When I Fly Towards You - 18. Bölüm

Hayatım Boyunca Unutamayacağım Bir Gün.

O unutur mu bilmiyorum ama...

Ben unutamam.

——Su Zai Zai'nin Günlüğü


Zhang Lurang’ın dudakları bir çizgi gibi dümdüz olmuştu.

Bakışları Su Zai Zai’nin yaralarına kaydı, dikkatlice süzdü. Ama gözlerini hemen kaçırdı, tekrar bakmaya cesaret edemedi.

Gözlerinde karışık bir ifade vardı.

Su Zai Zai’nın ağlayışını duyunca Zhang Lurang’ın içi bunalıyordu. Göğsünde bir şey sıkışmış gibiydi.

Zhang Lurang nazikçe koluna dokundu, gözlerinde bir parça tedirginlik vardı.

"Ayağa kalkabiliyor musun?"

Su Zai Zai hemen hayır der gibi başını salladı ve saçma sapan konuşmaya başladı.

“Eğer kalkarsam... ya o tırnak ‘çıt’ diye düşerse?”

O sahneyi kafasında canlandırınca, ağlaması daha da arttı. Tüm mahalleyi başına toplayacaktı.

Zhang Lurang’ın yüzü iyice gerildi ama ne yapması gerektiğini bilmiyordu.

Birkaç saniye sonra “Anne baban evde mi?” diye sordu.

Su Zai Zai tam başını sallayacaktı ki... içinden bir ses onu engelledi ve yalan söyledi.

“Evde değiller.”

Zhang Lurang dayısını aramayı düşündü ama aklına dayısının şehir dışında olduğu geldi.

“Bisikletini park edeyim, sonra seni hastaneye götürürüm.” dedi.

Su Zai Zai kıyafetinin ucunu bırakmamıştı, bakışları şüpheliydi.

“Sen bisikletimi çalacaksın.”

Zhang Lurang: “...Saçmalama artık.”

Su Zai Zai Samoyed’i işaret etti, burnunu çekerek “Köpeğin elimde.” dedi.

Yani demek istiyordu ki: Bisikletimi çalarsan, köpeğini kaçırırım.

Zhang Lurang onun söylediklerini önemsemedi, sesi yatıştırıcıydı. “Hemen döneceğim.”

“Olmaz!” Su Zai Zai inatla bağırdı.

O da gözlerini indirip ona baktı. “O zaman bisikletinden vaz mı geçiyorsun?”

Su Zai Zai gözyaşları içinde cevapladı. “Gerçekten bisikletimi çalmak istiyorsun.”

Zhang Lurang: “...”

Yarım dakika sonra “Bırak.” dedi Zhang Lurang soğuk bir sesle.

Su Zai Zai’nin içinde hiç güven yoktu, daha da sıkı tuttu.

Zhang Lurang’ın soğuk yüz ifadesi yavaş yavaş yumuşadı. İç geçirdi ve cebinden telefonunu çıkarıp onun eline verdi.

“Rehin olarak sende kalsın.” Sesi yumuşamıştı, biraz da onu teselli eder gibiydi.

Su Zai Zai tereddütle elini gevşetti.

Zhang Lurang derin bir nefes aldı, bisikleti yakındaki bisikletliğe koyup koşarak geri döndü.

Eğildi ve alçak sesle sordu. “Gerçekten ayağa kalkamıyor musun?”

Su Zai Zai kıpırdamaya bile cesaret edemedi, hemen başını salladı.

Bunu duyan Zhang Lurang, sırtını ona dönüp çömeldi. Alçak ama kararlı bir sesle konuştu.

“Ben seni sırtımda taşırım.”

Su Zai Zai ağlamayı kesip burnunu çekti.

Sonra vazgeçti. “Boşver, sanırım ayağa kalkabilirim.”

Zhang Lurang kaşlarını çatarak yan gözle ona baktı. “Hadi, çabuk ol.”

Su Zai Zai tereddüt etti. “Belki biraz ağır olabilirim.”

“Hıh.” diye kayıtsızca cevap verdi.

Su Zai Zai fazla oyalanmadan, temkinli bir şekilde yaklaştı. Yavaşça ayağa kalktı ve ellerini onun boynuna doladı.

Zhang Lurang onun uyluklarının altından tutarak bir hamlede ayağa kalktı.

Bu, aralarındaki en yakın temas anıydı.

Su Zai Zai, onunla okul bahçesinde karşılaştıkları günü hatırladı.

