This Marriage Is Bound To Sink Anyway 105. Bölüm (Türkçe Novel)

“Albayın rahatsızlandığını hiç duymamıştım.”
“Evet... Gerçekten de aniden, çok aniden durumu ağırlaştı...”
Maria neredeyse ağlayacak gibi konuştu. Sadece hasta değil, ciddi derecede kötüleşmişti... Bu kez gerçekten içten bir üzüntü duydu Ines ve istemsizce Maria’nın kolunu nazikçe okşar gibi tuttu.
“Randevuya kadar daha epey vakit var.”
Gerçekte öyle bir randevu falan yoktu tabii.
“Bu mesele, burada ayaküstü konuşulacak gibi değil. Uygun görürseniz, şu anda eve dönerken aynı arabayı paylaşabilirsiniz. Eşim de sizinle birlikte albayı ziyaret etmiş olur. Ne dersiniz?”
“Aman Tanrım... Gerçekten olur mu, Ines Hanım? Eğer gerçekten olursa... dedem çok mutlu olacaktır. Birden durumu kötüleştiği için bugün ayine bile katılamadı.”
Maria, Ines’e karşı içinde biriktirdiği öfke ve kıskançlıktan bağımsız olarak, artık değerli bir eşyayı kendisine ödünç veren biri gibi bakıyordu ona. Sanki tüm kontrol Ines’in elindeymiş gibi.
Ve nihayetinde, bu bakış açısı pek de yanlış sayılmazdı.
“Ne dersin, Carsel?”
“...”
“Benim için sorun yok. Gerekirse tek başıma da giderim.”
Orası sonuçta eviydi.
“Senin içinse... Albay, neredeyse bir hoca figürü sayılır. Elbette gitmen gerekir.”
Böyle bir durumda hâlâ gitmeyeceğini söylerse, hasta ve yatağa düşmüş eski bir hocasını umursamıyor gibi olacaktı.
Carsel, yüzünde bariz bir hoşnutsuzlukla, isteksizce başını salladı. Söz konusu olan ciddi şekilde hasta düşmüş, saygı duyduğu biriydi; buna rağmen bu kadar isteksiz görünmesi anlaşılır gibi değildi. Üstelik torununun önünde bile o rahatsız ifadesini gizlemiyordu.
Ines, 'Normalde benim kocam böyle değildir...' der gibi bir ifadeyle Maria’ya dönüp gönül alıcı bir bakış attı ama Maria çoktan her şeyi boş vermiş bir halde, mutlulukla gülümsüyordu.
Aşk dediğin şey... tam olarak böyle bir şeydi işte.
Ines dudaklarını büzerek başını iki yana salladı ve arkasını döndü.
Sonunda Raul Balan’a, gerçek anlamda bir gözetleme—takip görevi vermeye karar verdi.
“Takip mi? Yüzbaşını mı?”
“Evet.”
“Ama Albay Noriega’ya hasta ziyareti yapmayacak mıydınız?”
“Ne olur ne olmaz... Belki bir yere sapar.”
Öyle umut ediyordu ama gerçekte sapmayacağını biliyordu.
Ama şu an, belki de bir aşkın başlangıcı olabilecek bir andı. Belki de Carsel Escalante’nin bir başka yola sapmasını o kadar uzun süredir beklemişti ki, daha olmadan bile o heyecana kendini kaptırmak istemişti.
“Ve o konaktaki hizmetkârlarla da konuş. Mesela ikisi eskiden beri nasıldı, öğren.”
“...Neden gülümsüyorsunuz?”
“Ben mi?”
Ines hemen ciddiyetle ifadesini değiştirdi ve hiçbir şey olmamış gibi yaptı. O kadar hızlı olmuştu ki, Raul başını hafifçe eğip baktı.
"Hayır, yanlış görmüş olmalıyım."
“Hıhı.”
“Ve tabii ki... öyle olmadığını biliyorum ama, acaba o Senorita’yı kıskanıyor olabilir misiniz?..”
“Evet.”
“...”
“Yoksa başka neden uğraşayım ki?”
Ines açık açık yanıtladı. Takip ve araştırma için bundan daha sağlam bir gerekçe olamazdı. Raul’ün yüzünde garip bir ifade belirdi.
“Neden?”
