Eat Run Love - 30. Bölüm

Qin Chang, Ding Zhitong’u yakındaki bir kahvaltıcıya götürdü. Burası sabah yediden gece on bire kadar sadece kahvaltı servisi yapan küçük bir lokantaydı. Saat henüz dokuz civarıydı, işe gidiş trafiği tam başlamamıştı. İçeride pek müşteri yoktu ama mutfak çoktan çalışmaya başlamıştı. Havanın içinde kahve, scone, kızarmış ekmek ve tereyağlı sütlü kurabiyelerin karışık kokusu dolaşıyordu.

Qin Chang kendine bir porsiyon omlet söyledi, Ding Zhitong’a ise buranın meşhur yaban mersinli pancake’ini denemesini önerdi. Sonuçta öneriyi yapan yaşlı bir mahalle sakiniydi, yanılmış olamazdı. Pancake bulut gibi yumuşacıktı, üzerine incecik beyaz pudra şekeri serpilmişti ve taze yapılmış yaban mersini sosuyla servis ediliyordu. Ding Zhitong iştahla yemeye başladı, yedikçe iştahı açıldı, kendini daha iyi hissetmeye başladı.

“İşe başlayalı bir ay oldu, değil mi? Nasıl gidiyor?” diye sordu Qin Chang sonunda.

Ding Zhitong yemeğe odaklanarak doğrudan cevap vermedi, sadece acı bir tebessümle baktı; anlatması zordu.

Qin Chang sanki cevabını beklemiyormuş gibi devam etti. “JV, M şirketine girdiğinde yirmi yedi yaşındaydı. Bu, onun üçüncü analiz yılı. Onun için oldukça kritik bir dönem.”

Bu sözler, Ding Zhitong’un hem beklediği hem de beklemediği türdendi.

Bir yandan, Qin Chang’ın söyledikleri Song Mingmei’nin tahminleriyle örtüşüyordu—JV, yaşça büyük, tecrübeli bir analistti ve elenme riskiyle karşı karşıyaydı. Ama öte yandan, Ding Zhitong için şaşırtıcı olan, Qin Chang’ın bu projede JV ile çalışırken neler yaşayabileceğini sanki baştan tahmin etmesi ve bu konuyu konuşmak üzere gelmiş olmasıydı.

“Aslında,” diye devam etti Qin Chang, “ben de bu sektöre çok erken girmedim. Lisans ve yüksek lisans boyunca hep matematik okudum, aslında doktoraya devam edip üniversitede akademisyen olmayı planlıyordum. Sonra bir şeyler oldu, plan değişti ve M şirketine girdim. İlk başta senin gibi ben de ürün grubuna verildim. O zamanlar sanıyordum ki, sadece modelleme bilgisi yetiyor. Ama bir ay çalışınca fark ettim ki, sıfırdan model kurmak gibi bir fırsat yok. Çoğunlukla küçük, yorucu işler yapılıyor; bütün gece uyanık kalıp hikâyeler yazmak, şirket sunumları hazırlamak, başlıkların rengini değiştirmek, simgeleri hizalamak, internette haber arayıp kopyalamak, binlerce işlem kaydını doğrulamak.. Hepsini yaptım.”

Bunları anlatırken, tıpkı geçmiş günleri yad eder gibi bir havayla gülümsedi.

Ding Zhitong da onun bu içten tavrından cesaret alarak sordu. “Peki o zaman hayal kırıklığı yaşamadınız mı?”

“Biraz yaşadım,” diye başını salladı Qin Chang, “ama parayı düşününce, zamanla alıştım ve o gün bugündür buradayım.”

Ding Zhitong buna iyice gülmeye başladı. Onun bu kadar açık sözlü olmasını hiç beklememişti. Bu işe girip kalan herkesin kendi sebepleri vardı, ama çoğunun nedeni gerçekten de paraydı.

