Eat Run Love - 24. Bölüm

2008 yılının Bahar Bayramı da yine mesaiyle geçti.
Diğer yıllardan farkı varsa, o da yılbaşı gecesi Ding Zhitong’un öğle arası vakti hem Çin’de hem Amerika’da yaşayan anne babasını arayıp yeni yıl dileklerini iletmiş olmasıydı.
Yurtdışında yılbaşını geçiren Çinli turistlerin sayısı her geçen yıl artıyordu; Yan Aihua da o dönem her zamanki gibi tur rehberliği yapıyordu. Otobüs otoyolda ilerlerken, yolcular yarı uykulu haldeyken, demir adam maskesini (güneşten korunmak için) kaldırdı, ön koltuklardan birine oturdu ve kızıyla biraz sohbet etti. Evdeyken daha rahat hissedememişti, en azından sonradan evlendiği adamdan gizlenmek zorunda değildi. Otobüs bir sonraki durağa, yani fotoğraf molasına yaklaştığında, vedalaşıp telefonu kapattılar.
Yan Aihua’ya kıyasla, Şanghay’daki Ding Yanming’in sohbeti çok daha uzundu.
Ding Zhitong seçkin bir okuldan mezun olmuştu, üstüne Amerika’da iş bulmuştu; bu yüzden babası da gururla eski iş arkadaşlarına hava atıyordu. “M’yi biliyor musunuz? Uluslararası bir yatırım bankasıdır, dünyanın en büyüklerinden. Yaptıkları işler hep birkaç milyar dolarlık... Dolar yani! Onu bir de sekizle çarpın, bakın bakalım kaç para ediyor...”
“Olmaz ama, Lao Ding.” diye araya girdi biri. “Dolar çoktan değer kaybetti, artık bir dolar yedi yuan bile etmiyor.”
Adam haklıydı. 2007’nin bu zamanlarında dolar/yuan kuru 7.8 idi, yuvarlayınca sekiz ederdi. Ama sadece bir yıl içinde 7.1’e düşmüş, o da yuvarlandığında yedi oluyordu.
Ama Ding Yanming oralı olmadı. “Boş verin, kızım Amerika’da dolarla kazanıyor, dolarla harcıyor. Kur düşse ne olur? Dolar yine yükselecek, elbet toparlar.”
Lao Ding, doksanlı yıllarda tahvil kuponlarıyla borsaya adım atmış eski bir yatırımcıydı. Yıllarca “değer yatırımı” ve “temel analiz” gibi laflar duymuştu. Pek bir şey öğrenmemişti ama değişmez bir mantığı vardı: Hisse düşse de satmazsan zarar sayılmaz.
Tabii arada onu övenler de çıkıyordu. “Lao Ding’in kızı muhteşem, daha yeni mezun oldu, yirmi üç yaşında ya vardır ya yoktur, ama şimdiden yıllık maaşı bir milyon.”
“Yıllık bir milyon”, o yıllarda yaygınlaşan bir tabirdi. 2006’da finans sektörü zirvedeydi, herkes borsa oynamaya, fona yatırım yapmaya başlamıştı. Sonrasında hisse senetleri çakıldı, fonlar hep negatif getiriler sundu ama o tabir yine de popülerliğini korudu.
Ding Yanming dışarıda böyle hava attıktan sonra, telefonda da kızına başkalarını çekiştirdi. “Lao Zhang’ı hatırlıyor musun? Onun kızı da bu yıl mezun oldu, Tongji Üniversitesi’nde mühendislik okumuş. Bir aracı kurumda iş bulmuş ama senin yanında hiç önemli kalır mı? Maaşını sorduktan sonra bana senin şirkette duş olup olmadığını sordu! Sanki hâlâ devlet fabrikasında çalışıyoruz...”
Ding Zhitong babasının kahkahalarını dinlerken, “bizim şirkette duş var aslında” demek istedi.
Dinlenme odasının hemen yanında bir duş bölümü vardı. Sabaha kadar çalışıp çıkınca orada duş alıyor, sonra görevli çamaşırhaneden getirdiği temiz kıyafetleri giyip yeni güne başlıyordu. Taksiye para vermeye ya da eve dönüp zaman harcamaya gerek kalmıyordu. Duş odası inşa edilmeden önce, evde duş alıp kıyafet değiştirip işe dönmeye “sihirli dönüşüm” deniyordu.
Bu noktada, Ding Zhitong’un sohbet etmeye ne vakti ne de enerjisi kalmıştı. Doğrudan sorduç “Hisseleri sattın mı?”
Ding Yanming hemen top çevirmeye başladı. “Biraz daha bekleyelim, sonra konuşuruz.” Kısa süre sonra da vedalaşıp telefonu kapattı.
Geçen yıldan beri, ikisinin telefonları hep böyle son buluyordu.
