Eat Run Love - 23. Bölüm

Zhitong böylece M Bankası’nın ürün grubundaki işine başladı.
Personel atamalarından sorumlu kişi—eğitimini erken bitirmesini bildirip onu arayan aynı kişi—onu alıp ürün grubunun müdürü Debra’yla tanıştırdı. Debra otuz yaşlarında bir kadındı. Asyalı yüz hatlarına sahipti ama Anglo-Sakson soyadına ve New England aksanına sahipti.
Debra, Zhitong’la kısaca sohbet etti, kendisinin Harvard mezunu olduğunu söyledi; ardından hangi okuldan mezun olduğunu, nerelerde staj yaptığını ve eğitimin nasıl geçtiğini sordu.
Görüşme de eğitim de hep böyle başlıyordu zaten. Zhitong, bu “hangi okul” sohbetinin selamlaşma gibi bir gelenek olduğunu fark etmişti. Mezun olalı yıllar geçse bile insanlar hâlâ bunu konuşmaktan hoşlanıyordu. Onu rahatsız eden şey ise, muhtemelen kendi okulu o kadar da iyi bir okul olmadığı içindi.
Debra devam ederek ona neden eğitimini erken bitirtip ekibe aldıklarını anlattı: Kış döneminde gelen bir stajyer aniden ayrılmıştı, bu yüzden onu acil olarak çağırmışlardı. Şimdilik sadece bir projeye odaklanacaktı. Bu proje, Oklahoma merkezli bir doğalgaz şirketi olan “XP Energy”nin özel hisse ihracına dairdi. Ne enerji sektörü ne de sermaye piyasaları Zhitong’un daha önce temas ettiği alanlardı. Terimlerin yarısını anlamamıştı bile.
Ancak soru bile soramadan, Debra onu açık ofisteki küçük bir bölmeye götürdü, yan masada oturan deneyimli analiste teslim etti, saate baktı ve elindeki yarı açık laptopla aceleyle çıkıp gitti. Arkasından valizini çekiyordu. Toplantıya mı gidiyordu, yoksa uçağa mı yetişiyordu belli değildi. Bu sezon durgundu, yani herkes sunum peşindeydi.
Yeni iş arkadaşı Hint kökenli bir adamdı. Yaşı Zhitong’dan hayli büyük görünüyordu. Gözlüklüydü, İngilizcesinde aksan yoktu; belli ki ikinci kuşak göçmendi. Uzun bir ismi olduğunu söyledi ve herkesin ona “JV” dediğini belirtti.
JV yorgun ve soğuk görünüyordu ama yeni gelenler için hazırlanması gereken “karşılama setini” eksiksiz hazırlamıştı: Bloomberg, FactSet, Capital IQ... Hepsini içeren birkaç gizli zarfı doğrudan Ding Zhitong’a uzattı. Hepsine kendisi giriş yapacak, şifrelerini değiştirecekti. Daha o sistemleri tamamen kuramamışken, görev e-postası çoktan gelmişti bile.
Ding Zhitong e-postayı okuyunca hiç şaşırmadı. Yazı yazma işi ona düşmemişti, modelleme kısmına da dokunması yasaktı. Özetle, JV’nin yardımcısıydı. Örneğin Bloomberg terminalinden benzer şirket ve işlemleri filtrelemek, veri toplamak, veri girişi yapmak, temel hesaplamaları yürütmek gibi işler...
Elbette biliyordu; yeni başlayanlar hep böyleydi. Tıpkı Feng Sheng’in işlem katında bilgisayar açıp kapatma görevine benziyordu. Ama bir işin içinde olup da önünü arkasını bilmeden yapmaya çalışmak pek de hoş bir his değildi. Kendini sanki Cube (Küp) filmindeki, daha ilk sahnede ölen figüranlardan biri gibi hissediyordu. JV’nin de ona durumu açıklama gibi bir niyeti yok gibiydi. Ding Zhitong birkaç kez sorsa da hep parça parça bilgiler almıştı. Üstelik tonlama da zamanını boşa harcadığı izlenimini veriyordu.
