Eat Run Love - 59. Bölüm

Sonrasında Song Mingmei arada bir internete girip Bian Jieming’in Çince ve İngilizce adlarını aratmaya başladı; bu adamın yakalanıp yakalanmadığını kontrol ediyordu.

2010’da “Yineng Çevre” şirketinin açığa satış skandalıyla sarsılmasından beri Bian, dava eksikliği çekmiyordu. LinkedIn profili adeta bir sergiydi; “Yayınlar” kısmı önceden hep dergilere yazdığı makaleler ya da röportajlardan oluşurken, artık çoğunlukla kendisiyle ilgili davalardan ibaretti—hem onun başkalarına açtığı davalar, hem de başkalarının ona açtıkları. Ama adam hep elini kolunu sallaya sallaya geziyordu, bir türlü yakalanmıyordu.

Ta ki 2015 yılına kadar—nihayet kader, Song Mingmei’nin sabrını boşa çıkarmadı. Bian Jieming sonunda haberlere çıktı. Savcı, onun yıllardır yürüttüğü bu kabuk şirketle borsa kotasına girme düzeneklerini çoktan gözüne kestirmişti. Yeterli deliller toplanınca, ona dolandırıcılık ve içeriden bilgi ticareti suçlamalarıyla ceza davası açıldı. Bian, Manhattan’ın orta bölgesindeki lüks dairesinde gözaltına alındı. ABD Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu (SEC) hem kendisine, hem ailesine, hem şirket ortaklarına, hem de iki avukatına karşı sivil dava açtı.

Dahası da vardı. Hemen ardından bir stajyer kadın onu cinsel tacizle suçladı, Bian’ın onun çıplak fotoğraflarını çekip ailesine göndermekle tehdit ettiğini söyledi.

Song Mingmei resmen donakaldı. Aradan yıllar geçmişti ama bu adam hâlâ aynı şeyleri yapıyordu!

Ne derler bilirsin, talih hiçbir zaman iki kez uğramaz ama bela tek başına da gelmez. Aynı yıl, Guan Wenyuan’ın babası ciddi disiplin ihlalleri şüphesiyle alıkonulup soruşturmaya alındı. Yaklaşık yirmi gün sonra da tüm görevlerinden alındı ve o yıl görevden düşen çok sayıdaki yetkiliden biri oldu.

Bir yıl sonra Çin'deki soruşturma ve yargılama süreci tamamlandı. Guan’ın babası rüşvet suçundan 18 yıl hapse ve 10 milyondan fazla para cezasına çarptırıldı.

Amerika’daki Bian Jieming’e gelince... Ding Zhitong ve Song Mingmei onun bu sefer kesin gideceğini düşünmüştü. Ama işler hiç de öyle olmadı.

Bian’ın iki avukatı adeta destan yazdı, mahkeme delil yetersizliğinden dolandırıcılık ve içeriden bilgi ticareti suçlamalarını düşürdü. Sadece cinsel tacizden suçlu bulundu ve jüri kararıyla stajyere 2 milyon dolar tazminat ödemesine hükmedildi.

İlk suçlamalara kıyasla bu, şaşırtıcı derecede hafif bir cezaydı. Ama Bian bununla da yetinmedi. Karşı atağa geçti ve hem stajyeri hem de ABD Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu’nu (SEC) iftira ve kötü niyetli dava açmakla suçlayarak dava etti.

Ve her iki davayı da kazandı.

Avukatları hâlâ bu davayı hukuk bürolarının internet sitesinde referans olarak sergiliyor. Başlığı da şu: “Mükemmel dava stratejisiyle bir Çinli iş insanının birden fazla suçlamadan aklanması”.

Bu sırada Guan Wenyuan hâlâ Facebook, Twitter ve Instagram’da durmaksızın fotoğraflar paylaşıyordu. O karelerde hâlâ Manhattan ve Doğu Hampton’daki lüks evlerinde yaşıyor, spor arabalarla geziyor ve Bay Bian’la birlikte gayet huzurlu bir hayat sürüyordu.