“Yani... sadece, size pek yakıştıramadım da. Elbette Senorita Noriega çok güzel bir hanımefendi ama... Leydi Ines'in onu kıskanacak biri olduğunu düşünmemiştim.”
Çünkü Ines Escalante, Raul’ün dünyasında 'dünyanın en güzel kadını' ünvanını taşıyordu. Ines elini sallayarak gitmesini işaret etti.
“Senin gözünde öyle olabilir. Dediğimi yap.”
“Peki dönüşünüz?”
“Arabam yok, Mario burada değil. Kendi başımın çaresine bakarım.”
Bugün gökyüzü her zamankinden daha parlak ve güneş sıcacıktı, adeta onu kutsarcasına üzerine doğuyordu. Bu sıcakta bile her şey kutsanmış gibiydi.
***
“...Maria’nın işi, değil mi?”
Carsel ne yalanladı ne de onayladı, sadece omuzlarını silkti. Sonra da yatağın üzerine bırakılmış felsefe kitabını açıp biraz karıştırdı. Hiçbir şey anlamadı... En sonunda kitabı bir hışımla kapatıp başını kaldırdığında, beyaz saçlı albay onu sessizce izliyordu.
Her ne kadar hasta olduğu için yatakta olsa da, gözlerindeki canlılık ve dik oturuşunun hastalıkla uzaktan yakından alakalı değildi. Carsel’in tahmin ettiği gibiydi. Maria’nın söylediği gibi durumu kötüleşmiş veya ölüm döşeğindeymiş gibi bir durumu yoktu.
Carsel’in çok iyi bildiği gibi, Albay Noriega tam anlamıyla iyileşme sürecindeydi. Hatta gelecek hafta göreve dönmesi konuşuluyordu. Ama Maria'nın sözlerini Ines’in önünde yalanlayamazdı; bu, hem kızı doğrudan yalancı çıkarmak olurdu, hem de onun gözünde 'pislik bir adam' konumuna düşerdi.
Hasta iyileşiyor ya da hastalığı ağırlaşıyor... Her iki durumda da, eğer sadece minnettarlık söz konusu olsaydı, Carsel her gün buraya gelir, onu ziyaret ederdi. Ama Albay Noriega'nın konağında, anne ve babasını erken yaşta kaybetmiş ve yetim kalmış bir torunu da vardı.
Yani bu eve her girip çıkışta, adeta bir tür geçiş ritüeli gibi o kadını atlatmak zorundaydı... Onu öyle delicesine sevdiğini söyleyip ağlayan, Casrel’in evlilik mevzusu açıldığında ise üzerindekileri atıp üstüne atılacakmış gibi çaresizce davranan bir kadındı. Saygıdeğer akıl hocasının torununu...
Elbiselerinin en ufak bir parçasına takılmaktan korktuğu için duvara yaslanmış bir yengeç gibi yürümek zorunda kalıyordu.
“Neden ayine katılmadınız?”
“Yaşlı adamın hastalanmış gibi yapıp biraz dinlenmeye hakkı yok mu sanki? Sence de öyle değil mi??”
“Kimmiş hasta olan?”
“Hayatım boyunca kaçacak bahane bile bulamamıştım ve bu beni rahatsız ediyordu. Bu fırsatla kaçmazsam ne zaman eğleneceğim?”
“Bu durumda isabet olmuş.”
“Sayende senin törenine de katılmış oldum... Ama keşke biraz görmezden gelmeyi başarsaydın. Alışkınsın aslında, neden bu sefer öyle olmadı?”
Albay, melek gibi sevdiği torunun neler yapabilecek kapasitede olduğunu tam olarak hayal edemese de, en azından onun aşkının ne kadar derin bir takıntıya dönüştüğünü fark edebiliyordu.
Carsel geçen yıldan beri bu konaktaki ziyaretlerini azaltmıştı, ama aslında Noriega çok daha önceden onun sık sık buraya gelmesini pek hoş karşılamamıştı.
Carsel’e duyduğu sevgi bir yana, elinde büyüttüğü tek torununun öyle çarpıcı ve baştan çıkarıcı bir genç adamın etkisine kapılmasından endişelenmesi doğaldı. Yıllar geçtikçe Carsel’in masumiyeti kanıtlanmıştı. Ne var ki Maria Noriega’nın takıntısı da aynı oranda derinleşmişti...
