Eat Run Love - 25. Bölüm

Ev partisi çok geç dağılmamıştı. Song Mingmei apartmandan çıktığında, Bay Bian’ın arabası çoktan kapıda bekliyordu. Feng Sheng’in sözünü ettiği o Maybach işte tam da buydu. Siyah gövdesi sokak lambasının sarımsı ışığında neredeyse para gibi parlıyordu.
Hava dışarıda soğuktu, arada bir kar taneleri hâlâ düşüyordu. Gecenin içinde karşıdaki Central Park’ın ormanları zar zor seçiliyordu. Hafifçe gülümsedi ve oraya doğru yürüdü. Araç kapısı açıldı, içerden bir ışık ve sıcak hava yayıldı; adeta bu soğuk gecedeki tek sığınak gibiydi. Tüm dünyadaki Kibritçi Kız’ların koşarak sığınacağı bir yerdi.
“Geç saatte zahmet verdim...”
Song Mingmei hâlâ kendi ritminde ilerliyordu. Arabanın içindekine gülümsedi, telaşsız bir şekilde paltosunun eteğini toplayarak ön koltuğa oturdu, uzun bacaklarını içeri çekip kapıyı kapattı.
“Hiç sorun değil, zaten yakındaydım. Bu saatte dışarıda olmak küçük bir hanım için pek güvenli değil.”
Bian Jieming de gülümseyerek cevapladı ve motoru çalıştırdı.
O ana kadar, aralarındaki ilişki hâlâ o ince sınır çizgisinde duruyordu.
Tıpkı bu geceki gibi—yemek teklif ettiğinde, o çoktan arkadaşlarıyla buluşacağını söylemişti. Bian da ısrarcı olmamış, onu oraya bırakmış, sonra da almaya gelmişti.
Arabadan ayrılmadan önce dışarıyı gösterip sordu.
“Bu ev çok güzel. Arkadaşın mı burada oturuyor?”
“Eski ev arkadaşım. Mezuniyet töreninde sen de görmüştün.”
Song Mingmei başını salladı, onun tepkisini bekliyordu.
Nitekim, Bian Jieming hafifçe gülümseyerek ona baktı, sonra başını iki yana salladı.
Song Mingmei onun ne demek istediğini anlamıştı: Sen yok musun, hep böyle inatçısın işte.
Geçen aralık ayında mezun olmadan önce Manhattan’da ev ararken, Bay Bian ona bir anahtar kart vermişti. Midtown’da satın aldığı bir daireydi, boş duruyordu. Ona da “Boş boş duracağına sen otur.” demişti.
Ama Song Mingmei kibarca geri çevirmişti. Greenwich Village’da biriyle kontrat imzalamıştı ve altı aylık kira parasını da ödemişti.
Bay Bian da ısrarcı olmamıştı. Yemeğe davet ettiğinde hep oraya gelip onu almıştı. Maybach hep yol kenarında beklerdi, o da apartmandan inerdi.
Song Mingmei’nin kaldığı yer, o semtte alışıldık türden eski bir binaydı. Kırmızı tuğla duvarları saran sarmaşıklar vardı. Bir tür şehirli bohemlerin romantizmini taşıyordu. Belki de bir penceresinin arkasında bir zamanlar Beat Kuşağı'ndan bir yazar yaşamıştı, ya da merdiven boşluklarında bir halk müziği şarkıcısının çatlak sesi yankılanmıştı.
O gün apartmandan çıktığında, Bian Jieming’i sokakta, çevredeki binalara bakarken görünce ona sormuştu:
“Neye bakıyorsun?”
Bian Jieming başını eğip gülümsemiş, “‘Sex and the City’ dizisindeki Carrie Bradshaw’un dairesi hemen yakındaki Perry Street’tedir, biliyor muydun?” demişti.
Song Mingmei başını sallamış, yüzünde ‘şimdi anladım’ ifadesi belirmişti ama içten içe kendiyle dalga geçmişti: Amca senin de tam bir kız ruhun varmış ha.
Arabaya bindiklerinde asıl sebebi anlatmıştı. Burası ona Amerika’ya ilk geldiği zamanı hatırlatıyordu.
