Eat Run Love - 29. Bölüm

O akşamki yemek çok keyifli geçti.

Yemekten sonra birlikte masayı toparladılar ve birlikte dışarı çıkıp biraz alışveriş yaptılar, döndüklerinde aldıklarını buzdolabına yerleştirdiler.

Gan Yang’la birlikte bu tür şeyleri her yaptığında, Ding Zhitong’un kafasında hep “gündelik hayat” kelimesi beliriveriyordu. Kulağa biraz köylüce gelse de, çok seviyordu bu hissi. O an anladı ki, Gan Yang tam anlamıyla “ye, dua et, sev” sözünün vücut bulmuş haliydi. Ama yok, “dua et” yerine “koş” demek daha doğru olurdu: Eat, run, love — ye, koş, sev

Ama ne yazık ki bugün hala tamamlanmamış işleri vardı. JV’nin ona bir türlü göndermediği dosyaları düşünmekten kendini alamıyordu. Sokakta yürürken, markette ürün seçerken, hatta eve dönüp oturduktan sonra bile birkaç dakikada bir BlackBerry’sine göz atıyordu.

Dosyalar hâlâ gelmemişti. JV'nin durumu hâlâ "toplantıda" görünüyordu. Israr etmesi mümkün değildi, beklemekten başka çaresi yoktu. Öte yandan daha önce gönderdiği bir tanıtım dokümanına Miss Dai'den sayfa sayfa notlarla dolu şekilde yanıt gelmişti.

Birkaç defa böyle tekrarlanınca, Gan Yang onun dalgınlığını fark etti. “Git işini hallet, ben burada kendim idare ederim.” dedi.

“Sadece birkaç dakika sürecek, hemen dönerim!” Ding Zhitong minnetle karşılık verdi, sonra arkasından sarılıp kısaca onu kucakladı ve sonunda laptopunu açmak üzere kanepeye geçti.

Açıklanması gerekenleri açıkladı, düzeltilmesi gerekenleri düzeltti. Tüm notları bitirene kadar saat neredeyse on biri bulmuştu. Gan Yang çoktan gece koşusundan dönmüş, duş almış ve yatakta onu bekliyordu.

Bugün cumartesiydi, yarın pazar. Ding Zhitong kafasından geçirerek hesapladı: En geç yarın akşam Gan Yang okula dönmeliydi. Önceden söz verdikleri kutlamayı yapmalıydı. Bu yüzden karar verdi, bilgisayarı kapattı, aceleyle banyo yapmaya gitti.

Banyodan çıktığında sadece onun büyük beden tişörtünü giymişti. Yatağa yürüdü ve onun üstüne oturdu.

Gan Yang’ın nefesi hızlandı ama yine de bakışlarını ona sabitleyerek sordu. “Ne yapıyorsun?”

“Sence?” diye karşılık verdi Ding Zhitong, bakışlarını onunkine dikerek ve hafif alaycı bir edayla.

Aslında henüz pek bir şey olmamıştı ama atmosfer bir anda yoğunlaştı. Gan Yang doğrulup onu kucakladı.

Tam o sırada komodinin üzerindeki BlackBerry iki kez titredi. Yarım saniye sonra yine iki kez titredi. İkisinin de dikkati o tarafa kaydı. Ding Zhitong dayanamayıp uzanıp bakmak istedi ama Gan Yang tek hamlede telefonu çekmeceye itti, ardından çekmeceyi sertçe kapattı. Ellerini Ding Zhitong’un yüzüne koydu ve dudaklarını nazikçe ısırarak fısıldadı. “Konsantre ol biraz, olur mu?”

Ding Zhitong gülümsedi, başını salladı ve kollarını onun sırtına doladı. Parmaklarıyla onun kol ve göğsünü okşayarak, genç ve sıkı tenini, kaslarının kıvrımlarını hissetti. Ama zihninden az önce ekranda gördüğü o kırmızı e-posta başlığı gitmiyordu: Gönderen: JV.