Geçen yıl boyunca, dolar durmaksızın düşmüştü. A-hisseleri de adeta roller coaster gibiydi: 4000’den 3000’e düşmüş, sonra 6000’e fırlamış, ardından tekrar tepetaklak olmuştu. Ding Zhitong babasını birkaç kez çıkması için uyarmıştı ama o hep kulak ardı etmişti. Sonunda elindeki hisseler düşüşte yakalanmıştı. Ama neyse ki yatırdığı para çok büyük değildi. Dediği gibi, satmazsa gerçek zarar sayılmazdı.
Her ne kadar hep hisse konusunu açsa da, Ding Zhitong babasını suçlayamıyordu.
Bazı insanlar, finans okuyanlar bu işleri daha iyi bilir sanıyordu. Ama geriye dönüp bakınca, kendisi de 2006 yılında bu altına hücum sürecine kapılmıştı. Onun gibi bu sektöre girmeyi arzulayan öğrenciler de o yılların sonsuza dek sürmeyeceğini biliyordu ama yine de gözü kara biçimde bu yola girmişlerdi. Para söz konusu olduğunda çok az kişi kendini koruyabiliyordu. Ekonomik kurallar da fizik kuralları kadar katıydı.
Yeni yıl kutlamalarının ardından Ding Zhitong bilgisayar başına döndü. XP Energy sunum dosyasının son versiyonunu göndermesi, ertesi sabah yediyi buldu. İlk kez gerçek bir all-nighter (tüm gece uyanık çalışma) deneyimlemişti. Lenslerini çoktan çıkarmış, gözlüğünü takmıştı ama gözleri hâlâ kıpkırmızıydı. Üstelik tüm bedeni üşüyordu. Şirkette duş almaya cesaret edememişti ve artık dayanacak hâli de kalmamıştı. Taksiyle eve gidip iki saat uyudu, sabah on birde yeniden ofise döndü.
Ama sonuç olarak; defalarca revize edilen, üzerinde sayısız düzeltme ve yorum yapılan o sunum dosyası sonunda kabul edilmişti. Sektör ekibinden bir MD (üst düzey yönetici), Bay Mike, proje yöneticisi olarak son onayı verdi. Ardından Deborah, çantasını sürükleyerek onunla birlikte Ohio’ya müşteri görüşmesine uçtu.
Ding Zhitong da derin bir nefes aldı. Elinde sadece acil olmayan birkaç iş kalmıştı. En azından bu hafta sonu normal bir şekilde dinlenebilecekti.
Belki de gerçekten yeni yıl yeni umut demekti. Tam da o gün, kredi kartından üç yüz küsur dolar çekildiğine dair bir mesaj aldı. Önce şaşırdı; bu kadar harcama yapmadığını düşündü, acaba kart bilgileri mi çalınmıştı? Bir an duraksadıktan sonra, New York Maratonu’na başvuru yaptığını hatırladı. Sadece bir ay kadar önceydi ama sanki üzerinden çok zaman geçmiş gibiydi. İçinde tatlı bir heyecan kabardı. E-postalarını kontrol etti, gerçekten de kura çıkmıştı. Hemen Gan Yang’a mesaj attı, onun da kurada çıktığını öğrendi. Biri işte, biri okulda; üç yüz kilometre uzakta olmalarına rağmen ikisi de gizlice uzun uzun sevindi.
Belki de o kadar “gizli” değildi bu durum, çünkü JV bile nadiren yaptığı gibi ona bakıp ne olduğunu anlamaya çalışmıştı.
Ding Zhitong bir kez daha kendini ifade etmek için gönüllü olup açıklama yaptı. “Bu yılki maratona katılmak için kura bana çıktı!”
JV her zamanki gibi onun sohbet başlatma çabasını görmezden geldi, sadece anlaması zor bir yüz ifadesi takındı.
Ding Zhitong bozuldu. Birden, ilk kez Gan Yang’dan New York Maratonu’na katılacağını duyduğunda kendisinin de aşağı yukarı böyle tepki verdiğini hatırladı.
Böylece ikisi hafta sonu buluşmak üzere sözleşti. Gan Yang cuma akşamı Ithaca’dan çıkıp gece on gibi Manhattan’a varmayı planlıyordu. Ding Zhitong da nadiren yaptığı gibi o gün biraz erken işten çıktı. JV’nin bakışlarını görmezden gelip yedi gibi ofisten ayrıldı, eve gidip çamaşırlarını yıkayıp kuruttu, evi temizledi. Etrafa şöyle bir bakındıktan sonra başka bazı hazırlıklar daha yapması gerektiğini fark etti.
