This Marriage Is Bound To Sink Anyway 67. Bölüm (Türkçe Novel)


Sabahın dalga sesleri, adeta bir büyü gibi bozulmuş olan zihnini tekrar kendine getirdiğinden beri, Ines yeniden son derece planlı bir ruh haline bürünmüştü.

Artık asıl konuya geri dönmenin zamanıydı.

Şimdiye kadar olaylara kapılmış falan değildi... Aslında farkında olmadan kendi planının bir parçasını oynuyordu.

Ines’in hedefi basitti ama o hedefe giden yol, son derece görkemli bir plandı. Ve görkemli planların doğası gereği, görkemli bir zamana ihtiyaçları olurdu.

Bu şekilde düşününce, son zamanlarda yatak odasında yaşadığı tüm o yenilmişlik hissi de silinip gitti.

Tüm bunlar stratejik iş birliğiydi. Kendi bile farkında olmadan, kendisinin yaptığı kılı kırk yaran hesapların sonucu...

Dışarıdan bakıldığında, Ines çok uzun zamandır Carsel Escalante’ye karşılıksız bir aşk besliyormuş gibi görünüyor, Carsel bu evliliği istemedikçe o daha da istiyor gibi duruyordu.

Ve sonunda, yakında süresi dolacak bir evlenme teklifine hiç düşünmeden atlayarak onunla evlenen bir kadındı.

Hayatı boyunca bu adama saplantılı olduğu için bu evliliğe büyük bir sevgi besliyor, bu yüzden Calstera gibi bir taşraya —gerçekte yalnızca gelişmiş bir kıyı bölgesiydi— subay olan kocasını takip etmişti.

Böyle bir kadın için, bu dar malikânedeki balayı hayatı ne kadar da rüya gibi ve mutlu olmalıydı, değil mi?

Bu yüzden birlikte yatmaları çok uygundu. Carsel’e karşı da, onların özel hayatını ister istemez öğrenmek zorunda kalan hizmetkârlara karşı da.

Bu evliliğin hiçbir sorunu ondan kaynaklanmayacaktı, bu evlilikteki hiçbir eksiklik onda bulunmayacaktı. Kısa süre önce böyleydi ve böyle olmaya devam edecekti...

Evet. Calstera’daki tembel yaşam tarzı ve son on gündür süren gürültülü geceler sadece kusursuz bir başlangıçtı.

'Yani o kısmın sadece sıklığını azaltmam yeterli.'

Ines’in planına göre, yatak ilişkisi onun tarafından istenmeli ve karşı taraf tarafından reddedilmeliydi. Bu, evliliğin sonunda yaşanması gereken bir durumdu.

Onu alaya almak için mi, yavaş yavaş baskı kurmak için mi, yoksa gerçekten sadık bir asker gibi disiplinle hareket ettiği için mi...

Sebep her ne olursa olsun, Carsel’in kafasında ne dönüyor olursa olsun, sonuç olarak varacakları yer orasıydı.

Eğer bu işe merak saldıysa, bu merak ne kadar sürebilir ki?

Ve onun cansız tepkilerinde eğlence araması ne kadar devam edebilirdi?

Şu anda her gece üzerine atlayan azgın bir Carsel Escalante varken... Ines karşı koymamalıydı. Reddeden taraf o olmalıydı.

“Bu yüzden utanacak bir şey yok.”

Carsel Escalante, adına layık şekilde seks konusunda gerçekten iyiydi.

Ines de bunu dürüstçe kabul edebiliyordu.

Yani, kontrol dışı tepkiler vermesi de kaçınılmazdı.

Çünkü o bunu iyi yapıyordu. Her ne kadar istemese de, Ines’in bedeni tepki veriyordu.

Ve tüm bunlar onun büyük planının bir parçasıydı, bu yüzden bu bir yenilgi sayılmazdı...

Kendi gibi güçlü iradeye sahip birini bile etkisi altına alabildiyse, Carsel Escalante’ye sadece uygun ortamı yaratıp dizginlerini salıvermek yeterliydi. O zaman o her şeyi başarırdı.

Tatlı Escalante... Ines artık her şeyi yalnızca kendi lehine olacak şekilde düşünmeye karar verdi.

