This Marriage Is Bound To Sink Anyway 79. Bölüm (Türkçe Novel)


 Sabahın o önemsiz sarsıntısını atlatması biraz zaman aldı.

“...Böyle giderse çocuk sahibi olmaya fırsat bile bulamayacağız, Carsel.”

Böylece, sabah aceleyle yutulup gitmiş bir lafı toparlayıp, geç kalmış bir serzeniş gibi üniformasını giymekte olan Carsel’in arkasından seslendi.

Ama artık bu konuyu açıkça dile getirmenin zamanı gelmişti.

Bu şekilde devam edemezdi. İnsan, bir şeylerden yoksun kalmalı ki, tatminsizliğe dayanamayarak dışarı çıkmak istesin. Ama onun gözünden bakıldığında bile, son zamanlarda Carsel’in hiçbir eksikliği yok gibiydi. İnsan kendini eve hapsolmuş hissetmeli ki dışarıya çıkmanın yolunu arasın. Ama bu gidişle, Carsel evi sonsuza dek terk etmeyecek gibiydi...

‘Oysa ilk başlarda...’

Ve epey bir süre, böyle değildi...

İlk geceyi, yeni evli çift gibi geçirdikleri huzurlu günlerin hatırası artık silikleşmişti. Şimdilerde onların hayatı yalnızca sevişmekten ibaretti. Ya da hiçbir şey yapmadan birlikte vakit geçirmekten...

Kimi suçlayabilirdi ki? Ines kendi cazibesinin fazlasıyla farkındaydı. Mevcut hâlini değerlendirdiğinde gördüğü tablo buydu: Veliaht prenses olduğu zamanlardaki kusursuz fiziği olmasa da, oldukça alımlı bir vücut; özel olarak süslenmemiş olsa bile, insanın ister istemez bakakaldığı bir yüz...

Bu değerlendirmeyi yaparken en ufak bir kendini beğenmişlik taşımıyordu. Ne de olsa, bu kadarı Carsel Escalante’ye öyle büyük bir etki yaratmazdı. Ama sonuçta kutsal bir evliliği yaşatıyor olmaları, onu başka bir seçeneğe yönlendirmediğinden, en azından bu kadarıyla yetinip yerleşip kalmıştı.

Üstelik, çevresindekilerin ilgisini biraz daha çekebilmek adına ufak tefek süslenmeye başladığı dönemle de her şeyin denk gelmesi... Bu tesadüfü fark edip yeniden sade bir görünüme dönmeye çalışsa da, tam da böylesine genç, kanı kaynayan bir yaşta bu tür çabaların fazla etkisi olmuyordu.

“Bu böyle gitmez...”

Bu hâliyle, Carsel Escalante’yi serbest bırakmak—kendi haline bırakmak—neredeyse imkânsızdı.

“Yani, belli bir düzene ihtiyacımız var.”

Ve bu planın içinde onun için bir itiraz hakkı yoktu. Bu yüzden de doğrudan karşı çıkmak yerine, dolaylı bir biçimde kurallar koymak gerekiyordu.

“...Çocuk mu?”

Carsel, bir süre yanıt vermeden gömleğini üzerine geçirirken düğmelerini iliklemeye başladı. Ardından hafifçe ona dönüp bakarken bu sözcüğü tekrarladı.

Kendi ağzıyla “çocuk” demesine rağmen, o ana dek böyle bir konunun aklının ucundan bile geçmediği, bakışlarından açıkça belliydi.

Sadece keyfini çıkarmakla yetinmiş, ötesini hiç düşünmemişti...

Ines, içindeki hafif bir kırıklığı bastırarak konuştu.

“Anlamlı günleri seçelim diyorum.”

“Anlamlı derken?”

“Yani... hamile kalmam için en uygun günleri.”

Carsel, gömleğinin manşetlerine kol düğmelerini takarken bakışlarını kısa bir an yere indirdi, sonra tuhaf bir ifadeyle gözlerini kaldırıp ona döndü.

“Bunu sabah sabah dinlemek... biraz fazla kışkırtıcı olmadı mı sence de?”

“Lütfen, konuşma. Sadece dinle, Carsel.”

Ines bunu baştan engellemek istercesine, sakin ama kararlı bir ses tonuyla yanıtladı.

“Günleri belirleyip kurallar koyacağız. Diğer çiftlerin yaptığı gibi.”

“Her gün düzenli yapmak daha etkili olmaz mı sence?”

