This Marriage Is Bound To Sink Anyway 69. Bölüm (Türkçe Novel)

“Benim için çalışanlara karşı cimrilik yapmanın anlamı yok... Maaşlarının bolca ödendiğini söylüyorlar, ama hasat zamanı ya da yeni yıl geldiğinde daha fazla maaşla ödüllendireceğim onları. Bayramlarda da dönüşümlü olarak tatil yapmalarını sağlayıp, aileleriyle birlikte birkaç gün boyunca yiyebilecekleri et, şarap ve güzel ekmekler vereceğim.”
“Tanrım... Bu kadarına gerçekten gerek yok.”
“Senora, eğer böyle yaparsanız çok mutlu olurum, başka hiçbir şey istemem... Şu adamın sözlerini dikkate almayın.”
İkramlıkları getirdikten sonra da Ines’in yanında kalmaya devam eden hizmetçi, sanki fırsat kolluyormuş gibi öteki hizmetkârın sözünü kesti.
Ines yüzüne kocaman, içten bir gülümseme yerleştirerek sordu.
“Para her şey demek değil, değil mi?”
Tabii ki her şeydi. Elbette her şey tamamen parayla ilgiliydi.
Ama bol maaş dediğin şey, insan doğasının sığlığında zamanla “normal” bir şey gibi algılanır. Oysa özel günleri ve mutlu anları sağlayan kişi—yani kendisi—uzun süre unutulmaz olurdu...
'Bu rüşvet bile sayılmaz.'
Rüşvet gibi değilse, karşı taraf satın alındığının bile farkında olmaz.
İyi doyurmak ve özel günlerde cömert davranmak... sadece bu kadardı.
Ve bu mükemmeldi. Bu kadar iyi niyetli bir ev sahibine kim kızabilirdi ki?
Bir anlığına, sırf rekabet hissine kapılıp Carsel ile çalışanların arasını açmak gibi bir niyetinin olmadığını unutmuş olsa da, gittiği yol kesinlikle doğruydu.
Kazananın kendisi olması için, hizmetkârların Carsel’den nefret etmesine gerek yoktu. Hatta onu daha çok sevmelerine de...
Zaten Carsel Escalante günün birinde nasıl olsa bir hata yapacaktı. Eski huylarından vazgeçmeyip, kadınlarla ilgili bir skandala imza attığı an, o ana kadar biriktirdiği tüm sevgiye rağmen biri çıkıp şöyle diyebilirdi: “Beyefendi çok iyidir ama... alt tarafı biraz zayıftır.”
İşte o tür “nesnel bir hata” doğru şekilde değerlendirilip işe yarasın diye, Ines en azından Carsel’le eşit—hatta ondan daha avantajlı—bir konuma gelmeliydi. Ve öyle bir sevgiye layık görülmeliydi ki, kimse ona acıyıp da Carsel’i savunmak istememeliydi.
Ines, her geçen gün netleşen asıl amacını zihnine tekrar tekrar kazır gibi düşünerek, hizmetkârın ağzını şapur şupur doldura doldura yemesini memnuniyetle izledi.
İşte o görgüsüzce yeme hali bile, büyük bir adımdı.
***
Carsel malikaneye akşam erken bir saatte döndü. Kısa süreliğine giriş kapısında durdu ve karşısında duran, anılarındaki halinden oldukça farklı olan malikaneye şaşkınlıkla baktı.
Daha doğru ifadeyle, malikane hâlâ “değişiyor”du. Ne zaman tamamen değişmiş hale geleceği ise hiç belli değildi. Carsel, pek de geniş olmayan koridorda telaşla dolaşan uşakları, hizmetçileri, hatta bahçıvanı, kahyayı ve baş hizmetçiyi izliyordu.
Ve kimse onun geldiğini fark bile etmemişti.
Erkekler mobilyaları taşımakla, kadınlar ise ellerine aldıkları dekorları oraya buraya yerleştirmekle meşguldü.