Bazı insanlar gibi, o da bir şey yapmadan önce her zaman teoriden başlardı. Bu yüzden internette bir arama yaptı: “Erkeklerin karşı koyamayacağı 5 öpüşme tekniği”, “Erkeklerin yatakta kadınlardan beklediği 10 şey” gibi +18 içerikler aradı.
Saat daha ona gelmeden dışarıdan anahtarın kilide sokulma sesi geldi. O da bir anda kanepenin üstünden fırladı, birkaç adımda kapıya koşup içeri giren kişiye sarıldı.
Gan Yang bu aniden gelen coşku karşısında biraz afallamıştı. Ding Zhitong da o an fark etti ki aslında böyle koşup kucağa atlamak, öpücük vermek gibi hareketler hiç ona göre değildi. Ama artık geri dönmek için çok geçti, Gan Yang çantasını ve montunu hemen bir kenara fırlatıp onu sıkıca kucaklamıştı bile.
Bu ayrılık daha uzun sürmüştü, hatta videolu arama bile yapamamışlardı. Birbirlerine duydukları özlem çok daha yoğundu; içinde bir parça yabancı ama heyecanlı bir his de vardı. Hem tanıdık hem yepyeniydi. Sadece ayrılıktan ve özlemden değil, onun bu seferki istekliliğinden dolayıydı.
İlk seferlerindeki gibi beraber duş aldılar. Ama bu sefer farklıydı—ilk hamleyi yapan oydu. Dudaklarını onun dudaklarına götürüp nazikçe ısırdı, sonra da “Seni istiyorum” dedi. Onu yatağa götüren de oydu, kontrolü vermedi, üstüne çıkıp eğilerek onu öptü. Gan Yang bu hareketlerinden hem gıdıklanmış hem de biraz utanmıştı, pozisyon değiştirmek istedi ama Zhitong izin vermedi ve bileklerini yastığa bastırıp hiç konuşmadan gözlerinin içine bakıp öpmeye devam etti.
Ta ki onun gözleri koyulaşana, nefesi ve inlemeleri tamamen ona ait olana kadar. Duyduğu her şey yalnızca kendisi içindi—alçak, kısık, sonunda hafifçe yükselen bir tonla...
Ta ki Gan Yang dayanamayarak kontrolü ele alana kadar. Ama daha yeni içeri girmişti ki kendini kaybedecek gibi hissetti ve durup ritmini ayarlamak zorunda kaldı. Ding Zhitong dağılmış çarşafların üzerinde onun yüzüne baktı; kaşlarında, gözlerinde, dudaklarında ona duyduğu arzu vardı. Birden bu “birbirini isteme” hissinin sadece bir ihtiyaç olmadığını fark etti. O, bir erkeğe bu kadar büyük bir zevki yaşatabiliyordu; bu duygusal doyum anlatılamayacak kadar derindi. Hatta, kadın ve erkek arasındaki ilişkinin özünü kavramış gibi hissetti.
Ta ki onun hareketleri aniden hızlanana, düşünmeden saldırırcasına sevişmeye başlayana kadar. Başucundaki lambanın altındaki loş ışıkta, iki genç beden terle parıldıyordu—sanki üzerlerine altın tozu serpilmiş gibiydi...
Sonrasında, Gan Yang onun saçlarını kurularken kulağına eğilip sordu.
“Bugün... sanki biraz farklı gibiydin?”
Ding Zhitong yüzükoyun yatmıştı, suratı kıpkırmızıydı. İçinden 'Ne yani şimdi utanılacak sorular mı geliyor?' diye geçirdi. Evet, az önce bunların hepsini yapan oydu ama söylemesi başka meseleydi.
“Peki, hoşuna gitti mi?” dedi, kendini toparlamaya çalışarak.
Gan Yang cevap vermedi, onu ters çevirip gözlerinin içine baktı ve sordu.
“Böyle istekli davranman... yoksa son haftalarda beni ihmal ettiğinden dolayı gönlümü almak için miydi?”
Ding Zhitong onun gözlerine dikkatle baktı ve başını salladı.
Gan Yang tekrar sordu.
“Yani gerçekten, bunu sen istediğin için mi yaptın?”
Ding Zhitong yine aynı ciddiyetle baktı ve bu kez başını sallayarak onayladı.
Gan Yang nihayet gülümsedi, memnuniyetle arkasındaki büyük yastığa yaslandı.
“Bu yüzündeki arsız ifade de neyin nesi?” diye sordu Ding Zhitong, onun yüzünü sıkıştırarak.
Gan Yang onun elini yakalayıp kendine çekti, “Mutlu olmama da mı izin yok yani?” dedi.
Ding Zhitong başını onun göğsüne yasladı. Son iki haftanın yoğun mesaileri ve az önceki sevişme sanki tüm enerjisini tüketmişti. Kıpırdayacak hali kalmamıştı, sadece bir sorusu vardı.