O zamanlar da birileriyle ev paylaşmıştı; hem de evin tam ortasındaki geçiş salonunu odası olarak kullanarak. Evde kalan herkes onun yatağının yanından geçerek odalarına girip çıkardı. Koşullar kötüydü ama o dönem hafızasına kazınmıştı. Hatta yatağının baş ucunda ev sahibinden kalma bir süs eşyası vardı. Meğer o eski bir Thunderbird arabasının direksiyonuymuş. O yıllarda pek çok Amerikan filmi izlediği için, o direksiyonu New York sokaklarında bir arabada defalarca görmüştü. Sanki zamana meydan okuyan bir tanışıklık hissi uyandırmıştı onda.
İşte o zaman karar vermişti, bir gün mutlaka New York’ta yaşayacaktı.
Song Mingmei dikkatle dinlemişti ama içten içe de, du hikâyeyi sen zaten bir dergi röportajında da anlatmıştın, diye düşünmeden edememişti.
İkisi ilk kez 2007 yazında tanışmıştı. Song Mingmei, G Bankası Yatırım Birimi’nde yaz stajına yeni başlamıştı. Ne yazık ki, işe girişi oldukça çalkantılı bir döneme denk gelmişti.
Haziran ayında, Bear Stearns’a ait iki subprime (yüksek riskli konut kredileri) fonu büyük zarar açıklamıştı. Kaldıraç oranları ise korkutucuydu.
Ağustos’ta Fransa’dan bir haber gelmişti: BNP Paribas da üç subprime fonunun geri ödemesini durdurduğunu açıklamıştı.
Piyasada panik havası yayılmaya başlamıştı. G Bankası da bu durumdan etkilenmişti.
Dışarıda ortam durgundu, içeride rekabet çetin. O, geri dönüş teklifi almayı zaten beklemiyordu. Sadece CV’sine bir satır daha eklemek istiyordu. Ama o on haftalık staj, onun hayatında bir dönüm noktası olmuş, Bian Jieming ile tanışmasına vesile olmuştu.
İlk kez tanışmaları, Bay Bian’ın ziyarete gelip onun patronuyla yemeğe çıkacağı gündü.
Tanıtılmasına gerek kalmadan, Song Mingmei onu ofis kapısında görür görmez “Bay Bian” diye seslenmişti.
Bian ise ona gülümsemiş, hiçbir mesafe koymadan, “Bana Ben diyebilirsin.” demişti.
Onun yüzünü tanıyordu; çünkü bir finans dergisinde onunla yapılmış bir röportajı okumuştu. Röportajda mesleği “New York Financier” yani “New York’lu Finansçı” olarak tanıtılıyordu. Aynı Sex and the City’deki Mr. Big gibi.
Yazı edebi bir dille yazılmıştı. Çinli büyüme şirketlerine uluslararası sermaye aktarma konusundaki tecrübesi, Çin ile ABD arasında yaptığı işler anlatılıyordu.
Song Mingmei böyle bir bağlantıyı asla kaçırmazdı. Hemen Bay Bian’dan kartvizit istemiş, ertesi gün telefonla aramış, kendini tanıttıktan sonra ona, “Size bir şey danışmak istiyorum. Uygun bir zamanda konuşabilir miyiz?” diye sormuştu.
Elbette Byun Jieming de onu hâlâ hatırlıyordu ve memnuniyetle kabul etti. İkili kahve içmek üzere sözleşti.
O sefer kahveyi o ısmarladı.
Karşılığında Bay Byun, doksanlı yılların başında ABD’ye ilk geldiği zamanları ballandıra ballandıra anlattı. Uçağın merdivenlerinden indiğinde cebinde toplam 57 doları olduğunu, önce Ohio’da bir üniversiteye gittiğini, sonra New York’a taşındığını ve Columbia Üniversitesi’nde MBA yaptığını söyledi. Mezun olduktan sonra büyük kurumlardan birinde çalışmış, bağlantılarını ve deneyimini biriktirdikten sonra kendi finans şirketini kurmuş. Şu anda hâlâ bir finans dergisine yazılar yazıyormuş.
Song Mingmei kendini zeki biri olarak görürdü ama onca dinlemesine rağmen bu adamın o 57 dolardan başlayıp nasıl olup da bugün Wall Street’in yaşlı beyaz adamlarıyla kardeş gibi viski içip puro tüttürür hale geldiğini, golf oynadığını, “Çin uzmanı” diye anıldığını anlayamamıştı. Aradan sadece on küsur yıl geçmişti oysa.
