Eat Run Love - 28. Bölüm

Sanki gözlerini yeni kapatmıştı ki gün ağardı. Dışarıdan gelen sabah ışığı perde aralığından sızarak altın bir çizgi oluşturuyordu.

Gan Yang’ın telefonundaki alarm çalmaya başladı. Dün gece nadiren yaptığı gibi geç saate kadar oturmuştu, hâlâ tam uyanamamıştı ama yine de hemen uzanıp alarmı kapattı.

Ding Zhitong da gözlerini açtı, saati kontrol etmek için telefonuna uzanmak istedi. Gan Yang izin vermedi, onun iki kolunu göğsünde topladı, kucakladı ve bir eliyle gözlerini kapatıp kulağına hafifçe fısıldadı. “Sabah dokuzda mülakatım var, ben çıkıyorum, sen biraz daha uyu...”

Ding Zhitong esneyerek başını salladı. “Benim de kalkmam lazım, birazdan seninle çıkarım.” dedi.

“Ne yapacaksın?” Gan Yang onun uykulu olduğunu sandı. “Bugün cumartesi.”

“Bir teslim tarihi var, şirkete gitmem lazım...” dedi Ding Zhitong alışkın bir tonla. Gözlerini ovuşturup onun kucağından çıktı, terliklerini giyip banyoya gitti.

Gan Yang, bu insanlık dışı düzene şaşkınlıkla baktı. Dün gece onun yatmasının üstünden yalnızca iki saat geçmişti.

“Sen normalde fazla mesai yaptıktan sonra da böyle mi oluyor?” diye sordu, arkasından giderek.

“Her zaman değil.” dedi Ding Zhitong, “Normalde gece geç kaldıysam ertesi gün işe biraz geç gitmeme izin var, saat 11’e kadar. Bu sefer özel bir durum...” Dün yaşananlardan sonra artık yalan söylemeye cesaret edemiyordu. Gan Yang ona kızmamıştı, bu da Zhitong’u daha da suçlu hissettirmişti. Ama bazı şeyleri hafifletmeden anlatmak yine de zordu.

“Yani en fazla dört-beş saat uyuyorsun.” diye zaman hesabı yaptı Gan Yang.

Ding Zhitong dişlerini fırçalarken boğuk bir sesle onayladı. İçinden de şöyle geçirdi: Dört-beş saat fena mı? Üniversite yıllarında bu kadar uyuyan çoktu. Üstelik şimdi para kazanmak için çalışıyordu.

Gan Yang çok konuşmadı, elini yüzünü yıkadıktan sonra mutfağa geçip yumurta kızarttı, bacon pişirdi, ekmek kızarttı ve iki bardak portakal suyu sıktı. Hafta sonu olduğu için serbest kıyafetle işe gidebiliyordu. Ding Zhitong hızla hazırlanmıştı bile, bir elinde bilgisayar çantası, ayakkabıları ayak ucunda, mutfak adasına yaslanmış aceleyle kahvaltı etmeye hazırlanıyordu. Gan Yang onunla sohbet etmeyi umuyordu ama böyle görünce sadece tempoya ayak uydurabildi.

Zhitong ekmeği ısırırken bir yandan da Blackberry’sini karıştırıyordu. Sadece birkaç saat içinde gelen kutusu yine kıpkırmızıydı. En üstte, sabah altı yedi civarında e-postalara bakıp cevaplamaya başlayan Bay Mai ve Bayan Dai’den gelenler vardı: görev toplama, kontrol, yeni görevler verme...

Daha aşağıda, onun bile çıkmasından sonra, hatta bütün gece ofiste kalan meslektaşlarının postaları vardı. Özellikle JV, her zamanki alışkanlığını sürdürdü. En çok gece yarısından sonra e-posta atmayı seviyordu. Normal mesai saatine kadar hiç ara vermemişti. Ding Zhitong buna hayran kalmıştı; sanki bu adam insan değil de ölümsüz gibi, eve gitmesine ya da uyumasına gerek yok gibiydi.

İkisi birlikte dışarı çıkıp otoparktan arabaya bindiklerinde, Gan Yang sonunda konuşmaya başladı. “Geçen sefer de sormuştum, başka bir iş düşünmüyor musun?”