“Peki, ben bu birkaç hafta seni ihmal ettim ya... gerçekten kızmadın mı?”
Gan Yang onun çıplak kolunu okşayarak başını salladı.
“Hayır, sadece çok çalışmana üzüldüm. Muhtemelen hep böyle olacak.”
Ding Zhitong alışkındı buna. Mırıldandı.
“Analist olmak böyle işte... ‘iş-özel hayat dengesi’ diye bir şey yok. En azından VP olmadan önce yaşam yok...”
“VP mi? O da kaç yıl sürer kim bilir?” dedi Gan Yang iç geçirerek. “Başka bir işe geçmeyi hiç düşündün mü?”
Ama bu soruya cevap gelmeden, Ding Zhitong’un gözleri kapanmıştı. Uyumuş gibiydi.
Cumartesi akşamı Gan Yang bir “ev ısındırma” partisi düzenledi ve Wang Yi’yi yemeğe çağırdı. Ding Zhitong da Song Mingmei’yi davet etti, Feng Sheng’e de mesaj attı. Ama Feng Sheng ertesi hafta trader sınavına gireceğini, bu yüzden inzivaya çekildiğini ve bu sefer gelmeyeceğini yazdı.
Ding Zhitong o sınavı biliyordu. 70 puan geçme notuydu, en fazla üç kez girilebiliyordu. Alım-satım katında çalışmak isteyenler için şarttı, genelde sözleşmeye bile yazılırdı—işe başladıktan sonraki üç ay içinde geçmek zorundaydın, yoksa kapı gösterilirdi. Ama Feng Sheng gibiler o sınavdan kalacak değildi. Gelmeme nedeni büyük ihtimalle başkaydı.
Gerçekten de ardından şöyle bir mesaj daha attı.
“Ekibim benim yüksek not alacağıma bahse girdi. Bu tür testlerde Çinliler ortalama 90 puan alır diyorlar.”
Alım-satım biriminin eski alışkanlıkları işte... Hepsi profesyonel kumarbaz, her şeye bahis oynuyorlar. Ding Zhitong bu mesajı görünce güldü, bir de destek mesajı yolladı.
“Stres yapma, sen sonuçta sınavların tanrısısın!”
Feng Sheng de “O zaman güzel dileklerin için sağ ol.” diye döndü.
Sonunda cumartesi akşamı sadece dört kişiyle sıcak bir akşam yemeği yediler.
Dışarıda kar yağıyordu, içeride sıcak tencerede etler kaynıyordu: beş baharatlı dana eti, dil dilimlenmiş sığır dili, köfte... Taban suyu sadece sade et suyu ve birkaç dilim zencefildi. Soslar Çin marketinden alınmıştı—sate sosu ve Gan Yang’ın hazırladığı kızarmış sarımsakla karıştırılmıştı.
Yemek ortasında birden neşelenip kadeh kaldırdılar. Gan Yang elindeki neredeyse tamamen tonik suyundan oluşan gin tonikle, haber sunar gibi bir tonla konuştu.
“Ding Zhitong ve Song Mingmei Wall Street’te çalışıyor, Wang Yi Columbia’da doktora yapıyor, ben Quanjude’de Pekin ördeği satıyorum—hepimizin geleceği parlak!”
Wang Yi ve Song Mingmei gülümseyerek onunla kadeh tokuşturdu. Onun kendine takıldığını biliyorlardı. Bir aydır iş arıyordu ama elde ettiği “başarı” hâlâ “hepsinden red”di.
Ding Zhitong da gülümsedi, ardından Gan Yang’ın gözleriyle karşılaştı. O bakışlar sıcaktı, parlaktı, berraktı. Ona göre her şey güzeldi, reddedilmiş olması bile o kadar da önemli değildi. “Araba dağa vardığında yol bulunur”du. Sonra aklından geçen bu düşünceye kendi de güldü. Galiba onun etkisi altına girmişti, her geçen gün hayata daha rahat bakan biri oluyordu.
Ta ki neredeyse yemek bitene kadar. Hiç yanından ayırmadığı BlackBerry hafifçe iki kez titrediğinde, tekrar gerçek hayata döndü. İçine doğmuştu sanki—önemli bir şey olmalıydı. Banyoya geçip kontrol ettiğinde, gelen e-posta Deborah'tandı. Tüm ekibe gönderilen kısa ama net bir mesajdı: XP Enerji sunumu kabul edilmişti!
Yani bu yatırım projesi gerçekten de onun analiz uzmanı olarak dâhil olduğu ilk gerçek anlaşma hâline gelmişti. Üstelik önümüzdeki birkaç ay boyunca, JV ile iş birliği devam edecekti.
Bir anda hem heyecan hem de kaygı sardı içini.
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »
Yorumlar
Yorum Gönder