ama sadakatle çalıştığı ustasından ona kalan tek şey, yalnızca kıskançlık ve aşağılama olmuştu.

On beş yaşındaki Ines, Emiliano'yu ilk gördüğünde sağ serçe parmağının hafifçe bükülmüş olduğunu hatırlıyordu. Augustine'in parmağının üzerine basıp kırdığını duyduğu gece... onu öldürmek istemişti. Kör bir öfke değil, içgüdüsel bir karar gibiydi.

Ve işte o anda Ines, Emiliano’nun baltalanacak kaderini önlemeye karar vermişti. Fakat o ani kararı, oldukça planlı bir kılıfa sararak eyleme döktü.

İsmi bilinmeyen, parası olmayan ama yeteneği bol genç sanatçılara yatırım yaparak; onları, adını taşıyan eserlerle parlatıp piyasaya erken sürerek, ve sonunda onların yükselen değerini toplayacak kişi olarak sahneye çıkmayı tasarladı.

Bu, genç dehaların ilk eserlerini toplayıp, onlarca yıl sonra katbekat fiyata satmak üzerine kurulu bir ticaretti. Görünüşte sanat hamiliği, perde arkasında ise zekice hesaplanmış bir yatırım. Zaten sanattan anladığını iddia eden bazı aristokratlar böyle işler yapardı.

Joaquín, ondan cömert bir komisyon almış ve karşılığında birbiri ardına genç ressamları önermişti. Ines de hepsini kabul etmişti: Maria, Archibaldo, Magdalena, Lourdes ve Emiliano...

Onu Augustín’in pençesinden kurtarmak için gösterdiği o büyük çaba bir yana, Emiliano aslında Ines’in seçtiği ressamlar arasında en sonuncu olmuştu.

Sanki en az dikkatini çeken isimmiş gibi. Sadece araya kaynamış gibi...

Bu endişe miydi, yoksa aşırı titizlik mi?

Her ne olursa olsun, Ines’in kendinden kuşkulanması yerindeydi. Zira Emiliano’ya dair anıları hep erken kış sonrası buz tutmuş bir gölü andırıyordu. Görünürde sağlam olan buzun üstüne adım atar atmaz, ince bir çıtırtıyla soğuk suya gömülmesi an meselesiydi.

Emiliano’nun tablosu, diğer ressamların eserleriyle birlikte ilk kez Perez Şatosu’na ulaştığında, Ines o gece boyunca onunla ilgili rüyalar görerek ağladı. En ufak bir çağrışım bile kalbini yerle bir etmişti. Oysa tablo, sıradan bir çiçek vazosunu resmeden basit bir natürmorttu. Ve rüya da, en mutlu günlerini geçirdikleri Mayorka’daki zamana aitti.

Ama bu... normal değildi. Su altında nefes alınmazdı. Orada insan her seferinde yeniden ölmek zorundaydı. Ines, sıradan ama sakin bir hayat sürüp, yalnızca bir kez ölerek bu yorgun bedeninden kurtulmak istiyordu. Bir daha asla “Ines Ballestena” olarak doğmak istemiyordu.

O hâlde, bu bıkkınlık geçene dek kendini tekrar tekrar sorgulamalıydı.

“Don Joaquín, o iki ressamın birlikte çalıştığı ikonayı galerisine asmış. Meğer bir ara dışarı çıkmışken Bilbao Başpiskoposu uğramış ve tabloyu görmüş... Ama Don Joaquín bu gelişmeden pek memnun görünmüyordu. ‘Geleceği parlak çocuklar bunlar, üç yıl diyorsun ama sonra beş, on yıl geçerse ne olacak’ diyerek size danışmam gerektiğini söyledi. Şimdilik ‘sponsordan izin alınmalı’ diyerek zaman kazanmaya çalışıyor.”

“Başpiskopos seçmişse, sıradan bir banker ne diyebilir ki, elbette karşı koyamaz.”

“O da tam olarak öyle dedi. 'Ama kendisi sıradan bir banker değil ki' dedi.”

“Bunu bu kadar açıkça mı söyledi?”

Ines, belli belirsiz alayla güldü.

Joaquín, Ines’in yalnızca bir banker olmadığını elbette biliyordu—ama mektuplarının Perez’e ulaştığını bilmiyordu. Aralarında birkaç sahte isim, sahte güzergâh ve epeyce örtülü bir düzen vardı.

Demek ki Joaquín’in borç almak istediği güç, kırsalda yalıtılmış ama tuhaf biçimde zengin bir malikânede inzivaya çekilmiş, isimsiz bir soyluya ait zannediliyordu.

“Saçma sapan bir şey. Birkaç kuruşla Başpiskopos'un fikri değişir mi?”

“Elbette saçma. Ama Don Joaquín’in derdi zarara uğramamak. Her hâlükârda, o zarar size kalacak. En azından o, sorumluluktan kaçmak istiyor.”

“Zarar yok. İkonalar tamamlandıktan sonra, nasıl olsa kendiliğinden değer kazanacaklar.”

“Yani bunu yatırım olarak mı görüyorsunuz?”

“Bilbao Başpiskoposu, elinde kalan bağışları ne yapacağını bilmeyen bir adam. Canı sıkıldıkça Aurelés’ten gelen putperest heykelleri alıyor, sonra her birine bir aziz ya da azize ismi verip, sözümona dini değer yüklüyor. Lourdes ile Emiliano ikonaları restore ettikçe ve yenilerini yaptıkça, o da kolayca etkilenip fiyatları yukarı çekecek. Sonra bunu etrafa yayacak ki daha çok bağış toplasın.”

“...”

“Ve sonra, aristokratlar da bu eserleri almak için sıraya girecek. Başpiskoposun biçtiği değerin iki katını, üç katını gözlerini kırpmadan ödeyecekler. Tam da adamların puro odalarında böbürlenerek konuşacağı türden hikâyeler.”

İşte bu yüzden, Ines özellikle Bilbao Başpiskoposu ile galerici arasında bağlantı kurmuştu. Sonuç rastlantı değildi. Ama hepsi bu kadardı.

Yakında Emiliano, yoksullukla savaşmadan sadece içinden geleni resmedebileceği bir hayata kavuşacaktı. Ve Ines ise, tek başına ama istikrarlı bir hayatla günlerini sürdürecekti.

Çünkü Ines, bir daha yıkılmamaya kararlıydı. Ve hiçbir şeyden haberi olmayan o adamın da bir daha asla yıkılmamasına karar vermişti.

Yorumlar