O zamanlar, ona dokunmasından bile hoşlanmazdı ama şimdi, onu kendi isteğiyle sırtına alıyordu. Su Zai Zai’nin içinde bir tür başarı hissi belirdi.

Zhang Lurang istikrarlı adımlarla yürümeye başladı.

Su Zai Zai biraz düşündükten sonra çok alçak bir sesle açıklama yaptı.

“Benim ağır olmam şişman olduğumdan değil, uzun olduğum için böyle. Vücut oranlarım çok iyi.”

“Hıhı.”

Onun bu kabullenmesini duyunca Su Zai Zai biraz huzursuz oldu.

“Neyim ağırmış? Yüz kilo muyum sanki.”

“Hıh.”

“Hıh da ne demek?”

Bir dakika sonra “Ağır değilsin.” diye fısıldadı Zhang Lurang.

Su Zai Zai tam duyamayıp merakla sordu. “Az önce ne dedin?”

Zhang Lurang sessizliğe büründü. Su Zai Zai de üzerine gitmedi.

Telefonuna bakarken aniden sordu. “Lurang, telefonunu kullanabilir miyim?”

“...” Dudakları kıpırdadı ama cevap vermedi.

Boynuna doladığı elini kaldırıp telefonu onun gözünün önünde salladı.

Su Zai Zai ses tonunu değiştirdi. “Zhang Lurang, telefonunu kullanabilir miyim?”

Bu kez çok hızlı cevap verdi.

“Hıhı.”

Bu cevap Su Zai Zai’yi hazırlıksız yakaladı. Dudaklarını yalayıp usulca “Ben şaka yapıyordum...” dedi.

Zhang Lurang kısa bir duraksamadan sonra, “Kullanabilirsin.” dedi ama Su Zai Zai yine de onun telefonuna dokunmadı, sadece sıkı sıkıya tuttu. Avuç içi yanıyor gibi terlemişti.

Başını eğdi, yanında sessizce yürüyen köpeğe takıldı gözü. İlgisini çekti.

“Köpeğinin adı ne?” diye sordu.

O da refleksle cevapladı. “Susu.”

Susu.

Köpek “hav” dedi.

Su Zai Zai aniden güldü, utanmazca cevapladı: “Buradayım.”

Zhang Lurang: “...”

Ardından pişkince ekledi. “Benim takma adım da Susu.”

Bu şapşal, gülümseyen haliyle sanki hiç derdi yokmuş gibi, sanki hiçbir yeri acımıyormuş gibi görünüyordu.

Zhang Lurang başını çevirip ona baktı ve alçak sesle sordu. “Canın acımıyor mu artık?”

“Acıyor.” dedi dürüstçe.

Ama sen buradayken, o acılar pek de önemli olmuyor.

Güzelliğe kapılıp kendini kaybetmişti.

Kısa bir mesafe yürüdüler.

Su Zai Zai yanındaki o koca beyaz yumağa bakarken burnu hafif tıkalı bir sesle konuştu.

“Peki ya Su Su ne olacak? Hastaneye köpek sokulmuyor.”

“Güvenlik kulübesine bırakırız.” Zhang Lu Rang biraz düşündü, sonra açıklamaya devam etti.

“Oradaki güvenlik görevlileri onu tanıyor.”

Su Zai Zai kıkır kıkır güldü.

“Köpeğin gerçekten çok havalı, güvenlik amcalar bile tanıyor onu.”

Zhang Lu Rang: “...”

Su Zai Zai az önce ona “Rang Rang” diye seslendiğinde hâlâ cevap alamadığını hatırladı.

Ama bugün yakışıklının ona karşı sanki özellikle iyi davrandığını fark etmişti.

Su Zai Zai’nin oyun oynamak geldi içinden, tekrar seslendi.

“Rang Rang.”

“...”

Gözleri gülümseyerek hilal gibi kıvrıldı, neşeyle konuştu.

“Rang Rang, neden artık benimle konuşmuyorsun?”

“...”

“Rang Rang.”

Zhang Lu Rang sonunda pes etti.

“...Hmm.”

Su Zai Zai o anki duygularını tarif edemiyordu. Sanki karanlık bulutlar dağılmış, ay yüzünü göstermişti. Ama aslında tam olarak öyle değildi.

Keşke her gün bugün gibi olsa, diye düşündü.

Bugün yaralanmıştı belki. Ama sanki tüm dünya onun için havai fişek patlatıyordu.

İsterse bu, onun yaralanışını kutluyor olsun...

...O yine de kabul ederdi.

***

Kısa sürede site girişine geldiler.

