Eat Run Love - 60. Bölüm

Dünya onun için bir zamanlar çok güzel bir yerdi, her yerde gülen yüzler vardı. Şimdi bile öyle.
---
O gün Ding Zhitong iki kişi tarafından arkadaşlık isteği aldı. Biri Wilson, WhatsApp’tan; diğeri Gan Yang, WeChat üzerinden.
Wilson’ı ekledi ama Gan Yang’ın isteğini hâlâ onaylamamıştı. Akşam havaalanına vardığında, bekleme salonunda Li Jiaxin’le karşılaştı ve ondan bir grup kurmasını istedi. Grup üç kişiydi, sonra bir de Yuan Chao katıldı. Grup adı: “Antrenman Kutusu”.
Gan Yang uzun süre bekledikten sonra gruba kabul edildiğini görünce bozuldu ama sonra eski günlerdeki gibi hissetti.
O yine bir davette bulundu.
“Ding Zhitong, benimle koşmaya var mısın?”
O da şöyle yanıtladı.
“A-Gan, iş teklifini alırsam konuşuruz.”
Grup üyeleri arasında onun profil resmini görünce gülümsedi. Gri, yuvarlatılmış köşeli bir kareydi. Görsel bile yoktu. Onunkinin aynısıydı.
Geceydi, evinin köşesinde yere çömelmişti, saksıdaki yeşil soğana su verdikten sonra gönül rahatlığıyla uyudu.
Sonraki üç gün boyunca Wilson ara sıra mesaj attı. Hong Kong’un havasını, Pekin’in havasını, Singapur’un havasını konuştular. Yeni çıkan “Joker” filmini de.
Yazışmalar çok yoğun değildi ama keyifliydi. Ding Zhitong, Wilson’un çok iyi bir alışkanlığı olduğunu fark etti: Asla “ne yapıyorsun?” diye sormuyordu. Sadece ne yaptığını anlatıyor, doğal bir şekilde konuyu açıyordu. Karşı taraf hemen cevap vermese de sorun etmiyordu.
Bu belki yıllarca zengin müşterilere hizmet vermekten kazanılmış bir duygusal zekâydı, belki de eski sevgilisiyle uzun mesafe ilişkisi deneyiminden gelen bir rahatlıktı. Ama Ding Zhitong, onunla konuşurken hiç gergin hissetmiyordu. O klasik “görücü usulü” gerginliği yoktu: Hemen kim olduğunu anlat sonra analiz et sonra da projeyi onaylar gibi onay ver.
İster istemez, Song Mingmei’in daha önce ona yaptığı “artılar ve eksiler” analizini hatırladı. Özellikle artıları.
Şu an M Firması’nın Çin CEO’su gerçekten de 70’lerde doğmuş, 90’larda Amerika’ya gitmiş, sonra Pekin’de kültürel iletişim alanında çalışan bir beyaz adamla evlenmişti. Üç çocukları vardı. Tüm aile neşeli ve dışa dönüktü. M Firması’nın ideal kurumsal yüzüydüler.
Son yıllarda yaşanan krizler ve skandallar sonrası, büyük yatırım bankaları kendilerini baştan yaratma sürecindeydi. Duygusal eksiklik, aşırı çalışma, bireyci davranışların hepsi yasaktı. Web sitelerinde sürdürülebilirlik, çeşitlilik, toplumsal sorumluluk ve pozitif çalışan temsili öne çıkarılıyordu.
Biraz daha çabalasa, gerçekten bir şansı olabilir miydi?
Ding Zhitong bunu sadece öylesine düşündü, sonra gülümsedi ve bu çılgın düşünceden vazgeçti. Sektörde on iki yılını geride bırakmıştı. Her zaman iyi iş yapan ama çok da çevresi olmayan biriydi. Kadınlar birliği (Business Women Alliance) ve Asya çalışanları birliği (Asian Employee Alliance) gibi gruplara katılması da patronu Qin Chang’ın zorlamasıyla olmuştu. Çünkü o tür yüzeysel işleri yapmayı patronu bile istemiyordu.
Bu arada “Antrenman Kutusu” grubunda konuşmalar hep yüzeysel kalıyordu.
Li Jiaxin çevrim içiydi ve sunum yapıyordu. Her zamanki gibi önce M Firması’nı tanıttı: İlgili alandaki bir numarayız dedi. Sonra birkaç yatırımcıyı tanıttı, hepsi sektörde ünlü isimlerdi. Ama içerden biri hemen anlıyordu ki, bu “birincilik” ve “baş yatırımcı” gibi sıfatlar teknik numaralardı. Küresel sıralamada yoksa sadece Çin’e bakılırdı. 1 milyar dolarlık ölçek yetmezse 1.5 milyar sınırı konurdu. Ding Zhitong sadece izledi, Gan Yang hiç konuşmadı, sadece Yuan Chao sohbete katıldı.