Ding Zhitong bir iş seyahatinde ABD’ye gittiğinde onu havaalanında görmüştü.

Guan Wenyuan elindeki biniş kartına bakıp şaşkınlıkla sordu.

“Artık kıtalararası uçuşlarda ekonomi sınıfı zorunlu, değil mi? Neden kendin fark ödeyip sınıf yükseltmedin?”

Bu uygulama gerçekten de finans krizinden sonra başlamıştı. Ding Zhitong dürüstçe "Çünkü param yok" demek istedi ama gerek görmeyip sadece gülümsedi.

Sonra bu durumu Song Mingmei’ye anlattı. Song Mingmei ise artık her şeyi aşmıştı, sadece bir kez daha şöyle dedi:

“Amerika..  Allah kahretsin, tam bir özgürlük ülkesi!”

İkisi bornozlarını giydi, aromaterapi kokularıyla dolu çift kişilik bir odaya girdiler.

Masaj yatağına yattıklarında bile Song Mingmei hâlâ Wilson’dan bahsediyordu.

“Cidden, bir düşünsen diyorum. Bence gayet olur bu adam.”

“Boş ver ya.” Ding Zhitong yarı ciddi yarı şaka cevapladı. “Sen de biliyorsun, ben zaten yalnız kalmayı kafaya koydum.”

“Sen daha kaç yaşındasın da bunu kafaya koydun?” dedi Song Mingmei, ona güldü.

“Ciddiyim.” dedi Ding Zhitong. “Hatta hesabını bile yaptım. 60’ta emekli olsam, 80’e kadar yaşasam, Çin’de düzgün bir emeklilik hayatı için en az 4 milyon yuan lazım. Bu, aktüerlerin çıkardığı veri.”

“Hiç de fena değilmiş.” diye takıldı Song Mingmei. “Senin bir yıllık primin kadar.”

“Evet, bence uygulanabilir bir plan.” Gerçekten de bu kadar kazanmıştı. Her ne kadar düzenli olmasa da, zengin bir kadın olarak mütevazılık yapmaya gerek yoktu.

Ama hemen ardından şu cümle geldi:

“Yalnız bence sen 80’inde ölmezsin.”

“Ne biçim konuşuyorsun sen ya?” dedi Ding Zhitong, kızarak.

“Hey!” diye kendini savundu Song Mingmei. “Sana sağlıklısın diye iltifat ettim!”

Bu da doğruydu. Ding Zhitong bunu gülerek kabul etti ve ekledi:

“Bence sorun çıkmaz. Evi de aldım, ilerde kendime bakamaz hale gelirsem huzurevine geçerim. Evi kiraya verip onunla geçinirim.”

“Ya huzurevinde bakıcılar sana kötü davranırsa? Kim senin hakkını arayacak?” diye sordu Song Mingmei, laf sokarak.

Sanki en doğal şeymiş gibi, “Manevi oğlum!” dedi Ding Zhitong, kahkaha atarak.

“Ha, demek öyle.” dedi Song Mingmei, anlamış gibi. “O yüzden sen Yu Lin’e bu kadar iyi davranıyorsun yani?”

“Bu arada,” dedi Ding Zhitong, konuyu fırsat bilerek, “ben bu akşam Hong Kong’a uçacağım. Öğleden sonra Yu Qi ve Yu Lin’i alıp biraz gezmeye götürelim mi?”

Ama anneleri izin vermedi.

“Yu Qi’nin dansı var, Yu Lin’in de ödevleri daha bitmedi.”

Ding Zhitong rica etti.

“Ben ödevle ilgilenmem, ben ‘cool teyze’yim. Sadece eğlence kısmına karışıyorum, zaten nadiren görüşüyoruz.”

“Yok.” dedi Song Mingmei kararlı bir şekilde ve sonra dert yanmaya başladı.

“Yu Lin gerçekten zor bir çocuk. Yu Qi ilkokula hazırlanırken bu kadar sıkıntı çıkarmamıştı.”