Zhang Lurang, Su Zai Zai’yi güvenlik kulübesindeki sandalyeye oturttu, diz çökerek Su Su’ya tasmasını taktı. Sonra dönüp güvenlik görevlisine birkaç şey söyledi.

Tam Su Zai Zai’yi sırtına alacakken o konuştu.

“Gerek yok, o kadar da canım acımıyor. Zaten yakın, yürürüm.”

Zhang Lurang bir an durdu ama sonra eğilip tekrar “Çabuk ol.” dedi.

Su Zai Zai uslu uslu “Peki.” dedi.

Arkada güvenlik görevlisi hâlâ iç çekiyordu.

“Gençlik ne güzel şey be.”

Su Zai Zai'nin yüzü birden bire biraz kızardı.

Sitenin yaklaşık elli metre ilerisinde küçük bir semt kliniği vardı. Oraya vardıklarında, Zhang Lu Rang önce Su Zai Zai’nin kaydını yaptırdı.

Bu kez Su Zai Zai ne derse desin onun sırtına binmek istemedi. Tek eliyle onun dirseğine tutunarak yavaş yavaş cerrahi bölümüne yürüdü.

Cerrahi tabelası olan küçük odaya girdiklerinde Su Zai Zai öne geçti, doktorun karşısındaki sandalyeye oturdu.

Aceleyle çıktıkları için yanında sağlık karnesi yoktu. Zhang Lu Rang dışarı çıkıp ona bir tane almaya gitti.

Geri döndüğünde, az önce ağlamayı kesmiş olan Su Zai Zai’nin yeniden hıçkıra hıçkıra ağladığını gördü.

Zhang Lu Rang: “...”

Yaklaşıp sağlık karnesini doktorun önüne koyduktan sonra eğilerek Su Zai Zai’nin göz hizasına geldi.

Gözleri koyu ve derin, sesi yumuşak ve alçaktı.

“Ne oldu?”

Su Zai Zai sanki bir kurtarıcı bulmuş gibi hemen onun bileğini yakaladı.

“Zhang Lurang, doktor tırnağımı çekecekmiş, ayak tırnağımı çekecekmiş...”

O görüntüyü düşününce hemen bir ‘ölümüne direniş’ ifadesi takındı.

“Ölsem de çektirmem, asla çektirmem!”

Göz göze geldiler.

Gözleri adeta “Beni ölüme mi terk edeceksin?” der gibiydi.

Zhang Lu Rang biraz afalladı. Sonra başını çevirip doktora kısık sesle sordu.

“Mutlaka çekmek mi gerekiyor?”

Doktor tekrar Su Zai Zai’nin ayak tırnağına göz atıp bir süre düşündü.

“Kesin değil. Tırnağın kalkmış kısmı yarıdan az ama çekilmezse enfeksiyon riski var.”

Bunu duyunca Zhang Lurang tırnağın çekilmesini istedi ama kafasını çevirdiğinde...

Onun yaşlı gözlerle dolu ifadesini gördü, kalbi garip bir şekilde sızladı.

Bakışlarını kaçırıp hemen kararını değiştirdi.

“Çektirmeyelim o zaman.”

Bunu duyunca Su Zai Zai’nin ağlaması yavaşça kesildi.

Zhang Lurang’ın bileğini bıraktı, hafifçe başını eğip utangaç bir şekilde gözyaşlarını sildi.

“O zaman sadece yaraya müdahale edelim.” dedi doktor yazı yazarken. “Eve gidince her gün tentürdiyotla dezenfekte etmeyi unutmayın.”

Tırnak çekilmeyeceğini öğrenen Su Zai Zai’nin morali anında yerine gelmişti. Doktorun söylediklerine uslu uslu “Tamam.” diyerek cevap verdi.

Bir an dalıp gitti.

Gizlice Zhang Lurang’a bir bakış attı.

Başını eğmiş, yüzü sanki biraz pişman gibiydi.

***

Yarayı tedavi ettirdikten sonra Su Zai Zai aksayarak dışarı çıktı.

Zhang Lurang onun kolundaki ve bacağındaki sıyrıkları izleyerek arkasından yürüyordu.

Tam bir şey söyleyecekti ki Su Zai Zai’nin telefonu çaldı.

Su Zai Zai telefonu açtı.

Sesin kimden geldiğini duyunca suçlu bir bakışla Zhang Lurang’a göz attı.

Sesini alçaltarak konuştu.

“Anne...”

“Ben... bir arkadaşımla karşılaştım, kahvaltı almaya gitmedim.”

“Yarın alırım sana.”