“...Düzenli egzersiz yapacaksan lütfen yalnız yap. Çünkü ben senin tempona ayak uyduramıyorum.”

“Dün için özür diledim ya. Bugünden itibaren, antrenmanları ölümüne yapacağım artık.”

Carsel, abartılı bir ciddiyetle ve aşırı sorumluluk bilinciyle cevap verdi. Ölmek de nereden çıktı şimdi...

Ines, onun bu dramatik çıkışına karşı hafifçe yüzünü buruşturdu, sanki önceden pes etmiş gibi başını iki yana salladı.

Carsel, gömleğinin üzerine sadece mavi üniforma ceketini geçirmiş hâliyle ona doğru bir adım attı.

“Biliyor musun Ines, sen... galiba elinden gelenin en iyisini yapmaya hiç niyetin yok.”

“...Ne dedin sen?”

“İşin kolayına kaçıp, bir an önce sonuç almak istiyorsun, ama ihtimali en yükseğe çekmek için elinden geleni yapmayı düşünmüyorsun bile.”

“Elinden geleni yapmamak mı?”

Bu, tam anlamıyla Ines’in hassas yerine basan bir söz olmuştu—üstelik hayatında belki de en çok çaba sarf ettiği dönemde. Hem gururunu hem de mücadeleci yanını aynı anda dürtmüştü.

“Carsel, lafını düzgün seç. Ben elimden gelenin en iyisini yapıyorum. Seninse tek yaptığın işin tadını çıkarmak.”

“Eğlenme kısmında senin de hiç geri kalmadığını söyleyebilirim ama.”

“...”

“Daha dün gece bile...”

Geceye dair anılar bir anda zihninde canlanınca, Ines’in dili tutuldu. Carsel ise üniformasının düğmelerini birer birer iliklerken gülümsemekten geri durmadı.

“Ağzını öyle açık bırakınca yine beslemek geliyor içimden.”

“Sen—!”

“—Yemekten bahsediyorum.”

“...Konuya geri dönelim.”

“Ne demek istediğini gayet iyi anladım.”

“Emin misin anladığından?”

Ines, bakışlarını şüpheyle ona dikti. Carsel, son olarak yakasını ilikleyip başını hafifçe salladı.

“Zaten ben seni hep dinliyorum, fark etmedin mi?”

“Hayır... Dinlemiyorsun.”

“Dinliyorum tabii. Bu yüzden—bu gece itibarıyla—usulüne uygun şekilde, sadece bir kez yapacağız.”

“Bu gece itibarıyla mı?”

“Senin fikrini dikkate aldım.”

“Yani her gün yapacağız, öyle mi?”

“Fikrimi de kattım tabii.”

“...”

“Arkandaki yakayı biraz düzeltir misin?”

Ines, Carsel’in sırtına doğru hafifçe yükselerek kıvrılmış yaka kısmını düzeltti. Carsel, ferahlamış bir ifadeyle tekrar ona döndü.

“Bugün de yardımın için teşekkürler, Ines.”

 ona yardım ettiği bir şey olmamasına rağmen, Carsel oldukça rahat ve kendinden emin bir şekilde teşekkür etti ve Ines’in saçının tepesine bir öpücük kondurdu.

Ines, Carsel gidince odada yalnız kaldı.

“...Bu hiç iyiye işaret değil...”

Böyle gitmesi hiç iyi olmazdı...


***


“Birden neden bu kadar zayıfladınız?”

Ines, gözlerini hafifçe çevirerek Raul’un bakışlarından kaçındı. Zayıf değildi aslında, ama bu hâlin zayıflık olarak değerlendirilmesinin tek sebebi vardı.

O sebebi söylemesi mümkün değildi.

“...İyi yiyor, iyi yaşıyorum.”

“Ya uykunuz nasıl?”

“O da gayet iyi.”

“Gerçekten... Bu yüzden size Juana ya da ben bakmalıydım.”

“Esposa Kalesi nasıldı?”

“Önce bunu alın.”

Raul, yeleğin iç cebinden bir mektup çıkardı. Mührü görünce Ines iç çekti.

“Perez Kalesini mi ziyaret ettin?”

"Her şeyi Esposa'ya taşımak isteyeceğinizi sanmıyorum. Bavullar Juana ile birlikte Perez Kalesi'nde tasnif edildi."

“İyi iş çıkardın. Ama...”