“E ikisi de uluslararası okulda değil mi?” diye sordu Ding Zhitong. Yu Lin’in ağustos ayında altı yaşına girdiğini ve şu an birinci sınıfa başladığını biliyordu. Daha okulun başıydı ve doğum tarihi küçük olan erkek çocukların adapte olması zaman alırdı.

“Sen hâlâ bizim çocukluğumuz gibi mi sanıyorsun?” dedi Song Mingmei.

“Okulları hem Çince hem İngilizce yoğun. Giriş sınavında İngilizce kısa kompozisyon soruyorlar, en az 2000 Çin karakteri bilmesi bekleniyor. İkinci sınıfta karatsuba algoritması öğretiliyor!”

“Divide and conquer mı?!” Ding Zhitong ağzı açık kaldı.

“Ben onu ortaokul olimpiyat kampında görmüştüm!”

“Yirmi otuz yıl önceki şeyi karıştırma şimdi.” dedi Song Mingmei, laf sokarak.

“Yirmi otuz yıl ne ya?!” dedi Ding Zhitong, bozulmuştu.

Song Mingmei sonunda güldü.

“Eh, az çok o kadar işte.”

“Boşuna dert etme.” dedi Ding Zhitong, onu rahatlatmak istercesine.

“Sen ve Deng'in genleriyle bu çocuklar kötü olamaz.”

Ama Song Mingmei aynı fikirde değildi.

“Deng Boting’i gözünde çok büyütme. Yu Lin resmen ona çekmiş—inatçı, sabırsız, zora gelemiyor. Daha doğru düzgün okumadan miyop oldu, üstüne dişlerinde çapraz kapanma var. Her gece hem ortokeratoloji lensi hem MRC diş aparatı takıyor. Her seferinde ağlıyor, resmen savaş çıkıyor.”

“Ne demek Deng Boting’e çekmiş? Adam başarılı biri sonuçta.” diye hatırlattı Ding Zhitong.


“İşte asıl sıkıntı da o!” dedi Song Mingmei, lafı yapıştırarak. “Böyle adamlar çocukken çok baskı görmüş, doğru düzgün oynayamamış, büyüyünce de sürekli geçmişin açığını kapatmaya çalışıyorlar. Eğer sonradan sıradan biri olsaydı, bu ‘ergen sendromu’ geçerdi. Ama adam genç yaşta zirveye çıktı, parasal özgürlüğe erken kavuştu. Çocuk eğitmek bir yana, kendisi hâlâ ayakkabı bağlamayı bile bilmez, sağını solunu karıştırır ama bir de bunu sevimli sanır!”

Ding Zhitong bu sözlere kahkahayı bastı.

“Sen niye hep Deng Müdür’e laf sokuyorsun? Bu senin kocan değil mi?”

Song Mingmei yalnızca sakin bir şekilde, “Ona biraz baskı yapmamın nesi var? Zaten dışarıda yeterince insan onun peşinde...” dedi.

Ding Zhitong bu sözleri duyunca biraz tuhaf hissetti. Daha önce erkeklerle çıktığında, Song Mingmei ona hep ders verir gibi konuşur, çocukları terbiye etmekte kullanılan “pozitif disiplin yöntemi”nin erkek arkadaşlar için de geçerli olduğunu söylerdi — karşı taraf bir hata yaptığında şikâyet etme ama doğru bir şey yaptığında mutlaka övgüyle bahset, fırsat buldukça da tekrar tekrar överek hatırlat. Çünkü insan doğası böyledir, herkes pohpohlanmaktan hoşlanır. Ancak bu şekilde karşı taraf senin hoşlandığın şeyleri giderek daha çok yapar. Basit ve kaba bir şekilde özetlersek: Eş eğitmek köpek eğitmeye benzer.

Ama, duygusal zekâsı tavan yapan ve her şeyi yöntemle çözmeyi ilke edinmiş Song Mingmei, Deng Zong’un karşısında bambaşka biri gibiydi.

Yanlarında güzellik uzmanı olduğu için Ding Zhitong fazla bir şey soramadı, sadece tekrar teselli etti. “Alt çene geriliği, miyop... Bunlar ne ki? Gerçekten düzeltilemezse bile, büyüdüğünde bir ameliyatla hallolacak şeyler.”

