This Marriage Is Bound To Sink Anyway 68. Bölüm (Türkçe Novel)


'Hizmetkârların tanıklıkları da boşanma mahkemelerinde kabul edildiği pek çok vaka var. Ama satın alınmış oldukları açıkça belli olmamalı tabii... Örneğin, dava öncesinde aceleyle hizmetkârları satın almaya çalışan bir çift var diyelim. İçlerinde zeki olan da olur, aptal olan da... Öyle değil mi? Aceleyle yapılan her işte bir açık çıkar. O tek bir açık bile, diğer hizmetkârların ifadelerinin de para karşılığı satın alınmış yalanlar olarak değerlendirilmesine yol açabilir. Şansı yaver giden taraf ise tüm ifadeleri lehine kullanabilir.'

'Satın alınmış olduğu belli olmamalı... Kesinlikle ortaya çıkmamalı...'

'Senyorita Ballestena, yoksa söylediklerimi not mu alıyorsunuz?'

'Devam edin.'

'Ayrıca şöyle bir durum da vardı. Açıkça başarılı şekilde satın alınmış bir tanık mahkemede bambaşka bir ifade verdi.'

'İhanet etmiş yani?'

'Aynen öyle. Hizmetkâr, söz verdiği hâlde ihanet eder.'

'Efendisinin davranışları ne kadar kötüymüş ki öyle olmuş?'

'Doğru. Çoğu zaman böyle oluyor zaten. Nadiren efendi haksızlığa uğramıştır, ama genelde ya hizmetkârın ona karşı eski bir kini vardır ya da daha önce adaletsizce davranılmıştır...'

'İş sonunda dönüp dolaşıp buna geliyor demek ki.'

'Bir de Mendoza gibi büyük malikâneleri olan yüksek soyluların durumunda, tüm hizmetkârların ağzını kontrol etmek zor olur. Bu yüzden, sosyal statüsü yüksek ve çevresi geniş olan insanların davasında tanıkların ifadelerine ek olarak evdeki genel itibarı da araştırılır. Bu, evlilik hayatına dair bir değerlendirme gibi görünse de aslında kişinin kişisel itibarıyla doğrudan ilgilidir. Statü fark etmeksizin insanlar benzer şekilde yaşar... Bir kişiyi olumlu düşünmeye başladılarsa, o kişinin hep iyi şeyler yapmış olduğuna inanmak isterler. Bu, evlilikte yaşanan nesnel gerçeklerden bağımsızdır.'

'Adaletsiz ama etkileyici bir durum.'

'Mesela, 23 yıl önce Kontes Katya’ya dair tek bir örnek vardır. Kendisi iyi huylu biri olarak malikânede yüksek itibara sahipti. Eşiyle aynı şekilde sadakatsizlik etmiş olduğuna dair kesin deliller olmasına rağmen, lehine karar çıkmıştır. Tanıkların ifadeleri de içtenlik doluydu...'

'Kontes Katiya...'

'Katya Kontes.'

'İsmini yanlış söyledim... Saygı duyduğum birine böyle saygısızlık...'

'Saygı mı duyuyorsunuz? Tanıyor musunuz onu?'

'Az önce tek taraflı olarak tanıdım. Ama duyar duymaz saygı duydum.'

'Sıkılmıyor musunuz... Avukatın böyle sarhoş saçmalıklarını neden dinliyorsunuz ki?'

'Hayatın neler getireceği belli olmaz. Her ihtimale karşı hazırlıklı olmak gerekir. Evlilik iyi giderse ne âlâ, ama gitmezse ona da hazırlıklı olmak lazım.'

'Senyorita Ballestena, affedersiniz ama bu yıl on yaşında değil misiniz?'

'Lafı dolandırmayın Bayan Moya. Demek ki, uzun vadede kazanılan itibar önemli, öyle mi?'

'Evet. Yani... bir hava oluşur ya hani? İşte ondan bahsediyorum... Ama siz hâlâ yazıyor musunuz?'


