When I Fly Towards You - 17. Bölüm

Platonik aşk insanın duygularını darmadağın edebilir.
Bir bakmışsın uykun kaçmış, bir bakmışsın yemek yiyemiyorsun.
Bir an gülüyorsun deli gibi, bir an ağlamak istiyorsun.
— Su Zai Zai’nin Günlüğü
Zhang Lurang da geri dönmek üzere adım atmıştı.
Su Zai Zai’nin sözünü duyunca, kaşlarını kaldırıp hafifçe sordu. “Niye eklemeliyim ki?”
Su Zai Zai bir an ne diyeceğini bilemedi.
Biraz düşündükten sonra yüzsüzce sırıtarak “Çünkü ben istiyorum.” dedi.
“...”
Su Zai Zai oldukça depresifti. “Neden bu kadar korkuyorsun ki?”
Sanki WeChat eklemek onun için bir ölüm kalım meselesiymiş gibi davranıyordu.
“Baksana, bir sürü kişi WeChat’imi eklemek istiyor ama vermiyorum. Seninki ayrıcalık! Sevinmen, heyecanlanman, mutlu olman gerekmez mi? Şans kuşu konmuş omzuna gibi düşün.”
“...”
Zhang Lurang hâlâ sessizdi. Bunun üzerine Su Zai zai tehdit yoluna başvurdu.
“Sana üç saniye. Reddetmezsen, bu gece arkadaşlık isteğimi kabul edeceksin.”
“Su Zai Zai.” Gözleri tamamen ifadesizdi.
“Üç.”
“...”
“İki.”
“...”
“Bir.”
Bu zorlayıcı tavır karşısında Zhang Lurang çaresiz kaldı.
Bir süre düşündükten sonra, sonunda tek kelime söyledi. “Tamam.”
Su Zai Zai’nin zihninde havai fişekler patladı.
Daha sevinemeden, Zhang Lurang tekrar konuştu.
“Eğer dönem sınavında fizik ve kimyadan geçersen tabii.”
Bir anda Su Zai Zai cennetten cehenneme yuvarlandı.
“Rang Rang, bu biraz fazla olmuyor mu?”
“...”
“Zhang Lurang!”
“Tamam, o zaman boşver.”
Su Zai Zai hemen yelkenleri suya indirdi. “Öyle demek istemedim...”
Bunu duyan Zhang Lurang başını eğdi.
Gözlerinde yıldız gibi parlayan bir gülümseme belirdi.
Su Zai Zai dudaklarını yalayıp mahcup şekilde sordu. “İkisi toplamda yüz olsa olur mu..?”
Bu sefer Zhang Lurang şaşırtıcı şekilde anlayışlıydı. Hiç tereddüt etmeden kabul etti.
Devriye gezen öğretmen o taraftan yürüyerek geliyordu.
Onun kabul ettiğini duymasına rağmen, Su Zai Zai pek de mutlu değildi.
Birkaç adım attıktan sonra aniden geri döndü, keyifsiz bir şekilde ona “O zaman ben gidiyorum.” dedi.
Bunu söyledikten sonra moral bozukluğuyla yukarıya doğru yürümeye devam etti.
Zhang Lu Rang bir süre olduğu yerde öylece durdu.
Ancak öğretmen gelip onu uyardığında kendine gelebildi.
Sınıfa girerken az önceki Su Zai Zai'nin ifadesini düşünerek dalıp gitti.
Birden pişmanlık hissetti.
Fazla zorlayıcı davranmış olabileceğini düşündü.
...Acaba puanı çok mu yüksek tuttum?
***
Sınava sadece iki gün kalmıştı, ama Su Zai Zai yine de son ana kadar çabalamaya karar verdi. Bu yüzden bu hafta neredeyse hiç Zhang Lu Rang’ın yanına gidip kendini hatırlatmadı.
Ders biter bitmez hemen fizik ya da kimya kitabına gömülüyordu.
Ders sırasında da alışılmadık şekilde dikkatli dinliyordu.
Jiang Jia, sırasına yaslanıp onu soru çözerken izledi.
