This Marriage Is Bound To Sink Anyway 107. Bölüm (Türkçe Novel)

“E tabii öyledir ama kocanızı sınava sokmanın ne anlamı var? Nasıl olsa en güzel yine siz olacaksınız. Kimse sizi küçümseyemesin diye göster onlara, hadlerini bilsinler!”
Bayan Coronado, Ines’in yerine savaş azmiyle dolmuş gibi önden yürüyüp terzi dükkanına girerken, yarım gün boyunca orada kalacaklarını bilmiyordu.
Evet, tam bir yarım gün geçmişti ve sonunda Ines, esaretten salınmış bir tutsak gibi sokak kenarında Coronado ailesinin faytonunu bekliyordu. Terzide enerjisinin çoğunu harcamışken, üstüne üstlük bir de faytonun ortalıkta görünmemesiyle, hızla tükeniyordu.
Bayan Coronado ise onun bu haline tanıklık ettikçe iyice telaşlanıyor, bu da Ines’i daha da yoruyordu.
“Şu ahmak faytoncu nereye kayboldu böyle!.. Açıkça burada bekle demiştim!”
“Sakin olun. Biraz daha bekleyelim, gerekirse şuradan başka bir fayton da bulabiliriz.”
“Ben olsam neyse de, sizi nasıl olur da öyle bir şeye bindiririm!.. Gerçekten çok üzgünüm.”
“Hiç önemi yok. Belki faytoncu başka bir yerde bekliyordur ya da Coronado malikanesine dönmüştür. O yüzden belki önce—”
“O budala, yoksa o köşeyi burasıyla mı karıştırdı?”
“Hmm... Belki öyledir. İsterseniz oraya gidip bakalım mı?”
Ines gözleriyle sokağın başından sonuna kadar olan mesafeyi ölçtü. Bayan Coronado hızla başını iki yana salladı.
“Bunca saat yorgunluktan sonra nasıl yürürsünüz! Hiçbir yere kıpırdamayın, ben gidip bakarım. Fayton oradaysa sizi almaya geri dönerim.”
“Hayır, Bayan Coronado. Demek istediğim, ben gidip bakayım. Belki faytoncu gelir diye sizin burada kalmanız daha iyi olur...”
“Sokağı bile doğru düzgün bilmezken nereye! Bekleyin burada! Belki faytoncu bu tarafa gelir!”
“Bayan—”
“Eğer görürseniz, benden sağlam bir fırça yiyeceğini de iletin!”
Daha fazla engel olamadan, elbisesinin eteklerini her iki eliyle kararlılıkla tutup savaş alanına gider gibi hızla yürüyüp uzaklaştı. Geride yalnız kalan Ines, bir an ne yapacağını bilemez halde bir o tarafa, bir de onun uzaklaşan silüetine baktı. Bu kadarını yapması gerekmiyordu ki...
Ama doğrusu, Ines’in bu çevreye hiç de aşina olmadığı da bir gerçekti. Gidip gelmesi düz bir yoldu ama Bayan Coronado için böyle birine orada beklemek daha büyük işkence olurdu.
Faytona hemen bindiremediği için bu kadar mahcup ve telaşlıydı... Öte yandan, Ines için de yirmili yaşlarının sonlarında bir kadının gözünün önünde böyle çabalayarak koşuşturmasını izlemek ayrı bir işkenceydi.
Ines, boşuna dönmesin diye onun gittiği yöne doğru birkaç adım atmayı düşündü ama... genelde sorunlar, 'sakın kımıldama' diye tembihlenen kişinin yerinden kıpırdamasıyla çıkardı. Üstelik kalabalık bir sokakta birbirini kaçırmak işten bile değildi.
O yüzden istemeye istemeye olduğu yerde kalmaya karar verdi. Bir kez daha köşeyi ve karşı yönü dikkatle gözden geçirdi. Ne kadar bakarsa baksın, Coronado ailesinin faytonu ortalıkta yoktu.