Görüşmenin ardından Bay Byun onu tekrar davet etti. Bu kez öğle yemeğiydi ve ısmarlayan oydu.
Song Mingmei ne anlama geldiğini elbette biliyordu ama zengin bir adamın küçük sevgilisi olmaktan çok, onun zenginliğinin sırrını öğrenmek daha çok ilgisini çekiyordu.
Çok gerçekçiydi. Cornell’e ilk geldiğinde bir uluslararası öğrenci buluşmasında Ding Zhitong’la hemen kaynaşmalarının sebebi de buydu.
Diğer kızlar “30 yaşıma gelmeden evlenmek istiyorum” derken, o “30 yaşıma gelmeden finansal özgürlüğümü kazanmak istiyorum.” demişti. Ding Zhitong da bir şaplak atıp, “Bravo!” demişti.
İşte bu yüzden ikinci daveti de memnuniyetle kabul etti.
Bay Byun onu iyi bir restorana götürdü, ama konuşmalar yine resmî konular etrafında döndü.
Bu kez hikâyesine daha fazla ayrıntı ekleyerek devam etti.
Yurt dışına çıkmasının yurtdışındaki bağlantılar sayesinde olduğunu, o zamanlar 18-19 yaşında ve İngilizceyi pek konuşamayan biri olduğunu anlattı. Dil kursunun ardından Ohio’da küçük bir Baptist üniversitesine girmiş. Son yılında ise okulun birincisi ve tam burslu öğrencisi olmuş, mezuniyet töreninde konuşma yapan en başarılı öğrencilerden biriymiş.
Daha yirmili yaşlarının başındayken, yani tam Song Mingmei’nin yaşlarında, 1994’te ilk kez bir Çin-Amerikan ortak girişimi müzakeresine katılmış.
En azından bu kısmı, tıpkı sabırlı bir abi gibi tüm detaylarıyla anlattı.
Song Mingmei onu dinledi ama onun bazı şeyleri bilerek geçiştirdiğini biliyordu. Elbette sokak kuralları gereği bazı şeyler ağızdan çıkmazdı. Yemek boyunca da bu adamın nasıl bu kadar başarılı olduğunu yine anlayamadı ama merakı daha da kabardı. Cevabı daha da çok merak etmeye başladı.
Yemeğin ardından Bay Byun onu kendi şirketine götürdü.
Ofis, G Bankası'na çok yakın, Manhattan’ın en iyi muhitlerinden birindeydi. AAA sınıfı bir plaza ve Bay Byun yüksek katlardan birinde tüm katı kiralamıştı. Asansörden iner inmez göz alıcı mermer duvar ve altın rengi tabela görünüyordu. Şirketin adı gayet netti: “Pan-Amerikan Finans”.
Song Mingmei gerçekten etkilendi, bol bol soru sordu; adeta bir seminerin sonunda gelen Soru-Cevap kısmı gibiydi.
Ancak Bay Byun, onun burada çalışmasını teklif ettiğinde kibarca reddetti. Zaten staj raporunu yazmaya başlamıştı ve G Bankası’ndaki on haftalık süreci tamamlamak istiyordu. Bu onun prensibiydi, fazla yaklaşmamak gerekirdi.
Üstelik, “Pan-Amerikan Finans” mı? O an içinden şöyle geçirdi: “Amerika özgürlükler ülkesi işte. Böyle cafcaflı bir isim bizim ülkede olsa muhtemelen ticaret odasından bile geçemezdi.”
Bay Byun ısrarcı olmadı, aksine onun bu sorumluluk sahibi tavrını takdir etti ve şimdiki patronuna bir şeyler söyleme sözü verdi.
Nitekim dediğini yaptı. Song Mingmei stajı bitmeden önce insan kaynaklarından resmi iş teklifini aldı. Ocak ayında işe başlaması için davet edilmişti. Böylece, Ding Zhitong ve Feng Sheng hâlâ iş peşindeyken, o artık Wall Street’te yerini almıştı.
Yaz tatili bitti, üçüncü dönem başladı. Song Mingmei İthaca’ya döndü.