Birkaç dakika geçtikten sonra onun berbat şekilde yanlış yaptığı soruları görünce dayanamayıp, “Bırak artık, yüz alamayacağın belli işte. Ama o yine de seni kesinliklr WeChat’ten ekler, iddiaya var mısın?” dedi.
Su Zaizai yazmayı bıraktı.
Hala soruya bakıyordu ve ince ve kıvrık kirpikleri titriyordu.
“O bunu yapmaz.” diye alçak bir sesle cevap verdi.
Zhang Lu Rang onun başaramayacağını biliyordu.
Bu yüzden öyle demişti.
O, Su Zai Zai’yi hep rahatsız edici buluyordu, bu yüzden ona bir daha kendisini rahatsız etme fırsatı vermezdi.
Su Zai Zai bunu gayet iyi biliyordu.
Ama başaramasa bile, yine de elinden geleni yapmak istiyordu.
Zhang Lu Rang’ın verdiği sözde duracağına dair küçücük bir umuda tutunarak ona biraz daha yaklaşmak istiyordu.
“Jia Jia, sence ben neden bu kadar inat ediyorum ki?” Su Zai Zai elini yanağına yaslayarak karamsar bir şekilde konuştu.
“Beni eklese bile, yazdıklarımı kesinlikle dikkate almaz.”
Sadece bir dekorasyondan ibaret olacaktı.
Ama o minicik bir ihtimalin varlığı bile...
Garip şekilde karşı konulamaz bir cazibeye dönüşmüştü.
***
Sınav haftasından sonraki cumartesi.
Su Zai Zai yatakta mışıl mışıl uyurken aniden annesi tarafından çekiştirilerek uyandırıldı.
Acı bir çığlık atıp var gücüyle direndi ve tekrar yorganın altına gömüldü.
Etraf bir anda sessizleşti.
Ama Su Zai Zai, annesinin hâlâ yanında olduğunu çok net hissedebiliyordu.
Bir süre sabrettikten sonra yorganı yüzünden çekti.
Büyük bir mahzunlukla “Ben okulda her gün sabah altıda kalkıyorum, biraz daha uyumama izin veremez misin!” dedi.
Annesi yatağın kenarına oturmuştu, kendinden emin bir şekilde konuştu.
“Ben sana daha fazla uyuma fırsatı vermedim mi? Şu an saat yedi.”
Su Zai Zai: “...”
“Haydi kalk, anneciğin canı bugün Xu Ji’nin tekne çorbasından çekti, gidip alıver.”
Yataktan yeni kalkmış olmanın verdiği o baş dönmesiyle, içinde kabaran öfkeye rağmen annesiyle tartışmak istemedi.
Bir süre sonra ancak toparlanabildi ve burun kıvırarak mırıldandı.
“Neden kendin almıyorsun ya da babama söylemiyorsun? Yerimden kalkmaya üşeniyorum.”
“Baban da üşeniyor, ben de üşeniyorum.”
“...” Kendisi de az önce üşeniyorum demişti...
“İki kase tekne çorbası, hızlı dönmeyi unutma. Dokuzda işe gideceğiz babanla.”
Sevgi dolu ebeveynler...
Ama Su Zai Zai de Xu Ji’nin karidesli dürümünden yemek istiyordu.
Bir süre yatakta kararsız kaldı ama sonunda kalkıp sessizce yüzünü yıkamaya gitti.
Üzerini değiştirip odadan çıktı.
Babası salonda koltukta oturmuş gazete okuyordu.
Su Zai Zai yanına yürüdü ve sehpanın üzerindeki bardaktan biraz su aldı, bir yudum içti. Sonra da gayet gündelik bir ses tonuyla mırıldandı.
“Bazı babalar var... Sabahın köründe canı ciğeri kızlarını kahvaltı almaya gönderiyorlar.”
“...”
“Başkaları kızlarını prensesler gibi şımartıyor.”
“Bizimki biraz farklı.” dedi babası gazeteyi çevirerek.
“Ha?”
“Bizimki ayaklar altında.”