Carsel gözlerini kısarak koridorun içlerine doğru tekrar baktı. Ve hemen ardından, çok yabancı bir kadını—daha doğrusu yabancı bir kıyafeti—gördü.
“Carsel!”
Koridorun ötesinde hızlıca geçip giden büyük, sarı bir çiçek gibi şey bir anda tekrar belirdi.
Böylesine çevik bir hareketi daha önce hiç görmemişti. Ve bu kadar... sıcakkanlı bir karşılama da ilk defa oluyordu.
“Gelmişsin!”
“...”
“Hoş geldin. Bugün de çok yorulmuşsundur.”
...Gerçekten seviniyordu. Onu görür görmez bir an bile duraksamadan neşeyle yaklaşmıştı.
Ines. Başkası değil. O inatçı, soğuk kadın...
“Neden öyle kapının önünde duruyorsun? İçeri girmeyecek misin?”
...Ines’ti bu.
Carsel, dünyanın en nazik yüz ifadesiyle kendisini karşılayan Ines’e, şüpheci biri gibi dik dik baktı.
Kocasını karşılayan o “normal eş” ifadesi neydi? Hiç alaycı olmayan o gülümseme? Heyecanlı ses tonu? Fazlasıyla nazik, sanki ruhu değişmiş gibi olan konuşma tarzı...ve şu el...
Başını eğdiğinde, üniformasının kolunu tutan o beyaz eli gördü.
“Ah, bir anda malikane karışıklık içinde kaldı değil mi?”
“...”
“Ev zaten küçücük, eşyalar ise dağ gibi... Dağınıklıktan başımı alamıyordum. Ama sen de biliyorsun ki—”
“—Sen?”
“—Ben Calstera’ya geldiğimden beri biraz halsizdim ya.”
...Öyle miydi?
Carsel’in hatırladığı kadarıyla, o bir kedi gibi keyfine düşkün bir hâlde yaşıyordu. Tembeldi ama memnundu... Halsizden çok “fazlası olsa da faydasız” gibi bir hâldeydi.
O kararlı, donuk hali... Gün doğmadan kalkıp İncil okuyacağını düşündüğü kadar katı olan dindarlığı... Küçüklüğünden beri hayal ettiği Ines’le sabahlar; kutsal, mükemmel ama sıkıcı olur sanmıştı. Gerçekteyse o, Carsel uyansa bile yüzünü yastığa gömmüş halde yatmaya devam ediyordu.
Yanında göğsüyle oynasan fark etmez, gecelik yarıya kadar sıyrılsa da umursamaz, onu rahatsız ettiğinde sadece rahatsızlıkla inlerdi... Biraz da tatlıydı. “Ines Ballestena ile ‘tatlı’ kelimesi aynı cümlede olur mu?” dense de, sabah uykulu Ines cidden tatlıydı.
Tabii, aklı başında değilken.
Ama şimdiki Ines, sabahkinden farklı bir anlamda “aklı başında değil” gibiydi.
“Biliyorsun değil mi?”
Carsel cevap vermeyince tekrar sordu. Bu baskı, tam da onun tarzıydı. “Biliyorsun değil mi?” diye soruyordu ama aslında “Evet, biliyorum de” anlamındaydı.
Carsel yine gözlerini kısarak onu süzdü, sonra içgüdüyle onun istediği cevabı verdi.
“...Evet, biliyorum.”
“Ama bu sabah, aniden düşündüm.”
“Ne düşündün?”
“Her şeyi değiştireceğim.”
“...”
O bakışlardan anlaşılıyordu ki, belki onu bile alt üst etmeye kararlıydı.
Mobilyalar yeniden yerleştirilme sürecindeydi, yani daha dağınık hâlde görünüyordu.
Ama Ines’in gözlerinde şimdiden her şeyi devirmiş olmanın ferahlığı ve memnuniyeti okunuyordu.
“Gerçekten kötüydü. Eşyalar insanı ezip dışarı atacak gibiydi... Señora gelmeseydi, birkaç yıl daha böyle yaşardık.”