“Anahtarı aldım, siz babamla işe gidin, dikkat edin.”

“Tamam.”

Telefonu kapattı.

Zhang Lurang’ın bir şey fark etmediğini görünce derin bir nefes aldı.

Sonra birkaç adım daha atıp arkasına dönüp onu çağırdı.

“Rang Rang, hadi gelsene.”

Zhang Lu Rang ona baktı, uzun bacaklarını adımlayarak hızla yanına geldi. İkisi sessizce yan yana yürüdüler.

Bir süre sonra, Su Zai Zai konuştu.

“Az önce ne kadar tuttu? Okula dönünce sana veririm.”

O cevap vermedi.

Su Zai Zai sabırla tekrar sordu.

“Ne kadar tuttu?”

Zhang Lurang dudaklarını kıpırdatıp birden sordu.

“Sabah dışarı ne için çıktın?”

“Kahvaltı almaya. Xu’nun karidesli çin böreğini istedim.” dedi Su Zai Zai düşünmeden.

Yemek lafı geçince bir anda acıktığını hissetti.

“Çok açım.” diye mırıldandı karnını tutarak.

“...”

“Çok çok açım.”

“...”

“Karidesli börek istiyorum.”

“...”

“Çok istiyorum.”

Zhang Lurang iç çekti.

“O dükkan nerede?”

“Kültür meydanının orada. Otobüs direkt gitmiyor, ben de bisikletle gittim.”

“Hmm.” dedi Zhang Lurang.

Neden sorduğunu bilmiyordu ama Su Zai Zai utanmazlığını sonuna kadar götürmekte kararlıydı.

“Bana mı alacaksın?” Gülerek sordu.

Beklenmedik bir şekilde Zhang Lurang doğrudan kabul etti.

“Evet.”

Önden bir bisiklet geliyordu.

Zhang Lurang refleksle onu kendine doğru çekip uyardı.

“Kenara geç.”

Su Zai Zai hâlâ onun cevabının etkisinden çıkamamıştı, düşünceleri dağılmıştı.

Kendine geldiğinde “Gerek yok, ben öylesine söylemiştim. Su Su'n seni bekliyordur, dönmezsen onu terk ettiğini sanır.” dedi.

Su Su’n” derken... Su Zai Zai hafifçe gülümsedi.

Zhang Lurang sessiz kaldı.

Su Zai Zai düdüşünkten sonra ekledi.

“Aslında Su Su’nun suçu yok. Ben bisikleti iyi süremiyorum.”

Zhang Lurang ona döndü.

Su Zai Zai hiçbir suçluluk duymadan. “Gerçekten.” dedi. "Yani suçluluk duymanı gerektirecek bir şey yok."

“Su Zai Zai.” diye birden seslendi.

“Ha?”

“Bisiklet süremiyorsan, sürme.” Sesi biraz sertti.

Su Zai Zai: “...”

Bu sonuca nasıl vardı ki şimdi?

İnsan onun ne kadar düşünceli, empati sahibi biri olduğunu fark etmez mi!

Su Zai Zai biraz depresyona girmiş gibiydi.

Ne zaman yakışıklıyı etkilemek için bir şey söylese, hep ters anlaşılıyordu.

Geçen sefer zihinsel engelli sanılmıştı, bu sefer de bisiklet süremeyen biri oldu.

Ne diyeyim ki şimdi.

İkisi güvenlik kulübesine gidip Su Su’yu geri aldılar.

Su Zai Zai birden yakışıklının telefonunun hâlâ onda olduğunu hatırladı.

Cebini yokladı, telefonunu çıkarıp ona uzattı.

Zhang Lurang sakince aldı.

Biraz daha yürüdüler.

Zhang Lu Rang aniden konuştu.

“Evin nerede?”

Su Zai Zai dürüstçe işaret etti.

“13. bina, 9. kat, B dairesi.”

O da alçak sesle “Hmm.” dedi.

Bir süre daha yürüdüler.

Zhang Lurang dilini yanağına bastırıp garip bir ses tonuyla sordu.

“Hâlâ aç mısın?”

Su Zai Zai içini çekti.

“...Evet.”

Yakışıklı kesin kahvaltısını yapmıştır. Açlığın getirdiği acıyı tek başına o çekiyordu.

Biraz haksızlığa uğradığını hissediyordu, tam 'Beni bilerek mi kışkırtıyorsun?' diye soracakken Zhang Lurang başını kaşıyıp yumuşak bir sesle “WeChat’ini ver bana.” dedi.

Su Zai Zai: “...”

