This Marriage Is Bound To Sink Anyway 80. Bölüm (Türkçe Novel)

Evet, o bir sevgiydi.
O zamanki haliyle şu anki hali aynı değildi, belki de hiç hoş değildi ama yine de bir sevgiydi... Ne kadar bencilce görünse de.
İşte bu yüzden o dönemin düşesi, Ines’i bir türlü bırakıp gidememişti. Kendi yöntemleriyle sevmişti onu.
Ines’in direnmeyi bırakıp kendini teslim etmesi de o zaman başlamıştı.
Yine de annesinin dediğini tam olarak yapmazdı, ama en azından yüzüne söylediklerini dinler olmuş ve hakaretleri sessizce içine atmaya başlamıştı.
İki kez sinirden ölmek istemiş, hayat altüst olmuştu; bu yüzden karakterini bastırması gerekiyordu. “Senin yüzünden ölüyorum” diyen intihar mektuplarını iki kere almak istememek de bunda etkili olmuştu.
Bütün bunlar da birer suç sayılırdı herhalde...
O şekilde katlandığı için her şey ilk hayatından daha iyiydi.
Ines’in kötü halinden utanıp eskisi kadar sosyalleşmeyen Balestena Dükü, garip bir şekilde, önceden sosyal hayatın tam ortasında olduğu zamandan daha sağlıklıydı.
Bu şekilde giderse intihar girişimi falan olmayacak, bedenine iyi davranacak ve küçük bir kâğıt parçasıyla bile yaralanmayacaktı.
Çevresindekileri hastalıklı bir şekilde rahatsız eden hali de azalmıştı. Dük, Düşes'in birkaç sözünden ne kadar rahatsızlık duyduğunu gösterse de, onun gerçek doğasını bilen Ines bunu sevimli buluyordu. Sarhoşken yaptığı küfürlere gülüyordu.
Ines’in annesine karşı gösterdiği sabır gerçekten etkileyiciydi; çocukluğunda yaşadığı ani öfke patlamaları ve çılgınlıkları da şimdi bir anlam kazanmıştı. Düşes, “Acaba o kız delirdi de büyük bir felaket mi çıkaracak?” diye endişelendiği o günleri unutup rahatlayacak olsa, hemen yeniden hatırlıyor, sert eleştirilerde bulunuyor ama sonunda yine geri çekilip kaçıyordu.
‘Bu yüzden hâlâ korkup duruyor, böylece sadece mektuplar gönderiyorsun herhalde...’
Eski Düşes olsaydı, asla sessiz kalmazdı.
Çoktan Calstera’ya gelip baskın yapmış olurdu. Prensesken Ines’in yatak odasına bile sık sık girip çıkıp müdahale eden ve yeni düşük yapmış kızına eziyet eden düşes, Carsel’in konutuna yaklaşmaya bile cesaret edemiyordu.
Sadece mektup yazıyordu...
「Sevgili Ines'e,
Evlenip Ballestena'dan ayrılalı aylar oldu. Annene karşı ne kadar nankör olduğunu biliyorum, ama babana haber göndermemiş olman içler acısı... Ama ebeveynlerin ve çocukların kalpleri nasıl aynı olabilir? Öncelikle, nasıl olduğunu sormalıyım.
Henüz çocuğun olmadı, değil mi? Sanırım olmadı... Kocanı iyice tutman gerek, ama çok inatçı olduğun için endişeleniyorum. Muhtemelen bunun için yeteneğin yok.
Son yemeğimizde dediğim gibi, Escalante şimdilik senin yanında gibi davranıyor, saygılı görünmeye çalışıyor ama erkeklere güven olmaz. Çoğu zaman saygıları yoktur. Yani Ines, bir çocuğun olmalı ki konumun sağlamlaşsın. Çocuksuz kadın sadece bir kabuktan ibarettir.
Ama kocan da bir kabuk parçası ve Escalante ailseinde değil de sokaklarda doğmuş olsa bile, hayatı boyunca etrafı kadınlarla çevrili olurdu. Öyleyse ne olursa olsun, evlilikte kocan seni dinlerken çocuk yapmaya bak. Seni sevmese bile, zorlayarak bile olsa birlikte olmalısınız. Kaptan Escalante eski huyundan vazgeçmez, başka yerlerde çocuklar yapmadan önce bunu yapmalısın.
