This Marriage Is Bound To Sink Anyway 108. Bölüm (Türkçe Novel)

"Bunu bana neden veriyorsun...?"
"Al, şu an sahip olduğum tek şey bu."
"Ben... hanımefendi, böyle bir şeyi kabul etmeye cesaret edemem."
"Neden?"
"...Ben, çok..."
"Çok, ne?"
"...Değersizim... Bu benim ilk seferimdi... Hiçbir şey bilmiyorum..."
"..."
"Sizin gibi yüce birine... kirli... kirli arzular besledim..."
"..."
'Sadece yük oldum size... Benim gibi biri, bunu nasıl kabul eder..."
Yere bakıp titrek sesle konuşmayı bile sürdürememesi, hem çok sevimli hem de çok acıklıydı. Yalanla bile 'çok iyiydin' diyemese de, ilk dediğin şey zaten böyle olurdu.
Zaten Ines, saf Emiliano’nun fersah fersah önündeydi. O ise, ustalıklı Ines’in elinde serseme dönmüş halde çılgın heyecanını kontrol altında tutmak için çaresizce uğraşıyordu.
O kadar ki, Ines’in 'bedeninin' de tıpkı kendi gibi ilk seferi olduğunu fark edemeyecek kadar dağılmıştı. Ne o an fark etmişti, ne de ardından görülen o kan lekesinden sonra.
Kan izlerini görünce, yine de 'Ben yapamadım' diye kendisini suçlamıştı. İlk seferi olduğunu söylediğinde ise rengi sapsarı kesilmiş, yine defalarca özür dilemişti. "Nasıl cüret ettim... Affedin... Veliaht prenses olacak birine... Her şey benim suçum, artık yaşamak istemiyorum... Beni öldürün... Her şeyi mahvettim..."
Ona sus demek için bir kez daha sevişmeleri gerekmişti. O kadar büyülenmişti ki, sonunda 'o kadar mutluyum ki ölesim geliyor' diye itiraf ettiğinde Ines, kendini tutamayıp istemsizce gülümsemişti.
“Sen çok güzel bir yüzeye sahipsin, şaşırtıcı şekilde güçlüsün de... Bir tek ağzını kapalı tutsan mükemmel olurdun.” dediğinde, dudaklarını sımsıkı kapayıp yaşlı gözlerle olabildiğince gayretli davranışı ne kadar tatlıydı.
“Ağlıyor musun?”
“Hayır... Hayır, sadece...”
“Neden ağlıyorsun?”
“O kadar mutluyum ki... Siz... rüya gibisiniz...”
Gülünçtü ama o an Ines için de bir rüya gibiydi. Biraz gurur kırıcı bile sayılırdı. Emiliano; sevişmeyi geç, çıplak bir kadını çizim dışında bile o güne kadar hiç görmemişti. Sonradan öğrendiğine göre, kadın nü çizmek bile ona müstehcen geldiği için denememişti.
Ines’e yönelttiği o saf övgüler... o içten gelen tatlı sözler... bir tanrıçaya tapan bir müridin saygısına benzeyen hali... hepsi onun ne kadar 'yoğun' bir arzuya esir düştüğünü gözler önüne seriyordu.
Bu yüzden daha başlar başlamaz bitirseydi bile şaşırmazdı. Ama öyle yapmadan sonuna kadar dayanması, oldukça takdire şayan bir 'ilk deneyim' olmuştu. Tabii bu tür soğukkanlı değerlendirmeleri, iş bitince yapabiliyordu ancak.
Aslında Ines, onun iyi mi kötü mü olduğunu tartacak halde bile değildi. Emiliano’nun her bocalayışında, sanki o da ilk defa bir erkekle oluyor gibi bir ürperti ve coşkuya kapılıyordu.
Her şey heyecan vericiydi. Her şey, onun bugüne dek bildiğinden bambaşkaydı.
Henüz Oscar’ın sadakatsizliğini öğrenmeden önce bile, Ines hiçbir zaman sevişme sırasında mutlu hissetmemişti. Evliliğin ilk zamanları, en azından katlanılabilir bir düzeydeydi. Görev gibi, sıradan bir sevişmeydi ve en azından kendini onun mastürbasyon aracı gibi hissetmiyordu.