Onun bu şaşkın halini gören Zhang Lurang’ın kulakları kızarsa da yüzünde en ufak bir ifade bile belirmedi.

Sanki son derece doğal bir şeyden bahsediyormuş gibiydi.

Çok geçmeden, Su Zai Zai kendine geldi. Başını eğdi, morali bozulmuş görünüyordu.

“Bu sefer iki dersi toplasam bile, kesinlikle yüz puan alamayacağım.”

Zhang Lurang dudaklarını kıpırdattı ama henüz bir şey söylemeden, Su Zai Zai konuşmaya devam etti.

“Bana bir şans daha ver, bu sefer çok ani oldu. Dönem sonu sınavında kesin yüz alırım, olur mu?”

“...” Ne deseydi ki şimdi?

“Olur mu?” Su Zai Zai heyecanla yüzüne bakıyordu.

Zhang Lurang bakışlarını kaçırdı ve aynı cümleyi tekrarladı.

“WeChat’ini ver bana.”

Bu sefer Su Zai Zai gerçekten ne olduğunu kavradı.

Öyle heyecanlandı ki, neredeyse zıplayıp onu öpmek istedi. Ama tuhaf bir şekilde, Zhang Lurang’ın o sözünü hatırladı.

— “Eğer ara sınavda fizik ve kimyadan geçersen...”

Daha önce gönderdiği, yanıtsız kalan arkadaşlık isteğini hatırladı.

Ve Zhang Lurang’ın WeChat konusu açıldığında yalan söylediği her anı da.

Kötücülce gülümsedi ve “Bana yalvar.” dedi.

Zhang Lurang: “...”

“Yalvar bana hadi.”

Bu durumu gören Zhang Lurang başını çevirip ona bir bakış attı.

Ama pek de umursar gibi değildi, umursamaz bir şekilde “O zaman vazgeçtim.” dedi.

Su Zai Zai anında geri adım attı, yumuşak bir sesle, gönlünü almaya çalışarak konuştu. 

“...Sadece şaka yapıyordum.”

Hızlıca telefon numarasını söyledi. Onu bilerek zorlamak istemişti ama Zhang Lurang yine de doğru ve hızlı bir şekilde numarayı girip buldu.

Su Zai Zai telefon ekranındaki “Doğrulamayı Onayla”ya bastı.

Sonra alçak bir sesle ona sitem etti.

“Ben sana şaka yaptığımda hiç bana ayak uydurmuyorsun. Böyle olursa bizim arkadaşlığımız kolayca bozulur, biliyorsun değil mi?”

Birkaç adım yürüdükten sonra, Zhang Lurang aniden dudaklarını kıpırdattı ve “Tamam.” dedi.

Su Zai Zai daha ne olduğunu anlayamadan onun devam ettiğini duydu.

“Lütfen.”

***

Zhang Lurang, Su Zai Zai’yi evinin girişine kadar bıraktı.

Su Zai Zai anahtarını çıkarmadı, doğrudan birkaç tuşa bastı ve kapı açıldı.

Göz ucuyla Zhang Lurang’ın kafası karışmış gibi göründüğünü fark eden Su Zai Zai hemen açıkladı.

“Bu bir şifre. Önce ‘#’ tuşuna, sonra 1245’e basınca kapı doğrudan açılıyor.”

Zhang Lurang başını sallayıp onu uyardı. “İlaç sürmeyi unutma.”

Su Zai Zai ona sevinçle gülümsedi: “Ultra yakışıklı, ne kadar düşüncelisin.”

Zhang Lurang ona bir göz attıktan sonra başını çevirip yürüyüp gitti.

Su Zai Zai arkasından köpeğiyle uzaklaşan siluetine bakıp dudaklarını kıvırarak hafifçe gülümsedi.

Aksayarak içeri girdi ve asansörü beklemeye başladı.

Sonra anahtarla kapıyı açtı. Üzerindeki yaralara bakarken kendi kendine, anne babasına bunu nasıl açıklayacağını düşünüyordu.

Ama sonra düşünceleri başka yere kaydı.

Birden Zhang Lurang’ın biraz önce söylediği şeyi hatırladı.

— "Lütfen."

Bu sözle içi kıpır kıpır oldu. Heyecanla kanepeye yuvarlandı ama yaraları olduğunu unutmuştu.

Acıyla bir "Ah!" sesi çıktı ağzından. Gözlerinden tekrar yaşlar süzüldü.

Dişlerini sıkarak ayağa kalkıp televizyon sehpasının yanına yürüdü.

Dolabı açtı ve içinden hiç açılmamış bir paket meyve jölesi çıkardı.