Erkekler kadınla uzun yaşadıkça onu küçümser. Babanı düşün. Çocuklarım olmasaydı, şu an hayatta bile olmazdım. Çocuk, kadının konumudur. Fakir ya da zengin, soylu ya da değil.
Siz beni küçümsüyorsunuz ama bu da babanızın davranışlarını görüp öğrendiğiniz için böyle. Siz benim her şeyimsiniz. Bir annenin sevgisi sınırsızdır, asla kin tutmaz... Ah, keşke sizler bu sevgiyi anlayabilseydiniz.
Çocuksuz bir kadının hayatı hiçbir şeydir, Ines. Kadınlar erkek olmadan yaşayamaz. Ama çocuğu varsa, kocası ne kadar kötü olursa olsun, hayatını sürdürebilir. Tıpkı benim gibi.
Kaptan Escalante nihayet senin kocan oldu, çok şükür. Kadınların kocası olunca kendine ait sıcak bir evi olur, hizmetçileri olur, rahat bir yaşamı olur. Biz asil kadınlara ise büyük malikâneler bile düşer. İşte gerçek hayat budur. O evde senin tek görevin var: varis doğurmak. Kadın olarak yapılacak iş sadece bu...」
“Yeter, yak git gitsin.”
Ines, sabrı tükenmiş yüz ifadesiyle, yarısına bile gelmediği mektubu yeniden Raul’a uzattı. Raul ise hiç sorgulamadan mektubu kapıp salondaki mumluğa dikkatle koydu.
Sevmediği çocuklarının, onun hayatındaki tek şey olduğunu söylemek; tersinden bakınca ne kadar acıklı ve gülünç bir hayatmış. Ballestena Dükü’nün karısı, aslında çocuk sahibi olmaması gereken insanın tipik örneğiydi.
Gerçekten sevseydi, gerçekten onun her şeyi olsa, belki anlardı... Ama rahat bir hayat, “doğru hayat” denen şey sadece başkalarını ve kendini eziyormuş.
Ines, önceki haline kıyasla annesinden biraz uzaklaşıp onun hayatını da düşünmeye başlamıştı; ama bir yandan da annesinin dediği her şeyin tam tersini yapma dürtüsünü hissetmekten kendini alamadı.
Sabah çocuk sahibi olmayı düşünürken, öğleden sonra ölene dek çocuk istememeye karar verdi. Sadece bir mektup yüzünden.
“...Ama asla başkasının etkisi altında kalmamalıyım.”
Zaten annesiyle işi kalmamıştı. Planlandığı gibi bundan sonra ölene dek kendi istediği gibi yaşayacaktı. Annesi ne derse desin, bu hayat artık saray ya da Oscar ya da anne babasının değil, onun istediği gibi akıyordu.
Ama buna rağmen, içini yakan buruk bir tat vardı.
Çok eski zamanlarda, art arda düşük yapan kızına annesinin söylediği sözler bundan farksızdı. Veliaht prenses olarak yapman gereken tek şey bir halef doğurmak, peki neden bunu bile yapamıyorsun?
Carsel’le uzun süre evlenemeyen Ines, annesi için "bozulmuş bir yemek" gibiydi; Oscar’ın çocuğunu düşürdüğünde ise "defolu mal"dı.
Ines, annesinin Kraliçe Cayetana’ya baş eğip “vücudu çok kusurlu ve dikkatsiz, onun yüce kanından çocukları sürekli kaybediyoruz” diyerek af dilediği anın aşağılanmasını ansızın dün yaşanmış gibi hatırladı.
O an, Kraliçe’den çok annesinden nefret ettiğini hatırlıyordu.
"Cevabınız ne olacak?"
"Vermeyeceğim."
“İyi düşünmüşsünüz. Zaten iyi olduğunuzu çoktan iletmiştim. Aslında, bunu bildiği hâlde mektup göndermesinin nedeni, muhtemelen bizzat sizin ağzınızdan duymak istemesiydi.”
“Eğer gerçekten doğrudan duymak isteseydi, böyle söylemezdi.”