Zinde adımlarla alt kata indiğinde, sabahın taze ışıkları adeta geleceğini kutsarcasına üzerine dökülüyordu.

“Günaydın, Cara.”

“Senora. Ne kadar erken kalkmışsınız.”

Saat neredeyse sabah on biri buluyordu ama bugüne kadar süren tembel yaşamı göz önüne alındığında, bu erken sayılırdı.

Bu alışkanlığı değiştirmekle başlamalıydı artık.

“Terasa çay hazırlamamı ister misiniz?”

“Güzel olur.”

Ines gülümseyince hizmetçi de neşeyle gülümsedi.

Ines’in kafasında, "zinde sabah" maddesine de "gülümseyen ev sahibi" maddesine de bir onay işareti kondu.

Dışarı çıkmak istemediğinden çıkmamış, bahçede dolaşmak bile zahmetli geldiğinden bundan da kaçınmış, ev içinde ne bir faaliyet planlamış ne de yapılanları denetlemek istemişti.

Bu yüzden Calstera’ya geleli onlarca gün olmasına rağmen; Ines hâlâ arabacı, bahçıvan ve uşak gibi erkek çalışanlarla pek tanışmamış sayılırdı.

Yüzlerin hâlâ yabancı olması aslında daha iyiydi.

Arondra ve hizmetçi kızlar muhtemelen onun mutlu ama tembel halini yeterince görmüşlerdi...

Onlar o kadar saf insanlardı ki, Ines’in bu tembel yaşamdan memnun olduğunu hayal bile edemeyip, aniden memleketinden kopartılıp gelen zavallı bir soylu kızın memleket hasreti gibi algılıyorlardı. 

Neyse ki, işte şimdi tam da olmayan bir “memleket hasreti”ni üstünden atma zamanıydı.

Ines, Arondra ve Alfonso’yu çağırdı. Yani, kahya ve baş hizmetçiyi.

Evdeki çalışanların en üst düzey sorumlularını.

“Alfonso, arabacı şu an konakta mı?”

“Evet, burada.”

“Bahçıvan şu an ağaçları buduyor olmalı... Peki ya uşaklar? Öğle yemeğini erkenden yiyorlar değil mi?”

“Evet, ama..? Neden uşakları soruyorsunuz?”

Alfonso’nun biraz gergin yanıtının ardından Arondra neşeli sesiyle araya girdi.

“Ben onlara çok ilgisiz davrandım, Arondra. Dediğin gibi, aniden yabancı bir yerde yaşamaya başlayınca... galiba biraz yalnız hissettim.”

Dalgın bir ifadeyle kısa bir an denize bakınca, duygusal Arondra “Ah, işte... öyleymiş...” diyerek hüzünle sustu.

Ines, Alfonso’ya göz ucuyla baktı.

Onun hâlâ ne düşündüğü belli olmuyordu.

Dış görünüşü itibarıyla son derece katı biri gibi duruyordu ve Ines’in tembelliğinden ötürü belki çoktan hayal kırıklığına uğramış bile olabilirdi.

Sorun değil. Büyük planların büyük zamana ihtiyacı olur. Bir taşra malikanesinin kahyası, bu plan için hiçbir şeydi.

Adım adım... Her şeyi o “atmosfer”e bürümek yeterliydi. O zaman herkes o atmosfere kapılırdı.

İnes, şimdi bu “atmosferi” kurmaya kararlıydı.

"Bu yüzden zamanımı yalnız geçirdim ve zaman öldürdüm..."

"Doğru. Sanırım öyle..."

“Sanırım farkında olmadan kendimi kapattım.”

“Kim kapatmazdı ki? Grandez de Ortega’nın kızı, Balestena Dükü’nün gözbebeği... Yüzbaşıyla evlenme uğruna böyle fare deliği gibi bir taşraya gelmişsiniz...”

Arondra, dünya üzerindeki en acınası şeyi görüyormuşçasına ona bakıyordu. Eğer Ines acınası bir söz sarf etse, o on kat daha fazlasını icat ederdi.