“Estetikle doğallık aynı olur mu hiç? Son yıllarda çıkan kadın yıldızların eskisi kadar güzel olmadığını fark etmedin mi?” Song Mingmei artık Deng Boting hakkında konuşmak istemediğinden konuyu değiştirdi. O, estetiğe hep burun kıvırırdı; birkaç on bin yuan harcayıp doğuştan gelen avantajları yakalamaya çalışmak, ona göre boş bir hayaldi.

“Bu bariz bir kalıp yargı.” diye eleştirdi Ding Zhitong. “Hiç başka bir ihtimali düşündün mü?”

“Neymiş o?” diye sordu Song Mingmei.

Ding Zhitong cevapladı. “Belki de biz yaşlandık ve bakış açımız çağın gerisinde kaldı? Otuz beş yaş teorisini duydun mu? Bir insan otuz beşini geçince, dünyada çıkan her yeni şeyi saçma sapan bulmaya başlarmış.”

“Daha otuz beş olmadım ki?!” diye itiraz etti Song Mingmei.

“Fark eden bir şey yok.” dedi Ding Zhitong onun sözlerini ona iade ederek.

Song Mingmei neredeyse onu dövecekti.

Ama Ding Zhitong lafı uzattı. “Babam da öyle, ona göre dünyada Chen Yanhua’dan daha güzel kadın yok.”

“Kim o?” Song Mingmei duymamıştı; Chen Yanhua, 1980’lerde Şanghay televizyonunda bir sunucuydu. Song Mingmei, Şanghaylı değildi; üniversite için gelmişti, doğal olarak bilmiyordu.

Ding Zhitong omuz silkti. “Bak işte, bu da kuşak farkı.”

İkisi konuşa konuşa güldüler. SPA’dan çıkıp Waldorf’tan ayrıldıklarında, Song Mingmei sonunda Ding Zhitong’un önerisini kabul etti, onun evine gidip iki çocuğu aldı ve birlikte öğle yemeğine çıktılar.

“Deng'i de çağıralım mı?” diye önerdi Ding Zhitong. O gün Pazar’dı ve Ulusal Gün tatili henüz bitmemişti.

Ama Song Mingmei başını salladı, “Gerek yok, Deng Boting evde değil. Hangzhou’da bir girişimcilik yatırım konferansına gitti.” dedi.

Yaklaşık dört yıl önce, Deng'in hisseleri borsada kilit süresini doldurmuş, o da hemen istifa edip elindeki hisseleri nakde çevirmişti.

Sonrasında, karı koca birlikte bir teknoloji şirketi kuluçka merkezi kurdular. Song Mingmei ticari modelleri incelerken, Deng Boting teknik kısmı denetliyordu. Birkaç projeye yatırım yaptılar, getiriler de fena değildi.

Bunun dışında, Song Mingmei’nin başka bir hobisi daha vardı: her yerde ev satın almak. Şanghay, Hangzhou, Sanya, Londra, San Jose... Birer birer aldı, aldıktan sonra da içlerini yeniden dekore etti.

Başlarda Ding Zhitong buna anlam verememişti çünkü Yuqi ve Yulin, güneybatı banliyösünde bir uluslararası okulda okuyordu. Çocukların okula gidip gelmesi kolay olsun diye, Deng ailesi o civarda yaşıyordu. Song Mingmei de kendi söylüyordu; çocuk olunca özgürlük kalmıyor, yılda bir iki defadan fazla başka şehirlerdeki evlere gitmek mümkün olmuyordu.

O zaman Ding Zhitong “Bu kadar evi ne yapıyorsunuz? Hepsinde oturabiliyor musunuz?” diye sormuştu. 

Song Mingmei düzeltmişti. “Ev, yuva değildir; yatırım aracıdır.”

“O zaman niye içlerini özenle dekore ediyorsun?” Ding Zhitong hâlâ anlayamamıştı.