Raul, Ines’in ruh hâlini artık ezbere bildiğinden, her zamanki gibi dikkatle yüzünü inceledi. Bu, neredeyse kökleşmiş bir alışkanlıktı.
Ines ise Raul’un gereksiz yere zor durumda kalmaması için hafifçe gülümsedi ve sordu.
"Esposa nasıldı? Bana orayı anlat."
"Terkedilmiş bir şato gibiydi."
"...Ne?"
“Yalnızca adım atmanız yeterli. O an itibariyle, her şey sizin olacak Leydi Ines. Bu konuda en ufak bir şüphe yok.”
Az önceye dek Ines’in yüz ifadesini dikkatle gözlemleyen o sadık yüz ifadesi gitmişti, gözlerinde artık bastırması güç bir hırs parıldıyordu.
“Ama ben pek sahip olmak istemiyorum...”
“Leydi Ines... nasıl sözler bunlar? Zaten Yüzbaşı Escalante bir gün Dük unvanını devralacak kişi değil mi? O halde her şey er ya da geç sizin olacaktır. Bu, doğanın kaçınılmaz düzenidir.”
“Yani, benim irademin pek bir önemi yok, öyle mi?”
“Zaten her şey er geç size ait olacakken neden geri çeviriyorsunuz ki? Benim demek istediğim yalnızca, bunu biraz daha erken elde edebileceğinizdi.”
“Peki ya Escalante Düşesi?”
“Oradaki söylentilere göre, Düşes Hanımefendi Espoza’yı pek sevmiyor gibiymiş. Dört mevsimin dördünü de yalnızca Mendoza’da geçiriyormuş, öyle diyorlar.”
“Düşes’in sık sık Mendoza’da bulunduğunu ben de duymuştum.”
Bunun sebebi Espoza’dan hoşlanmaması değil, büyük ihtimalle İmparatoriçe Cayetana yüzündendi. O kadının açgözlülüğüne her defasında ayak uydurmak zorunda kalıyor olmalıydı...
Yumuşak mizacıyla, her daim nazikçe gülümseyen o zarif kadın.
Ines, Oscar’ın nişanlısıyken Düşes de Oscar’ın teyzesi olduğu için aynı mekânlarda bulunmuşlukları sayısızdı. Fakat gariptir, Carsel gibi net bir bağ hiç kurulamamıştı aralarında.
Belki de, kendi etrafında dönen bir dünyada yaşamaktan başkasına bakmaya fırsat bulamayan Ines’in kayıtsızlığındandı bu.
Ama aynı zamanda bu, Escalante Düşesi’nin ne kadar sessiz ve gölgede kalan biri olduğunun da göstergesiydi. Şimdilik uzak ama uyumlu bir ilişki sürdürüyorlardı...
“Ayrıca, Yüzbaşı'nın küçük kardeşi yakında harp okulunu bitirip subaylığa atandığında, hayatı boyunca sadece görev yerleriyle Mendoza arasında gidip gelecek. Yani, her şey yalnızca...”
“...Benim olacak, öyle mi?”
Ines pek de memnun olmayan bir ses tonuyla sorduğunda, Raul parlayan gözlerle başını salladı.
“Orada yalnızca varlık gösterdiğiniz anda bile, her şey kendiliğinden ayaklarınızın altına serilecektir.”
“Ayaklarımın altına bir şeyler serilmesini falan istemediğimi söylemiştim.”
“O hâlde Escalante’nin büyük oğluyla evlenmeyecektiniz. Sonuçta seçimi siz yaptınız...”
Raul, saygı sınırını biraz aşan bir homurtuyla söylendi, ardından çabucak eski saygılı hâline döndü.
“Her neyse, siz öyle bilin yeter. Gideceğiniz zaman bana haber verin, o kadar.”
“Anladım, yeter artık. Beynimi yıkamayı bırak.”
“Bir de... On beş gün kadar önce Perez Şatosu’na ulaşan bir haber vardı ama görünüşe bakılırsa hâlâ Calstera’ya iletilmemiş. Don Joaquin'in uzun bir süre sonra gönderdiği, himayesinde olan genç ressamlarla ilgili bir haberdi...”
Dalgın dalgın pencereden dışarı bakan bakışları, Raul'un yüzüne geri döndü.
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »
Yorumlar
Yorum Gönder