Genç hanımına duyduğu eski sevgiden bağımsız olarak, Arondra yüksek ahlaki standartlara sahip bir biriydi ve onlar evlenmeden önce Carsel Escalante hakkında oldukça sert eleştirilerde bulunmuştu.

Bu sayede Ines buraya gelir gelmez onun safına geçmişti.

Ama bu kadarı yetmezdi.

Ines, Arondra’nın kalın ellerini iki eliyle sıkıca tuttu.

Zira bu kadın ileride, Ines Escalante’nin boşanma davasında mahkemede kilit tanık olacaktı.

Tamamen onun tarafında olmasa bile, objektif ve ahlaki ölçütlerle Carsel’in gelecekteki rezilliklerini eleştirip, Ines’i haklı görecek biriydi...

“Arondra beni böyle düşünüyor, Alfonso benimle böyle ilgileniyor... ama ben o güzel kalpleri anlayamadım. Bahçıvan geçenlerde bana, ‘Acaba hanımefendi bahçenin nasıl görünmesini ister?’ diye sormak istemiş galiba...”

Ev sahibesi değişince bahçenin de değişmesi doğaldı.

Bu yüzden kahya aracılığıyla bu tür taleplerin gelmesi beklenirdi ama Ines, her şeyden sıkıldığı için bu konuyu şu sözlerle geçiştirmişti:

“Bahçe zaten mükemmel. Hayatını ağaç ve çiçeklerle geçirmiş bir adam ne yapması gerektiğini bilir.”

Tüm hizmetkârların soruları bugüne kadar böyle savuşturulmuştu.

“İstediğiniz renk, koku, mevsime uygun çiçekleri söylerseniz, José çok yetenekli bir bahçıvandır. Sizi memnun edecek bir bahçe yaratacaktır.”

José... Düğün günü tanıtılan o ayı gibi olan Carsel’in yardımcısının adı da José idi.

José Almenara.

İkinci yaşamında neredeyse onun üvey oğlu olacak adam...

Ines, bu José ile öteki José hakkında kısa ama detaylı bir plan yaptı ve hemen tamamladı.

Bu José de, o José de onun insanı olmalıydı.

“Hayır. José’yi bizzat görmek istiyorum.”

“Bizzat mı?”

“Sonra Max’i de çağır. Diğer hizmetçi kızlar ve uşakları da. Aşçıları da... Hepsiyle tek tek konuşup, onları tanımak istiyorum.”

“Bu sizin için fazla zahmetli olmaz mı? Hiç gerek yok aslında.”

Katı yüzlü Alfonso, gözlüğünü burnunun üstünden yukarı iterek kuşkuyla konuştu. Gerçekten yorulacak olan kendileri olacaktı, Ines değil.

Ines ise içinden geleni asla belli etmeyerek tatlı bir tebessümle cevap verdi.

“Bugün hava ne kadar güzel değil mi? Herkes gelsin, biraz burada benimle oturup güzel bir sohbet etsinler.”

“Alfonso, Senora’nın ne kadar ince düşündüğünü görüyor musunuz?”

“Ben onlar hakkında bir şeyler öğreneyim, onlar da beni tanısınlar istiyorum.”

Ines’in zihninde artık malikânedeki hizmetkârlar ikiye ayrılmıştı: Mahkemede resmi tanık olarak kullanılabilecek olanlar ve gerektiğinde sadece onun lehine ifade verecek gayriresmî tanıklar.

Gündüzleri kuş olup, geceleri fare kesilerek ona kulak olacak—dürüst ama geveze insanlar...

Carsel er ya da geç ihanet edecekti. Ines onun her hareketini uygun zamanda öğrenmeli, ve yalnızca işine yarayan ifadeleri kayda geçirmeliydi.

Bunlar; kendi rızalarıyla mı yoksa beyinleri yıkanarak mı, farkında olmadan ona yardım edecek iyi niyetli müttefiklerdi.

En azından Calstera’da, Ines son derece sosyal ve nazik bir ev sahibesi olacaktı.

Bahçıvan José alnında terlerle terasa geldiğinde... Güneş ışınları, Ines’in insan canlısı sarı elbisesini kutsarcasına aydınlatıyordu.

Yorumlar