Eat Run Love - 78. Bölüm

Qin Chang’ın ofisinden çıktıktan sonra Ding Zhitong kendi masasındaki yerine döndü ve Gan Yang’ı aradı.

“Gan Yang—” Telefon hızla açıldı, ismini söylediyse de sanki devamında ne diyeceğini unutmuş gibiydi.

Karşı taraftan bir şeylerin yolunda gitmediği anlaşılmıştı, hemen yumuşak bir sesle sordu.

“Ne oldu?”

“Bir şey yok.” dedi Ding Zhitong hafifçe toparlanarak. “Sadece size haber vermek istedim, satış sunumu dosyalarımızı güncelledik. Dr. Chen’le tekrar bir görüşme ayarlamak istiyoruz.”

Kısa bir duraksamadan sonra Gan Yang cevapladı.

“Tamam, zamanı ayarlayınca hemen sana haber veririm.”

Ding Zhitong teşekkür etti, ardından bir cümle daha ekledi.

“Birkaç günlük esneklik tanıyabilirseniz iyi olur. Son zamanlarda Hong Kong çıkışlı uçuşlar biraz düzensiz.”

“Tamam, anladım.” Karşı taraf kısa ve net bir şekilde onayladı.

Ding Zhitong’un söyleyecek başka bir şeyi kalmamıştı, telefonu kapattı. Aklı ise tamamen Qin Chang ve Song Mingmei’nin üzerindeydi.

Özellikle de Song Mingmei.

O günkü işini bitirdikten sonra erken çıkıp eve döndü ve Song Mingmei ile görüntülü konuşma yaptı.

Ekranda, Song Mingmei’nin hâli oldukça iyiydi. Akşam yemeğini yemiş, evde çocuklarıyla vakit geçiriyordu. Yuqi piyano çalışıyor, Yulin ise yaramazlık yapıyordu. İki kardeşin tartışma sesleri zaman zaman duyuluyordu. Song Mingmei onları uyarıyor ama sesi gayet sakindi, sanki hiçbir şey olmamış gibiydi.

Ding Zhitong bunu izlerken, Song Mingmei’nin eskiden söylediği bir cümle aklına geldi.

“Sanıyor musun eve dönünce ağlayabiliyorum? Çok yanılıyorsun.”

Çocuklar tatlıydı ama “anne olunca güçlü olmak zorundasın” lafı biraz acımasızdı. Bu role büründüğünde; öfkeni, korkunu, üzüntünü, zayıflığını hep içine gömmek zorundaydın.

Song Mingmei onun neden aradığını tabii ki biliyordu. Kısa süre sonra telefonu alıp başka bir odaya geçti.

Ding Zhitong sonunda “Bana kontrol raporunu göster.” dedi.

“Ne gerek var?” dedi Song Mingmei gülerek. “Bu benim özel hayatım, tamam mı?”

Ding Zhitong ısrar etti.

“Ne özeli ya? Benimkini sana göstermedim mi?”

Song Mingmei mecburen raporu aramaya koyuldu ve kısa süre sonra birkaç fotoğraf gönderdi. Raporlarda, “katı yapılı kitle, düzensiz sınırlarla loblu yapı, kenarları belirsiz” gibi ifadeler yer alıyordu. Doktorun önerisi, kitlenin cerrahi olarak çıkarılması ve ardından biyopsi yapılmasıydı. Eğer kötü huylu çıkarsa, kemoterapi ve radyoterapi gerekecekti.

Ding Zhitong bunların çoğunu anlayamıyordu. Sadece internetten okuduğu birkaç bilgi vardı. Birinde şöyle bir benzetme yapılıyordu: “Bir hasta her kemoterapi gördüğünde, bedenine bir benzin bombası atılmış gibi olur. Alevler içinde kalır. Yeniden doğup doğamayacağı, tamamen bünyesine ve iradesine bağlıdır.”

Bu benzetmenin ne kadar abartılı olduğunu bile bilmiyordu. Ama dışarıdan biri olarak yapabileceği tek şey, birkaç teselli sözü söylemekti.

“Okuduğum birkaç makaleye göre, bu hastalığın artık iyileşme oranı çok yüksek. Kronik bir hastalık gibi düşün, ismine fazla takılma.”

Song Mingmei elbette onun “kanser” kelimesini bile dile getirmeye cesaret edemediğini fark etti, gülümseyerek, “Ama doktor böyle söylemedi.” dedi.

“Peki, doktor ne dedi?” diye sordu Ding Zhitong.