İşte mesele tam da buydu. Uzun zaman içinde kazanılmış itibar.

İnsanlar satın alındıklarını fark etmemeli, hatta satın alınmamış gibi olmalı.

Ines, çocukken Perez Şatosu’nda sık sık düzenlenen küçük şarap partilerinden bu konuda çok şey öğrenmişti.

Sosyal etkinlikleri hiç sevmezken, Düşes’in haberi olmadan gizlice katıldığı tek etkinlik bu partilerdi. Ballestena Dükü için çalışan yerel avukatlar, toprak yöneticileri, vergi memurları, doktorlar ve malikânenin ileri gelenleri davet edilip ağırlanırdı.

Annesi Ballestena Düşesi'nin deyimiyle, "kafası çalışsa da parası olmayan ve ara sıra gürültü çıkaran", "soylu bile olmayan ama arada kendini beğenmişlik yapan" kimseleri Dük’ün adına ağırlamak içindi bu davetler. Gerçekte Dük, Düşes veya çocuklarının ortada görünmediği bu etkinlikler, sadece pahalı şaraplarla gönül kazanıp sadakati artırmaya yönelikti.

Ama İnes en azından babasının şarap parası karşılığında bu partilerden paha biçilemez bilgiler edinmişti.

Özellikle de yıllarca Mendoza'da boşanma davalarına bakan, sonra Perez’e taşınan bir avukat; aldatma belirtilerinden bahseden bir doktor; aynı kararı verirken daha merhametli görünmenin yollarını öğreten bir yönetici; kaçak vergi yakalamanın ve vergi kaçırmanın yollarını ironik biçimde aynı anda anlatan bir vergi memurunun verdiği bilgiler... Önceki hayatında hiç ilgisini çekmeyen, bilse de işe yaramayacak şeylerdi bunlar ama bu kez farklıydı.

Bu kez hedefi, iyi yaşayıp onurlu şekilde ölmeyi başarmaktı.

“Ortam hoşuma gitti, zaman da uygun...”

“Evet. Çok iyi.”

“Peki, haftalık maaş yeterli mi?”

“Senora. Size dürüstçe bir şey söyleyebilir miyim?”

“Elbette. Eksik bir şey varsa Arondra ya da Alfonso ile konuşur, düzeltmelerini isterim.”

“Doğrusu... yeterli kelimesi yetersiz kalıyor.”

“...Ne?”

“Kesinlikle fazlasını alıyorum. Yüzbaşı Escalante çok cömert biri...”

“...”

Beklenmedik bir cömertlikle karşılaşan Ines’in dudak kenarı hafifçe seğirdi.

“Herkes Yüzbaşı Escalante’nin konağında çalışmak istiyor... Arondra’nın beni işe alması büyük bir şanstı. Ama acaba, ‘fazla alıyorum’ demem hata mı oldu?”

“Neden?”

“Gereksiz harcama gibi görünürse, maaşımda azaltma yapılabilir diye...”

“Olur mu hiç öyle şey? Kocam doğru karar verir, bana düşen de bunu desteklemek.”

“Biz Yüzbaşı’nın hayat arkadaşını bulmasıyla çok mutlu olduk...”

“Evet, tabi. Siz de bizim için elinizden geleni yapıyorsunuz.”

Ines, “hayat arkadaşı” sözünü duyar duymaz, ürpermişçesine hizmetkârın sözünü kesti. O sırada yanına getirilen atıştırmalıkları genç hizmetkâra uzattı.

“Ama Senora, bu değerli şeyleri... bana mı veriyorsunuz...?”

“Öğle yemeğini erken yemişsindir, acıkmışsındır. Önce bunu ye. Sonra senden bir şey isteyeceğim...”

“Bunlara gerek olmadan da yaparım! Gerçekten yiyebilir miyim?”

“Senora emrediyorsa, lafı uzatma ve ye.”

Pahalı pastayı ağzına atar atmaz hizmetkârın yüzü gevşedi. Ines’in önünde koruduğu hafif gerginlik bile kaybolmuştu.