Ama zamanla Oscar giderek garipleşmiş, cinselliğini doyurmak için tuhaf ve rahatsız edici davranışlara sapmaya başlamıştı. Ines ise kendini koruyabilmek adına, yalnızca savunmacı bir uyarılmayla yanıt verir olmuştu.
Ancak bu da bir noktadan sonra sınırı aşmıştı. En sonunda, kendi duygularını hiçe sayıp sadece onu olabildiğince hızlı tatmin edip yataktan kaçmak ister hale gelmişti. 'Erkeği çabuk tatmin etme tekniği' diye bir şey varsa, o bunu ustalıkla uyguluyordu. Ve her gece, kendini bir fahişe gibi hissederek yaşıyordu.
Oscar’ın gerçekten fahişelerle birlikte olduğu ve hatta erkek genelevlerine gittiğini öğrenmeden önce bile.
Erkek genelevlerindeki oğlanlara girmiş bir penisi istemeye istemeye kabul ederken bile, çocuklarını kaybettiren o ihaneti tüm çıplaklığıyla bilirken bile, tek gerçeği şu olmuştu: Onu tatmin etmeden bu kabus bitmeyecek.
Onu yumruklarken bile Oscar, Ines’e sahip oluyordu. “Bari döv beni.” dediğinde ne demişti? Sadece hafif bir mahcubiyetle, “Güzel karımı yaralayamam ya.” demişti.
“Sen benim gururumsun, Ines.”
Zorla ağzına o pis aleti tıkarken bile, sevgiyle fısıldayan o iblis sesi...
Ines artık bir veliaht prenses değildi. Sadece soylu, kaliteli bir orospuydu. İmparatoriçe için bile değerini belirleyen tek şey, doğurup doğuramayacağıydı; ondan başka hiçbir şey, kendini tanımlamasına yetmiyordu.
Seks, onun için sadece ve sadece aşağılayıcıydı.
"Bu kolye... benim için çok fazla değerli Leydim. Bana bir iyilik yapın ve geri alın..."
“Emiliano.”
"...Adımı böylesine yüce birinin bilmesi bile benim için yeterlidir."
“...”
"O asil gözlerinizde, küçücük de olsa yer bulmuş olmam bile..."
Ta ki o gece, neredeyse tapınmaya varan bir aşkla sevildiği geceye kadar.
Belki Ines de gerçekten biraz saftı. Alt sınıf erkeğe aşık olmanın, gerçek aşkı yaşamak olduğunu düşünmüştü. Ve kendisinin de bir şeylere sahip olmayışının, gerçek bir hayat yaşamak için yeterli olduğunu...
Saf görünümlü bir adamı, safça kullanabileceğini sanmıştı. Artık kaybedecek bir şeyi kalmadığını düşünerek bu ilişkiye kalkışmıştı.
"Ben nerede olursam olayım... hanımefendinin onuruna leke sürecek bir şey yapmam. Benim sahip olduğum tek şey bu resim çizen iki elim. Size verecek hiçbir şeyim yok. Ama söz veriyorum... sahip olduğum tek şeyle, bu ellerimle yemin ederim ki..."
"Bununla çeneni kapatmaya çalışmıyorum."
"...O zaman neden?"
"Dışarı çıkıp yaygara koparsan bile kimse sana inanmaz. Yani bu, çeneni kapalı tutmak için çok pahalı olurdu."
"..."
"Şu çocuksu yüz ifadesini bırak."
"Özür dilerim..."
"'Özür dilerim' demeyi de bırak artık.’
"Özür... ah."
"Bu sadece kalbimden gelen bir şey. Çünkü, çok... güzeldi."
"...Efendim?"
"Yani, para karşılığı gibi değil... bu bir karşılık değil..."
"Hanımefendi yüzünüz kızardı."
"..."
"Sizi ilk defa böyle utanırken görüyorum."
"...Kes sesini."
Ancak Emiliano, bir zamanlar sahip olduğu masum güveni besleyen tek kişiydi.
"Ama bu benim için fazla kıymetli."
"Al, çünkü şu anda verebileceğim tek şey bu..."
"Güzel olduğunu söylediniz ama... pek iyi... olamadım ki ben..."
"Zaten bunun bir karşılık olmadığını söyledim. Öyle olsa, kimin daha iyi olduğunu hesaba katarsak parayı benim almam gerekir."
