This Marriage Is Bound To Sink Anyway 103. Bölüm (Türkçe Novel)


 Barka Markizi, onun peşinden yürüyerek hafifçe sitem etti.

“Onca yardım ettim, şimdi görmezden mi geliyorsunuz?” 

“Teşekkür ederim.” 

“Hiç değilse biraz nezaket...”

“Bir işiniz olduğunu biliyorum ama şu an gerçekten—”

“İşte bu yüzden diyorum ya, Yüzbaşı Escalante sezgileri kuvvetli adam. Neyse, mesele şu ki sizden bir ricam olacak.”

“Ha...”

Carsel zar zor durup Barka Markizi'ne baktıktan sonra transa geçmiş gibi başını çevirip Ines'e baktı, sonra kendine gelip tekrar Markiz'e dödü.

“Buyurun, nedir?”

Nezaketi bugün evde unutmuş gibi sabırsız ve doğrudan bir tonla sordu. Markiz bilmiş bir gülümsemeyle onunla uzaktaki Ines arasında bir ileri bir geri baktı ve sonra ayak parmaklarının ucunda kalkıp eğilmesini işaret etti. 

Carsel, isteksizce de olsa eğildiğinde kadın kulağına alçak sesle fısıldadı.

“Saraydaki uşağınız var ya.” 

“...?”

“Hani... şu yakışıklı olan genç. Leydi Ines'in Perez Malikanesi’nden getirdiği çocuk.... adı neydi?”

“Raul Balan.” 

“İşte evet, Raul Balan! Bu öğleden sonra onu bizim malikaneye gönderebilir misiniz?” 

“...”

“Önemli bir iş için, kısa süreliğine ödünç almak istiyorum.”

Carsel, bir cevap vermek yerine başını kaldırıp ona baktı. Bakışlarında açık bir sitem vardı. Sanki ‘Az önce bana, uşağımızı yatağınıza göndermemi mi ima ettiniz siz?’ der gibiydi. Markiz ise yalnızca omuz silkti.

“Kocam iki gündür üçüncü filoda. Maalesef bir haftadan önce de dönmeyecek. Bizim kâhya sık sık hesapları karıştırıyor. Raul’a muhasebe kayıtlarını tekrar kontrol ettirmek istiyorum.”

Neden özellikle kocasının yokluğunda kayıtları kontrol ettirmesi gereksindi ki?

Zaten karı koca olarak ikisi de aleni şekilde sadakatsizlik içindeyken, Yarbay'a ihanet etmekle suçlanması gibi bir durum olamazdı. Ama bu kadının oyuncak yapmak istediği kişi kendi çalışanıydı. Üstelik Ines’in köpeği gibi üzerine titrediği biriydi...

Gerçi Ines için ‘köpek’ olmak, herhangi bir insandan daha yüksek bir mertebeydi. O her ne kadar o çocuğun davranışlarını itici bulsa da, hâlâ bazen ortadan kaldırmak istese de, onu gidip yaşını başını almış bir kadının yatağına atacak kadar da gözden çıkarmış değildi. Tepeden tırnağa sinir bozucu olsa bile, Ines için kıymetliydi.

Carsel, duyduklarını duymamış gibi kulağını eliyle ovuşturdu. Ortega’lıların, 'Az önce duyduğum şey kulaklarımı kirletti' anlamında yaptığı bir jestti bu.

“Size de karşılığında ayrı bir jestim olur elbette. O çocuğa da emeğinin karşılığını fazlasıyla veririm. Sadece birkaç günlüğüne ödünç verseniz yeter.”

“Maaşını ben ödüyorum. Hem de az buz bir meblağ değil. Bu yüzden ekstra bir gelir ihtiyacı olduğunu sanmıyorum.”

“O, Bay Balan’ın karar vereceği bir şey. Üstelik onun da bana karşı bir ilgisi vardı. Bu da ikimiz için keyifli bir kaçamak olabilir. Sonuçta, bir uşağın eksikliğiyle malikaneniz batmaz ya, değil mi?”

“Tamam, buyurun.”

“Buyurun derken... Bu, Balan'la istediğimi yapabileceğim anlamına mı geliyor?”

“Evet. Ne yapacaksanız yapın. Ben de ona kaçmasını söyleyeceğim.”

“Çok kırıcısınız.”

“Eğer yem olmak istemiyorsa, bunu yapacaktır.”

Ve şaşırtıcı bir şekilde, Calstera pisliğini Ines'ten uzaklaştırmadan önce Raul Balan'ı bulma nezaketini gösterdi. Ines de tüm bunları onun iyiliği için yaptığını bilmeliydi...

"Kaç."

"Efendim?"

Ama bu gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayaldi, çünkü ona en sevdiği köpeğine nasıl davranıldığını söyleyemezdi.

“Markiz seni bugünden itibaren ödünç almak istiyor.”

“Beni mi?”