Birkaç yıl önce ikisi yeni yeni hastane arkadaşı olmuşlardı. Song Mingmei, Şanghay’daki bir hastanenin meme cerrahisi bölümünde çok yakışıklı bir erkek doktor olduğunu duymuş, ille de onun muayenesine gitmek istediğini söyleyip durmuştu. Ama sonradan sürekli takip muayenelerine gittiği kişi hep bir kadın doktordu; demek ki bu kadın doktorun özel bir yeteneği olmalıydı.

Song Mingmei muayene odasındaki anıyı hatırlıyor gibiydi, sonra şöyle dedi: “Bana bu durumu çok ciddiye almamı, bunu bir savaş gibi görmem gerektiğini söyledi. Şaka değilmiş gibi davranmamı istedi.”

Ding Zhitong bu doktorun biraz sert konuştuğunu düşündü. Her ne kadar stratejik olarak küçümseyip taktiksel olarak ciddiye almak gerekse de, genelde “ciddiye almak” gibi şeyler hasta yakınlarına söylenirdi.

“Belki de çok sakin göründüğün içindir. Cesaretlendirilmeye ihtiyacın yok gibi miydi?” dedi, doktorun tavrına bir bahane bulmaya çalışarak. “Başka bir hasta olsaydı, böyle demezdi bence.”

“Olabilir.” dedi Song Mingmei, açıklamaya devam etti. “Doktor, hep yalnız başıma geldiğimi görünce, bana birisinin eşlik etmesinin daha iyi olacağını söyledi. Çünkü bundan sonraki ameliyat ve tedavileri tek başıma kaldırmam zor olabilirmiş. Ama ben bu konuyu uzun uzun düşündüm. Gerçekten iyi bir aile desteği arka planda olmalı. Deng Boting gibi biri ise benim tedavime ya da iyileşmeme hiçbir fayda sağlamaz. Bugün gelip ağlar, yarın da bir kadın çıkıp beni onu çok yaralamakla suçlayabilir. Ancak onunla tamamen ayrılıp bir ortaklık sonlandırır gibi sakin bir şekilde bu ilişkiyi bitirirsek, işte o zaman kaygılarım azalır.”

Ding Zhitong şaşkınlıkla dinledi. “Ne? Hangi kadın? Seni onu yaralamakla mı suçladı?”

“Bir tane değil; annesi de var, şu anki kız arkadaşı da.” dedi Song Mingmei. Konu bir kez açılınca, bu durumu sanki “kapının önünde iki ağaç var; biri hurma ağacı, diğeri de portakal ağacı” der gibi, olağan bir şekilde anlatıyordu.

“Bunu bana neden daha önce söylemedin?” Ding Zhitong bu olayın bir süre once olduğunu  anlayınca bir an duraksadı.

Ama Song Mingmei hâlâ gülümseyerek cevap verdi. “Önemli şeyleri elbette söylerim, ama bu... gerek yoktu.”

Ding Zhitong cevap veremedi. Hayatla kıyaslanınca, gerçekten de bunlar pek önemsiz kalıyordu.

Aslında boşanmayı uzun zamandır düşünüyordu ama asıl kararı muayene sonuçlarını aldıktan sonra birden vermişti.

Ondan önce de, Deng Boting’in başka biriyle ilişkisi olduğunu zaten biliyordu. Komik olan şu ki, bunu hiç araştırmamıştı; kanıtlar adeta kendi ayağına gelmişti.

O genç kadın, Deng’in yeni döşenmiş bir evine götürülmüş, iş bittikten sonra banyodaki akıllı tartıyı kullanmış ve ağırlık bilgisi — 45 kilo — Song Mingmei’nin telefonuna gitmişti.

Song Mingmei bu durumu “izinsiz eve girmek” gerekçesiyle polise bildirdi. O saat civarındaki bir saatlik dilimi esas alarak apartman güvenliğine o günün kamera kayıtlarını inceletti. Ardından şirketteki giriş çıkışlarla karşılaştırdılar. Her şey netti: Deng’in geçen yıl yatırım yaptığı bir start-up şirketinden birindendi bu kadın.

Ne tartışmak, ne hesap sormak istedi. Bunların hiçbirine ilgisi kalmamıştı, sadece avukatına gitti. Deng Boting’e boşanmak istediğini söylediğinde elinde boşanma protokolüyle gitmişti.