Abi sonunda dosyaları göndermişti; hem de birkaç parçaya bölüp, bir dizi e-postayla. Onu iki kez dürttükten ve on beş saat bekledikten sonra. Aklına kötü bir düşünce düştü: Yoksa kasıtlı mı yaptı bunu? Onu oyalayıp deadline’ı kaçırmasını mı istiyordu?

Üstündeki tişört bir hamlede çıkarıldı. Vücutları temas etti, beden ısısı ve kalp atışları hissedildi. Her şey hâlâ eskisi gibiydi. Ding Zhitong herhangi bir yanlışlık hissetmedi. Ta ki Gan Yang içeri girmeye çalışana kadar. O zaman kabul etmek zorunda kaldı: Plan yapmak başka, bedenin hazır olması bambaşka bir şeydi. Hazır değildi. O eski, hafif ama keskin sızı yeniden geri geldi. Kaşlarını çattı, acıyla inledi. Gan Yang fark etti bunu. Geri çekilip biraz daha ön sevişme yapmak istedi. Kulağına fısıldadı: “Ne yapmamı istersin? Söyle bana...”

Ama Ding Zhitong hızla bitmesini istiyordu sadece. Başını iki yana sallayıp onu sıkıca kucakladı, büyük bir tutkuyla öpmeye başladı. Gan Yang daha fazla dayanamadı, pozisyon değiştirip üstüne çıktı. Ding Zhitong da elinden geleni yaptı. Nefesini hızlandırdı, onun en sevdiği noktalara dokundu. Sonunda Gan Yang artık kendini tutamaz hale geldi, kasları gerildi, hızla kendini ona doğru bastırdı. Ding Zhitong ise... zirveye ulaşmamıştı. Ama öyleymiş gibi yaptı.

Gan Yang yerden kalkıp toparlanırken, Ding Zhitong çekmeceyi açıp BlackBerry’sini aldı. Evet, dosyalar tamamdı. Tam zamanında. Yetişmeyecek gibi değildi, ama bir geceyi feda etmek gerekiyordu. Her şeyi okuduktan sonra telefonu tekrar çekmeceye koydu ve banyoya gitti.

İkisi de yatağa geri dönüp uzandı. Gan Yang battaniyenin altında ona sarıldı: “Ne oldu sana?”

“Ne olmuş bana?” Nasıl cevap vereceğini bilemedi.

Ganyang biraz daha yaklaştı: “Bugün... sanki sen biraz...”

Biraz ne? Ding Zhitong, Hani erkekler anlayamazdı? Yoksa ben mi rol yapmayı beceremedim?, diye düşündü.

“Yok bir şey, bence gayet iyiydi.” dedi, onun göğsüne başını dayayarak.

Gan Yang gülümsedi, yüzüne ve omzuna birer öpücük kondurdu, sonra uzanıp baş ucundaki lambayı kapattı.

Oda karanlığa gömüldü ama Ding Zhitong’un zihninde biraz önce yaşananlar dönmeye devam ediyordu. Çok netti: O orgazm taklidi yapmıştı. Daha 23 yaşındaydı, ilişkileri başlayalı birkaç ay olmuştu, ama geldiği hale bak... İçinde buruk bir soğukluk hissetti.

Ama yalanın işe yaradığını da inkâr edemezdi. Günlerdir uykusuzdu, çok yorgundu... ama tatminsizlik yüzünden bir türlü uyuyamıyordu. Sonunda arkadan gelen düzenli nefes seslerini duyana kadar yatakta sessizce bekledi. Gan Yang uykuya dalınca karanlıkta bilgisayarı kaptı, tuvalete gitti. Klozet kapağına oturup çalışmaya başladı.

Ertesi sabah Ding Zhitong neredeyse sürünerek kalktı, banyoya gidip yüzünü yıkadı. Diş fırçalarken aynaya baktı ve kendi kendine mırıldandı. “Resmen alnımın ortası kapkara olmuş.”

Dün gece materyalleri kabaca hazırlamış, dayanacak gücü kalmayınca da uyuyup kalmıştı. Sabah erkenden ofise gidip son kontrolleri yaptıktan sonra, dosyayı Deborah’a gönderdi ve teslim süresini tek bir dakika bile geciktirmedi.