Bu üç gün içinde Çin Basketbol Federasyonu, Houston Rockets ile tüm iletişim ve iş birliklerini durdurduğunu açıkladı. Hemen ardından NBA Başkanı Adam Silver; işleri daha da karıştıracak şekilde, Daryl Morey’nin ifade özgürlüğünü desteklediğini kamuoyuna duyurdu. Bunun sonucunda yaklaşan NBA Çin Maçı medya tarafından topyekûn boykot edildi, yayınlar durduruldu, katılması beklenen ünlü isimler de art arda etkinlikten çekildiklerini bildirdi. Basın toplantısı, hayran buluşması ve maç sonrası düzenlenecek olan "Fan Night" tamamen iptal edildi, sponsorlar peş peşe iş birliklerini sonlandırdıklarını açıkladılar. İnternette birçok kişi biletlerini yırtarken video paylaşıyordu.
Ta ki Şanghay ayağındaki maç başlamadan birkaç saat öncesine kadar.
Gan Yang gruba bir fotoğraf gönderdi.
O sırada Ding Zhitong başka bir telefon toplantısındaydı. Telefonu titreşince bakmak için kaydırdı. Başta ne olduğunu anlayamadı ama fotoğrafı büyütünce, Mercedes-Benz Kültür Merkezi'nin dışından çekildiğini fark etti. Sponsorlara ait stantlar, maç afişleri ve yönlendirme panoları tamamen sökülmüştü.
Kaşlarını çattı, ardından sessizce gülümsedi. Belli ki onun ne yaptığını çok önceden fark etmişti.
O akşamki maç yine de planlandığı gibi yapıldı. Bazı kişiler salonun boş kalacağını öngörmüştü, ama sonuç tamamen tersiydi — salon tıklım tıklım doluydu, tezahüratlar ve alkış sesleri aralıksız sürüyordu.
Tüm bunları Ding Zhitong bir saha videosundan izlemişti, benzer görüntüler ve fotoğraflar zaten internette yayılmıştı. Madem Şanghay böyle geçmişti, iki gün sonraki Shenzhen ayağının da ondan pek farkı olmayacağı belliydi. Pek çok kişi bu duruma hayıflanıyor, Çinli taraftarların bu denli "eğilmiş" olmasından dolayı Adam Silver’ın asla özür dilemeyeceğini söylüyordu.
Ama bu aynı zamanda, bu boykotun kısa sürede sona ermeyeceği anlamına da geliyordu. Etkilenen taraflar ise saymakla bitmezdi.
Bu şekilde cuma gününe gelindi. Ding Zhitong her zamanki gibi tüm günü toplantılarla geçirdi. Elindeki projeleri sırayla hallediyordu.
Öğleden sonraki ilk toplantı bittikten sonra ofisine döndü. Li Jiaxin, bir sonraki toplantının hangi odada olduğunu söyledi ve ona spor ayakkabı giymesini önerdi.
Ding Zhitong ona bakıp şaşkınlıkla sordu.
Li Jiaxin, “LT tarafındakiler takım elbise giymiyor. Geçen buluşmada Gan Bey tişört, şort ve terlik giymişti.” dedi.
“Terlik mi?”
“Futbol oynarken ayak parmağı kırılmış da...”
Ding Zhitong’un dili tutuldu.
Beyaz ayakkabılı yatırım bankacılarının giyim kuralları çoktan değişmişti. Artık müşteriyle buluşmaya giderken, müşterinin giyimine uygun giyinmeleri gerekiyordu.
Bu yıl itibariyle, bu kural resmî olarak da belgelere yansıdı — İK'nın gönderdiği kıyafet kurallarında açıkça yazıyordu: “Giyim tarzı müşterinin beklentilerine uygun olmalıdır.” Ding Zhitong gibi TMT projeleriyle ilgilenen biri için bu, artık tamamen yazılımcı gibi giyinmek demekti.
Li Jiaxin, w.w.chan’dan özel dikim takım elbiseler giymeyi, çeşitli Oxford ayakkabılar almayı severdi. Yeni kurallar ona göre dünyanın tersine dönmesi gibiydi.
Ama Qin Chang’ın hoşuna gitmişti. Sık sık Oxford gömlek, haki pantolon ve elinde termosla dolaşırdı — mahalledeki amcalar gibi görünüyordu.