İşin burada biteceğini sanmıştı. Sokakta onun gibi yirmili yaşlarında bir sürü kız stajyer vardı, Byun Jieming gibiler de bir taneyi unutup diğerine geçerdi, birkaç hafta görüşmeyince mesele kapanırdı.
Ama adamın onu görmek için bunca yolu kat edip tekrar gelmesini hiç beklemiyordu. Üstelik yine Manhattan’daki gibi, onu yemeğe götürüp sohbet ediyordu.
O karmaşık yaz mevsimi geride kalmıştı. O dönem ABD Merkez Bankası faiz oranını düşürmüş, piyasa likiditesini artırmayı amaçlamıştı. Sonbahara girilirken S&P 500 endeksi gerçekten 1565 seviyesine ulaşarak tarihi rekor kırdı. Bir hafta sonra Shanghai Endeksi de 6000’i geçti.
Küresel piyasalar şahlanmıştı. Bay Byun’un elindeki iki proje de peş peşe başarıyla sonuçlandı. Artık kamuya açıklanmıştı, bu yüzden detaylarını onunla paylaşabilirdi.
Şirketi Çin’den iki firmaya mali danışmanlık yapmıştı. Onlar için ABD’de halka arz sürecini baştan sona tasarlamışlardı. Önce ters birleşme yoluyla OTCBB’ye (tezgah üstü piyasa) girilmiş, ardından ABD özel yatırım fonlarından kaynak bulunmuş, ölçek büyüyünce de ana borsada IPO (halka arz) planı devreye alınmıştı. Şimdilik ilk adım tamamlanmıştı, PR çalışmaları da çok iyiydi; “Çin konsepti” ve “çevre dostu” gibi temalarla lansman yapılmış, hisseler de hızla yükselmişti.
Bu süreçte ikili zaman zaman görüşmeye devam etti. Cornell çevresindeki restoranların neredeyse tamamını gezmişlerdi. Song Mingmei her zaman mesafesini korudu ama Byun Jieming hiç aceleci davranmadı. Bu yüzden, işler ilerledikçe, tam tersine o kendini kontrolsüz hissetmeye başladı. Oysa böyle şeylerde her zaman tecrübeli olduğunu düşünürdü. Her erkeğin ne istediğini bilir, nasıl karşılık vereceğini hesaplar, hiçbir şey onu şaşırtmazdı.
Ama Byun Jieming başka bir seviyedeydi. Otuz beş yaşındaki bu adamla karşılaştığında, işlerin yavaşça onun kontrolü dışına çıktığını hissediyordu. Ve Song Mingmei bundan hiç hoşlanmıyordu. Sanki kendi eliyle tuzağa yürüyormuş gibiydi.
İşte o andan itibaren, aralarında ince bir sınır oluşmuştu: Bir adım öne giderlerse sevgili olurlardı, bir adım geri kalırlarsa usta-çırak gibi kalırlardı. Byun’un istediği belli ki ilkiydi. Ama Song Mingmei, ikincisini tercih ediyordu.
O her zaman şuna inanırdı: İnsanlar arasındaki ilişkiler ekonomi teorisindeki “Pareto optimizasyonu”na uygun olmalıydı—yani ne yapılırsa yapılsın, en az bir kişi fayda sağlamalı, ama diğer kişi de zarar görmemeliydi.
Bian Jieming, onun istediği şeye sahipti: Deneyim ve kaynaklar.
Karşılığında, onun da Bian Jieming’e vazgeçilmez bir değer sunması gerekiyordu.
Ve bu değer, kesinlikle “cinsellik” değildi.
İşte tam da bu yüzden, onun gözünde Wall Street’te her yıl gelip geçen genç kadın stajyerlerden biri değil, kendi geçmişinin bir yansıması olmasını istiyordu. Gerçi Bian Jieming onu ilk tanıdığında, o gerçekten de yirmili yaşlarının başında bir kadın stajyerdi.
Bian Jieming’i mezuniyet törenine davet edip, onun en başarılı mezun olarak sahnede konuşma yaptığını görmesini sağlamak — bu, onun ilk denemesiydi.
Ücretsiz dairesini reddedip Greenwich Village’daki eski bir evde başkalarıyla birlikte eve çıkmak — bu da ikinci denemesiydi.
Yorumlar
Yorum Gönder