Maili yolladıktan sonra JV’ye bir göz attı. İçinden “Başka ne numaran varsa ortaya koy.” dedi. “Beni yıkamazsın, mümkün değil!”

Ama hemen ardından Gan Yang’dan bir mesaj geldi: Okula dönüyorum şimdi. Geç saate kadar çalışıp durma, yemek yemeyi unutma.

Tamam, biliyorum. Sen de yolda dikkatli ol. diye yanıtladı. O an içindeki öfke sönüverdi. Birden gece yaptığı şeyi düşündü. Tıpkı sevgilisini aldatmış biri gibi hissediyordu. Bu kadarına gerçekten gerek var mıydı? Şimdilik tek tesellisi, Bu dönem bitsin de sonra bakarız, demekti.

Ama onu bekleyen hafta, rahatlamaya hiç niyetli değildi.

Tahvil piyasası hâlâ kötü durumdaydı, dolar düşmeye devam ediyordu ve enerji sektörü genel olarak olumlu görünüyordu. Araştırma departmanından gelen rapora göre, ikinci çeyrek yıl boyunca uluslararası petrol ve doğalgaz fiyatlarının en yüksek olduğu dönem olacaktı. Bu nedenle proje takvimi yeniden güncellendi. Müşteri, haziran ayından önce sermaye artırımı tamamlanmış olsun istiyordu. Başka bir deyişle, hisseleri en iyi fiyattan satmak istiyorlardı.

Proje grubundaki herkes daha da yoğunlaşmıştı. Ding Zhitong’un ilk görevini tek başına tamamlamasından sonra Deborah ona yeni işler vermeye başlamıştı. Hâlâ modele dokunmasına izin yoktu, sadece verilerle ve metinsel sunumlarla ilgileniyordu. JV ise üst kademe havasında ona sürekli kusur bulmaya devam ediyordu.

— “Dosyanın ana renk tonu yanlış. Rakip firmanın logosunun rengi bu çivit mavisi, bilmiyor musun?”

— “Müşteri logosunun çözünürlüğü için belli standartlar var. Kafana göre ölçekleyemezsin. Hepsini aynı boyuta getir ve halkla ilişkiler departmanlarına danış, standartlara uyuyor mu diye sor.”

Yazdığı metinlerde ise JV, gramer hatalı ya da anlatımı yetersiz bulduğu her yeri tek tek işaretliyor, yanına nezaket dolu ama iğneleyici notlar düşüyordu. Üstelik e-postanın gövde kısmında şöyle yazıyordu: Ding Zhitong’un yazdığı kısımlar nihai versiyona uygun olmadığı için, tümünü yeniden yazmak zorunda kaldım.

Ding Zhitong, İngilizcesinin anadili olmadığını, ne Amerikan lise ne Amerikan üniversitesi eğitimi almadığını biliyordu. Bu alanda gerçekten gerideydi. Ama hatalarını düzeltmek için çok çalışmıştı. Özellikle son iki yılda, yılda 70 bin dolar biriktirme hedefi için hiç gevşememişti. Okulda büyük ödevler, makaleler yazmış, geçen yazki stajıyla da bolca pratik kazanmıştı. Yazdıkları belki edebi değildi ama vaka analizleri, veriler, arka plan bilgilerinin sağlamlığı ve mantıksal bütünlüğü konusunda herkes övgüyle söz ediyordu. Ama JV’nin eline düşeli beri özgüveni yerle bir olmuştu. Kendini tamamen yetersiz hissediyordu.

Metin defalarca düzeltildikten sonra, XP Enerji’yle yapılan toplantıda sunumu yeniden değerlendirdiler ve benzer işlemlerden oluşan bir karşılaştırmalı veri tablosunun da eklenmesi gerektiği bildirildi.

O gün Deborah aradığında, Ding Zhitong tam da çıkmak üzereydi. Asansörden inip ofise geri döndü ve hemen e-posta trafiği ile ortak klasörleri taradı. Bu veri seti daha önce hiç dile getirilmemişti, tamamen sıfırdan hazırlanması gerekiyordu.