Arondra bir anda yanlarına gelip araya girdi. Ines olmasaydı Carsel’in bu malikaneyi seçmesi bile mümkün değildi, ama Arondra bunu çoktan unutmuş gibi, Ines’i göklere çıkarıyordu.
“Yok canım, o kadar da değildir.”
“Kocanıza baksanıza. Kas yapmakla meşgul, bu işlerle ilgilenecek biri değil.”
“Doğru, o yüzden malikane bu halde kalmış olabilir.”
Adam tam yanlarında olmasına rağmen, yüzüne baka baka böyle konuşuyorlardı. "Bizim Senoramızın, nefes alıp vermesi bile asil" diyerek terasta uyuyakalmış Ines’i överkenki hâlleri aklına geldi. Bu sahne de ondan farksızdı.
Carsel, Ballestena Dükü’nü “nefes alma şekline bile laf eden” halini hatırlayınca, bu durumun ters çevrilmiş bir ayna yansıması gibi olduğunu düşündü. Hizmetçinin gözleri Ines'e sanki öz annesiymişçesine bakarken gururla parlıyordu.
Carsel ise oradan uzaklaşıp koridora doğru yürüdü.
Ama Ines koşarak arkasından geldi. Ines Escalante’nin koşarak gelmesi... Yetmezmiş gibi, onun koluyla gövdesi arasına usulca giren o ince kol, Carsel’in aklını uçurdu. Doğalca yaslanan o vücut... Bu da neyin nesi? diye düşünmeye çalıştı ama, Ines bilincini bile bastırıyordu.
Çocukluklarından beri Ines'e sayısız etkinlikte eşlik etmişti ama daha önce onunla hiç bu kadar samimi olmamıştı. Onu uzun süre sevdiği zamanlarda bile. Mecburen koluna girerken bile, teni değmesin diye titizlikle mesafeyi koruyan o eski Ines...
Şimdi kimse zorlamamışken neden böyle davranıyordu? Carsel bunu düşünürken, mobilyaları taşıyan uşaklar yanlarından selam vererek geçti. Nefes nefese koca mobilyayı kapıya doğru götürüyorlardı.
Salona yakışacak türde mobilyaların kapıya yöneldiğine bakılırsa, dışarı atılacaklardı. Carsel bunu fark etti ama yorum yapmadı. Fakat Ines o hırıltılı nefes seslerini duyunca arkasına dönüp konuştu.
“Her şeyi değiştirmeyeceğim. Sen bu malikaneyi böyle yaptıysan bir düşüncen vardır diye düşündüm.”
“Öyle mi?”
“Zaten atmayı düşündüğüm birkaç şey vardı. Sen dönünce atabilir miyim diye sana soracaktım.”
Ama dönüp baktığında, mobilyalar çoktan dışarı çıkmıştı. Ines ise hiçbir utanma emaresi göstermeyen berrak bir yüzle karşısındaydı.
Yine onun garip hâli gözüne çarptı: Hiç giymediği parlak sarı elbise, normalde yapmadığı hafif bir makyaj, sade ama yana örülmüş saçlar ve kulağının kenarından sarkan birkaç saç teli, yapay ama sıcak bir gülümseme...
Yapay mı? Nazik mi? Burada kim var yahu?
Çocukluğundan beri veliaht prensin yüzüne karşı bile “hayır” diyebilen, kraliyet ailesi önünde sahte bir gülüş bile atmayan, kısacası herkese eşit derecede soğuk olan Ines’in bu sosyalliği... Gerçekten mümkün müydü?
Mobilya yerleştirmesinden fazlası vardı. Bu küçük kafanın içinde, kesinlikle başka planlar dönüyordu.
“...İzin falan gerekmiyor. Her şey senin, nasıl istiyorsan öyle yap.”
Ve Carsel, sanki büyülenmiş gibi cevap verdi. Az daha “hepsini at gitsin” diyecekti ki kendini son anda tuttu.
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »
Yorumlar
Yorum Gönder