Acı ve açlıkla boğuştuğu için, tek yiyebileceği şey buydu.

Burnunu çekerek tek ayağı üzerinde zıplaya zıplaya kanepeye döndü. Bir tanesini açtı.

Böğürtlen aromalıydı.

İçindeki meyve parçaları boldu, çiğnerken keyif veriyordu.

Bir tanesini yedikten sonra canı sıkılarak televizyonu açtı ve yarım saat izledi.

Sonra odasına dönüp biraz daha uyumayı planlarken telefonu çaldı.

Ekranı açtığında 'Ultra Yakışıklısından' bir mesaj gelmişti.

— Kapıyı aç.

Aynı anda kapı zili de çaldı.

Su Zai Zai olanlara inanamadı.

Ağır adımlarla kapıya yürüyüp kapı deliğinden dışarı baktı.

...Gerçekten oydu.

Emin olunca hemen kapıyı açtı.

Üzerinde hâlâ sabahki kıyafetler vardı ama dışarısı artık güneşliydi, hava sıcak ve bunaltıcıydı.

Zhang Lurang’ın alnından birkaç damla ter akıyordu, saçları da biraz ıslanmıştı.

Başını eğip ona baktı.

Gözleri, insanın gözünü alamayacağı türden parlaktı.

Bu ani geliş karşısında Su Zai Zai ne yapacağını bilemedi.

Birden aklına bir ihtimal geldi:

“Şey... Benden para almaya mı geldin yoksa?”

Zhang Lurang: “...”

Kaşları hafifçe seğirdi, elindeki poşeti ona uzattı: “Al şunu.”

Su Zai Zai poşeti aldı.

İçine bir baktı, Xu Ji restoranından karidesli çin böreği vardı.

Şaşkınlıkla sordu: “Bunu almaya mı gittin?”

Zhang Lurang cebinden onun bisiklet anahtarını çıkarıp ona uzattı. Sonra, “Ben gidiyorum.” dedi.

Su Zai Zai anahtara bakıp aniden sevindi.

“Benim bisikletimle mi gittin?”

Zhang Lurang durdu, dönüp ona baktı.

“Hayır.”

“Peki nasıl gittin? Ben bisikletle gidip gelince yirmi dakika sürüyor.”

Zhang Lurang saçını kaşıdı. “Taksiyle.”

Su Zai Zai gözlerini kocaman açtı. “O börek sadece sekiz yuan, yol parası yirmi tutmuştur!”

“...”

Biraz içerlemiş gibi konuştu: “Neden bisikletime binmedin? Başkasına dokundurtmam bile, sen beğenmedin mi?”

“...Kullanamıyorum.” Onu susturmak için dürüstçe cevap verdi.

Su Zai Zai kulaklarına inanamadı. “Ne?”

Zhang Lurang ona bakarak aynı şeyi tekrar etti: “Kullanamıyorum.”

“Sen... sen bisiklet süremiyor musun?” diye sordu Su Zai Zai.

“Evet.”

Yüz ifadesi gayet umursamazdı.

Ama Su Zai Zai’nin kalbi bir an garip şekilde sıkıştı.

Nedenini bilmediği halde içten içe üzüldü.

Aslında bisiklet sürememek çok da garip bir şey değildi, gayet normaldi.

Ama Zhang Lurang’ın şu anki ifadesini görünce, Su Zai Zai’nin içi burkuldu.

Olduğu yerde sessizce durdu.

Zhang Lurang tam “Ben gidiyorum.” diyecekken Su Zai Zai ondan önce konuştu.

Alçak bir sesle mırıldandı: “Sevimli küçük Rang Rang...”

Zhang Lurang: “...”

Su Zai Zai ona göz kırptı ve yumuşak bir sesle, “Bir saniye bekle.” dedi.

Kanepeye gidip biraz önceki jöle paketini aldı, kapıya geri döndü ve Zhang Lurang’a uzattı.

Lafı çevirdi. “Normalde böyle fena düştüysem, moralim yerine gelsin diye bir kutu jöleyi yerim... Ama bugün sen bana kahvaltı aldın ya, sadece bir tane yedim...”

Zhang Lurang hiç konuşmadı, kımıldamadı da.

Su Zai Zai cömert bir ifadeyle: “Jöle yemek insanın moralini düzeltir, kalan beş taneyi sana veriyorum. Bunu iyi ruh halimi sana armağan etmişim gibi düşün.”

Zhang Lurang nihayet elini kaldırdı, tam almak üzereydi ki Su Zai Zai tekrar konuştu.

