Eat Run Love - 47. Bölüm

O sadece aşkı kaybetmişti, ama başkaları gerçekten para, ev, eğitim hatta tüm hayatlarını kaybetmişti.


---


Ding Zhitong neredeyse hiç vakit kaybetmeden Upper West Side’daki dairesinden taşındı.

“Neredeyse” çünkü aslında yine bir iş seyahatine çıkmıştı. Sadece aralarda internette birkaç yer bakabildi, bir de Song Mingmei’den yardım isteyip güvenilir bir ev arkadaşı olup olmadığını sordu.

Ne yazık ki, Song Mingmei de seyahatteydi. Özel proje ekibinin ortağı ve Bian Jieming’le birlikte Miami’de bir etkinliğe katılmıştı. Sadece uzaktan arkadaşlarına ve iş çevresine haber salabildi. Ayrıca, “Eğer uygun bir yer bulamazsan, benim evime geçebilirsin. Ev arkadaşlarıma söylerim, sana anahtar verirler.” dedi.

Mecbur kalmadıkça başkasını rahatsız etmek istemezdi Ding Zhitong. Ama Song Mingmei’nin bu teklifi bile onu oldukça rahatlattı.

Aslında zihnen kendini hazırlamıştı. Song Mingmei onun taşınmak istediğini duyunca mutlaka Gan Yang’la ayrıldıklarını anlayacaktı. Ardından bolca yorum geleceğini de tahmin ediyordu. Ama işler beklediği gibi gitmedi. Son zamanlarda Song Mingmei hep ona Çin’e dönüp Gan Yang’ı bulmasını öneriyordu, ama şimdi bu konuyu hiç açmadı. Ding Zhitong ister istemez düşündü: Tecrübeli insan gerçekten fark ediyor; ne zaman geri dönüş şansı olduğunu, ne zaman da tamamen bırakmak gerektiğini biliyorlar.

İş seyahatine devam ederken internetten ev bakmayı da sürdürdü. Ancak kısa sürede moral bozucu bir gerçekle yüzleşti—konut piyasası çökse de, New York’taki kiralık ev piyasasında belirgin bir gevşeme yoktu. Ama bu da normaldi. 1929’da nehirde boş yere dökülen sütler gibi, 2008’deki evler de farelere bırakılırdı ama yoksula verilmezdi. Manhattan’dan söz bile etmeye gerek yoktu; güvenlik sorunu meşhur olan Harlem ya da Bronx’ta bile küçük bir stüdyo dairenin kirası en az iki-üç bin dolardı. Ev arkadaşıyla kalmak ise tamamen şansa bakıyordu—hem evin uygun olması hem de arkadaşın düzgün çıkması kolay değildi.

Oysa Ding Zhitong’un tek isteği bir an önce bu işi bitirmekti. En sonunda, Queens’teki bir Çinli ev sahibinin ikinci katındaki odalardan birini kiraladı. Aylık 700 dolara, penceresi olan, su ve elektrik dâhil bir oda. Depozitoyu ödedikten sonra olumlu düşünmeye çalıştı.

“En azından planladığım rotaya geri döndüm. Flushing’de yaşıyorum, kirası binin altında. Geçtiğimiz o altı ayı da bir kaza olarak sayalım.”

Taşınmadan önceki gece, uçağıyla New York’a yeni dönmüştü. Üstünü değiştirmemişti, valizini bile açmamıştı. Sabaha kadar malzeme hazırlığı yaparken uykusuz kaldı, sonra iki saatliğine koltukta uyudu. Alarm çaldığında kalktı ve eşyalarını toplamaya başladı.

Ne çoktu ne de az. Seyahatlerde edindiği paketleme tecrübesiyle, evde kendine ait olan ne varsa sildi süpürdü, üç farklı boydaki valize yerleştirdi. Ardından da bir araç çağırdı, sabah trafiği başlamadan önce kendisini ve valizlerini Queens’e götürmeyi planlıyordu.

Planlarına göre bu, oldukça havalı bir çıkış olacaktı. Ama karşı tarafın zerre ilgisi olmadığı için, ne anlamı ne de gücü kalmıştı.

Araç zamanında geldi. Şoför bir Orta Doğulu'ydu, ne dediği zar zor anlaşılıyordu. Neredeyse vardiya değiştirecekti; sürekli esniyor, huysuzlanıyordu. Onun yol kenarına yığdığı üç valizi görünce, hemen itiraz etti.

“Olmaz! Bagaja sığmaz. Hayır hayır, içeri de alamam.”