Ding Zhitong bu muamelenin yaz stajındaki deneyiminden bile kötü olduğunu düşündü. O zaman iş teklifi almasa da en azından bir şeyler öğrenmişti. Ancak yine de ilk gün olduğu için acele karar vermek istemedi. Belki de JV gece boyunca çalışmıştı, o yüzden bu kadar aksi davranıyordu.
Göz açıp kapayana kadar saat öğleden sonra bire gelmişti bile. Gan Yang’dan telefon geldi, görüşme çoktan bitmişti ve birlikte öğle yemeği yemek istiyordu.
Ding Zhitong, sanki bir rüyadan uyanmış gibi şaşırdı. Bu randevuyu neredeyse unutmuştu. Telefonu titreşimdeydi ama boş ofiste ses yine de kulak tırmalıyordu. Hemen reddetti ve mesajla cevapladı. “Yoğunum, seninle öğle yemeğine çıkamayacağım.”
“Ne kadar yoğun olursan ol, bir şeyler yemen gerek.”
Ding Zhitong da onu yatıştıracak bir cevap verdi. “Birazdan hazır yemek alırım. İşleri erkenden bitirirsem, akşam mesaiye kalmam gerekmez.”
Karşı taraf daha fazla üstelemedi, ama surat astı: “—:(”
“Görüşme nasıl geçti?” diye sormasıyla, tam da Gan Yang’ın açmak istemeyeceği konuyu açmış oldu.
Beklediği gibi, bir süre sessizlikten sonra yanıt geldi: “...Fena değildi.”
Ama Ding Zhitong, onu tanıyordu. “Fena değil” diyorsa, muhtemelen hiç iyi geçmemişti.
Daha fazla üstüne gitmedi. “En iyisi okula erken dön.” dedi. “Yolda dikkatli ol.”
Biraz daha nasihat ettikten sonra erkek arkadaşını uğurlayıp tekrar JV’ye döndü. Samimiyet kurmak istercesine, “Öğle yemeği yemek ister misiniz?” diye sordu.
Ama JV kafasını bile çevirmeden “Hayır, teşekkürler.” dedi.
O anda, Feng Sheng’in sabah yaptığı şaka aklına geldi. Aşağı inip yemek almaya karar verdi. Başta hamburger düşünmüştü ama JV’nin Hint kökenli biri olduğunu, belki vejetaryen olabileceğini hatırladı. Bu yüzden iki porsiyon salata ve kahve aldı. Bir porsiyonu JV’nin masasına bıraktı.
Ama JV sadece ona tuhaf bir bakış attı ve yine “Hayır, teşekkürler.” dedi.
Ding Zhitong çaresiz kaldı. Fazladan aldığı salata ve kahveyi, akşam yemeği olarak kendisi tüketecekti.
Öğleden sonrası yine sayılarla geçti: veri aramak, girmek ve kontrol etmek... Aralarındaki mesafe iki metreyi geçmiyordu ama JV onunla neredeyse hiç konuşmuyordu. Bütün iletişimleri yazılıydı. Ya ilerleme soruyor, ya da yeni görevler veriyordu.
Göz açıp kapayana kadar hava kararmıştı. Telefonu sessizdeydi. Ekrana baktığında Gan Yang’dan bir dizi mesaj geldiğini gördü.
17:30 – Geldim.
19:00 – Yemek yedin mi?
20:30 – Çıkabildin mi?
...
Ding Zhitong canı sıkkın bir şekilde cevapladı. “Henüz çıkmadım. Ama böyle sorman beni gerçekten strese sokuyor, biliyor musun?”
Mesajı attıktan sonra, tonunun çok sert olup olmadığını düşündü. Hemen ardından başka bir mesaj daha gönderdi. “Yemeğimi aldım, birazdan yiyeceğim. Erken bitirmeye çalışıyorum. Seni seviyorum.”
O son iki kelimeyi yazdı, sildi. Sonra yine yazdı, yine sildi. Sonunda bir kez daha yazdı ve gönderdi. Sanki bir PowerPoint sunumundaki slaydı on kere değiştirmiş gibiydi.
Acaba çok mu acele etmişti? Gan Yang bu mesajı görünce ne tepki verecekti?
Ama beklenmedik şekilde, mesajı gönderdiği anda Gan Yang’dan yanıt geldi. “Anladım. Hepsini bir seferde söyleyeyim: Yemeğini unutma. Geç çıkarsan metroya binme, taksiyle dön. Seni seviyorum.”