"Orası doğru. Ama ben size sunacak hiçbir şeyim yok..."
"O zaman bana bir gün bir resim yap."
"...Zaten portrenizi çiziyorum, biliyorsunuz."
"Beni çizme... ben kendimi pek sevmem. Onun yerine çok güzel bir resim yap bana. Şimdiye kadar yaptığın en güzel resim olsun."
"Ama şimdiye kadar çizdiğim hiçbir resim, sizin portrenizden daha güzel değil."
"...Gerçekten öyle hissediyorsun sen."
"Yine yüzünüz kızardı... Çok tatlısınız."
"Al bunu."
"...Bunun kalbinizden gelen bir şey olduğunu söylediniz. Bu gece güzel geçtiği için verdiğinizi..."
"...Senden hoşlandığım için veriyorum."
"..."
"O yüzden al. Bu, benim kalbimin bir kanıtı, Emiliano."
Onun o kolyeyi sanki bütün dünyayı kazanmış gibi kabul edişini hala hatırlıyordu.
"Bu kolye... gözlerinizle aynı renk."
Bir çiçek gibi gülümsemişti.
Emiliano, o kolyeyi kutsal bir emanet gibi taşıdı. O, ona Ines’in verdiği ilk hediyeydi; aynı zamanda ilk gecelerini simgeliyordu. Emiliano gibi hassas bir adam için bu, elbette çok doğal bir davranıştı.
Ama onlar, ne yazık ki çok fakirdiler. Ines 16, Emiliano 18 yaşındayken başlamıştı; Ines 20, Emiliano 22 olduğunda dört yıl geçmişti. Bu süre boyunca dünyayı dolaşırken Ines, saraydan getirdiği her şeyi satmıştı. O yeşil olivin taşı kolyenin eski altın zinciri de bunlara dahildi.
Hiçbir şeye tamah etmeyen Emiliano, nadiren bu kadar üzülürdü. Ama bu kolyeye çok üzülmüştü ve geriye sadece yarısı kaldığında, onu daha da kıymetli gördü. Ines, ne zaman değerli bir eşyasını satmak zorunda kalsa, Emiliano içine kapanıp kolyenin taşına dokunarak moralini toplamaya çalışır, Ines odaya girdiğinde hiçbir şey olmamış gibi gülümserdi.
"Bir gün işlerimi yoluna koyup resim satar hale gelirsem, bu kolyenin zincirini ilk iş yeniden alacağım."
"İlk iş hediyemi geri alacaksın ha, ne saçmalıyorsun?’
"Ama bu gerçekten çok önemli... Leydi Ines"
"Hani sana verince kabul etmemiştin."
"Çünkü benim için fazla değerliydi...tıpkı sizin gibi.’
"Eğer bu kadar değer vereceğini bilseydim, daha iyisini verirdim ilk hediye" diye."
"Bu kolyeden daha değerli bir şey yok."
"Nasıl yok? Elmas bile demiyorum, o zincirin ağırlığında bir yakutla birkaç soylu at alırsın."
"Yakut istemem. Olivin taşı daha güzel."
"Nedenmiş o?"
"...Gözlerinize benziyor çünkü..."
O kolyeyi El Tabeo’da sattıkları günü de hatırlıyordu. Emiliano’nun ölmeden hemen öncesindeydi. Ellerinde kalan tek değerli şey oydu. Emiliano ne yapıp edip onu satmamaya çalıştı ama en sonunda, mecbur kalıp sattı... ve ağladı.
"Benim gibi değersiz biri sizi bu hale getirdi."
Hayır. Ben yüzünden sen bu hale geldin.
"Sizi mahvettim ben."
Ben seni mahvettim.
"Bu, bana verdiğiniz ilk hediyeydi. Kalbindi bu..."
Seni yerle bir ettim.
"Benim gibi biri... beni sevdiğinizi söylediniz ama, ben sizi bu hale getirdim..."
Ben seni... öldürdüm.
"Lütfen... ağlama. Sen ağladığında... ben dayanamıyorum..."
Emiliano öksürüp kan tükürdü. Tek yapabildiği, titreyen elleriyle çocuğu tutmaktı, taş zemine düşüreceğinden korkuyordu. Emiliano yine ölüme gidiyordu. Bebek kulak tırmalayıcı bir şekilde ağlıyordu. Lütfen... baban ağlama diyor, ne olur... susta...
