Eat Run Love - 22. Bölüm

Gan Yang’ın gittiği mülakat, Manhattan’ın ortasında bulunan bir finans danışmanlığı firmasında yapılmıştı. Özellikle cuma öğleden sonrayı seçmişti; çünkü pazartesi günü başka bir firmayla daha mülakatı vardı. Böylece New York’ta haftasonunu geçirmesi gayet meşru bir sebebe bağlanmış oluyordu.

“Mülakat nasıl geçti?” Ding Zhitong gerçekten biraz sevinmişti.

“Sanırım sorunsuzdu.” dedi Gan Yang her zamanki özgüveniyle.

İkisi de daracık banyoda aynanın önünde birlikte dişlerini fırçalarken, öğleden sonra sorulan sorulardan bahsettiler. Gan Yang “Bana şunu sordular: Hayatından rastgele on kişi seçsen, kaç tanesi seni sever olurdu?”

“O an dedim ki, bu nasıl bir soru?” diyerek heyecanla düşünme sürecini anlatmaya başladı. “Kendime zaman kazandırmak için geri soruyla karşılık verdim. Dedim ki, hayatımdan seçilecek dediniz; bu yabancılar değil, değil mi? ‘Hayır,’ dediler. Ben de hemen potansiyel kişileri gruplara ayırdım: Aile bireyleri yüzde on, arkadaşlar yüzde kırk, iş arkadaşları yüzde otuz, müşteriler yüzde yirmi. Ailem benim kesin desteğimdir, o yüzden kesin beni severler. Dört arkadaş içinde belki biri beni sever, iki tanesiyle aramız normal, biri ise muhtemelen arkamdan beni çekiştiriyordur. Sonra iş arkadaşlarına bakarsak...”

Gan Yang tüm analizini heyecanla anlattıkta sonra sordu.

“Nasıl ama? Bu kadar garip bir soruya ben harika bir cevap verdim, değil mi? Resmen kitaptan okur gibiydim!”

Ding Zhitong dişlerini fırçalarken çok ciddiyetle dinledi. Onu kırmak istemedi ama bir dahaki sefere daha iyi olması için kendini tutamayıp sordu.

“Rastgele seçmekle eşit dağılım aynı şey değildir, bunu biliyorsun değil mi?”

Gan Yang bir an dondu, düşündükçe yüzündeki o kendinden emin gülümseme yavaşça kayboldu. Tıpkı sınavdan çıkıp arkadaşlarınla cevapları karşılaştırırken, son büyük sorunun çözüm yolunun tamamen yanlış olduğunu fark etmek gibi bir ifadeye büründü.

Ding Zhitong ona baktı; duruşunu hem gülünç buldu hem de biraz endişelendi. İçinden, "Bu adam tam bir vahşi mülakatçı. Aklına ne gelirse onu söylüyor. Dışarıdaki, mülakat sorularını ezberlemiş rakiplerle nasıl yarışacak böyle?" diye düşündü. Keşke önceden söyleseydi, biraz hazırlık yapmasına yardım ederdi. Ne diye böyle sürprizlerle uğraşıyor ki?

Ama aynı zamanda biraz da duygulandı. Çünkü artık emindi ki, o adam gerçekten de gelecek hakkında düşünmeye başlamıştı—ister kafadan atma düzeyinde olsun, ister değil.

Gan Yang için geçmiş geçmişte kalmıştı. Bir mülakat kötü geçerse, yenisi çıkardı nasılsa. Böylece o geceyi keyifli bir şekilde geçirdiler. Ertesi sabah, apartmandaki odalarını boşaltıp Upper West Side’a taşındılar.

Eşyaları yerleştirdikten sonra dışarı çıkıp Whole Foods adlı organik ürünlere odaklanan, biraz pahalı bir markete gittiler. Ding Zhitong fiyat etiketlerindeki rakamları görünce tekrar pişman oldu. 'Aynı paraya Flushing’deki Da Hua marketten en az üç kat fazla şey alırdım.' diye düşündü. Gezinirken eli hazır noodle’lara ve dondurulmuş yemeklere gitti. Gan Yang onu bu ürünleri almaktan alıkoymadı ama bir şart koydu: Bunlar sadece nadiren tüketilecek, ne kadar alındığı not edilecek ve bir dahaki gelişinde kontrol edilecek. Ding Zhitong başta razı oldu ama içinden sinsice, “Sen gelmeden önce biraz daha alır yerine koyarım, ne yapacaksın?” diye düşündü.

Eve döndüklerinde birlikte buzdolabını doldurdular, çarşafları yıkayıp kuruttular, sonra mis gibi kokan çarşafları yatağa serdiler. Yemek odasından oturma odasına kadar beş tane yerden tavana kadar uzanan pencere vardı. Öğle güneşi içeri usulca süzülüyor, odanın neredeyse tamamını aydınlatıyordu. Ding Zhitong bir kez daha düşündü: 'Burada yaşamak gerçekten harika.'

Yemekten sonra yine iş arama konusuna döndüler.

Finans bölümünün proje yöneticileri gerçekten çok sorumluydu. Çoğu öğrencinin asıl amacının para kazanmak olduğunu biliyorlardı. İstihdam oranı okulun da prestiji demekti. Bu yüzden öğrenciler iş aramak istediklerinde onları özenle paketleyip tek tek yönlendiriyorlardı.

Her ne kadar Gan Yang bu konuda biraz geç uyanmış olsa da, son döneme girmişken bile açılışın ardından geçen ilk iki hafta içinde epeyce özgeçmiş göndermişti. Ardı ardına birkaç mülakat çağrısı da almıştı. Dünkü ilk mülakat, aslında en çok istediği pozisyondu—nedeni basitti: O şirket M Bankası’na çok yakındı.