“Dekorasyon da değer artırmak için.” Song Mingmei ona ders verir gibi anlatmıştı. Londra’da aldığı sıra evin tadilatını tamamlamış, iki kat bodrum kazdırmış; San Jose’de aldığı dubleks evi ise katlar arası bağlantı kurarak birleştirmişti. Evin değeri anında iki katına çıkmıştı. Bu tıpkı bir şirketi satın alıp paketledikten sonra satmaya benziyordu.

Ding Zhitong hayran kalmıştı. Kendi ticari zekâsını hiçbir zaman gündelik hayata uygulamadığını o ana kadar fark etmemişti.

Onun sadece küçük bir dairesi vardı. Hong Kong’a taşındıktan sonra sağlık sorunları yaşamaya başlayınca, geleceği için bir şeyler yapması gerektiğine karar vermişti. Tam o sıralar Qin Chang ona bir ikramiye vermişti, elinde para vardı, ipotekli kredi bile yapmamıştı.

O dönem, Şanghay’dan ayrılalı birkaç yıl olmuştu. Bir iş seyahati bahanesiyle kısa süreliğine dönmüştü ama evi detaylı inceleyecek vakti yoktu. Tek bildiği yer, eskiden anneannesinin yaşadığı semtti. Song Mingmei ona birkaç konut projesi önermişti ama o, sadece eskiden okula giderken hep önünden geçtiği o siteyi istiyordu. Adı “Doğu Manhattan”dı.

Sonunda, yüksek katlı bir binanın 36. katında, 85 metrekarelik iki odalı bir daire aldı. Bina on yıl önce inşa edilmişti, biraz eski görünüyordu. Daire planı da pek iyi sayılmazdı; yön, güneş ışığı gibi konulara pek takılmayan, sadece akşam gelip yatacak birine uygundu. Ama o, yeterli olduğunu düşünüp karar vermişti. Ta ki tapu dairesinde sözleşmeyi imzalayıp çıktığında, bu yerden daha önce Gan Yang’a bahsettiğini hatırlayana kadar.

Yemek yedikleri restoran büyük bir alışveriş merkezinin içindeydi, Song Mingmei’nin evine pek uzak değildi.

Yemekten sonra, Song Mingmei Yuqi’yi dans dersine götürdü, Ding Zhitong ise Yulin’le ilgilendi.

Altı yaşındaki küçük oğlan artık kendi kararlarını alabiliyordu. Eskisi gibi onu alışveriş merkezindeki oyun salonundaki 4D yarış simülatörünün önüne götürdü ve “Buna binmek istiyorum.” dedi.

Bu alışveriş merkezine daha önce defalarca gelmişlerdi.

Eskiden Yulin’in bacakları kısaydı, yarış koltuğunun pedallarına ulaşamazdı. Ding Zhitong onu kucağına alır, pedallara onun yerine basar, direksiyonu da kendisi çevirirdi. Çocuk kısa ama elleri gayet dengeliydi; Ding Zhitong sadece gaz pedalına basar, birlikte her yarışta kazanırlardı.

Ama bu defa çocuk tek başına pedala ulaşınca şaşırdılar. Yulin sevinçten havalara uçtu. Ding Zhitong ise zamanın çocuklar üzerinde nasıl da hızlı geçtiğine bir kez daha tanıklık etti.

O, Yulin’i orada oynaması için bıraktı ve biraz ötede yer alan CrossFit spor salonuna göz attı.

Birkaç yıl önce, Şanghay’daki CF salonları hâlâ nadirken, burada bir tane vardı. Ding Zhitong iş için şehre geldiğinde boş vakit bulursa mutlaka buraya gelir, bir “drop-in” dersi alırdı. Antrenmandan sonra vakti varsa Song Mingmei’yi arar, Yuqi ve Yulin’i alıp dışarı çıkarlardı.

O zamanlar, Song Mingmei onun spora takıntılı hale geldiğini, iş seyahatinde bile kendini rahat bırakmadığını düşünürdü.