“Ama,” dedi Qin Chang bu noktada ton değiştirerek, “ben o zamanlar iş süresini kısaltmanın yollarını da düşündüm.”

“Nasıl yani?” diye sordu Ding Zhitong.

“Tabii ki tembellik yaparak.”

“Tembellik?” Bu hiç beklemediği bir cevaptı. Kendisini motive edecek bir şeyler bekliyordu, aldığı yanıt ise tembellik yapmaktı?

“Aynen.” diye onayladı Qin Chang. “Aklına gelebilecek her türlü yolla tembellik.”

“Nasıl tembellik peki?” diye merakla sordu Ding Zhitong.

“İlk kural:” dedi Qin Chang, “facetime, PTTB gibi şeyleri kafana takma. Eğer gerçekten mesaiye kalmak gerekmiyorsa, korkmadan erkenden eve git. Hatta mesaiye kalman gerekiyorsa bile, işini gece on ikiden önce bitirmeye çalış. Dinlenme şansın varsa mutlaka değerlendir. Mecbur kalmadıkça sabahlamayı aklından bile geçirme.”

“Ama...” Ding Zhitong onun bu konuşmayı yapma nedenini sezmişti ama yine de itiraz etmekten kendini alamadı. Sen kıdemlisin, böyle davranabilirsin. Ben ilk yılımda eve erken gitsem, düşük not alırım diye korkuyorum.

Her ne kadar bunu sadece aklından geçirmiş olsa da, Qin Chang sanki okumuş gibi tebessümle sordu. “Sence, böyle görünüşe önem veren kıdemlilerin oranı ne kadar?”

Bu bir vaka analizi sorusu muydu? Ding Zhitong kendini yine bir mülakat anında gibi hissetti. Hangi açıdan cevap vereceğini düşünüyordu. Ama uykusuzluğun etkisiyle gözleri kıpkırmızı olmuştu, kafası ise çoktan durmuştu.

Qin Chang onun bu hâlini fark etti: “Hepimiz stajyerlikten, analizliğe geçtik. Bu işin iç yüzünü iyi biliriz. Eve gidip iyi bir uyku çek, ertesi gün daha verimli çalışırsın. Çoğu kıdemli senden enerjini gereksiz şeylere harcamanı istemez.”

Ama Ding Zhitong hâlâ anlamıyordu. Geçtiğimiz ayda yaptığı mesailer, sabahladığı geceler... Hangisi zorunlu değildi ki? Hangisi gereksizdi?

“Ayrıca,” diye devam etti Qin Chang, “öncelikle hayatta kalman lazım. Ancak ondan sonra kalıcı olmayı ya da terfiyi düşünebilirsin.”

“Hayatta kalmak?” Ding Zhitong bu kelimeyi tam anlamamıştı.

“Aynen, hayatta kalmak.” diye onayladı Qin Chang. “Kelimenin tam anlamıyla yaşamak. Vücudu bu kadar zorlamak sana hiç zarar vermeyecek sanıyorsun ama...”

Bu söz, Ding Zhitong’un tam kalbine dokundu. Gerçekten de öyle düşünüyordu. Belki de bu, çocukken yaşadıklarından kaynaklanıyordu. O zamanlar, Yan Aihua yurtdışına çıkmıştı, o da büyükannesiyle kalıyordu. Dizini yaraladığında büyükannesi pantolonun yırtılmasına üzülürdü, yarasına değil. Çünkü diz iyileşirdi ama pantolon yeniden alınmalıydı.

“Ama...” diye itiraz edecek oldu.

“Yapamayacağını mı düşünüyorsun?” diye sordu Qin Chang.

Ding Zhitong derin bir nefes verdi, başını salladı. İş yapma verimliliği yüksek biri olduğunu düşünüyordu ama iş yükü bu kadarken, gece çalışmadan nasıl yetiştirecekti ki?