Ding Zhitong bir anda ne diyeceğini bilemedi, refleksle başını salladı. Her ne kadar çok yorucu olsa da, gizlice şikâyet etse de, iş değiştirmeyi hiç düşünmemişti.

Gan Yang onun tepkisini görünce alınmış olabileceğini düşündü ve ekledi. “Senin yeteneğin var, hırslısın da. Ama analistlik çoğu zaman temel, tekrarlayan işler yapmaktan ibaret. Senin kapasitenle şirket içi bir iş bulman zor değil. Hatta sadece bankacılık ilgini çekiyorsa, ticari bankalar bile bu kadar yorucu değil. Neden illa bunu yapıyorsun?”

Söylediği her şey doğruydu. Ding Zhitong’un söyleyeceği çok şey vardı ama hepsi bir cümlede toplanıyordu. “Tabii ki para kazanmak için.”

Dokuz beş bir işe geçseydi, geliri hemen yarı yarıya azalırdı. İkramiye desen, en fazla bir iki aylık maaş kadar olurdu. Bir de New York’taki yüksek yaşam masrafları... Seksen bin dolarlık yıllık hedefini nasıl tutturacaktı?

Ama bunu açık açık söylese, şu an aralarındaki ilişki göz önüne alındığında, Gan Yang büyük ihtimalle hemen bir çek yazıp onun sorununu çözerdi. Basit, hızlı, herkes mutlu... ama o böyle olsun istemiyordu.

Bu yüzden, sonunda söylediği tek şey şu oldu: “Bir düşüneyim... Şu an iş değiştirmek de kolay değil zaten...”

Gan Yang bu cevaptan memnun kaldı. Elini uzatıp onun saçlarını karıştırdı, arabayı çalıştırıp otoparktan çıktı.

İş değiştirme konusundan laf açılınca, Ding Zhitong birden hatırladı, sürücü koltuğundaki adama bakarak sordu: “Sen mülakata bu kıyafetlerle mi gideceksin?”

Kapüşonlu sweatshirt, eşofman altı, spor ayakkabılar... Bir de arka koltukta asılı bir ceket vardı.

Gan Yang gülerek yola baktı. “Evet, oradaki herkes böyle giyiniyor.”

Ding Zhitong nihayet fark etti ki, bu sefer onun hangi şirkete mülakata gittiğini bile sormamıştı. Sorduğunda, Gan Yang cevapladı: Bir spor ürünleri firmasıymış; koşu, bisiklet, tenis ve doğa yürüyüşü üzerine ürünleri varmış. Manhattan’da mağazaları da varmış, 18. Cadde ile Broadway’in kesişimindeydi.

Ding Zhitong bu şirketin adını daha önce hiç duymamıştı, biraz endişeyle ondan emin olmak istedi.

“Tam olarak ne pozisyonu bu? Sana gerçekten H1B vizesi için sponsor olacaklarından emin misin?”

“Evet, olacaklar. Tam zamanlı çalışan sözleşmesi imzalıyoruz, stajyerlik değil. Telefonla yapılan mülakatta her şeyi netleştirdim.”

Gan Yang son derece kendinden emindi. Üstelik patronun eskiden orta ve uzun mesafe koşucusu olduğunu, bu yüzden kendisiyle iyi anlaştığını, onun gibi bir yetenek uğruna biraz zahmete girmeye istekli olduğunu söyledi. Bu yüzden ona "management analyst" (yönetim analisti) unvanı verilmişti; bu, çalışma vizesi alınabilen mesleklerden biriydi. Ama avukatlık ücretini kendi cebinden ödemesi gerekiyordu.

“Sen... bunun yasal olmadığını biliyorsun, değil mi?”

Ding Zhitong tamamen afallamıştı. Yeni mezundu, yeni işe başlamıştı ama ilgili yasal düzenlemeleri ve süreleri gayet iyi biliyordu. H1B başvurusunu yapan avukat mutlaka işveren tarafından tutulmalıydı.

“Ama birçok kişi böyle yapıyor...”

Gan Yang gerçekten de farkında değildi ya da pek umursamıyordu.

