This Marriage Is Bound To Sink Anyway 73. Bölüm (Türkçe Novel)


 “Böyle söylersen, özrü bana mı yoksa Teğmen Almenara’ya mı ettiğin anlaşılmıyor.”

“Ben delirmedikçe sana hakaret edecek değilim ki—.”

Ah.

Carsel, Ines’in kendi sözlerinden hangisini tam olarak alıntıladığını anımsadı. ‘Bana Escalante dediğinde, bana mı yoksa burada bile olmayan Miguel'e mi seslendiğin anlaşılmıyor.' gibi saçma bir bahane söylemişti.

Bu sözünün alıntılandığını fark ettiği anda, daha fazla tartışma isteği kalmadı içinde. Ve daha önce yarım ağızla ettiği özrü bu kez samimi bir ifadeyle değiştirdi.

“Almenara, hakaret ettiğim için üzgünüm. Üstelik hakaret ettiğim için özür dileyip sonra tekrar ettiğim için de üzgünüm.”

Carsel bu cümleyi yabancı bir dili tane tane okur gibi, dişlerinin arasından dikkatle seçerek söyledi.

José, sanki bu özrü kabullenmek zorunda kaldığı için ölecekmiş gibi bir ifadeyle başını sallarken Ines, Carsel’e hafifçe gülümsedi.

“Gördün mü? Düzgün yapınca ne kadar iyi yapıyorsun.”

“Abartılacak bir şey değildi.”

Bunun nesi abartılacak ki... José, farkında olmadan üstüne hafifçe saygısızca bakmaya başlamıştı ama Carsel’le göz göze gelince hemen bakışlarını ters yöne çevirdi.

Ines hâlâ sıcacık bir tebessümle ona bakıyordu.

‘Söylentilerdekinden çok farklı biri...’

Jose'ye göre, ona lezzetli bir şey veren herkes zaten temelde iyi bir insandı. Üstüne bu kadar nazik konuşuyorsa...

Carsel’e açık açık hayranlık besleyen José’nin nişanlısı, Ines hakkında türlü türlü cadı hikayeleri anlatmıştı. Ama şimdi karşısında duran bu zarif kadın, o söylentilerle hiçbir şekilde örtüşmüyordu.

Üstelik bu söylentileri sadece nişanlısı değil, Carsel’i tanıyan hemen herkes yaymıştı. Herkes en az bir kez, onun başına yakın zamanda geleceği söylenen ‘uğursuz kuzgun’la olan evlilik hakkında bir şeyler söylemişti.

İster endişe ister alayla, niyet ne olursa olsun anlatılanlar benzerdi: 'Bu kadar harika bir adam o karanlık kadınla nasıl çocuk yapacak, her sabah yas kıyafetiyle kahvaltı ederken nasıl aynı sofrada olacak, nasıl bir ömür boyu eziyet altında yaşayıp boğulmadan kalacak...'

Ama şu anda José’nin karşısındaki Ines Escalante en ufak bir karanlık hava taşımıyor, aksine lavanta rengi elbisesiyle parıl parıl parlıyordu.

Belki bir baloda bu kadar yakından tanışsalardı ve kadın hâlâ bekâr olsaydı, üstelik José’ye böyle tatlı yemekler hazırlayıp gülümseseydi... José bu baskıya dayanamayarak terasa çıkıp yediklerini kusardı. Ya da herhalde dolandırıldığını düşünürdü.

Şimdi öyle yapmıyor oluşu tamamen Carsel’in sürekli bıkkın ve sinirli ifadesinin José’yi gerçekliğe çivilemesindendi.

“Almenara, sana ‘şu herif’ dediğim için de üzgünüm.”

Ve bu da, peş peşe gelen beceriksiz özürlerin bir başka örneğiydi.

“Hayır, önemli değil. Alışığım... Her zamanki gibi hitap edebilirsiniz...”

José bunu gerçekten içten söylemişti, ama Carsel ona öyle bir bakış attı ki, az önce özür dilemiş biri olduğuna inanmak imkânsızdı.

“Demek ki her zaman böyleymiş... Teşekkür ederim teğmen. Sayenizde eşimin dışarıdaki davranışları hakkında biraz bilgi sahibi oldum.”

“Yanlış anlıyorsun, Ines. Kelimelerini seçerken biraz daha dikkat etsen...”

“Dışarıdaki davranışları başka nasıl adlandırabilirim ki? Neyse, geçelim. José.”

“...Hı, evet?”

“Artık sana José diye hitap edebilirim, değil mi? Artık arkadaş sayılırız.”