“O zaman şöyle yapalım,” dedi Qin Chang, tekrar rahat bir havaya bürünerek. “parça zamanlardan başlayalım. Araç tutunca miden bulanıyor mu?”

“Hayır.” Ding Zhitong başını salladı ama bu sorunun neyle ilgisi olduğunu anlamadı.

Qin Chang devam etti. “O zaman sabah taksideyken mailleri kontrol et, yanıtla. Öğlen yemek kuyruğundayken metinleri nasıl yazacağını, modelleri nasıl kuracağını düşün. Sonuçları patrona gönderdikten sonra boş boş bekleme; proje planına göz at, bir sonraki adımı planla. Gerekli şablonları ve belgeleri önceden hazırla. Akşam dinlenmeden önce ertesi günün planını yap, uyuyamıyorsan hangisinin acil, hangisinin önemli olduğunu kafanda sırala. Bu yöntemin en güzel tarafı da şu... cidden uyutuyor.”

Ding Zhitong gülümsedi. Qin Chang’ın şaka yapıp yapmadığından emin olamadı. Belki söyledikleri işe yarardı ama açıkça yetersizdi.

“İkinci kısım teknikle ilgili,” diye devam etti Qin Chang, hâlâ bitirmemişti, “en temel şey, tüm kısayol tuşlarını çok iyi kullanabilmek. Deborah’yı gözlemlemeni öneririm. Stajyerler ve alt seviye analistlerin Excel’deki yavaşlığını gördükçe katlanamıyor. Burada kalıp yükselebilen herkesin ortak noktası, kendi ‘akıllıca tembellik’ yöntemini bulmuş olmasıdır.”

Deborah gerçekten de öyleydi. Ding Zhitong nihayet Qin Chang’ın ciddi olduğunu fark etti. Uykusuz geçen gecenin ardından biraz sersemlemişti. Duyduklarını unutmaktan korkuyordu. Elinde kâğıt kalem de olmayınca Blackberry’sini çıkarıp not almaya başladı.

“Ayrıca tüm temel belgelerin yapısına da hâkim olmalısın. Örneğin halka arz belgelerinde belirli bilgilerin nerede yer aldığını bilmen gerekir. Sonrasında, ortak sürücülerdeki tüm modellerin temel mantığını anlamalı, bunları nasıl daha hızlı ve dengeli kuracağını öğrenmelisin...”

“Bloomberg’in API’sini, yani uygulama arayüzünü kullanabiliyor musun?”

“Biraz...” dedi, kekeliyerek.

“En kısa sürede tam anlamıyla öğrenmelisin. Kendi alışkanlıklarına göre birkaç hazır şablon oluştur. Zaman dar olduğunda hayat kurtarabilir.”

Ding Zhitong hızla başını salladı, bir sonraki bilgiyi bekliyordu.

“Üçüncü kısım ise iletişim.” dedi Qin Chang. Gerçekten de hâlâ anlatacakları vardı. “Önce üstlerinle iletişim. Mesela Deborah, beklentileri çok yüksek ama aynı zamanda oldukça gerçekçidir. Sana bir görev verdiğinde, eğer emin değilsen, baştan görebildiğin tüm zorlukları ve muhtemel aksaklıkları söylemelisin. Başta söylersen, bu senin öngörülü olduğunu gösterir. Ama iş bittikten sonra dersen, bu sadece bir şikâyettir. Kimse şikâyet duymak istemez.”

“Sonra, ekip arkadaşların ya da diğer ekiplerle iletişim... Eğer bilgi alışverişi gibi sıradan konularsa, telefonla konuşmak gereksiz laf kalabalığına neden olabilir ve detaylar kaçabilir; o yüzden e-posta daha iyidir. Ama eğer pazarlık gibi bir durum varsa, asla e-postaya sığınma. Doğrudan telefonla ara. Bu şekilde gereksiz uzamalar önlenebilir. Zaten telefon kayıtları da kanıt olur.”

“Son olarak, dış kaynak ekipler...”