Raul, önce şaşkınlıkla sordu ama kısa süre içinde ne demek istendiğini anlayarak ifadesini değiştirdi. Pek de şaşırmış görünmemesi, böyle teklifleri perde arkasından sıkça almış olduğunu açıkça gösteriyordu.

“Sonuçta zevkler ve renkler tartışılmaz...”

“Eğer gidersem, ikinize de bir faydam olur mu?”

“Fayda mı?”

“Az da olsa.”

Carsel, hiç beklemediği bu soruyla bir an afalladı. Bu herifin sadakati nereye kadar gidiyor böyle?..

“...Kaç demem zaten yeterince açıklayıcı bir cevaptı.”

“Yani hiçbir faydam olmayacak... O zaman gitmeyeceğim.”

En ufak bir yardımı dokunacak olsaydı, bedenini memnuniyetle sunardı. Sokakta yürürken Markiz'in arabası tarafından yakalanmasını önlemek için yaptığı nazik bir hareketti bu ama yine de ağzında ekşi bir tat bıraktı. Carsel, Raul Balan’a bir an karmaşık duygularla baktı.

Ines uğruna bedenini bile satacağını düşüncesi, onu nedensizce yenilmiş hissettirmişti. Alışkanlıktan doğan küçük bir rekabet duygusu kabardıysa da, evli biri olarak onunla aynı yolu izleyemeyeceğini fark edip o saçma düşünceyi hemen kafasından attı. Gözlerini çevirdiğinde, hala Ines’in yanında dolanan Berwick’i gördü.

Raul Balan'ın inanılmaz köle zihniyeti bilincinin derinliklerine itildi.

Teğmen Berwick, Berwick Kontu’nun yeğeni olup, Carsel’den iki dönem üstteydi ve bir ara aynı filoda görev yapmışlardı. Bu sayede Carsel, hiç öğrenmek istemediği pek çok bilgiyi öğrenmek zorunda kalmıştı. Mesela Berwick’in kaç evli kadınla birlikte olduğu, kaç genç kızın ‘masumiyetini’ koleksiyonuna kattığı gibi... Bunları kendi ağzıyla övüne övüne anlattığı için biliyordu.

'Kes sesini!' diyerek onun yüzüne karşı haykırmak istediği günler az değildi. Evli kadınlarla da, yaşça küçük ve tecrübesiz kızlarla da hiçbir zaman birlikte olmamıştı—Carsel’in özellikle uzak durduğu iki kategori tam da Berwick’in uzmanlık alanıydı. Bir gecede birkaç evli kadınla aynı yatağa girdiğini ballandıra ballandıra anlatan sesi yine kulaklarında çınlıyordu.

Ve Ines şu anda Calstera’daki en ünlü evli kadındı.

Carsel nihayet Ines'e tekrar yaklaştığında, birdenbire onu kurtarması gerektiğini fark etti. Carsel Escalante'yle bile ilgileniyor gibi yapıp aslında ilgilenmiyordu; o yarım yamalak tipin, Ines’i etkileyebilmiş olması mümkün değildi.

Ama bir de şu hava kirliliği seviyesindeki iğrenç bakışlar yok mu... Her ne kadar asla haddine olmasa da, bir şekilde ona sarkıntılık etmeye çalışması bambaşka bir sorundu. Ya gözü kulağı kirlenirse?.. Ancak Carsel son adımını attığı anda, beklenmedik biçimde Ines’in kahkahası patladı.

Gülüyor mu?...

“Ah, Escalante.”

Karargahta herkes ona rütbesiyle hitap ederdi ama Ines’in karşısında kendini üst sınıf gibi göstermeye çalışıyordu. Carsel, küçümseyen bir bakışla onu süzdükten sonra Ines’i belinden tutup kendine çekerek ona döndü. Ines’in berrak gözleri, sanki o anda güzel bir şeyler yaşanıyormuş gibi ona odaklandı.

“Geldin mi?”

“Ben keyifli bir sohbeti mi böldüm?”

“Zaten senin hakkında konuşuyorduk, Carsel.”

“Ne konuşuyordunuz?”

"Şey... ne hakkında konuştuğumuzu söylemeliyim Senyora?"

Berwick, kendine has o sahte göz gülümsemesiyle sırıtıyordu. Gülerken gözlerinin o şekilde kıvrılmadığını Carsel çok iyi biliyordu. Yani şu anda kendini zararsız göstermek için elinden geleni yapıyordu—çünkü aslında bir o kadar tehlikeliydi.

“Her ayinde seni özlemle bekleyen şu tatlı seno­ritalardan bahsediyorduk.”

Ines'in nazikçe verdiği cevap Berwick'in sırıtmasına neden oldu. Bu orospu çocuğu...

“Yarım seneye yakın zamandır herkes senin dönmeni bekliyorlarmış, değil mi? Daha önce söyleseydiniz ya...”

“Kimin umurunda? Ne söyleyecekmişim ki, ben.”