Ding Zhitong bu mesajı okurken, onun bunu tek nefeste söylediğini hayal etti. Bilgisayar ekranına bakarak dudaklarını büzdü ve usulca gülümsedi. Küçük bir çocuk gibi sevincini gizleyemedi.
Aslında büyük bir şey değildi ama... Aşkı ilk kez “seni seviyorum”la itiraf edecekleri anın böyle bir sahne olacağını hiç düşünmemişti. Bu kadar sade, bu kadar mesai havasında ama bir o kadar da içten ve uyumlu. Kalbini tam da bu yüzden ısıttı.
İlk iş günü, gece yarısından sonra sona erdi.
Ding Zhitong tüm görevlerini tamamladı. Tüm metin ve sayıların formatını, formüllerini, bağlantılarını, para birimlerini, büyüklüklerini ve oran mantığını tek tek üçer kez kontrol etti. Gerçekten üç kez kağıda tik atarak saydı.
Aslında çok dikkatsiz biriydi. Küçükken adını yazarken bile son harfi unuturdu. Ama artık öyle değildi. Okul, staj, mülakatlar... Hepsi onu en küçük detaylara takılacak şekilde eğitmişti. Adeta bir refleks haline gelmişti. Belki de tüm bunlar paranın gücü sayesinde olmuştu.
Kontrolü bitirip JV’ye rapor vermeye gittiğinde yine düzeltme aldı. Neyse ki sadece bazı sayıların ondalık basamaklarıyla ilgiliydi ve bu da JV’nin açıkça belirtmediği bir detaydı.
Düzenlemeleri yapıp yeniden gösterdi. İçinden şöyle diyordu: “Ne dersin? Bir stajyerden azıcık daha iyiyimdir herhalde?”
Ama JV hiç yorum yapmadı. Yerinden kıpırdamadan, arkasını dönmeden, “Gidebilirsin. Blackberry ve telefonun açık kalsın.” dedi.
Ding Zhitong başını salladı, hiçbir şey söylemeden gece yarısı ofisten çıktı. Camlar ses geçirmiyordu. Şehrin dış gürültüsü bile duyulmuyordu. Katın tamamında sadece birilerinin klavye tıklamaları kalmıştı. Kim bilir kimler hâlâ çalışıyordu?
Üst Batı Yakası’ndaki evine vardığında gece yarısını geçmişti. Gan Yang’a bir mesaj attı. “Eve geldim. Çok yorgunum. Uyuyorum.”
Hemen yanıt geldi. “Hadi uyu, iyi geceler.”
Ding Zhitong içten içe rahatladı. Ne kadar geç kaldığını ya da nedenini sorgulamamıştı.
Belki de yarın ona erken saatte haber vermeliydi, geç kalacağı için endişelendirip ikisini de uykusuz bırakmaya gerek yoktu.
Beş saatlik uykunun ardından işe döndü. Ofise girdiğinde saat henüz sekiz buçuktu ama JV çoktan masasındaydı. Sanki hiç ayrılmamış gibiydi, sadece kıyafetlerini değiştirmişti.
Tüm sabah yine bir önceki günkü gibi geçti; aralarındaki iletişim neredeyse tamamen e-posta ve anlık mesajlarla yürüyordu. JV görevleri veriyor, o bitirdikten sonra kontrol etmesi için gönderiyor, JV'nin notlarına göre düzeltip tamamlıyordu. Projeyle ilgili bir şey sorduğunda ise yine yanıt alamıyordu.
Öğle yemeğinde, Ding Zhitong alt kattaki hızlı yemek restoranından Gan Yang’ı aradı ama aklı bambaşka şeylerdeydi. Birkaç kelime ettikten sonra konuşmayı zorla bitirdi. Ardından Song Mingmei’yi arayıp JV’nin durumunu anlattı, akıl danıştı.
“Ne kadar uğraştıysam da buzları kıramadım, şimdi de kalkıp onunla kriket mi konuşayım?” diye sızlandı. Gerçekten bir yöntem düşünmüştü ama işe yarar mı bilmiyordu.
