This Marriage Is Bound To Sink Anyway 71. Bölüm (Türkçe Novel)

Sadece tek bir şey söylemişti, ama onun kulağına onlarca söz gibi geldi.
‘Kasların sadece süs gibi duruyor ama işlevi yok gibi’, ‘O kaslar aslında sadece birer dekor değil mi?’, ‘Gövden kocaman ama onunla ne yapabildiğin şüpheli’, ‘Şaşırmıştım ama meğerse gerçekten sadece kasların varmış’, ‘Sonuçta o küçücük çocuğa bile yeniliyorsun ha...’ gibi gibi...
“...Ines, o kadar da büyük değilim.”
“Öyle mi? Ben hep büyük düşünmüştüm.”
“Ayrıca genelde o kadarına ‘çok güçlü’ falan da denmez.”
Bu söz biraz acınasıydı. Hugo’nun, küçük bir bedeni olmasına rağmen onu çok iyi kullandığı doğruydu.
Gerçekten de Hugo zayıf ve ince yapılı, boyu ortalamadan biraz kısa; Carsel ise ortalamanın üzerinde, neredeyse fazlasıyla uzun, iri kemikli ve yoğun antrenmanlarla gelişmiş kaslı bir vücuda sahipti. Yani Ines’in yaptığı benzetme mecaz bile değil, oldukça gerçekçiydi.
Ama Carsel ‘Ben olsam tek elimle bile yapabilirdim’diye düşündü... Sonra kendini düzeltti; mesele sadece güç değildi, fiziki büyüklük açısından bile bu mümkün değildi.
Yani, o da aynı işi yapabilirdi ama elleri titremeden, acınacak bir hâlde olmadan yapardı.
“Ah, öyle mi?”
“...Hugo o işi büyük zorlukla yaptı. Çünkü sen onu öyle olmaya zorladın.”
“Öyle miymiş?”
Ines’in bu kadar ilgisizce verdiği cevap bile Carsel'in daha önceki şüphelerini tamamen doğruladı.
Kadın onu hiç umursamıyor, tüm ilgisini sadece o çalışkan çalışanlara veriyordu. Az önceki nazik davranışları bile sırf onlara göstermek içindi.
Ama Carsel’in zihni bunu mantıklı şekilde analiz ederken, kalbindeki “Ah, öyle mi?” çok daha çocukçaydı.
Karşısındakine hiç inanmadığını gösteren bir “öyle mi?”, kulağının ucuyla duyulmuş gibi bir “demek öyle”... Ve sanki onun çocuksu rekabet duygusunu tamamen okumuş gibi bir küçümseme...
Sonunda Carsel de diğerleri gibi onun işaret ettiği mobilyaları taşımaya başladı.
Malikanedeki en güçlü adamın o olduğu gerçeği bu şekilde kanıtlanmış oldu ama yine de Carsel kendini kandırılmış gibi hissetmekten kurtulamadı.
“Batıdaki çitleri tamamen yıkıp yenisini yapalım mı?”
Carsel cevap vermeden Ines’e bakarken etini çiğniyordu. Bilerek cevap vermiyor değil, sanki ne dediğini tam işitmemiş gibiydi.
“Sadece o taraf diğerlerinden biraz alçak. Bilerek mi öyle yapıldı?”
“...”
“Ama bilerek yapılacak bir şey değil bence. Diğer taraflarla aynı yüksekliğe getirsek bile, Logrono Tepesi manzarası yine de görünür...”
“...”
“Ama tabii ki alçak çit manzarayı daha güzel gösteriyor... Şöyle yapalım mı? O taraf hariç tüm çitleri yıkalım.”
“...”
“Doğu, güney, kuzey, hepsini. Sonra batıya uygun yükseklikle yeniden yapalım... Ah, o kadar yapacaksak, hepsini yıkmak daha iyi olur, değil mi?”