“Elden bir şey gelmiyor, değil mi? İnsan onun için üzülmeden edemiyor, ama bu onun kaderi... Kadınlar bir yana, zaman zaman erkekler bile onun görünüşünü ilginç bulup şöyle bir bakakalıyor. Gözünü ondan alamayan çok.” 

“Üstelik siz de oldukça yakışıklısınız, yüzbaşı.” 

“Kendimi Senyora’nın eşiyle kıyaslamayı düşünmem mümkün mü...”

Berwick, Carsel'in adını bile söylemeyen bir paçavraydı. Carsel ona susması için bir bakış attığında Teğmen Berwick tümüyle gözlerini kaçırdı ve bakışlarını yalnızca Ines’e çevirdi.

“Elbette, dış görünüşüm bugüne dek hiç kötü bir laf işitmedi. Ama işte, Senyora'dan bir iltifat duyunca... insan ister istemez biraz utanıyor. Güzel bir kadından böyle tatlı sözler duymak çok hoş...”

Şimdi hiçbir şeyi umursamıyormuş gibi cilveleşiyordu. Berwick’in Carsel’e karşı tek taraflı bir rekabet duygusu beslemeye başladığı vakit, askeri akademiden bile önceye dayanıyordu. Ama artık durum apaçık ortadaydı.

Berwick’in derdi onu sinir etmek değildi, Ines ile gerçekten bir şeyler denemek istiyordu.

“Berwick, bak, sevgilin orada.”

“Ne?”

Sevgilisi bir ya da iki kişiyle sınırlı olmadığı için olacak, onun işaret ettiği yöne hızla dönen gözleri biraz telaşlıydı. Carsel, tam o fırsattan faydalanıp veda bile etmeyip Inrs’i hızla başka yöne çekip götürdü.

“Teşekkür etmene gerek yok.”

“...Neye teşekkür edeceğim ki? Ne için?”

“O işe yaramaz herifin ağzından çıkan saçma sapan şeyleri dinleme. Kulakların kirlenir.”

“Pek rahatsız edici değildi açıkçası.”

“Yoksa... sana dokundu mu?”

“...”

Ines’in gözleri, Carsel’in böylesine ‘paranoyak’ bir tepki vereceğini hiç tahmin etmemiş gibi şaşkınlıkla büyüdü. Carsel ise telaşla kendini savunmaya başladı.

“Hayır! Yani, bu öyle... garip ya da yapışkan bir... şey değil.”

“Değil mi?”

“Şu şerefs... Berwick denen adam, pek sağlam biri değil.”

Gerçi onun aklından geçen garip ve yapışkan düşünceler de hiç az değildi. Özellikle son zamanlarda. Ama bu tamamen Berwick’in suçu sayılırdı.

“Kadınlar yüzünden mi?”

Ines kısaca sordu. Carsel başıyla onayladığında, sessizce dudaklarını oynatarak sordu.

“Senin gibi mi?”

Ve o an Carsel ne kadar büyük bir hataya daha düştüğünü fark etti.

Ama ikisi aynı değildi. Aynı olamazdı. Biriyle diğeri arasında dağlar kadar fark vardı... Fakat bu farkı açıklamaya kalkmak acınası olurdu. İkisi de paçavra olsa bile, biri açık griyse diğeri kömür karasıydı, değil mi?

Carsel, Mendoza’daki kısa tatilini nispeten ‘başını alıp gitmek’ şeklinde geçirmişse de, Berwick denen herif Calstera’daki görev bölgesinde yılın neredeyse tamamını adeta sürterek geçirmişti. Bekar kızları baştan çıkardığı için diş bilemeyen subay sayısı on parmağı geçerdi. Eşleri kısa bir süreliğine ellerinden alındığı halde hala habersiz olanlar içinse yüz parmak yetmezdi. Sadece soylular değil; hizmetçiler, temizlikçiler, kim varsa bir şekilde ağına düşürmüştü.

Ama bunları tek tek anlatmak çok zavallıca olurdu. Zaten yeterince rezil bir durumdayken, Ines’in gözünde daha da zavallı görünmek istemiyordu. Carsel kelimeleri yutkunarak içine attı.

Tam o sıradaydı.

“Bay Carsel, bir dakikanızı alabilir miyim?”

“...Senorita Noriega.”

Sarışın, güzel genç kadın; diğer senorita’ların aksine, Carsel’in kolayca görmezden gelemeyeceği tek kişiydi.

Akıl hocası Albay Noriega'nın biricik torunuydu.

"Sakıncası yoksa, Senora ile tanışmak isterim."

Maria Noriega’nın Carsel’e uzun zamandır aşikar bir şekilde aşık olduğu düşünülürse, bu zamanlama neredeyse lanet gibi bir şeydi. Carsel, afallamış bir şekilde Ines’in yüzünü inceledi.

Çok da rahatsız olmuş gibi görünmüyordu ama... az önce aralarında geçen konuşma da düşünülünce...

...Gülümsedi mi?

Yorumlar