Ines, biraz isteksizce mektubu aldı. Annesi, Balestena Düşesi’nin mektubuydu.“Okumadan önce yakayım mı?”Raul, bunu iletmekten memnun olmadığını belli edercesine sordu. Ines ise başını sallayarak hayır dedi.

On yıl öncesinde, annesiyle sürekli ters düşüp kendine zarar vermekten çekinmediği günler çoktan geçmişti.

O zamanlar Ines'in öfke kontrolü tamamen bozulmuş gibiydi ve tahammül edilemezdi; annesi ise ona her gördüğünde, “İğrenç görünüyorsun, biraz düzgün giyin.” “Domuz gibi şişmanladın, ne yapacaksın?” “Saçını düzelt.” “Yüz ifaden daha kız gibi olsun.” “O korkunç elbiseyi çıkar.” gibi laflar ediyordu. Altı yaşındaki Ines, annesinden başka bir şey duymuyordu. Yeni hayatında umutsuzluğa kapılan Ines’in sabrı ise tükenmişti.

Düşes’in emriyle hizmetçiler saçlarını düzeltmeye çalıştığında onları tırmalıyor, renkli elbiseleri parçalıyor, vücuduyla ilgili kötü sözler duyunca kendi bedenine zarar veriyordu.

Azıcık kilo alması bile sorun olduysa, inatla yemeye devam ediyor; aç bırakılınca da huzursuzluk çıkarıyordu. Çıplak bırakılıp kapıya asılma tehdidi duyduğunda ise, “Anladım.” deyip kendisi soyunup kapıdan çıkmaya kalkıyordu. O zaman Düşes, sonunda Ines’i kontrol edemeyeceğini fark etmişti.

Bir asil kız için yasalarca öngörülmüş kara kıyafetleri giyiyor olması, annesi için müdahale etmekten başka çare bırakmıyordu; ancak ilk hayatından beri annesiyle son derece sorunlu olan ve ruhen de genç kalan Ines için annesinin sinirli, kırıcı sözleri dayanılmaz bir işkenceydi.

Zamanla; bütün paranoyalar, kuruntular ve sinirsel depresyonlarla boğuşan, küçük Luciano ve Ines’i de sıkıntıya sokan annesi, Ines veliaht prenses olduktan sonra bile onun yanında olmamıştı.

İmparatoriçe Cayetana'nın gelinini aşağılamak için söylediği sözlerin, aynı şekilde Ines’in biyolojik annesinden de çıktığını kim inanırdı?

Tekrarlanan düşükleri eleştiren sadece kraliyet ailesi değildi. Ines, annesini hiç sevmese de bundan incinmişti.

Çocuklarına zarar verirken aynı zamanda onların sevgi ve ilgisini bekleyen Düşes, Luciano ile Ines büyüyüp aralarına mesafe koymaya başlayınca, 'Sevgili çocuklarım' diye başlayan tehdit dolu mektuplar sık sık göndermeye başlamıştı.

Sonra, Ines yirmi dört yaşına geldiğinde, “Bunlar sen ve kız kardeşin yüzünden oldu” diye yazdığı mektubunu Luciano’ya bırakarak intihar girişiminde bulunmuştu...

Ines o mektuptan, annesinden hayatı boyunca duyduğu tüm kötü sözlerden bile daha çok nefret etti.

Annesinin sadece çocuklarında suçluluk duygusu bırakmak için böyle bir seçim yaptığını düşündü. Kızının hayatının ne kadar batağın içinde olduğunu bilmesine rağmen, hiç umursamadan böyle bir şey yaptığını...

Annesinin ölmediğini öğrendiği o günden itibaren — kendi ölünceye dek — düşesi bir daha hiç görmedi. Perez’den gelen mektupları ise hiç okumadan hemen yaktı.

Belki de bu alışkanlık halen devam ediyordu... Küçük Ines yıllarca müdahaleleri reddedip çılgınca davranınca, düşes korktu ve o kötü ruhun yüzünü gördüğünü söyleyerek, kendi soyundan olanlara bile mektuplarla disiplin vermeye başladı. Ines’in aldığı her mektubu sadece ateş yakmak için kullandığını bilmesine rağmen...

Balestena Dükü ve Luciano, Ines onu ittiğinde hemen geri çekilen, iradesiz adamlar olsalar da, düşes bambaşkaydı. Ines bunun farkına ancak on yaşına geldiğinde vardı.

İlk hayatında, o zamanlar annesinin ona son kez sevgi gösterdiği andı bu.

Yorumlar