Neşeyle güldü, gözleri parlıyordu.

Sesi berrak ve enerjikti.

“Karşılığında sana bisiklet sürmeyi öğretmeme izin vereceksin!”

***

Akşam Su'nun annesi, babasından önce eve döndü.

Odasında olan Su Zai Zai annesinin sesini duyunca hemen yatağa atladı, kendini yorganla sardı.

'Nasıl söylesem... Bisiklet sürerken düştüm diyeyim en iyisi.'

Başka yol yoktu.

Su annesi gelip kapısını tıklattı. “Zai Zai, akşam yemeği yedin mi?”

Zaten bir şekilde öğrenecekler...

Su Zai Zai yerinden kalkıp kapıyı açtı.

Annesi onun üzerindeki yaraları görünce sesi birden yükseldi.

Kızının kolunu tutarak yaralara bakarak telaşla sordu.

“Ne oldu? Bu yaralar ne böyle? Neden annene söylemedin ha?”

Su Zai Zai başını eğdi. “Ben... bisiklet sürerken kazayla düştüm.”

İçten içe tedirgindi.

Annesi, yolda dikkatli olmamış, diyip kızar diye korkuyordu.

Sadece bir an önce saklanmak ve sanki hiç yaralanmamış gibi davranmak istiyordu.

Ama annesi ona kızmadı.

“Hastaneye gittin mi?”

“Gittim.”

“Yaralara baktılar mı? İlaç aldın mı?”

“Hepsi tamam.” dedi Su Zai Zai uslu uslu.

Bir süre sessizlik olduktan sonra annesi başını okşadı. “Bundan sonra bisiklet sürerken dikkatli ol. Ayrıca bir şey olursa mutlaka söyle bize. Hiçbir şey demeden korkutmamalısın bizi.”

“Ben şey... Öyle çok ciddi değil...” Su Zai Zai çekinerek mırıldandı.

Annesi kendi kendine düşündü:

“Belki de birkaç gün okula gitmesen daha iyi olur, yaraların iyileşmesini bekleriz.”

Su Zai Zai şaşırdı, bu kadar abartmaya gerek var mıydı ki...

O sırada babası da eve geldi.

Kapıdan girip koltuğa doğru yürürken, göz ucuyla odanın önünde duran anne ve kıza baktı.

Bir bakışta Su Zai Zai’nin yaralarını fark etti.

Yüzü hemen ciddileşti ve onlara doğru yürüdü. “Ne oldu?”

Annesi cevap verdi. “Bisikletten düşmüş.”

Bir anda Su Zai Zai kendini kurtarıcısı gelmiş gibi hissetti.

'İzin mi alayım? O zaman ultra yakışıklıyı nasıl göreceğim? Babam kesin annemin abarttığını söyler!'

Ama babasının tepkisi daha da büyüktü.

Kızının yaralarına bakıp kaşlarını çattı. “Hastaneye gittin mi?”

Su Zai Zai başını eğdi. “Gittim.”

Ama hiç beklemediği şekilde babası daha çok endişeliydi.

Annesine döndü. “Bu halde hastaneden direkt eve mi geldiniz?”

Annesi biraz endişeli görünüyordu. “Ben de birkaç gün okula gitmesin diyordum...”

Bunun üzerine babası hemen karşı çıktı. “Birkaç gün yetmez, bir hafta izin alalım.”

Su Zai Zai: “...”

Annesinin telefonu eline aldığını görünce paniğe kapıldı.

“Gerek yok, izin almayalım!”

Bu söz üzerine ikisi de ona döndü.

Su Zai Zai terlemeye başladı. “Yaralar çok gibi görünüyor ama o kadar da ciddi değil.”

Uzun uzun dil döktükten sonra sonunda ikna etmeyi başardı ama babası pazar günü onu okula bırakmak istedi.

Onu da uzun uğraşlarla vazgeçirdi.

Yemekten sonra odasına döndü.

Telefonunu alıp, ultra yakışıklının sohbet ekranını açtı.

Karşısında yalnızca iki kelime vardı:

— Kapıyı aç.

Su Zai Zai gülümseyip hızlıca yazdı: "Rang rang."

Cevap gelmedi.

Biraz düşündü, dudağını büzüp yeniden yazdı: "Zhang Lurang."

Zhang Lurang: "?"

Su Zai Zai: Yarın okula nasıl gideceğim?

Zhang Lurang: "..."

Su Zai Zai:

“Nasıl gideceğim?”

Zhang Lu Rang: “Kaçta çıkıyorsun?”

