This Marriage Is Bound To Sink Anyway 106. Bölüm (Türkçe Novel)

Yok artık. Markiz'in şehvet dolu gülümsemesi zihninde canlandı. Üst rütbeli subayların konutlarının çoğu bu caddede toplanmıştı ve tam tesadüf, Barca Markizi’nin konutu da çok yakındaydı. Carsel gözlerini hafifçe kısarak caddeyi geçti.
Raul Balan’ın ensesi, ata binip geçerken bile tanınacak türdendi. Ona o kadar çok dik dik bakmıştı ki, şaşılacak bir şey yoktu ve Carsel'in olağanüstü görme yeteneğinin de bunda payı vardı... Her neyse.
Carsel, askeri atlı birliklerin ve orduya ait arabaların arasından geçerek ilerledi. O esnada fare gibi kaçışan Raul Balan’ın ensesi de bir görünüp bir kayboldu.
Yoksa... Markiz tarafından çoktan yakalanıp bırakılmış mıydı? Yoksa çoktan "yutulmuş" muydu? Belki de tam tersi, işi bitiremeden kaçıyordu. Carsel sonunda Raul Balan’ı ilk gördüğü yerde durdu.
“Nereye kayboldu şimdi bu?”
Raul çoktan iz bırakmadan yok olmuştu. Beklenmedik bir çeviklik ve sessizlikle ortadan kaybolması bir an için onu şaşırttı ama bu işte asıl akıl sır erdiremediği şey başka bir şeydi. Cadde ortasında efendisini görüp niye gizlenme ihtiyacı duysun ki?
Gerçekten gizlenmek istese bile, Carsel'in onu gördüğünü fark etmişse zaten hiçbir anlamı kalmazdı.
‘...Yoksa fark etmedi mi?’
Gerçi sıradan bir insan o mesafeden tanımamış olabilirdi. 'Fark etmediği için öyle davrandı.' sonucu kolayca çıkarılabilirdi ama neden burada görünüp sonra bir anda yok olduğunun cevabı hala net değildi.
Carsel karşı kaldırımdaki Albay Noriega’ın konutuna bir süre baktı. Sanki bir dedektif gibi, suçlunun gözünden olayları hayal etmeye çalıştı... Neden burada belirdi, neden o görünür görünmez kaçtı? Eğer onu gizlice izlemiyorsa, başka mantıklı açıklama kalmıyordu.
'İzlemesi ne alaka?'
Raul’un onu gizlice izlemesini gerektirecek hiçbir neden yoktu. Carsel homurdandı ve karargaha doğru yürümeye devam etti.
Ama sonra, birden durdu.
“...Yoksa?”
Şüphe içine düşmüştü.
Raul Balan, Ines’e korkutucu derecede sadık bir hizmetkar ve biraz da çatlak bir adamdı. Öte yandan Carsel Escalante ise geçmişi çalkantılı, dış görünüşüyle dikkat çeken, itibarı tartışmalı bir adamdı—ve az önce arabada yanında oturan kadın, her hâlinden belli ki ona karşı yoğun duygular besleyen bir kadındı...
“...Evet.”
Olabilir. Bu senaryo mantıklıydı. Biraz hadsizce gibi görünse de, tam da Raul Balan’ın yapabileceği türden bir hareketti. Sahibine haber vermeden, kendi bildiğine göre, o çarpık sadakat anlayışıyla.
Carsel böylece, tek bir an bile Ines’ten şüphe duymadan, kabahati sadece onun pervasız köpeğine yükledi.
Kilisede gördüğü Ines yeniden aklına geldi. O parlak ama kayıtsız yüz ifadesi. 'Dünya güzel, senin derdin beni ilgilendirmez.' diyen o bakışlar.
Böyle birinin, bu kadar yapışkan ve kirli bir işe en ufak bir şekilde bulaşmış olması mümkün değildi. Bu elbette olması gereken şeydi ama neden hala hayal kırıklığı hissettiğini bilmiyordu.
Keşke izleseydi onu... Keşke kıskansaydı, sorgulasaydı, çatıp dursaydı...
Kavga eder gibi soyunup, dövüşür gibi seviştiklerini hayal etti—ve o hayal, caddenin ortasında bile uyarılmasına neden olacak kadar yoğundu.
Carsel dudaklarını yalayarak hızlı adımlarla karargaha doğru yürümeye başladı. Bir an önce dönüp Ines’i rahatsız etmek istiyordu.
***
“Aman, dikkat edin Leydi Ines.”
“Ah... Teşekkür ederim. Azıcık dalmışım da.”