Ding Zhitong için bu, ayrılıktan sonra ilk kez çöküşe en yaklaştığı andı. Ama öylesine yorgundu ki, çöküşe bile mecali yoktu. Zihni tamamen karmakarışıktı. Sonunda bir anda hatırladı, çağırdığı araç ön ödemeli sistemdi. O fiyata göre yüzde otuzluk bir bahşiş hesapladı ve uzattı.

Şoför sessiz kaldı, sonra da ona ve valizlerine izin verdi.

Ding Zhitong içinden geçirdi: “Dünyadaki her şeyin kökeninde gerçekten de para varmış...”

Yarım saat süren yolculukta başını cama yaslayıp uyuyakaldı. Uyandığında varmışlardı. Şoför valizlerini çıkarttı ve hemen aracıyla uzaklaştı.

Valizleri birkaç turda taşıdı. Önce kapının önüne, sonra girişe, en son da ikinci kattaki küçük kiralık odasına.

Ev sahibesi olan kadın tüm süreci seyretti, yardım etmeye hiç niyeti yoktu. Sadece onu izlerken sürekli sohbet açıyor, konuşup duruyordu.

Kadın anlatmaya başladı: Kocasıyla birlikte New Jersey’deki küçük bir kasabada yaşamak için villa almışlar. Ama şimdi orada ev fiyatları çok düşmüş, faizlerse sürekli yükseliyormuş. Birçok insan evlerini ellerinden çıkarıyormuş, mahalle de giderek çoraklaşmış. Ödemelere devam etmek artık mantıklı değilmiş. Ama onların durumu biraz karışıkmış. New York’ta hâlâ gayrimenkulleri olduğu için kredilerini çöpe atamazlarmış. Bu yüzden de şöyle düşünmüş; kocasıyla boşanacakmış, o villa kendi üstüne geçecekmiş, sonra da şahsen iflas başvurusu yapacakmış. Böylece ipotekten kurtulacak, zararı sınırlı tutacakmış. Hem de kocasının kredi puanı etkilenmeyecek, fiyatlar daha da düştüğünde yeni bir kredi çekip başka bir ev alabilecekmiş.

Ding Zhitong bu anlatılanları hissizce dinledi. Eskiden olsa belki “Herhalde böyle güven ancak Çinli çiftler arasında olur...” diye düşünürdü. Ama şu anda karanlık düşüncelerle boğuşuyordu.

Bu taktiklerin sonucu hiç de tek ihtimalli değil...

Güven dediğin şey ne ki? Birden, ev sahibesi için endişelenmeye başladı.

Taşınma işi bittikten sonra Wang Yi’yi aradı. Durumunu çok kısa bir şekilde anlattı, sonra da apartman anahtarını ona nasıl teslim edeceğini sordu.

Gan Yang’ın bu konuda Wang Yi’ye çoktan bilgi verdiğini düşünmüştü. Ama karşı tarafın ses tonu tamamen şaşkındı, söylediklerini anlamamış gibiydi.

Ding Zhitong “Gan Yang sana söylemedi mi?” diye sordu.

“Ah... Söyledi... Evet, söyledi...”

“Benim eşyalar tamamen taşındı, anahtarı sana nasıl vereyim?”

“Hmm...” Wang Yi hâlâ afallamış gibiydi. “Ama Gan Yang bana bunun acelesi olmadığını söyledi. Ne zaman istersen olur dedi. Ben bu ara okulda çok yoğunum da...”

Burada kira kontratları genelde yıllık olur, bir kira depozito alınır. Erken çıkmak istersen de, kontrattaki kurallara göre ilerlenir. En yaygın yöntem, ev sahibinin kira gelirinin kesintiye uğramamasıdır. Yani yeni kiracı bulmadan çıkamazsın. Ama Gan Yang’ın tavrı belliydi: Kalan dört ayın kirasını ödeyecekti.

Ding Zhitong bu tavır karşısında söyleyecek bir şey bulamadı. Bu adam için para zaten para değildi. Ama Wang Yi’nin hiçbir suçu yoktu, ona “şöyle yap böyle yap” deme hakkı da yoktu.

“Gan Yang kira sözleşmesini sana gönderdi mi?” diye sordu. “Bana da iletsene, ben halledeyim. Seni de bu kadar uğraştırmayayım.”

Wang Yi gerçekten kafası karışık durumdaydı, bu teklifi duyunca büyük bir rahatlıkla hemen sözleşmeyi e-posta ile yolladı.

Ding Zhitong, ekli sözleşmeye bakarken kendi kendine kızdı.

'Ne diye hâlâ onun yerine kira parası için endişeleniyorsun? Sevgilisinden ayrılmış bir insanın hâli bu mu olmalı? İştahın kapanmalı, yorganın altında ağlamalıydın. Ama seninki ne?! Bu ne biçim ayrılık böyle?!'