Deng Boting hazırlıksız yakalandı. Bir daha böyle bir şey olmayacağına dair söz verdi ama aynı zamanda Song Mingmei’yi suçlayan bir sürü laf etti: onu anlamamakla, ilgilenmemekle, yeterince sevmemekle suçladı ve birlikte evlilik danışmanlığına gitmeyi teklif etti.

Tam da o sırada, Song Mingmei 4C tanısı almıştı. Bu yüzden ayrılmakta kararlıydı.

Deng yalvardı, bağırdı, tehdit etti. Ama sonunda sinirleri dayanamayan yine o oldu. Öfkeyle evi terk etti, odasındaki figür koleksiyonlarını ve çekmecedeki tüm pahalı saatlerini toplayıp gitti. Boşanma süreci de başlamıştı. Asıl olay, ardından annesi ve o 45 kiloluk kızın tekrar kapıya gelmesiydi. İkisi de Song Mingmei’yi suçladı. Annesi “artık yeter” demiş, kız ise “Deng’i rahat bırak” diye çıkışmıştı.

Ding Zhitong bir kez daha şaşırdı. “Ne biçim insanlar bunlar? Böyle laflar nasıl edilir?”

Song Mingmei ise onlar adına adil bir açıklama yaptı. “Aslında onları da suçlayamam. Muhtemelen Deng Boting onlara öyle anlatmış. Bana da hep söyledi zaten; onu hiç sevmediğimi...”

“Bu ne saçma laf böyle?” Ding Zhitong öfkeyle bağırdı. “Aldatan o, ama suçlu sen misin yani?”

Song Mingmei ise, “Bu konuda ondan özür diledim zaten.” dedi.

“Ne alaka?! Neden?!” Ding Zhitong panikledi. “Sakın bana mal paylaşımında da onu kayıracağını söyleme.”

“Öyle şey mümkün mü?” dedi Song Mingmei, bu fikri saçma buluyordu. “O onu sevmediğimi söylüyorsa, bu onun fikridir; ben de tamam, benim hatam derim. Ama iş ortağı olarak ister işte ister evde, vicdanım rahat. ‘Özür dilerim’ dedim. Gerisi para paylaşımı, şirketin bölüşülmesi, bir de çocukların velayeti. Bunlarda netim. Ne gerekiyorsa o olacak.”

“İşte bu tam senlik bir şey.” dedi Ding Zhitong sonunda rahatlayarak. Ama biliyordu, bu ‘özür dilerim’ aslında bir alaydan ibaretti. O, Queens’teki o küçük kiralık evde Song Mingmei’nin Deng için “Ama yine de bana biraz Ding Ding’i hatırlatıyor” dediği zamanki yüz ifadesini, hatta düğünlerindeki o şakayı hatırlıyordu. Şimdiki bu ‘hiç sevmemek’ duygusu zamanla yavaş yavaş tükenmişti.

Evet, o dönem Song Mingmei sık sık geçmişi hatırlardı.

Örneğin Bian Jieming olayından sonra, Deng Boting’in ona attığı o mesaj: “Moqi’nin görüntülenme sayısı 10 milyonu geçti. Seni almaya geliyorum, beni bekle.” Her ne kadar gerçekten New York’a gitmemiş olsa da, bu sözler onun kalbini en çok ısıtan şey olmuştu.

Ya da daha sonra, Moqi’nin dava süreci tıkanmışken, Song Mingmei Hong Kong’daki işini bırakıp Deng’e yardım etmek için dönmüştü. Pazarlıklar sonunda karşı taraf nihayet biraz geri adım atmış, onlara daha iyi bir satın alma şartı sunmuştu.

“Kabul ediyor musun?” diye sormuştu Song Mingmei.

Deng Boting’in morali bozulmuştu. Bu sonuç onu şaşırtmıştı. “Bence bu kadarı yeterli.”

Song Mingmei ise açıkça konuşmuştu. “Şartlar fena değil, ama şunu bilmelisin: Satıldıktan sonra artık senin kontrolünde olmayacak. Ayrıca bu firma, işlerini her zaman böyle kirli yollarla hallediyor. Evet, sana hisse ve pozisyon verdiler ama sen gerçekten bu ortaklığa ve geleceğe güveniyor musun?”

Deng Boting iç geçirdi. “Bunların hepsini biliyorum tabii. Ama onlar büyük bir firma. Biz onlarla nasıl başa çıkabiliriz ki? Şimdi bir fırsat varken, kârı cebe koymak en iyisi değil mi?”