Ines, artık kalabalıkta görünmeyecek kadar uzaklaşmış olan Bayan Coronado'nun gidiş yönüne gözlerini dikti. Ne kadar arasa da onu görmesi mümkün değildi. Ines, El Tabeo’da aniden kaybolmuş bir çocuk gibi kalmıştı.
Yorgunlukla derin bir iç çekip başını kaldırdı. Eğer baştan başka bir faytona binmiş olsaydı, belki şimdiye çoktan bir yerlere varmış olurdu... Derken, gözü dalgınlıkla karşı kaldırımda duran bir faytona ilişti.
Tam o sırada, faytonun önünde durduğu dükkandan şık bir hanımefendi çıktı ve doğrudan faytona bindi. O çıkmadan önce sadece dükkanın yan kapısı görünüyordu, ama fayton uzaklaşınca yavaş yavaş dükkanın tamamı ortaya çıktı.
Bu zarif caddenin havasına pek uymasa da hafifçe eski ve yıpranmış haliyle geçmişte ne kadar ihtişamlı olduğu belli olan bir dükkandı. Pencere çerçeveleri ve kapısına sürülmüş mavi boyalar yer yer soyulmuştu.
Ines, dikkatini çeken bu dükkanın, daha önce faytonun gölgesinde kalmış olan tabelasını okumaya başladı.
‘Donna Angelica'nın Mücevher Dükkanı’... Altında küçük harflerle “rehin dükkanı” yazıyordu. Gözleri yavaşça tabeladan aşağıya indi. Mavi çerçeveli vitrinin üzerinde, diğer dükkanlarda olduğu gibi ürünler sergileniyordu. İlk bakışta pek de özel bir şey yoktu.
Ama garip bir deja vu hissi... Ines’in bakışları vitrinin bir köşesine takıldı. Ayakları aklından daha hızlı hareket ediyordu. Elbisesinin eteğinin toprak zeminde sürünmesine aldırmadan yola çıktı.
Kalabalığın arasından sıyrılmak, atlardan ve arabalardan kaçınmak için kollarını kaldırdı ve diğer taraftaki kaldırımda aceleyle yürüyen insanların arasından sıyrıldı. Gözleri hala tek bir noktaya kilitlenmişti. Sanki bir an bile gözlerini ayırırsa o şey bir daha asla geri gelmeyecekmiş gibi.
Uzun süredir temizlenmemiş camın arkasındaki vitrin, dışarıdan bakıldığında sıradan gözükse de içi; pahalı kolyeler ve yüzükler, bir zamanlar zengin bir gelinin düğününde takılmış olabilecek taç, ya da bir soylu ailenin arma yüzüğü gibi şeylerle doluydu.
Mücevher dükkanı ile rehinci dükkanını bir arada yürüten bir yer olduğu belliydi. Yeni ve eski şeyler iç içeydi ama dükkan sahibi bunları öyle iyi sergilemişti ki hiçbir şey garip durmuyordu. Göz alıcı şeyler çoktu ama Ines, hiçbirine aldırmadan doğrudan vitrinin sağ köşesine ilerledi.
‘Olamaz.’
Güneşte rengi biraz solmuş kadife bir yastığın üstünde, iri bir olivin taşı ve ona iliştirilmiş eşkenar dörtgen şeklinde narin bir altın işleme vardı. Bu, bir kolyeye ait bir madalyondu.
Kolyenin zinciri yoktu ve madalyon oldukça büyük olduğundan çoğu kişi bunu sadece yeşil taşlı bir broş sanırdı ama Ines, bunun bir zamanlar bir kolye olduğunu anlayabiliyordu. Zincirin geçtiği gizli halkaların nerede olması gerektiğini bile biliyordu.
“Senorita?”