"Beni unut lütfen. Unut da... o çocukla birlikte gülümseyerek yaşamaya devam et."
Yapamam. Seni unutamam.
Sen ölürsen, ben de öleceğim.
O, can çekişirken Ines sadece tehditler savurabildi. Öleceğim. Yapamam sanma. Eğer burada ölüp gidersen, seni asla affetmem.
Askerler küfrederek Ines’i yerden kaldırdılar. Neredeyse bebeği düşürüyordu, bu yüzden o da küfretti. Emiliano ölmeyecek, önemli değil. Bir şekilde yaşatılabilir. Ayrı kalacak olsak bile, üçümüz hayatta olsak yeter...
Bebek hâlâ ağlıyordu. Emiliano’nun nefesinin kesildiğini gördüklerinde, Luciano ağır adımlarla doğruldu.
"Sevgilin artık öldü, Ines."
"Sevgilim değil. O benim kocamdı."
"O herif, asla senin kocan olmadı."
"Biz Tanrı’nın huzurunda yemin ettik!"
"Demek ki yalan yere yemin ettiniz."
"..."
"Tahtın varisini aldatmanın cezası büyüktür. Ama Kraliçe, Balestena ile olan siyasi dengeyi gözetip seni affeder ve sana gerçek kocanı uygun görür. Ne de olsa hala bakiresin."
"Onların affını istemiyorum."
"O piç çocuğu yaşatmak istiyorsan, istemek zorundasın.’
Bu yüzden bir süre daha yaşadı. Kraliyetten affını da diledi. Yaşlı bir kontun ikinci eşi olmayı da kabul etti. Hepsi, çocuğunun yaşayabilmesi için istenen bedeldi çünkü.
Ama hayır. Emiliano... onlar bizim çocuğumuzu öldüreceklerini söylediler. Böyle aşağılık bir piç, ellerini kirletmeye bile değmezmiş. Onu toprağın altına, terkedilmiş bir yere gömüp geçeceklerini söylediler. Beni kandırdılar. Bu savaşı kazanmalarını izleyemezdim.
Sevdiğim babam, nefret ettiğim kraliyetle bir oldu. Seni ve çocuğumuzu hiç var olmamış gibi gösterdiler. Sonra da her şey düzelmiş gibi beni vitrine koyup sergilediler.
O küçük çocuğun acı içinde can vermesine dayanamazdım. Bu yüzden...
Olivin taşının üzerine göz yaşları düşüyordu. Ines malikaneye döner dönmez büyükannesinden kalan o kolyeyi bulmak için odasını altüst etmişti.
Gerçek olan buydu. Sahip olduğu tek gerçek kolye buydu. İki tane kolye? Ne berbat bir şakaydı. Kaderiyle sürekli oynayan biri tarafından yapılmış çok kötü bir şaka. Bu yüzden rahatlamış olmalıydı.
Emiliano hâlâ hiçbir şeyden haberi olmayan, mutlu bir ressamdı. Onu hiç tanımamış gibi, ömrünü huzurla sürdürecekti. Eğer öyleyse...
"Bu kolyenin sahibi onu buraya... üç yıl önce bıraktı."
Onun öldüğü yıl. Hayatı boyunca açıp bakamadığı o kolyede, Emiliano’nun yüzü yansıyordu. Baraj yıkıldı. Zorlukla inşa ettiği her şey yıkılıp gitti.
Zihni yeniden parçalanıyor gibiydi. Bebeğin ağlama sesi, kulağında yankılanıyordu.
Sanki o günden sonra bir gün bile yaşamamış gibi hissediyordu.
"Beni hatırlıyor musun? Sen de... beni gerçekten hatırlıyor musun?"
"O zaman benim işlediğim günahları da biliyorsun, değil mi?"
Emiliano... Ben...
“...Çocuğumuzu öldürdüm.”
Senin sevdiğin o Ines’i öldürdüm.
Senin istediğin hiçbir şeyi yerine getirmedim.
“Bunun için beni affedebilir misin?”
Ines dudaklarını o soğuk taşa bastırdı.
Ben kendimi asla affedemem, Emiliano...
“O yüzden... ne olur, beni hatırlama. Lütfen...”
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »
Yorumlar
Yorum Gönder