“Dış kaynak ekipler mi?” Ding Zhitong buna şaşırdı. Bunların sadece standart hizmet sunduğunu, çalışanların da fazla yetkin olmadığını, bu yüzden fazla ciddiye alınmaması gerektiğini düşünmüştü.

“Evet.” dedi Qin Chang ciddi bir şekilde, “Kullanabileceğin her kaynağı etkin şekilde kullanmalısın. Hindistan ekibi, Guangzhou ekibi, Manila ekibi... KYC belgeleri, PowerPoint formatlama, basit Excel analizleri... Hangi işleri dış ekiplere devredebileceğini bilmelisin. Tüm işleri üstlenmeye kalkma.”

Ding Zhitong başını salladı. Bunları zaten duymuştu.

Ama Qin Chang burada durmadı. “Sadece kaynakları kullanmakla kalmamalı, isimlerini de öğrenmelisin. Hindistan'dan Kumar, Dev, Rajish; Guangzhou’dan Vera, A-Fay, Monica; Manila’dan Jejomar, Joseph, Maria... Her birinin çalışma tarzını ve teslim süresini bilmelisin. Böylece taleplerini gönderdiğinde, işin ne zaman teslim edileceğini ve kalitesini önceden tahmin edebilirsin. Eğer teslim tarihi çok kısıtlıysa, yardım isteyebileceğin birini tanımış olursun. Sorun çıkarsa da kimi arayacağını bilirsin.”

Bu noktada Ding Zhitong birden fark etti: Aslında bu hatayı çoktan yapmıştı.

JV’nin dış kaynak ekiplerle olan iletişimi, tam Qin Chang’ın söylediğinin tersiydi. O ekipleri sistemin arkasında çalışan sessiz hizmetliler gibi görüyordu. Hindistan ekibini bile sadece kısaltmalarla çağırıyordu. Amerikan aksanlı İngilizcesiyle telefonda konuşurken kendini Amerikalı gibi gösteriyordu. Ve onun etkisiyle Ding Zhitong da benzer şekilde davranmıştı. İşe başlayalı sadece bir ay olmasına rağmen, dış kaynak ekibin hatalı sonucu ve geç teslimi nedeniyle iki kez fazla mesai yapmak zorunda kalmıştı.

“Factset ve CapitalIQ'nun da destek ekipleri var. Bu ekipleri verimli kullanarak analiz dosyalarında geçirdiğin zamanı ciddi şekilde azaltabilirsin. Onlarla boş zamanlarında telefonlaşıp ihtiyaçlarını önceden konuş, senin için formülleri bağlı Excel şablonları hazırlasınlar. Bu, şirket karşılaştırmaları ve işlem kıyaslamaları için çok işe yarar...”

“Bloomberg de aynı şekilde. Aylık 2000 dolarlık terminal ücretinin hakkını ver. Anlamadığın bir şey olursa yardım iste. Asla çekinme.”

Qin Chang hızlı konuşuyordu, ama söyledikleri tamamen işe yarar, somut şeylerdi. Hiç “çalışkan ol” demedi. Bunun yerine, akıllıca “tembellik etmenin” yollarını öğretiyordu.

Gerçek bir “profesyonel kaçak çalışan”dı.

Ding Zhitong iki baş parmağıyla Blackberry’ye deli gibi yazıyordu. Yetişemediği yerlerde “Dur bir saniye, az önceki cümleyi tekrarlar mısın?” diye sormak zorunda kalıyordu.

Qin Chang gülümseyip onu bekliyordu.

Her şey bittikten sonra, Ding Zhitong Blackberry’deki uzun notlara baktı ve sordu. “Bunların hepsini yapabilmen ne kadar sürdü?”

Qin Chang biraz düşündü, sonra “Bir yıldan biraz fazla.” dedi.