Bu gerçeği geç fark eden Albay Noriega’nın aldığı önlemler ise oldukça kesindi: Maria’nın Carsel’le özel olarak görüşmesine fırsat vermemiş, onun nikah ayinine katılmasını engellemiş, hatta Carsel’in bir kez bile ziyarete gelmesine izin vermemişti.
“Albayın ölüm döşeğinde olduğu söylenirken nasıl görmezden gelirdim?”
“Yalan olduğunu bilmiyor muydun sanki?”
“Biliyordum... Elbette biliyordum ama...”
“Carsel. Maria’ya o kadar karşı düşünceli davranmak zorunda değilsin. O da gerçeği öğrenmeli artık.”
“...Açıkça söylemek gerekirse, Senorita için buraya gelmedim.”
“Öyleyse neden?”
“Çünkü Senorita, sizin durumunuzu karımın yanında dile getirdi.”
“...”
“Benim, akıl hocasına sırt çeviren vefasız biri gibi görünmem için hiçbir sebep yok.”
Torununun 'ölüm döşeğinde' dediği birine 'hayır, değil' diye karşı çıkmak gülünç olurdu. Açıklamak daha da saçma olurdu. Hele ki Maria Noriega’nın ona yıllardır umutsuzca aşık olduğunu anlatmak... asla söz konusu olamazdı.
Maria kıskançlıkla iğneleyici davrandıkça, tüm bunlara rağmen nazikçe gülümsemeye devam eden Ines’i hatırlayınca siniri yeniden kabardı. Kocasına karşı açıkça farklı niyetleri olan bir kadın nasıl olur da sinirlerini bozmaya bu kadar çabalayabilirdi... Başta sadece mahcup hissetmişti, sonra 'nereye kadar sabrederim' diye beklemiş ve en sonunda da sanki satılığa çıkarılmış gibi arkasından itilmişti.
Nerede kalmıştı eskiden bildiği o çetin ceviz karakter? Maria Noriega'nın gözlerindeki düşmanlık Carsel için çok açıktı. Normalde Carsel, Ines’in böyle bir konuşmayı daha ilk cümlede bile duymasına izin vermezdi. Ve asıl Ines de hiçbirini dinlemezdi zaten.
Ama Ines, sessizce o küstah Maria’ya tahammül etmişti. Carsel de onu izliyordu. İzlemesinin tek sebebi vardı: Ines'in o asil yüzüne ne zaman hoşnutsuz bir ifade yerleşeceğini, sahte gülümsemesine ne zaman sinir emareleri karışacağını görmek istemişti.
Sonunda hiçbir şey olmamıştı. İşte bu yüzden hala siniri bozuktu.
Sessizce Crssel’in yüzünü inceleyen Albay Noriega, dudaklarını hafifçe yukarı kıvırarak anlamlı bir şekilde gülümsedi.
“Evet, tabii. Karının önündeydi ya... Peki, Maria’nın Senora’ya karşı bir saygısızlığı oldu mu?”
“...Özellikle bir şey olmadı.”
“O benim torunum ama çok toy. Tırmanamayacağı bir ağaca çıkmaya çalışıyor hala. Ben bile senin gibi birine hayranlık duymuşken... Gerçi sana umut bağlamaya cesaret edemezdim. Soyun sopun bu kadar görkemli olmasa bile zavallı Maria için ne büyük bir hayaldi kim bilir. Ama çocukluğundan beri nişanlısı olan bir adamın peşinden yıllarca koşması da... normal değil.”
“Bu kadar ağır konuşmasanız da olurdu...”
“Üstelik şimdi evlendin bile. Evlendin! Evet, evlilik...Bunu şimdiye kadar neden ertelediğini anlamıyorum. Gelininle çok yakışıyorsunuz! Ziyan olan sen değilsin, o.”
“...O kadarını ben de biliyorum.”
Carsel biraz buruk bir ifadeyle mırıldandı. Bir tarafın değerli, öteki tarafın değersiz sayıldığı yerde bu genellikle eşitsiz bir ilişki sayılırdı.
Hayat boyu böyle eşitsiz ilişkilerde hep kazanan tarafta olan onun için... tuhaf günlerdi bunlar.