Su Zai Zai: “...”
Sinirle bisikletinin anahtarını aldı ve kapıyı çarpıp dışarı çıktı.
***
Sabah havası özellikle ferah ve güzeldi.
Nemli bir rüzgâr yüzüne çarptı, toprak kokusunu da beraberinde getirdi.
Altın sarısı güneş ışıkları yeryüzüne yayılıyor ama gözü kamaştırmıyordu.
Su Zai Zai bisikletini park yerinden çıkardı. Üzerine binip siteden çıkış yönüne doğru sürdü.
Henüz mesai saati başlamadığı için sokaklar oldukça sakindi.
Siteye ait bir kavşağa geldiğinde...
Birden çimenlikte dikilen bir çocuğa gözü takıldı.
Üzerinde siyah bir tişört, dizlerine kadar uzanan koyu renk kot pantolon vardı.
Siyah saçları biraz dağınıktı ve elinde siyah bir ip tutuyordu.
Su Zai Zai baktığı şeyle büyülenmişken bu sırada yanından beyaz bir gölge geçtiğini fark etmedi.
Kendine geldiğinde, beyaz bir köpeğin üzerine doğru koştuğunu gördü. Az daha çarpışacaklardı.
Hemen bisikleti sağa çevirdi ama kontrolünü kaybedince bisiklet devrildi ve kendisi yere çakıldı.
GÜM!
Yüksek bir ses yankılandı.
Olan biteni duyan çocuk başını çevirdi.
Bakışları bir anda ciddileşti, gördüğü duruma inanamaz gibi bakıyordu.
Çabucak toparlanıp yanına doğru koştu.
Su Zai Zai’nin gözleri bir anda doldu, yaşlar sel gibi akmaya başladı.
Yaz olduğu için üstünde kısa kollu ve şort vardı, açıkta kalan yerler yere sürtünmüştü ve kanamaya başlamıştı.
Kahvaltı almaya çıkmıştı sadece, ayağında terlik vardı.
Şimdi pişman olmuştu.
Çünkü başparmağının tırnağı biraz kalkmıştı ve tırnağın altından yavaşça kan sızıyordu.
Bu görüntüyle birlikte Su Zai Zai çığlık çığlığa ağlamaya başladı.
Evet, birçok şeyden korkuyordu ama en çok acıya dayanamazdı.
Jiang Jia’nın dediği gibi: “Bir tel saçını çeksen, bir saat ağlar.”
Zhang Lu Rang yanına hızla geldi.
Onu böyle görünce ne yapacağını şaşırdı.
Elini uzatıp kaldırmak istedi ama Su Zai Zai canının acısıyla hıçkıra hıçkıra, sinirle bağırdı. “Dokunma bana! Ühü ühü... Senin beni sevmediğin yetmiyor gibi, köpeğin de benden nefret ediyor... Daha ilk görüşte bana zarar vermek istedi!”
Yanlarında duran Samoyed kuyruğunu sallıyor, başını yana eğiyor, dilini çıkarıyordu.
Zhang Lu Rang diz çöktü, yüzü ifadesi çok iyi değildi.
“Hastaneye gidelim.”
Bu sırada Su Zai Zai’nin aklına Jiang Jia’nın sözleri geldi.
'Bir kız sınıfta bütün öğleden sonra ağlamış da Zhang Lu Rang zerre etkilenmemiş.'
Şimdi olacakları az çok tahmin edebiliyordu.
Zhang Lurang büyük bir miktar para fırlatacak ve “topal topal yallah” diyecek gibiydi.
Canı bu kadar yanarken mantıklı düşünemiyordu.
İnatçı bir çocuk gibi Zhang Lurang’ın kıyafetinin ucunu tuttu, gözleri kıpkırmızıydı.
Tehditkar olmaya çalıştı ama sesi pamuk gibi yumuşaktı, hiç korkutucu değildi. Araya hıçkırıklar karışmıştı.
“Zhang Lurang, beni burada bırakırsan... seni mahvederim!”
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »
Yorumlar
Yorum Gönder