Ama Wang Yi orada bitirmedi, kısa süre sonra bir mesaj daha gönderdi.

“Gan Yang, arabayı da satmamı rica etti.”

"İyi, tamam. Her şeyi ben hallederim." diye yanıtladı Ding Zhitong. İçinden de kendini teselli etti: 'Bunu yapıyorum çünkü bir an önce her şey bitsin istiyorum.'

Gan Yang’ın eşyaları kolaydı. Bir depo kiraladı, o başarısız spor ayakkabı koleksiyonları dâhil, hepsini oraya taşıdı.

O klasik Mustang ve Pontiac arabalar manuel vitesliydi. Kazaya kurban gitmeden, bunları ikinci el oto galerisine kadar zor bela sürdü. Galeri sahibi arabaları öve öve bitiremedi.

“Ne güzel modifiye edilmiş araçlar!”

Ama sonra hemen arkasından “Ama şimdi bu tür araçlar çok tercih edilmiyor.” dedi.

Ding Zhitong’un umurunda değildi. Arabaları oraya bırakıp satışa koydu. Ardından da kiralık daireyi devretmenin yollarını aramaya başladı.

Tanıdığı kişiler arasında böyle bir eve ihtiyaç duyan kimse yoktu. Arabalar gibi, bu da “mantıksız” bir harcamaydı.

Sonunda imdadına yine Song Mingmei yetişti.

“Niye Guan Wenyuan’a sormuyorsun?”

Bu ismi duyar duymaz kendi kendine söylendi: 'Gerçekten aptalım... Onu nasıl akıl edemedim ki?'

Stajı henüz bitmemişti ama kesin kalacaktı çünkü Manhattan’da yaşamak için ev bakıyordu.

Gerçekten de, onun gidip birkaç kelime söylemesiyle hemen gelip evi gördüler; o anda karar verip, emlakçıya kira sözleşmesini devretmesini söylediler.

İş hallolduktan sonra, Ding Zhitong bir öğle arasında vakit ayırıp geri aldığı depozito ile Gan Yang’ın imzasını gerektiren bazı belgeleri Wang Yi’ye götürdü.

İkisi, Columbia Üniversitesi yakınlarındaki bir kafede buluştu. Onu şaşırtan şey ise, Wang Yi’nin birkaç gündür ne uyumuş ne de üstünü değiştirmiş gibi görünmesiydi. Düzenli kısa saçları darmadağın olmuştu, eskiden bembeyaz ve temiz görünümlü haliyle alakası yoktu.

Ne olduğunu sormaya dili varmadı, ama Wang Yi her şeyi bir çırpıda anlattı—danışmanı tüm birikimini bir fona yatırmış, birkaç gün önce fonun büyük zararla iflas ettiğini öğrenmişler, tüm para buhar olmuş, kalp krizi geçirmiş ve bir anda hayatını kaybetmişti.

Bunu anlatırken Wang Yi başını ellerinin arasına aldı, yıkılmış bir haldeydi.

Normalde böyle bir durumda insanlar “Başınız sağ olsun” der, ama Ding Zhitong bir anda fark etti ki, Wang Yi zaten neredeyse mezun olmak üzereydi, şimdi böyle bir şey olunca büyük ihtimalle mezuniyeti ertelenecekti.

“Okul mutlaka senin için bir şeyler ayarlayacaktır, değil mi?” diye teselli etmeye çalıştı.

Wang Yi hâlâ boş bakışlarla cevap verdi. “Benim bölümümde zaten bu işi yapan çok az kişi var. Proje yarım kaldı, başka birine geçmek istesem bile nereye geçeceğimi bilmiyorum...” Sonra iç çekti. “Canım çok fena ölmek istiyor...”

“Saçmalama...” Ding Zhitong korkuyla onun kolunu tuttu.

Wang Yi ona bir bakış attı, acı bir tebessümle konuştu. “Merak etme, böyle bir cümleyi kurabilen biri zaten hemen ölecek biri değildir. Beni dinlediğin için sağ ol. İnsan gerçekten şanssız olunca etrafında konuşacak kimse de kalmıyor.”

O an Ding Zhitong’un aklına Qiong Yao dizisinden bir replik geldi: “Sen sadece bir bacağını kaybettin, ama o aşkını kaybetti!”

Eğer bu sözü biraz değiştirirse, şu anki duruma tam uyuyordu.

Bu tuhaf yılda, o sadece aşkını kaybetmişti; ama başkalarının kaybettikleri gerçek paralar, evler, eğitim hayatları, hatta tüm yaşamlarıydı. Artık şikâyet etmeye hiç hakkı yokmuş gibi hissediyordu. Ama neden hâlâ bu kadar üzgündü?