Bayan Coronado kolunu uzattı. Az önceki sendeleyen adımlarını toparlamak kolaydı ama, cana yakın bu hanımın nezaketini reddetmek zordu.Ines hafif bir çekingenlikle onun koluna girince, Bayan Coronado daha küçük bir kız kardeşle ilgilenir gibi onun elinin üstüne hafifçe dokundu ve gülümseyerek konuştu.
“Sizin gibi kıymetli bir hanım, buralara kendi başına çıkacak değil ya.”
“Lütfen öyle söylemeyin.”
“El Tabeo zaten başlı başına bir keşmekeş, değil mi? Kalabalık da pek fazla... Tabii Mendoza ile kıyas bile edilemez ama.”
Ines’in kıyaslama yapması mümkün değildi. Hayatını üç kez baştan yaşamış olsa da Mendoza şehrinde sokaklarda dolaştığı bir anısı yoktu. Veliahtla evlenmeden önce, toplumdan o kadar yüce bir konumdaydı ki buna hiç gerek kalmamıştı. Evlendikten sonraysa daha da yükselmiş, adeta saraya hapsedilmişti.
İkinci hayatında ise Mendoza’nın yakınından bile geçmeye cesaret edememişti. Şimdiyse, bu hayatta, kendi isteğiyle kendini kapatmıştı...
“Çok canlı bir yer burası.”
Burası El Tabeo’nun, soylularla varlıklı halk için düzenlenmiş eski şehir kısmıydı.
Lüksü temsil etmeye çalışan terzihaneler, kuyumcular, pahalı tütün dükkanları, şık kafeler ve ithalat mağazaları caddelere sıralanmıştı. Oldukça canlıydı; ancak eski şehir, yıkık dökük binaların ve balık pazarının kokularının yayıldığı yeni şehirle doğrudan temas halinde olmasına rağmen, neredeyse çatlağı dahi olmayan porselen gibi kusursuz görünüyordu.
Güzel ve zarif binalar, hoş kokular taşıyan insanlar. Hanımefendiler ve centilmenler, genç subaylar, güzel giyimli genç kızlar ve onların ardında koşturan uşaklar hep birlikte caddelerde yürüyordu.
Ines, Calstera’da ayinlere katılmaya başladıktan sonra yüzü halka tanıtıldığından, ara sıra onu tanıyor gibi bakan gözlerle karşılaştı. Ancak gelip doğrudan selam veren çok az kişi olduğundan, düşündüğünden daha rahat bir şekilde çevreyi inceleyebildi.
İlk gelişi olmasa da, sanki ilk defa gelmiş gibiydi. Raul ile birlikte içki dükkanına giderken arabayla şöyle bir geçtiği caddeydi burası. Ve bu liman şehri... Hafızasının derinliklerini kurcaladığında, çok eski bir anı canlanıyordu.
Emiliano’nun öldüğü küçük liman kasabasına gitmeden önce, bu büyük şehirde de bir süre kalmışlardı. Onun bu şehirle ilgili hatırladığı şeyler, yalnızca harap yeni şehir kısmının kıyısı ve eski bir handan ibaretti. Ama belki Emiliano bu sokaklarda bir süre dolaşmıştı.
Ucuz fiyata resimlerini satmaya çalıştığı sanat simsarı da... Kıymetli eşyalarını emanete bıraktığı rehinci de, muhtemelen bu caddelerin birinde olmalıydı...
“Eskalante ve Ballestena’nın çocukları olsanız bile, burada sonuçta böyle bir duruma düşmekten kurtulamıyorsunuz.”
Bayan Coronado, kendine has neşeli sesiyle şakacı bir iç çekişle konuştu. Bu sözlerle, az önce aniden yakınlaşan mesafe, bir anda eski uzaklığına dönüverdi.
“Lütfen böyle söylemeyin. Sayenizde keyifli vakit geçiriyorum.”
“Bu tarafta malikanelerdeki hizmetli sayısı azdır. Yani burada çoğu şeyi kendin yapmak, hizmetçi çalıştırmaktan daha kolaydır. Terzileri konaklara çağırmayı deneyin bir kere. Kucak dolusu kumaşı taşır da o daracık odada sergilemeye kalkarlar... İnanın insanın içi daralıyor.”
Ines kahkaha attı.
“Ines, gerçekten şaka yapmıyorum...”
“Öyle gibi görünüyor zaten.”