“Bu kadar güzel bir kıza nasıl böyle tuhaf dedikodular yakıştırıldı bilemiyorum ama... gayet ağırbaşlı ve zeki görünüyordu.”
Evet, öyleydi.
“Özellikle gözleri güzeldi. Baktığında doğru bir ışık vardı içinde...”
Carsel de onunla aynı fikirdeymiş gibi başını sallayınca Albay Noriega alaycı bir şekilde gülümsedi.
“Biraz inatçı gibi de göründü ama... sana öyle otoriter bir eş yakışır zaten.”
“Otoriter bir eş, öyle mi...”
“Sözünü dinle, Carsel. Hata yapma.”
“...Yapmam.”
“Açık vereyim deme.”
“Tamam.”
“Sen aslında çoktan evlenmeliydin. Yuva kurmuş halin çok daha iyi görünüyor. Koskoca Carsel Escalante bile aşık olunca böyle oluyormuş demek.”
“...”
“Ne oldu?”
“Evlilik düşündüğümden daha iyi çıktı ama... aşk falan da değil... Yani, gerçekten... öyle şey yok. Ne utanç verici...”
“Yok mu diyorsun?”
“Yok. Kim aşk yüzünden evlenir ki... Evlenmişken iyi çıktı işte o kadar.”
“Kim aşk yüzünden evlendin dedi? Benim dediğim, evlilik haricinde sen aşık olmuşsun gibi.”
“Deliliniz nedir peki?”
“Şu şuursuz suratın.”
“...”
Cassel’in söyleyecek sözü kalmadı. Demek ki durumu bu tür yanlış anlamalara yol açacak kadar ciddiydi... Gözlerini kaçırarak halının desenine bakıyormuş gibi yaptı, sonra ayağa kalktı.
“Kalkmışsın. Hadi şimdi dışarıda torunuma işkence etmeden hemen kaybol.”
“...Senorita dışarıda bekliyordur.”
“O zaman kendini şuradan aşağı at.”
“Albayımın torunundan kaçacağım diye bacağımı kıracak değilim. Gidiyorum.”
Noriega, Carsel’in büyük adımlarla kapıya yönelişini memnuniyetle izledi ve Carsel kapı kolunu tuttuğu anda, sanki nehrin kenarına bırakılmış bir çocuğa son kez nasihat eder gibi bir kez daha seslendi.
“Hata yapma, Carsel.”
“...”
“İyi yaşamalısın.”
Tıpkı onun büyükbabası Amiral Calderon’un albayına yaptığı gibi, albay da her zaman onun akıl hocasıydı. Yaşlı ustasının tek cümlesi ve sıcak yüzünü gördüğü anda, Ines’e karşı kafasında dolanıp duran düşünceler bir anda dağılıverdi.
Evet. Gururu kırılmış falan... böyle şeyler sadece zaman kaybıydı... Carsel, bir şekilde duygulanmıştı. Ona dışarı kadar eşlik edip bir çay içelim diyen Maria’yı da kibarca geri çevirdi, teklif edilen faytonu da reddetti. Ve caddeye çıktığında hava da tam anlamıyla güzeldi.
Karargaha kadar yürümesi gayet mümkündü, askeri atı da kısa bir süreliğine ortadan kaybettirirse, eve dönüşte bir sorun olmazdı. Gözünün önündeki manzara bu düşüncelerle aydınlanmışken etrafa ferah bir şekilde bakınmaya başlamıştı ki...
Cadde karşısında, apar topar uzaklaşan bir kafa dikkatini çekti.
“..?”
Carsel Escalante, sözlük tanımına göre bir insanın sahip olabileceği her şeye sahip biriydi. Dolayısıyla görüş kabiliyeti normal insan seviyesinin üstünde olsa da, bu pek şaşırtıcı sayılmazdı. Onun görüşü gerçekten de çok iyiydi. Hem de fazlasıyla.
Bu yüzden emindi.
Raul Balan. Normal şartlarda karısını itina ile alıp eve götürmesi gereken sadık köpek.
“...Bu herif ne arıyor orada?”
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »

İnes'in yapmaya çalıştığı şeyi anlıyorum ama Carsel'e haksızlık ediyor artık
YanıtlaSil