Fazla para versen bile, bedava yiyecek işe yarıyor... Ines, hizmetkâr görmesin diye yüzünü buruşturdu ve “maaş artırımı” seçeneğini zihninden sildi. Yerine “ara sıra ödül” ve “iyi yiyecek” maddelerinin altını çizdi.

Burası, paranın gönül olduğu bir dünyaydı. Gönül veren kişiye, para da verilebilirdi. Öyle bir dünyaydı bu. Patron ve çalışan arasındaki ilişki bile olsa, cömert biri için gönül vermemek zordu.

Ines ertesi gün, piyasa fiyatlarını tek tek araştırmaya karar verdi. En basiti çalışanların maaşını öğrenmekti ama sadece duymak yetmeyecek, bunu hissedemeyecekti. Daha kolay olanı ise kayıtları incelemekti. Ama kayıtlar genellikle baş kahya tarafından tutulur ve onun Ines hakkındaki düşünceleri ise henüz net değildi...

Eğer birdenbire “bütün kayıtları görmek istiyorum” derse, şüpheli bulunabilir... Bu konuya hemen atlamamak gerekiyordu.

“Fazla almak” ne kadardı? Gerçekten fazla mıydı? Ines’in halkın alım gücüne dair bilgisi yoktu. Bu yüzden sorması bile işe yaramazdı. Kaldı ki doğru dürüst anlayamaz, saçma bir cevap verirse sadece bilgisizliğini ortaya koymuş olurdu. Tabii ki bilmiyor olması doğaldı, ama bunu özellikle gösterme gereği yoktu.

Çünkü birkaç kişi üzerinden yayılan bir söylenti, kolayca şu hâle dönüşebilirdi: “Ben o kadar soyluyum ki sizin kullandığınız parayı bile anlamam.”

Elbette Ines yoksulluğu biliyordu. Emiliano’yla yaşadığı hayat tam anlamıyla sözlükteki yoksulluk tanımıydı. Ama Ortega’nın ortalama halkının yaşamına dair hissi yoktu. Aşırı yoksullukla gelip geçen kıymetli eşyaların ara ara para getirdiği bir hayat, normal halk yaşamını anlamaya elverişli değildi.

Hayatlarında iniş çıkış çok fazlaydı. Başlarda kıymetli eşyaları satmalarına rağmen, Ines’in gözünde hep fakir görünmüşlerdi.

Çünkü daha önce hiçbir zaman bir şey alırken fiyatını düşünmemişti. Ve düşünmeye başladıktan sonra, karşısına çıkan her şey, ne yazık ki parası yetmeyecek şeyler olmuştu...

O hayatla ilgili olarak—önce Ines’in Perez Şatosu’ndan gizlice getirdiği takılar, sonra Emiliano’nun sattığı birkaç tablo yıllarca geçimlerini sağlamıştı.

Ama Ines değerli bir eşyaya biçilen fiyatı bilmediğinden, çoğu kıymetli eşyayı ederinin çok altında satmış, Emiliano da ne kadar pahalıya satılması gerektiğini bilmediğinden, onun bu budalalığına ortak olmuştu.

Cidden, tam anlamıyla akılsızca romantik bir çifttiler... O saçma hayatın içinde bile Emiliano, dört ayak üstünde yürüyerek onu bir prenses gibi severdi. Bu yüzden Ines, kendi başına tek bir şey aldığını bile hatırlamıyordu.

Evet. Bu yüzden bilemezdi. O yüzden “fazla alıyorum” denilince, gülümsemek dışında yapacak bir şeyi yoktu.

Ama kendi parasıyla asla yemeyeceği—alamayacağı—lezzetli yiyecekler, beklenmedik bir anda gelen altınlar... Bunları kim sevmezdi ki?

'İyi yedirip iyi verirsem, kim beni suçlar ki?'

Ballestena’nın çeyizi işte tam da böyle zamanlarda harcanmalıydı.

Yorumlar