Su Zai Zai içten içe kıkırdadı ama yine de anlamamış gibi yaptı.

“Beraber mi gitmek istiyorsun?”

Zhang Lu Rang: “Evet.”

Su Zai Zai, kendini zor tutarak: “Tamam, üçte durakta buluşalım.” yazdı.

Zhang Lu Rang: “Tamam.”

Bir süre sonra Su Zai Zai tekrar yazdı: “Rang Rang, o jöleler lezzetli mi?”

Aslında, ona yine Rang Rang dediği için cevap geleceğini hiç sanmıyordu.

Bugün, onu korkutan şey muhtemelen ağlamasıydı.

Aksi takdirde, onun inatçı tavrına göre asla cevap vermezdi.

Şimdi de... büyük ihtimalle görmezden gelirdi.

Bunu yazdıktan sonra telefonu kenara bırakıp banyoya gitmeye hazırlandı.

Dolaptan kıyafet çıkarırken arkasından telefonun sesi geldi. Başını çevirip baktı.

...O mu acaba?

Pek olası değildi ama Su Zai Zai yine de bir umutla gitti.

Telefonunu açtı. Beklediği gibi, oydu.

“Evet.” dedi.

Su Zai Zai’nin göğsü bir anda ürperdi.

Sanki o sesi, uzaktan bile olsa kalbini titretiyordu.

***

Pazar günü.

Su Zai Zai kapının önünde spor ayakkabılarına baktı.

Çorap giymeye cesareti yoktu, doğrudan terliklerini giydi ve dışarı çıktı.

Apartmanın ön kapısından çıkar çıkmaz, köşede bekleyen Zhang Lurang’ı gördü.

Su Zai Zai yanına giderek seslendi.

“Rang Rang.”

Onun sesini duyan Zhang Lurang başını çevirdi. Refleksle elini uzatarak, Su Zai Zai’nin elindeki şeyi almak istedi.

Su Zai Zai poşeti kucağına iterek merakla sordu: “Bunun sana olduğunu nereden bildin?”

“...” O, bilmiyordu.

Su Zai Zai “Bir bak bakalım.” diyerek onu dürtünce Zhang Luang tereddütle ona baktı.

Poşet biraz ağırdı.

Açıp içine baktı.

...Altı sıra jöle.

“Sen ‘lezzetli’ dedin ya, tüm stoklarımı sana getirdim.”

“...”

“Bunları sana verdiğim için sen de dünyanın en cömert insanı olduğumu hissediyor musun?”

“...”

Su Zai Zai biraz yavaş yürüyordu, Zhang Lurang da onun temposuna uyarak yavaşladı.

Su Zai Zai konuşmayı çok seviyordu; sanki bir ömür boyu anlatacak şeyleri varmış gibiydi.

“Benimle arkadaş olmak çok güzel bir şey değil mi? Seni öyle şımartırım ki, hayatta kendi başına hiçbir şey yapmana gerek bile kalmaz!”

Zhang Lurang kısaca cevapladı.

“...Dikkatli yürü.”

“Rang rang, sen nerede oturuyorsun?”

“...”

“Zhang Lurang.”

“Bu sitede.” diye gelişigüzel cevap verdi.

Su Zai Zai sabırla tekrar sordu.

“Benim sormak istediğim; hangi blok, hangi daire?”

Birlikte siteden çıktılar.

Zhang Lurang ne kadar oyalamaya çalışsa da, sonunda pes ederek yanıt verdi.

“25. blok.”

Su Zai Zai’nin keyfi biraz kaçtı.

O, Zhang Lurang’ın sorduğu her soruya tek tek, eksiksiz cevap veriyordu ama kendisi soru sorunca, kelimeleri ondan zorla alıyordu adeta.

“Peki... hangi daire?”

Su Zai Zai aniden hatırladı.

“25. blok mu? Orası müstakil değil mi?”

“Evet.”

Zhang Lurang bir taksi çevirdi ve ona dönüp “Hadi, bin.” dedi.

Su Zai Zai biraz afallasa da uslu uslu taksiye bindi.

Zhang Lurang taksiciye adresi söyledikten sonra, bir daha konuşmadılar.

Su Zai Zai hiç sesini çıkarmayınca, Zhang Lurang onun uyuyakaldığını düşündü.

Başını çevirince, Su Zai Zai’nin gözleriyle karşılaştı.

Su Zai Zai sonra sessizce konuştu.

“Sen çok zengin birisin yani.” dedi.

Zhang Lurang cevap vermedi.


Yorumlar