Ines, Carsel onu dinliyor mu dinlemiyor mu umursamadan konuşmayı sürdürüyordu. Kendisi de bir yandan yemeğini yiyordu.
Birkaç cümle içinde çitin bir kısmını onarmaktan tüm çitleri yıkma fikrine geçilmişti bile.
Ateşli karaktere sahip olanlar böyle ani kararları da severdi zaten.
“Evet evet, dört bir yanını yıkalım. Duvardaki tuğlalar pembe tonunda olduğu için aynı renkten çit güzel ama beyaza boyamak da hoş olmaz mı?”
“...”
“Ahşaptan yeni bir çit yaparsak kır evi gibi olur. Bazı yazlıklar da öyle yapılır. Ama ahşap fazla sade kaçabilir... Sonuçta bu bir kaptanın konağı.”
“...”
Carsel hala cevap vermiyordu. Ağzındaki eti çiğneyip yuttukça bir lokma daha alıyor, gözlerini Ines’in yüzünden ayırmıyordu.
Ona şüpheli ve tanımadığı biriymiş gibi bakıyordu, belki de sadece boş boş bakıyordu.
Ama Ines her seferinde fikrini sorarcasına “nasıl olur?”, “sence de öyle değil mi?”, “bunu mu yapsak?” gibi ifadeler ekliyordu. Görünüşte karşısındakinin fikrini önemsiyordu ama cevap gelmemesine hiç aldırmıyordu.
Yemeğini yutup tekrar konuşmaya başladı.
“...Ama metali açık renge boyarsak ahşap gibi sıcak durabilir. Ne dersin?”
“...”
“Pembe tuğlalarla da iyi gider. Alt kısmı daha açık renkli taşlarla düzgün bir duvar yapıp, üst kısmına açık renge boyalı metalden zarif bir çit koyarız.”
“...”
“Alfonso, sen ne düşünüyorsun?”
“Fevkalade bir fikir, Senora.”
“Öylesine kulağa hoş gelsin diye söyleme. Senin zevkine güveniyorum, fikrini duymak istiyorum.”
Alfonso, klasik ciddi ifadesiyle hafif şaşırmıştı. Yine de yanıt verdi.
“Gerçekten... çit bir evin çerçevesidir. Hanımefendinin dediği gibi değişirse, konak çok daha zarif görünecektir.”
“Değil mi?”
“Şimdiki çitlerde biraz eskilik belirtileri var. Zaten onarılması gerekiyordu.”
“Carsel, Alfonso da öyle diyor.”
“...”
“Carsel?”
“...Affedersiniz, ama komutanımız az önce beri Senora’nın yüzüne bakmakla meşgul görünüyor.”
Alfonso, durumu olduğu gibi ifade etdince, Ines de ancak o zaman Carsel’e baktı.
“Aa, yüzümde bir şey mi var?”
Evet, şüpheli bir şey vardı. Carsel bunu yüz ifadesiyle belli etti, sonra hafifçe gülümseyip, “Yüzün şu anda mükemmel.” dedi.
“O zaman?”
“Neden böyle davrandığını düşünüyordum.”
Ines hiçbir şey anlamamış gibi başını eğdi. Aslında anladığı belliydi ama anlamamış gibi yapıyordu.
“Yoksa çiti yenilemek istemiyor musun?”
“Hayır, beğendim.”
“Sen istemiyorsan önemli değil. Alfonso, yarın bir usta çağır.”
“Peki, Senora.”
“Aslında dış cepheyi de boyatmayı düşünüyordum ama pembe tuğlalar çok güzel. Onlar kalsın. Değil mi?”
“...Evet.”
“Bahçeye bir sera yapmayı da düşünüyorum...”
“…Sen neden böyle davranıyorsun?”
Carsel sonunda dayanamayıp sordu. Ines de tam o sırada Carsel ile kendi arasında bekleyen, hizmet için her daim hazır Alfonso’nun su şişesini bırakıp durakladığını gördü.