Ding Zhitong daha fazla konuşmak istemedi. Sonuçta onun ailesi zengindi. Diyelim ki H1B kurasında çıkmadı ya da çıktı ama onaylanmadı; eğer kalmak isterse ailesi bir çırpıda para yollar, ona avukat tutar, proje bulur, hatta EB5 vizesi bile ayarlardı. Onun endişesi belki de gerçekten fazlaydı.

Bu sırada araba onun çalıştığı binaya gelmişti. Başarılar dileyip vedalaştılar, ardından Ding Zhitong arabadan indi ve Gan Yang da uzaklaştı. Sıradan bir sahneydi, ama nedense içinde biraz tatsız bir hava vardı, sanki huzursuz bir şekilde ayrılmışlardı.

Ding Zhitong binaya girip asansörle yukarı çıktı. Cumartesi sabahı olmasına rağmen ofiste çalışanlar vardı. Sadece kıyafetleri daha rahattı, çoğunun makyajı yoktu, saçlarını bile yıkamamışlardı. Baseball şapkalarının ya da kapüşonlu sweatshirtlerin altına saklanmış halde sessizce çalışıyorlardı, duyulan tek şey klavye sesiydi.

Tüm sabah boyunca Ding Zhitong JV’yle birlikte yoğun bir şekilde çalıştı. Deborah’ın talebine göre XP Energy’nin değerlemesini baştan hazırladılar. Oklahoma tarafında da eş zamanlı toplantı vardı. Sonuçları gönderdiklerinde, nihayet müşteri tarafından onaylandı.

Proje bir sonraki aşamaya geçmişti. Ama bu sefer öncekilerden farklıydı, Deborah Oklahoma’dan hem JV’ye hem de Ding Zhitong’a ayrı ayrı telefon etti. İkisine verilen görevler artık ayrılmıştı.

Ding Zhitong bunun bir işaret olduğunu fark etti. Son birkaç haftadaki performansı üstleri tarafından kabul görmüş olmalıydı. Bayan Deborah, onun artık analist görevini tek başına yapmayı deneyebileceğini düşünüyordu. Tabii JV de bu mesajı anlamıştı.

Ona verilen görev zor değildi, yalnızca mevcut şablonlara göre XP Energy’nin verilerini güncellemesi gerekiyordu. Bu mevcut şablonlar içinse Deborah şöyle demişti: “JV’de hepsi var.”

Ding Zhitong böylesine basit bir şeyin bu görevin en büyük engeline dönüşeceğini asla tahmin etmemişti.

JV’den belgeleri istedi. JV şu an meşgul olduğunu, ona başka bir iş vereceğini söyledi. Bu, daha önce birlikte üstlendikleri ama değerleme acil hale geldiği için ertelenen işti. Ding Zhitong’un reddetmeye hakkı yoktu. Bütün günü buna ayırdı. Akşama doğru işini bitirdiğinde, JV toplantıdaydı. Ona BlackBerry’den mesaj attı: “Toplantı bitince belgeleri yollarım.”

Ding Zhitong biraz huzursuzdu, derin bir nefes verdi. Ancak o anda telefonunda Gan Yang’dan gelen mesajı fark etti. Sadece bir kelime ve bir ünlem işareti vardı: (“Oldu!”)

Mesaj saat 11:00’de gelmişti. O sırada muhtemelen Deborah’la konuşuyor, art arda gelen soruları yanıtlamaya çalışıyordu. Gelen mesajı hiç fark etmemişti.

O andan sonra Gan Yang’dan başka mesaj gelmemişti. Normalde olduğu gibi değildi, belli ki biraz kırılmıştı. Ding Zhitong kendi kendine düşündü: Acaba eve döndüğünde boş bir daireyle mi karşılaşacaktı? Hemen cevap yazdı.

“Tebrikler! Hemen geliyorum, bu akşam kutlayalım!”

Bu kez cevapsız kalmadı, kısa bir mesaj geldi: OK

Bu kadarı bile onun kırıldığını belli ediyordu.

Ama Ding Zhitong Upper West Side’daki daireye döndüğünde kapıyı açtığında içerideki ışıklar ve mutfaktan gelen yemek kokuları, onun endişelerinin yersiz olduğunu gösterdi. Mutfağa gidip yardım etmeye çalıştı. Gan Yang onu kenara çekti. O da adamın arkasına geçti, kollarını beline doladı, bütün vücuduyla sırtına yaslandı. Gan Yang gülümsedi, yemek bitene kadar da onu bırakmadı.