Ding Zhitong bu takıntıyı kendisi de tam olarak açıklayamıyordu. Sadece şunu söyleyebiliyordu: CrossFit grup derslerinden oluşuyordu ve bu da onun gibi yalnız biri için son derece uygundu. Normal bir spor salonuna gitseydi, sadece kendisi olacaktı, demirlerle tek başına ahmak gibi çalışacaktı.

“Şu anki sen yalnızsın ama kaygılı değilsin. Kaygıyla kıyaslayınca yalnızlık aslında çok kolay çözülebilecek bir sorun.”

Song Mingmei o sırada onu süzüp böyle değerlendirmişti.

CrossFit’te iyi olan kadınlar genellikle ana akım güzellik anlayışına pek uymazdı ama Ding Zhitong için tam isabetti. Zaten ince kemikliydi, eskiden aşırı zayıf bir tipti. Ama şimdi bir ok gibi hoş görünüyordu.

“Kim demiş kaygılanmıyorum diye?”

Ding Zhitong, bunun yine onu sevgili bulmaya ikna etme çabası olduğunu anlamıştı, bu yüzden içini dökmeye başladı.

“Bu yıl birkaç on milyon dolarlık gelir hedefi omuzlarımda. Nereden çıkaracağımı bile bilmiyorum. Ayın en az yirmi günü seyahatteyim. İnsan kül olup dağılmış olsa bile, eve sürünerek dönüp kapıyı kapattıktan sonra ağlayabiliyor.”

Song Mingmei bunu gülümseyerek geçiştirdi, sonra sordu: “Benim eve gidince ağlayabildiğimi mi sanıyorsun? Çok yanılıyorsun.”

Bu sadece bir şakaydı ama Ding Zhitong donup kaldı. “Neyin var?” diye sormak istedi.

Karşı taraf çoktan konuyu sürdürmüştü.

“Ben Yuqi ve Yulin’e şöyle bir kural koydum: Süt dişleri tamamlandıktan sonra öyle kolay kolay ağlayamazlar. Benim de örnek olmam gerek, değil mi?”

Ding Zhitong bunu duyunca, bir an yalnızlığın aslında hiç de fena olmadığını düşündü. Yalnızlığı çözdüğünde, belki ağlayacak fırsatın bile kalmazdı.

Daha fazlasını soracakken Song Mingmei konuyu değiştirdi: Belki de takım arkadaşlarından birinden hoşlanıyorsundur?

Ding Zhitong hemen reddetti 

“Hong Kong’daki CF Box’a gelenlerin hepsi yabancı.”

“Yabancıların nesi var?”

“Hiç. Sadece artık bir erkek gördüğümde aklımdan geçen tek şey şu oluyor: ‘Bu adamın kondisyonu benden iyi mi acaba?’”

“Mutlaka kondisyonu senden iyi biri vardır.”

“Olursa, nasıl çalıştığını sorarım.”

Ding Zhitong güldü.

Eskiden o, hep zor zamanlarında ona el uzatan adamlardan etkilenirdi. Ama artık eskisi kadar kırılgan değildi. Kilosu nihayet 50 kiloyu aşmıştı, duruşu daha sağlamdı, kasları güçlüydü. Clean & Jerk (bir ağırlık kaldırma hareketi) ile kendi kilosunu kaldırabiliyordu. En son ne zaman grip olduğunu hatırlamıyordu bile, regl sancısının nasıl bir şey olduğunu da neredeyse unutmuştu.

Psikoloğu bir keresinde ona ilişki modelini analiz etmişti: Zor bir anda biri yardım elini uzattığında, o kişiye kolay kolay hayır diyemiyordu.

Ama artık kırılgan değildi. Yardıma muhtaç olmadığı gibi, aşık olma fırsatları da yoktu. Bunun iyi mi, kötü mü olduğundan emin değildi.

Derken, tüm düşünceleri bir önceki güne geri döndü.

İşte o an Ding Zhitong bu seyahatin asıl sebebinin Wilson’la alakalı olmadığını, Song Mingmei’e anlatmak istediğini nihayet kabul etti.


Yorumlar