Tıpkı o gün gibi—Guan Wenyuan dairenin kirasını üstlenmeye karar verdiğinde, oradan son kez ayrılırken, asansörle aşağı inen o yarım dakikada, kendini evinden kovulmuş bir çocuk gibi hissedip ağlamıştı. Gözyaşları yüzünden gördüğü her şey bulanıktı.

Tabii sadece o yarım dakikalığınaydı, çünkü orası onun evi değildi zaten.

Ve işte o zaman, ayrılıktan sonra yaptığı onca şeyin aslında bir an önce bitirmek için değil, Gan Yang ile tamamen bağını koparmaya kıyamadığı için olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. O, Gan Yang’ın Wang Yi’den bu yaptıklarını duyacağını, ardından geri dönüp onu bulacağını sanmıştı. Depo, araba, ev, her seferinde Wang Yi aracı olmuştu, ama sonuç hep aynıydı—Gan Yang belli ki onunla tekrar iletişime geçmeye gerek görmemişti. Hatta sadece arayıp “Ding Zhitong, sen kafayı mı yedin?” bile dememişti.

Kafeden çıktıktan sonra metroya bindi, Midtown’a dönerken kendi kendini ikna etmeye çalıştı—her şey gerçekten bitmişti.

Evet, ona “beni bekle” demişti, o da kabul etmişti ama... Neden beklesindi ki?

Tıpkı yoksul birinin bir lüks eşyaya sahip olması gibi—yoksul acı çeker, lüks eşya da acı çeker. Ne anlamı var?

Öğle vakti metro oldukça boştu, vagonda sadece birkaç yolcu vardı. Saçları rastalı bir Jamaikalı adam tren boyunca gezerek dileniyordu. Bir zaman makinesi yapmak istediğini, bağış yapan herkesin zaman yolculuğu yapabileceğini, beş ya da on dolarlık yardımların bile yeterli olduğunu söylüyordu.

Bazı insanlar para verdi, bazıları vermedi. Adam Ding Zhitong’un yanına gelip elini burnunun önüne uzatıp aynı sözleri tekrar etti.

Ding Zhitong kıpırdamadı.

Adam sordu. “Geleceğe gitmek istemiyor musun?”

Normalde yapılacak şey onu görmezden gelmekti ama bu sefer başını sallayıp cevap verdi. “İstemiyorum.”

Adam ona doğru eğildi, yüzüne dikkatle baktı.

Ding Zhitong onun üzerindeki yağlı, ağır kokuyu duydu. Aklına metroda dilencilerle tartışıp dövülen insanların haberleri geldi. Onun gibi Asyalı biri böyle durumlarda tam hedef olurdu. Ama artık umurunda değildi. Gelecek mi? Siktirsin, paramı kendime saklarım daha iyi.

Ama adam sadece ona fısıldadı. “Sana bir sır vereyim—haklısın. Gelecek gerçekten hiç iyi değil.”

Kafede, Wang Yi son kez aracı olarak görevini yerine getiriyordu. Gan Yang’ı arayıp arabayı satma ve kirayı iptal etme işlerini ona anlattı.

Gan Yang dinledi, “Biliyorum, zahmet verdim.” dedi.

Wang Yi, “Zahmet deme, ben hiçbir şey yapmadım, sadece mesajı ilettim.” diye karşılık verdi.

Gan Yang sessiz kaldı.

Wang Yi bir süre duraksayıp tekrar konuştu. “Sen bunu neden yaptın, bana söyler misin?”

Gan Yang yine aynı gerekçeyi öne sürdü: “İki kişi farklı yerde yaşıyor, istedikleri şeyler de farklı, böyle sevgili olmak sevgili olmamakla aynı şey...”

“Gan Yang.” Wang Yi onun sözünü kesti, “Ben hiç sevgili yapmadım, sadece birkaç kez birinden hoşlandım ama sonra yakından tanıyınca o kadar da iyi biri olmadığını fark ettim. Aşk hakkında ahkâm kesecek konumda değilim. Ama şunu söyleyebilirim: Herkesin sevdiği kişiyi bulma şansı olmaz. Bulsan bile o kişi seni sevmeyebilir. Bu seferki ayrılığın nedenini bilmiyorum ama pişman olacaksın, kesinlikle pişman olacaksın, biliyor musun?”

Biliyorum, diye cevapladı Gan Yang içinden. Telefonu biraz uzaklaştırıp yüzünü elleriyle sıvazladı, derin bir nefes aldı.

Sonra Wang Yi’ye, “Bu konuyu ben çok düşündüm, sen karışma.” dedi.

“Peki, karışmıyorum.” dedi Wang Yi ve telefonu kapattı.

Yorumlar