İkili yemek masasının altında karşılıklı oturdu. Ding Zhitong yemek yerken fark etti ki bu, bir haftadır yediği ilk düzgün akşam yemeğiydi. Düşündükçe gerçekten biraz acınacak halde olduğunu fark etti.

Ama Gan Yang onu fazla duygusallaşmasına izin vermedi, gülerek ona Facebook’ta paylaştığı fotoğrafı gösterdi.

Fotoğrafı öğleden sonra paylaşmıştı. Arka planda çalışacağı spor malzemeleri şirketi vardı. Kendisi 18. Cadde’deki mağazanın vitrinini işaret ederken ciddi bir ifadeyle duruyordu. Altına yazdığı metin: “İleride ayakkabı satacağım yer burası.”

Altında “Can Simidi” adlı bir arkadaşından yorum vardı.

“Endişelenme, hayat uzun, birkaç başarısızlık çok normal. Annen her zaman arkanda. Senin gibi biri mutlaka bir yerlerde parlayacak. Kendini üzme, güzel bir yemek ye, bol bol sıcak su iç. Annen seni seviyor.”

Ding Zhitong önce bunun bir şaka olduğunu düşündü. “Bu gerçekten senin annen mi?”

“Evet.” Gan Yang başını salladı, hâlâ gülüyordu. Kendi annesi bile onun böyle prestijli bir okuldan mezun olduktan sonra bu işi bulmasını başarısızlık saymış ve teselli etme ihtiyacı duymuştu.

Ama Ding Zhitong birden duygulandı, gidip başını onun göğsüne bastırarak sarıldı.

“Ne oldu?”

Gan Yang onu kucağına alıp oturttu, yüzüne bakarak sordu.

Ding Zhitong nasıl cevap vereceğini bilemedi. Belki son günlerde ona karşı ilgisiz davrandığı için, belki de “Can Simidi”nin o sözleri yüzünden içten içe kıskanmıştı. Her zaman destek olan, her zaman seven bir anneye sahipti Gan Yang. Üstelik parası da vardı. Para varsa, destek ve sevgi artık sadece sözde kalmazdı.

Ama uzun süre sustuktan sonra ağzından çıkan tek cümle, “Özür dilerim...” oldu.

Gan Yang başını yana çevirip çenesini onun yanağına yasladı.

“Niye bana ‘özür dilerim’ diyorsun?”

Ding Zhitong kollarını biraz daha sıkıp mırıldandı.

“Fotoğrafını gönderdin, ama ben yorum bile yapmadım...”

Gan Yang hafifçe güldü, sırtını okşayarak, “O zaman şimdi bana sözlü olarak söyle.” dedi.

Ding Zhitong hâlâ aynı şekilde ona yaslanmıştı. Omzunun ne kadar rahat olduğunu düşündü, içi huzurla doldu. Sonra sakin bir şekilde konuştu.

“Eğer bu senin sevdiğin şeyse; sağlıklı, pozitif ve yasal bir işse... o zaman bu senin için doğru yerdir. Ben ayakkabı satmanı destekliyorum.”

Ganyang’ın gülümsemesi daha da derinleşti. “Peki ya sen? Sen ne yapmayı seviyorsun?” diye sordu

Ding Zhitong “Sanırım benim pek hobim yok. Sadece para kazanmak istiyorum.” diye cevapladı.

Ganyang yüzünü avuçlarının arasına alıp ona bakarak, “Tamam o zaman, nen de senin para kazanmanı destekliyorum.” dedi.

“Gerçekten mi?” Ding Zhitong şüpheyle ama gülerek sordu. “Bu sabah bana iş değiştir demedin mi sen?”

Ganyang başını salladı. “Sonradan düşündüm de, senin işinin karşısında durmamalıyım. Herkesin yapmak istediği şey farklıdır. Ve bazen neden yapmak istediğini başkasına anlatamazsın.”

Ding Zhitong bu cevaba bayıldı. Eğilip onu öptü. Aslında sadece küçük bir öpücüktü ama Ganyang bununla yetinmedi. Bir elini onun ensesine koyup dudaklarının temasını derin bir öpücüğe dönüştürdü.


Yorumlar