Carsel bu kez gerçekten afallamıştı. Ines’e öyle bir bakış attı ki, sonra José’ye döndüğünde ‘ne halin varsa gör’ der gibi yüzünü buruşturdu.

Peki hayır mı desin şimdi? Amirinin... karısına?

Onların aralarındaki hiyerarşi artık José gibi düz bir adamın gözünde bile bu kadar net, hatta neredeyse çıplaktı.

'Kendi bile karşı koyamazken, benden nasıl koymamı bekler? Üstelik o kadar tatlı bir sesle söylüyor ki...'

José bir kez daha Ines’in sevecen yüzüne baktı. Ne büyük bir özgüven... Carsel tarafından ezilerek yaşayan José için bu adeta bir mucizeydi.

Birkaç kelimeyle Caesel Escalante’yi dünyanın en çocukça adamına çevirdi, çocuk azarlar gibi azarladı, sonra emir subayına kendi ağzıyla özür ettirdi ve yanındaki heykel gibi adama dönüp bakmadı bile.

Gerçekten o heykel gibi adamı görmüyor mu?

Carsel Escalante, ilahi bir sanat eseri gibiydi. Erkekler bile onun güzel yüzüyle bakıştığında nutku tutulurdu; sessizce baksın yeter, hemen ezilirlerdi... Bazen insan gibi değil, başka bir varlık gibi görünürdü. Gerçekten öyle büyüleyiciydi.

Ama Ines, o o ilahi yüzüyle sessizce bakarken 'konuş', konuşurken 'sus' diyordu.

O zaman ondan daha büyük biri değil mi? Üstelik daha sıcak biri.

“Evet, evet... Tabii ki olur.”

Ines’in kendi adını söylemesiyle birinci kez, Carsel’in bakışıyla ikinci kez aklı başından giden José, artık neyi kabul ettiğini bile bilmeden başını salladı.

Ama Ines çok memnun görünüyordu.

“Harika, José. Emir subayı olduğuna göre konağa gelip gitmen gerekecektir. Ama nedense evliliğimizden beri Carsel’in arkadaşlarını ya da emir subaylarını hiç konakta görmedim. Muhtemelen herkes benim varlığımdan rahatsız oluyordur, değil mi?”

“Ah, bu aslında önceki konakta da...”

“Önceki konakta mı?”

José, ne kadar yavaş kavrayan biri olsa da bu sefer Carsel’in buz gibi bakışını anladı. Sebebini bilmeden hızla başını salladı.

“Sanırım başka bir yüzbaşıyla karıştırdım...”

“Gerçekten mi? Kimle?”

“Senora, şey... İsmini bile hatırlamıyorum.”

“O zaman karıştırmışsın demek ki.”

Carsel de José kadar acemice konuyu değiştirmeye çalıştı. Ama hâlâ doğal görünmesinin tek nedeni o lanet olası güzel yüzüydü.

Yine de dolandırıcı olacak biri değildi. O yüzden belki de böyle bir yüzle zengin bir ailenin ilk oğlu olarak doğmuş olması kendi için bir şanstı. Ya da Ines’in şu an o yüzü görememesi onun için bir şanstı...

“Öyleyse benim yüzümden değil, öyle mi?”

“Evet, kesinlikle öyle.”

“Peki neden konakta sosyalleşilmiyor? Kocam sonuçta huysuz biri değil ki, oldukça da sosyal. İnsanlarla iyi anlaşır. Eğitim konusunda da çok ciddi biri, adeta ibadet eder gibi.”

Bu, sanki “Benim köpeğimde ne eksik var ki senin köpeğinle oynamıyor?” diyen bir senorita gibiydi.

Ne cevap vereceğini bilemedi José. Carsel’in “Bunu da sen çöz” bakışı yine yetersiz kaldı.

Biz onunla sosyalleşmek istemiyoruz değil, o bizimle sosyalleşmiyor?

Kocanız o kadar da kusursuz biri değil ve öyle çok sosyal biri de değil?

José’ye göre Carsel, gerektiği zaman diplomatik davranabilse de çok sosyal biri değildi. Görev yerinde memurların birlikte eğlenmek için katıldıkları etkinliklerin hiçbirine ilgisi yoktu. Gerekli olmayan hiçbir etkinliğe gitmezdi. Üst düzey subayların kızlarıyla geçici flörtler? Hiç ilgisini çekmezdi. Cumartesi satranç buluşmaları? Bilardo? Hepsine kayıtsızdı.



DEVAMI VAR

Yorumlar