Ama Song Mingmei hemen uyardı: “Sakın ha! Dikkat et, sonra abi seni ırkçılıkla suçlar.”
“Bu kadar da değildir herhalde...” Ding Zhitong, adama özel olarak vejetaryen salata almasını hatırladı. Bu da ırkçılık sayılır mıydı?
“Onun keyfi yerinde değilse, ne yaparsan yap hata olur zaten.” dedi Song Mingmei, alışmış bir edayla.
“Neden keyfi yerinde değil?” diye sordu Ding Zhitong. “Ben daha yeni tanıdım, hiçbir şey yapmadım ki.”
Song Mingmei durumu analiz etti. “Hani demiştin ya senden yaşça büyük diye. Git bir araştır bakalım kaç yaşındaymış, kaç yıldır analist pozisyonunda oturuyormuş? Bazıları ileri yaşta kariyer değiştirip bu işe giriyor. Teknik olarak yeterli olsalar da karakterleri uygun olmuyor. Bu yüzden de terfi alamıyorlar ama ayrılmak da istemiyorlar. Genç biri gelip pozisyona oturunca da içten içe rahatsız oluyorlar tabii.”
Ding Zhitong mantıklı buldu ve akıl istemeye devam etti. “Peki ben ne yapacağım?”
Ama Song Mingmei'nin elinde de sihirli bir çözüm yoktu, sadece teselli etti. “Dayanacaksın. Gidip staffer’dan proje değişikliği isteyemezsin, istesen de işe yaramaz. Analist dediğin bir araçtır, kimsenin senin ne istediğini düşünecek hâli yok. Hem, kafanı da takma. Bir sonraki projede belki onunla denk gelmezsin. Böyle tipler ya kendi dayanamaz bırakır, ya da üsttekiler daha fazla tutmak istemez.”
Ding Zhitong dinlerken JV’ye az da olsa acıdı ama sonra, asıl acınacak olanın kendisi olabileceğini düşündü. Pitch başarılı olursa, bu adamla en az birkaç ay birlikte çalışmak zorundaydı.
Telefon kapandı ama sorun hâlâ ortadaydı.
Bu onun analist olarak yer aldığı ilk anlaşmaydı. Ne stajyerdi ne de sadece bir alet. Böyle gitmesine izin veremezdi. Ama projeden sorumlu VP seyahatteydi, yakın zamanda görüşmek mümkün değildi. Görüşse bile doğrudan ona gitmek yetki aşımı sayılırdı. JV de onu yetiştirmeye yanaşmıyordu. O zaman geriye bir tek yol kalıyordu: Dişini sıkıp kendi başına çözmek.
Böylece sonraki birkaç gün daha da yoğun geçti. JV'nin verdiği görevler zaten hafif değildi. Görevleri tamamladıktan sonra da hemen çıkmıyor, onun geri bildirimini beklerken zamanını e-postaları, taslakları, modelleri okuyarak geçiriyor, oradan da konuyu genişletip doğal gaz sektörünü kendi başına öğrenmeye başlıyordu. En azından kafasında bir genel çerçeve oluşmaya başlamıştı.
O sırada uluslararası ham petrol vadeli fiyatları hızla yükseliyordu. Geçen yılın başında varil başına 50 dolarken, bu yıl Şubat itibariyle 100 doların üzerine yerleşmişti. Yani sadece bir yılda fiyatlar ikiye katlanmıştı.
2008, ABD başkanlık seçim yılıydı. Araştırma raporları, Kasım’da Demokrat aday kazanırsa, ardından gelen politikaların doları güçlendirebileceğini ve petrol fiyatlarının düşebileceğini öngörüyordu. Ama sonuçta uluslararası talep sabitti ve piyasa genel olarak fiyatların en az 85 dolar civarında kalacağını düşünüyordu.
Petrol fiyatları arttıkça, doğal gaz gibi enerji ürünlerinin fiyatı da beraberinde yükselmişti. Zor durumda olan diğer sektörlerle karşılaştırıldığında bu, tam anlamıyla bir boğa piyasasıydı.
Şirketin elinde bolca nakit vardı, yeni çıkarılan hisselere de talep yüksekti. Üstelik bundan sonra da bir dizi birleşme ve satın alma planı vardı.