“Peki ya ondan önce? Diğer birinci yıl analistlerin hepsi benden daha iyi gibi geliyor...” Ding Zhitong kendinden şüphe ediyordu. Zaten ekibe son anda girmişti. Elenmesi sanki doğal bir sonuç gibiydi.

“Şu sözü duymuş muydun?” Qin Chang gözlerini ona dikti ve soruyla karşılık verdi. ‘Uzun süre bir şeymiş gibi davranırsan, sonunda o şey olursun.’

Ding Zhitong afalladı. Bu cümleyi her zaman bir ilke gibi görürdü. Yakın zamanda da aklından geçirmişti.

“Bu ortamda aranan şey, iş birliğine yatkın zeki insanlardır; dertli ve mağdur bir işkolik değil.” diye devam etti Qin Chang. “Gerçekten başarmadan önce, o kişi gibi görünmeyi öğrenmelisin. En içten tavrınla, en akıllıca yöntemle, en zahmetli işi yapacaksın. Ama endişeni, baskıyı ya da yorgunluğunu asla yüzüne yansıtmayacaksın — zerresini bile. Dışa dönük ve enerjik görünmek burada adeta bir politik doğruluktur. Şikâyetlerin ya da tükenmişliğin kimsenin umurunda değil. Saygı da kazandırmaz.”

Bu sözlerle birlikte, Ding Zhitong sanki birden aydınlandı. JV tam da bunun tersine bir örnekti. O sürekli sıkıntı ve şikâyetle kendi vazgeçilmezliğini kanıtlamaya çalışıyordu. Ve farkında olmadan onu da aynı yanlış yola sürüklüyordu — hiç durmadan klavye başında çalışmak, öğle yemeğini atlamak, çevresindekilerle hiç ilgilenmemek, üstüne uzun mesailer, sonunda da tamamen tükenmiş ve daha da duygusal hale gelmiş bir hâl...

O anda Ding Zhitong, Qin Chang’a baktı. Bu sözleri ona daha önce söylememişti ama belki de daha erken söyleseydi, bu kadar derinden etkilemezdi.

“Bir de...” Qin Chang son bir şey daha ekledi: “Ne kadar meşgul olursan ol, haftada en az bir gününü kendine ayır. İyi bir şekilde dinlen, arkadaşlarınla vakit geçir. Yoksa bu yılı atlatmayı beklemeden önce hem bedenin dayanmaz hem de arkadaşların seni terk eder.”

Kahvaltı böylece sona erdi. Birlikte ofise dönerlerken yalnızca önemsiz şeylerden bahsettiler, bu da onun biraz rahatlamasını sağladı.

Diğer tüm sözleri BlackBerry’sine not etti ama sadece o son cümle, Ding Zhitong’un zihninde durmadan dönüp durdu.

Masanın başına döndüğünde, telefonundaki Gan Yang’la olan sohbet geçmişine göz attı. Şaşkınlıkla fark etti ki, son bir ay içinde aralarında geçen en anlamlı konuşma yalnızca New York Maratonu’na seçildiği zamandı. Geri kalan mesajlar sadece “Ne yapıyorsun?”, “Yemek yedin mi?”, “İşten çıktın mı?”, “Erken yat, tamam mı?” gibi şeylerdi. Üstelik bu mesajların çoğu ondan gelmişti, kendisi neredeyse hiç ilk mesaj atan taraf olmamıştı.

Tüm gün boyunca Qin Chang’ın sözleri aklında dönüp durdu. Aynı cümle, tekrar tekrar düşününce daha da sarsıcı hale geldi. Bedenini bir şekilde önemsemeyebilirdi; kendini hâlâ uzun ömürlü ve dayanıklı sanıyordu. Ama asıl düşündüğü Gan Yang’dı. Sonra içinden kendine sordu: Eğer hep böyle devam edersek, biz gerçekten devam edebilir miyiz?

Biliyordu ki, artık bir şeyleri değiştirmesi gerekiyordu.



Yorumlar