Ding Zhitong ise fazla konuşmadan ayağındaki Nicholas Kirkwood ayakkabıları çıkardı, işe gidip gelirken giydiği Nike spor ayakkabıları geçirdi ayağına. Toplantı odasında beklediği o birkaç dakikada NBA hakkındaki son haberleri inceledi, kendince tüm hazırlıklarını tamamladı.
Sonra Li Jiaxin onu getirdi, kapıyı tıklatıp “Tammy, Gan Bey geldi.” dedi.
Ding Zhitong başını kaldırınca bir an için nefesi kesildi.
Gan Bey ne tişört, ne şort ne de terlik giymişti. Baştan aşağı takım elbise içindeydi. Bu, ona 2007 Kasım’ında Ithaca’daki mülakatı hatırlattı.
Ama dikkatlice bakınca bunun bir yanılsama olduğunu fark etti. Karşısındaki adam artık o zamanki gibi değildi.
O zamanlar Gan Yang en çok okul ismi yazılı kapüşonlu sweatshirt giymeye alışkındı. Bir gün aniden takım elbise giyse, onun hemen mülakata gidecek bir öğrenci olduğu anlaşılırdı. Ama şimdi, o eski havası yoktu. Aralarındaki mesafe bu kadar az olmasına, onun neden geldiğini tahmin etmiş olmasına rağmen; Gan Yang ona baktığında sessizce gülümsediği an, Ding Zhitong hiçbir şeyden emin olamaz hale gelmişti.
Burası sadece bir yuvarlak masa, dört sandalyesi olan küçük bir toplantı odasıydı.
Ding Zhitong ayağa kalktı, daha elini uzatmaya fırsat bulamadan Gan Yang konuştu. “Bu kez buraya özellikle Ding Hanım’la yalnız konuşmak için geldim, uygun mudur?”
Li Jiaxin hâlâ gülümsüyordu ama gözlerinde hafif bir şaşkınlık vardı. Aslında bu proje onun sorumluluğundaydı.
Ding Zhitong başını sallayınca Li Jiaxin selam vererek çıktı, ardından içeri iki şişe su bıraktı.
Toplantı odasının kapısı nihayet kapandı. İçeride sadece ikisi kalmıştı. Bir yanda cam bölme, dışarıda koridor ve açık ofis alanı, diğer yanda ise boydan boya pencere vardı — Victoria Limanı’nın manzarası görünüyordu. Güneş batmak üzereydi, suyun üstü kızıl ışıklarla parlıyordu. Görüş genişti, ferah bir manzara vardı. Ama nedense Ding Zhitong kendini daralmış gibi hissediyordu.
“Bugün, sunumu yapan kişi ben olayım.” dedi sonunda Gan Yang.
Ding Zhitong bir kez daha yanlış duyduğunu sandı. Ama karşısındaki adam çoktan ayağa kalkıp bir kalem bulmuş, kapağını çıkarmış ve odanın bir duvarını kaplayan cam beyaz tahtaya yürümüştü.
“Gan Bey, siz özel sermaye fonundansınız. Bizim danışmanlık tarafına gelip sunum yapmanız biraz garip değil mi?” diyerek iğneleyici bir şekilde konuştu, cevabını bekliyordu.
Ama Gan Yang sadece gülümsedi. “Asıl konuya geçmeden önce, birbirimizi biraz tanımamız gerekmez mi? Sizin sunum kitapçığınızda şirket ve ekip bilgileri var. Bende öyle hazır bir belge yok. O yüzden nasıl bu noktaya geldiğimi kendim anlatmam gerekecek.”
Söyledikleri mantıklı gelmişti. Ding Zhitong başını salladı, onun 2008, 2009, 2010... yıllarını tahtaya yazışını izledi.
Yukarı, yüksek bir yere yazmıştı. Bu uzun bir hikâyenin işaretiydi.
2009 Bahar Bayramı’ndan sonra, küçük şehirdeki yeni bölgede birçok fabrika bir daha hiç açılmadı. Arada bir, başka bir fabrikanın patronunun kaçtığı haberleri geliyordu.
Ama Gan Yang orada kalmıştı.
O yurtdışı telefon görüşmesinden sonra, gidecek başka bir yeri olmadığını biliyordu. Para kazanmak ve borç ödemekten başka, yapılmaya değer ne vardı ki?
Üzerine kayıtlı tüm tröstler ve mülkler satılmış ya da ipotek edilmiş, nakite çevrilmiş ve üretim hattına yatırılmıştı. İşte bu tutum sayesinde yatırımcılarla hisse geri alımını ertelemek üzere pazarlık yapabildi. Banka yöneticileriyle içkili yemeklerde yakınlık kurdu, sonunda orta taban malzeme fabrikasının atık su arıtma sistemini yenilemek için kredi başvurusunu kabul ettirdiler.