Mingmei ona bakıyordu ama onun aslında hiçbir şey anlamadığını düşünüyordu. Moqi oldukça başarılıydı ve artık kendine ait bir tarzı vardı. O büyük şirketin istediği ise her şeyi bir araya getirip Çin’in Facebook’unu kopyalamak, bir lokmada yutmak ve geriye kemik bile bırakmamaktı.

Ama Deng Boting'in aklı satmakta sabitti; birkaç yılın emeğini finansal özgürlükle değiştirmek ona yeterli geliyordu.

İşin garibi, ilk başta bu projeyi küçümseyen, her köşesinde sorun gören kişi zaten Song Mingmei’nin kendisiydi. Bütün o düzenlemeler ve ambalajlamalar da sırf bir gün satın alınabilmesi içindi. Ama sıra gerçekten işi elden çıkarmaya geldiğinde, en çok içi cız eden kişi yine o oldu — hatta Deng Boting’den bile daha çok.

Deng Boting ise onu teselli etmeye çalışmıştı.
“İleride ne olacağını sonra düşünürüz. Sonuçta elimizde para olunca başka şeyler de yapabiliriz.”

Şimdi geriye dönüp baktığında, Song Mingmei aslında o zaman bile Deng Boting’den hayal kırıklığına uğramaya başlamıştı. Ama o dönemde Moqi’yi satmak en mantıklı karardı. Tıpkı Deng Boting’in ona evlenme teklif etmesi ve onun bu teklifi kabul etmesinin de mantıklı bir tercih olması gibi.

Ne yazık ki, Deng bir daha kayda değer hiçbir şey yapamadı. Elinde para vardı, ama içi boştaydı; sürekli birilerinin onu yüceltmesine ihtiyacı vardı. Onu en iyi tanıyan Song Mingmei bile artık bunu yapamazdı. Sonrasında olanlar ise kaçınılmaz birer sonuçtu.

Evlilik işte bu kadar zor bir şeydi; en baştaki o “kalp çarpıntısı” çoktan tükenmişti, geriye kalan “mantık” ise asla yeterli değildi. Hatasını fark ettiğinde, düzeltmeye karar verdi. “Özür dilerim” sözü hem ona hem de kendisineydi.

Song Mingmei, Ding Zhitong’a anlatmaya devam etti. “Şimdi anne babam bile kafayı yediğimi düşünüyor. Bu durumda hâlâ ille de boşanmak istiyorum diye. Bana diyorlar ki, ‘Deng Boting gelip önünde bile ağladı, sen hâlâ ne istiyorsun?’”

“Onun hâlâ ağlayacak yüzü mü var?” Ding Zhitong bunu duyunca şaşkınlığını gizleyemedi.

“Hastalığımı ona söylemedim bile, sadece aileme söyledim. Onlar da önce Deng’in beni terk ettiğini sanıp onu arayıp azarlamışlar. Sonra Deng buraya gelip ağlamaya başladı.” Song Mingmei hala alaycı bir ses tonuyla anlatıyordu ama bu sefer gerçekten komik bulmuştu. “Ağladı diye onu affetmem mi gerekiyor? Annesinin dediği gibi ‘bu kadarı yeter’ diyerek mi? Yoksa sevgilisinin dediği gibi ‘artık ona zarar verme’ diyerek mi?”

Başka biri olsa, bu sahne belki kırılan kalplerin onarıldığı bir an olurdu. Ama Song Mingmei o "başkaları"ndan biri değildi. Aradan yıllar geçmiş olsa da hala aynı fikirdeydi: İnsan ilişkileri, ekonomi teorisindeki Pareto iyileştirmesi ilkesine uygun olmalıydı. Deng Boting ise bu kuralı çoktan çiğnemişti.

Ding Zhitong buna tamamen katılıyordu ve hiç düşünmeden “Merak etme, ben senin yanındayım.” dedi.

Song Mingmei en iyi doktorları bulabilir, en iyi hemşireleri tutabilirdi ama gerçekten güçlü bir dayanağı yoktu. Ding Zhitong ise onun arkasında durabilirdi.

Bu sözleri duyunca Song Mingmei bir an duraksadı. Gündüzkü gibi sordu. “Peki ya senin Hong Kong’daki işin ne olacak?”

“Zaten patronumla konuştum. Gelecek hafta Şanghay’a gideceğim, bir süreliğine orada çalışacağım.” dedi Ding Zhitong. Bunu söyledikten sonra Qin Chang’ı hatırladı.

Tıpkı 2010’un New York’unda olduğu gibi, 2019’un Hong Kong’unda da onu tutacak bir şey kalmamış gibiydi.



Yorumlar