Başka bir deyişle, "XP Enerji", bu durgun piyasada nadir bulunan bir altın müşteriydi. Böyle büyük bir anlaşmayı kapmak için büyük yatırım bankalarının nasıl var gücüyle çalışacağını tahmin etmek zor değildi.
M şirketi, XP Enerji'nin on yıl önceki halka arzında baş aracı kurumu olmuştu, yani şirketle geçmişe dayalı bir bağı vardı ve bu işi almayı kafaya koymuşlardı.
İlk adım ise, başarılı bir pitch sunumu yapmaktı.
Toplantılar yapıldı, taslaklar çıkarıldı. Yapılacak sunumun çerçevesi neredeyse bir kitap kalınlığındaydı. Endüstri ve ürün ekipleri iş bölümüyle hazırlayacaktı ve ellerinde sadece iki hafta vardı. Ding Zhitong’un eğitimden erken çağrılmasının sebebi de buydu.
Tam bir hafta boyunca, gece 2–3’ten önce çıkamadı işten. Eve dönünce alelacele duş alıp uyuyor, sabah yedi gibi alarm çalınca kalkıyordu. Gözünü açar açmaz ilk refleksi, Blackberry'sini alıp o birkaç saatlik uykuda biriken e-postaları kontrol etmekti.
O zamana kadar bu süreci potansiyelini keşfetme fırsatı olarak görmüştü. JV’yi disiplinli çalışmasıyla etkileyebileceğini sanmıştı ama açıkça görülüyordu ki onun yoğun çabası JV için hiçbir anlam ifade etmiyordu.
“Face Time” (ofiste görünür olma), “PTTB” (meşgulmüş gibi yapa), “FILO” (ilk gelen, son çıkan), tüm bu kuralları biliyordu. Stajdayken bizzat uygulamıştı. Ama JV söz konusu olunca, resmen eline su dökülemiyordu.
Adam her zaman oradaydı. E-postalara neredeyse anında yanıt veriyordu. Gece dörtte gönderdiğiniz bir maile sabah altıda yanıt gelmiş oluyordu. Gece boyunca birkaç kez uyanıp e-postaları mı kontrol ediyordu, bilinmezdi. Neredeyse hiç yürüdüğünü bile görmemişti. Ne tuvalete gidiyor, ne su içiyor, ne yemek yiyor; hatta belki de uyumuyordu. İçinden, “Bu adam acaba fotosentezle mi yaşıyor?” diye geçiriyordu.
Ama ne kadar geç çıkarsa çıksın, gece on bir gibi Gan Yang’a mutlaka bir mesaj gönderiyordu: “Eve vardım, çok yorgunum, uyuyorum.” Ardından karşılıklı iyi geceler diliyorlardı. Ertesi gün öğle arasında da kısa bir telefon görüşmesi yapıyor, “Her şey yolunda, işler iyi gidiyor.” deyip kötü haberleri saklıyordu.
Pitch sunumu bitmediği için bir hafta sonraki Bahar Bayramı buluşması da suya düştü. Gan Yang bunu dert etmedi, neşeyle hatırlattı. “Gelecek hafta Sevgililer Günü var...”
Ding Zhitong kafasında tarihleri hesapladıktan sonra da pazarlık yaptı. “Ne dersin, Yuanxiao (Fener) Festivali haftasında buluşsak?”
Gan Yang hemen itiraz etti, alıngan bir sesle sordu. “Ding Zhitong, ben seni Sevgililer Günü’ne çağırıyorum, sen bana Fener Festivali i teklif ediyorsun?”
“Şey...” Ding Zhitong konuyu geçiştirerek sordu: “Sen Tangyuan sevmiyor musun? Ben aslında bayağı seviyorum...”
“Gerçekten.” diye başını sallayarak iç çekti Gan Yang, “Eğer senin işinin saatleri bu kadar kötü olmasaydı, neredeyse New York’ta başka biri mi var diye şüphelenirdim.”
“Ne saçmalıyorsun?!” Ding Zhitong ona çıkıştı.
Ama Gan Yang bunu umursamadan “Gerçi doğru, sen zaten başkalarını beğenmezsin ki.” dedi.
Bu ne özgüven! Ding Zhitong gülmeye başladı.
Yorumlar
Yorum Gönder