Ancak kredi serbest bırakılmadan hemen önce, Gan Kunliang bankanın müşteri temsilcisini arayıp şirkette hissedarlar arasında anlaşmazlık olduğunu, bu yüzden kredinin riskli olduğunu söyledi ve daha önce onaylanmış limiti iptal etmelerini önerdi.
O sırada Bay Gan, iki kardeşiyle birlikte hareket ederek Gan Yang'ı bir an önce iflas başvurusu yapmaya ikna etmeye çalışıyordu. Zarar daha da büyümeden kaybı durdurmak gerekiyordu. Gan Yang dinlemeyince, onu durdurmanın tek yolu bu oldu.
Banka arayıp durumu bildirdiğinde Gan Yang artık böyle devam edemeyeceğini anladı. Gan Kunliang şirket içi savaşta öyle bir noktaya gelmişti ki, artık şirketin çıkarlarını bile göz ardı ediyordu.
Bunun üzerine Gan Yang oturup Bay Gan'la konuştu. Bay Gan uzun uzun kendi mantığını anlattı. Gan Yang sonunda onun taleplerini kabul etti: Kendisinin ve annesinin elindeki tüm hisseleri devretmeyi ve Bay Gan’ın fiili kontrolü almasına izin vermeyi kabul etti. Tek bir şartı vardı: Bay Gan bankaya gidip hissedarlar arasındaki anlaşmazlığın çözüldüğünü açıklayacak ve krediyi alacaktı. Çünkü atık su arıtma işi artık daha fazla ertelenemezdi.
Bay Gan hemen kabul etti. Yanlarında olan Long Mei duyduklarına inanamadı. Elini Gan Yang’ın alnına koyup “Gan Yang, sen delirdin mi?” diye sordu.
Gan Yang onun elini itip, “Artık ilgilenmek istemiyorum. Ne olursa olsun.” dedi.
Long Mei hiçbir şey diyemedi, dönüp gitti.
Gan Kunliang bile işlerin bu kadar kolay ilerleyeceğini beklememişti. Tecrübesiz genç sonunda gençti işte, birkaç hamleyle tamamen kontrol altına alınmıştı.
Gan Yang avukata hisse devir sözleşmesini hazırlattı, iki taraf da imzalarını attı. Tabii ki Gan Kunliang’ın elinde para yoktu, bu yüzden kendisinin sorumlu olduğu orta taban malzemeleri fabrikasının hesabından bir miktar para çekip devir bedelini ödedi.
Gan Yang parayı alır almaz şehrin ekonomik suçlar birimine gidip suç duyurusunda bulundu. Suçlama: Gan Kunliang’ın şirket fonlarını zimmete geçirmesi ve görevini kötüye kullanması.
İlk başta, ekonomik suçlar birimi onların baba-oğul olduğunu öğrenince olayın sivil bir anlaşmazlık olduğunu söyleyip dava açmayı reddetti.
Gan Yang avukatıyla birlikte tekrar gitti. Bu kez şirketin hisse yapısını detaylı şekilde açıkladı.
1993’te Gan Kunliang başı belaya girdiğinde, iki amca zaten hisselerini devretmişti. Birkaç yıl sonra şirket toparlanınca geri dönmek istediler. Liu ailesi aile bağlarına önem verdiğinden bir uzlaşma yolu buldular: Onların eski sermayesini, Gan Kunliang’ın payıyla birlikte Gan Yang’ın büyükbabasına devrettiler ve o zamanki kavga böylece son buldu. Daha sonra şirket halka arz hazırlığı yaparken hisse yapısı yeniden düzenlendi, onların oranı sadece %12 oldu.
Yani Gan Kunliang uzun zamandır şirketin hissedarı değildi. Temsil ettiği kısım bile şirket üzerinde söz hakkı vermiyordu. Banka hesap hareketleri çok netti, o paranın dışarıya aktarılması büyük meblağ sayılırdı ve hisse devri için ödeme olarak kullanılmıştı. Bu da sadece fonların kötüye kullanımı değil, açıkça zimmete geçirme kastı anlamına geliyordu.
Ekonomik suçlar birimi sonunda dosyayı kabul etti, Gan Kunliang gözaltına alındı.
İki amca büyükbabayı da yanlarına alıp Gan Yang’ın yanına geldi. Ondan ekonomik suçlar birimine gidip affedici bir mektup yazmasını, babasını serbest bıraktırmasını istediler.