“Her halükarda, birlikte dışarı çıkabildiğimize sevindim. Benim gibi kısıtlı bir bütçeyle terziye şunu bunu rica etmek zorunda olan biri için durum zor tabii ama İnes'in durumu farklı. Başkalarının elbiselerini izlemek de ayrı bir zevk. Fiyat sınırlaması koyuyorsun, yok efendim vücudun şu hale gelsin diyorsun... Ama işte bu yüzden çok heyecanlı! Ben kendi elbisemi gider gitmez beş dakikada seçip geçeceğim, sonra senin elbiseni uzun uzun tartışalım olur mu?”
“Vaktimiz bol nasıl olsa. Beş dakikada neyi halledeceksiniz ki... Ben öyle çok süslü bir şey de istemiyorum zaten.”
“Ne diyorsunuz! O güzellikte, o vücutla ne giyerseniz yakışır ama böyle bir kaynağı değerlendirmemek de günah! Üstelik başka zaman olsa neyse, hasat şenliği yılda kaç kere oluyor ki... Sadece bir kere değil mi?”
“Öyle ama... dikkat çekmek istemiyorum.”
“Zaten Senora’nın adı dikkat çekiyor, yüzü dikkat çekiyor, kocası dikkat çekiyor. Carseltera’ya geleli aylar oldu, böyle büyük bir etkinliğe ilk kez katılıyorsunuz. En iyi şekilde görünmelisiniz...”
Sırf bir elbise için sanki savaşa gider gibi hazırlık yapmaları pek hoşuna gitmese de, Bayan Coronado'nun samimi endişesini hissedebiliyordu. Kadın gerçekten içtenlikle onu düşünüyordu.
Onlar evlendikten sonra bile, Carsel Escalante’ye hayran olan kadınların sayısı hâlâ saymakla bitmiyordu. Ve Ines’in kocası öylesine kusursuz bir görünüme sahipti ki, yanında güzel bir kadın bile görünmez hale geliyordu. Haliyle, kıskançlık ya da küçümseme için biçilmiş kaftandı; bu yüzden tedbirli olmak gerekiyordu.
Carseltera’da da artık hasat şenliği balosu yaklaşmıştı. Ve ikisi de işte bu gece için yeni elbise diktirmek üzere dışarı çıkmışlardı.
Bayan Coronado bu fikri öne sürmemiş olsaydı, Ines’in El Tabeo’ya kadar gelip bir terziyle yüz yüze görüşmeyi düşünmesi bile mümkün değildi. Zaten bu, soyluların kolay kolay yaptığı bir şey değildi. Üstelik Ines için yeni bir elbise diktirmek, heyecan verici olmaktan çok uzak bir işti.
Ama bir akşam, Coronado çiftiyle birlikte yemek yerlerken konu açılmış, Bayan Coronado sadece laf arasında bir şeyler söylemiş, Carsel ise hemen konuyu ciddiye almıştı. İş orada kapansa iyi olurdu ama Carsel’in 'tam destek' tavrıyla, El Tabeo'da o kadar pahalı bir kıyafet olması imkansız gibi olsa da artık geri adım atmak zorlaşmıştı.
“Onların havasını tamamen söndürmek gerek. Mendoza gibi evlenmeden önceki özgür aşkların bile neredeyse günah sayıldığı bu yerde evli bir adama göz koymaya nasıl cüret ederler”
“Sadece uzaktan bakıyorlar gibi geldi bana.”
Ines içinse bu durum gerçekten bunaltıcıydı. Yalnızca gözleriyle süzmeler söz konusuysa, evli kadınlar daha da fenasıydı. Ama bu kadarı, ne de olsa bu katı topraklarda bile bir ölçüde hoş görülen bir şeydi, o yüzden bir şey demedi.
“Ama sizce sadece öylece bakıp duracaklar mı? Yüzbaşı Escalante zaten uzun zamandır ortalarda yoktu. Görevdeydi, evet ama zaten sosyal biri de sayılmaz... O yüzden herkes işte bu günü bekliyor Ines.”
“...”
“Herkes tıpkı tavus kuşu gibi, en süslü haliyle ortaya çıkacak. Albay Noriega’ın torunu falan da hikaye. Asıl şimdi başlıyor her şey.”
Şimdi başlıyor sözü, onu az da olsa heyecanlandırdı. Farkında olmadan gülümserken buldu kendini. Bayan Coronado'nun ona biraz garip baktığını hissedince, hemen dudaklarını sıkarak ciddi bir ifadeyle başını salladı. Son zamanlarda dudak kenarları çok çabuk yukarı kıvrılır olmuştu, bu da ciddi bir sorun haline gelmişti.
“Carsel zaten gerekeni yapacaktır.”
Her iki anlamıyla da.
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »

Yorumlar
Yorum Gönder