Dükkanın kapısı açıldı. Soylu görünümlü bir kadının dükkanın önünde öylece dikilip yalnızca vitrini izlediğini gören her dükkan sahibinin yapacağı gibi, adam da onu içeri davet etti. Yaşına bakılırsa muhtemelen Donna Angelica'nın torunu olmalıydı.
Ama Ines, sanki sesini duymamış gibi orada durmaya devam etti.
‘...Şu çizik.’
Madalyonun elmas şekilli kakmasının altındaki ince bir çizik, gözlerini diker dikmez hemen gözüne çarpmıştı. Sanki zaten orada olacağını biliyormuş gibiydi.
Bu asla “o” şeyle aynı olamazdı. Aklını yitirmediyse böyle bir düşünceye nasıl kapılırdı ki? Aksi halde delirmiş olmalıydı — çünkü bu tamamen saçmaydı.
Bir kolyenin dünyada yalnızca bir tane olan tasarımı mı olurmuş? Üstelik onu çıkarıp bakalı ne kadar zaman olmuştu ki... Belki de tıpatıp aynısı bile değildi. Belki sadece benzer bir işçiliğe sahipti. Belki bir taklitti. Ne olursa olsun, 'o' olamazdı. Olamazdı.
Eğer burası El Tabeo değil de başka bir yer olsaydı, belki de bu şeye dönüp bakmazdı bile.
Yani aslında bakmaya gerek bile yoktu... Parmak uçları soğumaya başlamıştı.
“Senorita, neye baktığınızı tam bilemesem de eğer isterseniz, içeride o parçayı yakından inceleyebilirsiniz.”
“...”
“Burası oldukça kalabalık bir sokak... Dikkatli olsanız iyi olur.”
Ines sessizce dükkan sahibinin yanından geçip dükkana girdi. Ağzı kurumuştu. Buna gerek yoktu. Zaten saçmalıktı. Ama dudakları, niyetiyle ters düşerek kendiliğinden hareket etmeye başladı.
“Vitrindeki olivin taşlı madalyonu gösterir misiniz?”
Gözleriyle kontrol etmesi bir an sürecekti. Bir bakışta, nasıl da saçma bir şüpheye kapıldığını anlayacaktı. Ne kadar da gülünç bir kuruntuya... Ne kadar temelsiz bir düşünceye...
“...Olivin taşlı madalyon mu?”
“Evet.”
Mağazanın içindeki vitrini açıp pahalı eşyaları çıkarmaya hazırlanan dükkan sahibi bir an şaşırmış göründü. Bir anlığına tuhaf bir sessizlik oldu.
Ines onu sessizce izlemeye devam ederken, nihayet kendine gelen orta yaşlı adam telaşla pencere kenarındaki vitrini işaret ederek konuştu.
“Gerçekten harika bir zevkiniz var. Çoğu kişi onun bir broş olduğunu zannediyor ama siz nasıl tek bakışta anladınız, hayret doğrusu.”
Adam, madalyonu kadife yastığıyla birlikte getirdi.
Kirli camın ardından bakarken gördüğü haliyle karşılaştırılamayacak kadar farklıydı artık; gözlerinin önünde beliren kolye, belleğinde yer etmiş tüm o tanıdıklığı beraberinde getirdi. Şüphesi bir anda kesinliğe dönüştü. Bunun saçma sapan bir tesadüf olduğunu düşünecek ya da kendini alaya alacak zamanı bile olmamıştı.
Ines elini uzatıp madalyonu çevirdi. Arka yüzüne işlenmiş olan çift haç sembolü... Ve hemen altındaki kazıma.
Ines bu kolyeyi tanıyordu. Madalyonu çeviren parmak uçları yavaşça haçın altındaki kazınmış yazının üzerinden geçti.
‘B.O’. Belinda Olivares. Bu, kolyeyi ona miras bırakan büyükannesinin genç kızlık ismiydi.
Bu kolyeyi, Emiliano’yla ilk kez birlikte oldukları gece ona hediye etmişti.
Yorumlar
Yorum Gönder