— “Ne zamana lazım?” diye sordu.

Deborah: “Yarın sabah bir toplantı daha var.”

Saat çoktan akşam onu geçmişti. Ding Zhitong tam “Dış kaynak hizmetinin teslim süresi minimum 24 saat, sonra da kontrol zamanı lazım, bu imkânsız.” demek üzereydi. Ama hiçbir şey söylemedi. Bu tür temel bilgileri Deborah'ın bilmemesi mümkün değildi. Eğer işler bu kadar basit olsaydı, yılda 85 bin dolar maaşla iyi üniversite mezunu biri tutulmazdı.

 “Tamam, anladım.” dedi.

Telefonu kapatınca hemen dış kaynak ekibiyle irtibata geçti. Ama onlardan gelen yanıt açık ve netti: Sonuçlar ancak bir gün sonra teslim edilebilirdi. Başka bir seçenek yoktu. Üstelik gerekli sistemler sadece ofisteki bilgisayarlarda vardı. Yani bu geceyi yine burada geçirmesi gerekiyordu.

JV tüm konuşmaları duymuştu ama hiç sesini çıkarmadı.

Ding Zhitong da ondan bir şey istemedi. Zaten sorsa da bir şey değişmezdi. O an tamamen çökmüştü. Klavyeye öfkeyle basıyordu. Ama ne yaparsa yapsın, iş yine de yapılacaktı. Bloomberg, FactSet, Thomson Reuters... Hepsinden veri aradı, kontrol etti, hesapladı, düzenledi. Tüm işi bitirdiğinde saat sabah beşi geçmişti. Pencereden griye çalan gökyüzüne bakarken, boşuna eve gitmeyeyim diye düşündü. 'Sabah toplantısı var. Gidip uyusam kesin öğlene kadar kalkamam.'

Böylece çalışmaya devam etti. Peş peşe birkaç e-posta gönderdi. Gönderim saatleri 4.00, 5.00... JV’ye benziyorum artık, diye düşündü. Biraz acıdı kendine, biraz da öfkelendi: Haydi bakalım, kim korkar senden?!

Sabah altıda uykusuzluktan tükenince, spor salonuna gidip kırk dakika koştu. Duşunu aldıktan sonra kendini bir kahraman gibi hissediyordu.

Saat yediye doğru tuvalete gitti ve orada uyuyakaldı. Yalnızca on dakika kestirmişti. Başını bölme duvarına yaslamış, sonra kayarak uyanmıştı. O an işe başladıkları zaman izledikleri bir eğitim videosunu hatırladı: Masada uyumak, yere yoga matı serip uyumak, dinlenme odasında kanepeye uzanmak... Hepsi kırmızı çarpıyla “yasak” diye işaretlenmişti. Meğer çözüm burada gizliymiş — klozette kestirmek.

Aynaya bakıp yüzünü yıkadı, makyaj yaptı. Tuvaletten çıktığında kat henüz boştu. Karşıdan bir kişi ona doğru yürüyordu. Lenslerini gece çıkarmıştı, gözlüğü de takılı değildi. Yakına geldiğinde tanıdı: Qin Chang’dı.

Bir an için şaşırdı. Ona “Günaydın.” dedi.

Qin Chang ise doğrudan Çinceye geçti.

“Gece hiç eve uğramadın değil mi?”

“Eh~” diye cevapladı Ding Zhitong. Hafif utanmıştı. Onun bunu nasıl anladığını bilmiyordu — uykulu hâlinden mi, yoksa alnındaki kırmızı izden miydi?

Qin Chang saatine baktı.

“Vakit erken, eğer acelen yoksa birlikte kahvaltı edelim mi? Biraz konuşalım.”

Ding Zhitong başını salladı. Ne söyleyeceğini kestiremiyordu, iştahı da yoktu. Ama bu anda gerçekten sıcak bir kahveye ve yol göstermesini umduğu birkaç söze ihtiyacı vardı.

Qin Chang ona gülümseyerek baktı ve kendisini takip etmesini işaret etti.




Yorumlar