Gan Yang çoktan sözleşmeleri hazırlamıştı. Dosyayı önlerine koyup konuştu. “Olur, elinizdeki hisseleri borç senedine dönüştürün. Buradaki rakamlara göre işlem yapılır. Ben de hemen affedici mektubu yazar, Bay Gan’ı dışarı çıkarırım.”
Büyükbabanın bastonu bu sefer Gan Yang’ın yüzüne geldi. Long Mei yanlarında izliyordu, yüreği ağzına geldi ama sonunda Gan Yang dediğini yaptı.
Bundan sonra Gan Yang, Long Mei’nin aklını kaçırmış gibi görmesine neden olan birçok karar daha aldı.
Önce atık su arıtma tesisini kurdu. Tüm işçilerin sözleşmelerini yeniden düzenledi: asgari ücret, fazla mesai, izin... Her şey yasaya uygun hale getirildi. Eski borçları ödemedi, hatta üstüne yeni borçlar eklendi.
Long Mei bile onun akıl sağlığından şüphe etmeye başladı. Ona işler böyle yürümez dedi. Yerli Hong Kong ve Tayvan sermayeli büyük firmalar bile bu standartlara ulaşamamıştı. Haftalık tatil mi? O zaten hiç yoktu.
Ama Gan Yang tek başına Long Mei’yi, bankayı, yatırımcıları ikna etti. Madem herkes onun okumaktan kafayı sıyırdığını söylüyordu, o da oturup onlara Ford’un hikâyesini anlatmaya başladı. Hikâyeden teoriye geçti, ardı ardına sağlam argümanlar sundu.
Ofisine dönüp kapıyı kapattığında ise öyle bir stres yaşıyordu ki kusuyordu.
O anlarda bütün özgüveni yok oluyordu. Kendini bir türlü ait hissedemeyen bir garip yaratık gibi görüyordu. Amerika’da Wall Street’i kabullenememişti, memleketine döndüğünde de oraya uyum sağlayamamıştı.
Ama gerçek şu ki, bütün bu kararlar doğruydu.
2009 yılında birkaç büyük spor markası çevre dostu üretim politikalarını açıklamaya başladı. Standartlara uymayan firmalar bir anda elendi. Üstelik bir işçi intiharı vakası nedeniyle büyük bir taşeron firma da bir süreliğine sahneden çekildi.
Artık Long Mei onun “okuyup kafayı bozduğunu” söylemiyordu. Banka ve yatırımcılar da biraz daha sabretmeye razıydı.
Ama Gan Yang biliyordu ki durum hâlâ çok kritikti. Para kazanılıyordu ama harcamalar da büyüktü. Şirketin varlık-borç farkı sürekli sıfıra yakın seyrediyordu. Sipariş artış hızı azalsa, satışlar düşse ya da ödemeler biraz gecikse, hemen yeniden nakit sıkışıklığı yaşanabilirdi. O yüzden her gün gönderilen her siparişi, her paranın kaynağını ve nereye harcanması gerektiğini tek tek takip ediyordu. Bankanın müşteri temsilcisi onu görünce artık kaçacak yer arıyordu, başka bir bankaya yönlendirmek istiyordu.
Bir zamanlar dünya ona çok güzel bir yer gibi gelirdi, her yerde gülümseyen yüzler görürdü — hâlâ öyle aslında. Ama şimdi fark etmişti ki, felaketten sağ çıkan herkes artık sadece riskten kaçıyordu, kimse kimseye yardım etmek zorunda değildi.
Bu arada Long Mei’nin ona öğrettiği alışkanlıkları da edindi — mesela içki içmek.
Birçok davete katılıyordu ve işte bir gece o sofralardan birinde, marka sahibinin yeni bir ayakkabı üst yüzey malzemesi serisi çıkardığını duydu. Ancak tedarikçi fabrikaların özel makineler almasını ve sadece o üretimde kullanılmasını şart koşuyorlardı. Bu teknolojinin ne kadar yaygınlaşacağı, kaç yıl geçerli kalacağı ise belli değildi.
Şartlar bu kadar ağır olunca, Zhejiang’daki büyük bir fabrika bu işi kabul etmedi. Diğerleri de şöyle diyordu: “Kim bilir sonra ne olacak?”
Sadece o sessizdi. Aynı gece sarhoş bir halde Ningbo’ya uçtu. Küçük bir pansiyonda iki saat uyudu, alarm çalınca soğuk suyla duş alıp numuneleri görmeye gitti.
Yorumlar
Yorum Gönder