“Neden sera yapıyorum mu diyorsun?”
“Hayır—”
“—Çünkü sen bilardo ve satranç masasına garip şekilde oturup tek başına oynuyorsun. Senin oynayabileceğin bir alan olsun diye...”
“...Benim için mi yapıyorsun?”
Carsel bir an için büyülenmiş gibi hafifçe duygulandı, sonra hemen toparlandı.
Oyun alanı neydi yahu? Kendisi yedi yaşında bir çocuk muydu? Hem... ‘tek başına oynuyor’ mu?
“Hayır, yani serayı kastetmiyorum.”
“O zaman neyi?”
“Ne yapıyorsan güzel, ama bir anda her şeyi neden yaptığını anlamıyorum.”
“Güzel ama anlamıyorsan, sadece bir tanesini kabul et bari.”
Söylerken o sıradan, umursamaz tonunu kullanıyordu ama yüzündeki yumuşak, içten ve yapay gülümsemesi kaybolmamıştı.
Carsel için bu gülümseme fazlasıyla yapmacıktı ama bugün giydiği koyu yeşil sade elbise onu daha samimi ve dürüst gösteriyordu.
Her yaştan kadın bu kadar sade bir rengi pek seçmezdi ama Ines’in gardırobundaki elbiseler arasında en canlı renk bu sayılırdı. Son zamanlarda giydiği en açık renk elbise buydu.
Son günlerde o, hep böyle giyiniyordu. Sadece bu da değil, daha önce hiç yapmadığı birçok şeyi sürekli yapmaya başlamıştı: İnsanlara yakın davranan, nazik, gülümseyen, özenle giyinen, çalışanlara karşı ilgili, eve karşı hassasiyet gösteren biri...
İnşaat planları, yeni boya fikirleri, kocasına özel oyun odası – pardon – sera...
Ines gibi biri evle ilgileniyor ha...
“Çünkü sen normalde yapmadığın şeyleri yapmaya başladın.”
“Ama eve baktıkça ilham geliyor, ne yapayım?”
“Sen altı yaşından beri yatak odandaki tek bir mobilyayı bile değiştirmemiş bir kadınsın.”
Yani onda öyle ‘ilham’ falan olmaz, demekti bu. Ines aniden mağdur bir ifade takındı.
“Evet, ihmalkâr davrandım. Yeni bir yerde yaşamaya başlayınca depresyona girmiştim...”
“Farkında değilsen söyleyeyim, Alfonso birkaç dakika önce çıktı.”
Başka bir deyişle, uydurduğun depresyon yalanını bırak artık diyordu. Alfonso’nun gittiğini duyunca, Ines’in yapay yüz ifadesi de bir anda silindi.
“Evimizi düzenlemek, hem senin için hem de benim için yaptığım bir şey.”
Söylediklerinde gerçekten içtendi ve işte bu yüzden Carsel gerçekten anlayamıyordu.
“Ve konuklar için.”
“...”
"Şimdi fena değil ama parti yapmak için yeterince iyi değil..."
“Parti..?”
Carsel artık onun akıl sağlığını ciddiyetle sorgular gibi, bir tek boynuzlu attan bahsediyormuş gibi sordu.
“...Senin misafirin var ya.”
“...”
“Yani, tam olarak senin misafirin için.”
‘Senin misafirin’ ne demek? Carsel’in gözlerindeki endişe daha da derinleşti.
“Ines… kesinlikle hasta falansın.”
“Hayır, gayet iyiyim. Bu hafta ayin bitince akşam yemeğine Almenara Teğmeni’ni çağıralım diyorum.”
“...Kimi?”
“Teğmen José Almenara’yı. Senin yardımcın.”
“...”
“Yani yardımcınla küçük bir akşam yemeği yiyebileceğimizi düşündüm.”
Carsel’in ağzı yavaşça açık kaldı.
Yorumlar
Yorum Gönder