Bu tecrübeden sonra az da olsa akıllanmıştı. Ding Zhitong’dan yardım istedi ve onunla birlikte deneme mülakatı yapmaya karar verdiler.

Deneme mülakatı yapılıyorsa, doğal olarak "bana özgeçmişini anlat" gibi klasik bir soruyla başlanmalıydı. Ding Zhitong bu fırsatla onu biraz daha yakından tanıdı. Gan Yang’ın geçmişini incelediğinde, her ne kadar stajı olmasa da not ortalamasının gayet iyi olduğunu fark etti.

Onu övünce, Gan Yang hemen havaya girdi ve araya girip SAT’de 1520 puan aldığını söyledi.

İlk duyduğunda Ding Zhitong bu puana pek anlam veremedi. O dönemde SAT puanı 2400 üzerinden değerlendiriliyordu. “Sadece 1500 mü, bunda övünecek ne var?” diye düşündü. Sonra öğrendi ki Gan Yang’ın üniversiteye başvurduğu yıl sınav sistemi henüz değişmemişti. Matematik 800, İngilizce 800 olmak üzere toplam 1600 üzerinden değerlendiriliyordu. 1480’in üzeri, tüm katılımcıların %99’unun üstünde sayılıyordu. O 1520 almıştı—yani açıkça çok azınlıktaydı. Üstelik onun tarzına bakılırsa, pek fazla soru çözmeden girmişti sınava. Mülakatlardaki hali gibi tamamen doğaçlama, zekasına güvenerek.

Ding Zhitong bundan şu sonuca vardı: Bu adamın kafası iyi çalışıyor, sıkı bir eğitimle belki toparlar.

Böylece ikisi oturma odasında halının üzerine oturdu. Wall Street Oasis forumunu açıp mülakat tecrübelerini incelediler.

Ding Zhitong klasik bir soruyla başladı: “1000 tane madeni para var. Bunlardan 999 tanesinin bir yüzü yazı, diğer yüzü tura. Kalan 1 tanesi ise iki tarafı da tura. Rastgele birini çekiyorsun, 10 kez atıyorsun ve 10’unda da tura geliyor. Bu paranın iki tarafı da tura olma olasılığı nedir?”

Gan Yang hemen el kaldırdı: “Bu soruyu biliyorum! 1/1000.”

“Bu kadar mı?” Ding Zhitong daha açıklama bekliyordu ama baktı ki o yatmış, kafasını onun dizine koymuştu bile.

“Evet.” Gözlerini bile kapatmıştı.

Ding Zhitong başını eğip yüzüne baktı, yanağına hafifçe vurdu. “O zaman sen bittin.”

“Neden bitmiş olayım ki?” diye homurdandı Gan Yang ama gözünü açmadı.

“Önce soruyu analiz etmen gerekiyor, çözüm yolunu belirlemelisin.” Ding Zhitong onun kafasını dizinden çekip kenara koydu, ciddi ciddi anlatmaya başladı. “Bu bir olasılık sorusu ve iki kısımdan oluşuyor. Biri 10 kez tura gelme olasılığı, diğeri çift turalı parayı çekme olasılığı. Yani bu bir koşullu olasılık problemi, basit olasılık değil.”

“Sonra formül gerekiyor. Koşullu olasılıksa Bayes Teoremi lazım...” diyerek ana kavramları tanımladı ve katmanlı olasılıkları bilgisayarda yazıp anlattı.

P(A) = 1/1000

P(B) = [P(normal parayla 10 kez tura) + P(çift tura ile 10 kez tura)]

= (999/1000) * (0.5)^10 + (1/1000) * 1

Sonuç:

Cevap = 1/1000 ÷ P(B) ≈ %50.6

Gan Yang yüzüstü döndü, başını yana koyup baktı ve karşı çıktı. “Ama orijinal soruda bin tane paradan bir tanesi çift tura diyor. Onu seçme ihtimali elbette binde bir. Diğer kısımlar kafa karıştırmak için. Hani şu ilkokul problemleri var ya, 10 çocuk 17 ağaç diker, 9’u dikildi, kaç ağaç kaldı?”

Ding Zhitong bir an dondu kaldı. Sonra toparlandı. “Sen bu soruyu zekâ sorusu mu sandın? Mülakata gidiyorsun. Karşındaki senin olasılık dersi aldığını ve analitik düşünebildiğini görmek istiyor.”

“Ama...” Gan Yang hâlâ bahane bulacaktı.

Ding Zhitong elini ağzına kapattı. “Ama falan yok. Ezberle yeter.”

“Anladım.” dedi Gan Yang, onun eli altında kıkırdayarak. “Yani kandırmayı bilmek gerekiyor.”

Ding Zhitong cevap vermedi ama bazen düşününce gerçekten hak veriyordu. Finans kurumlarının aradığı, her şeyi mantıklı gösterip süslü teoriler ve anlaşılmaz modellerle destekleyen insanlardı. Anlamasalar da etkileniyorlardı.

Bu şekilde iki gün süren bir hızlandırılmış eğitimden sonra Ding Zhitong, Gan Yang hakkında daha da fazla şey fark etti. Bu adam öğrenemiyor değildi, sadece kendini o “sıradan kalıplara” sokmak istemiyordu. Başka bir deyişle, ne onun ders çalışma grubuna uygundu, ne de iş arama takımına dahil edilebilirdi.

Şu anda yapabilecekleri tek şey, elinden geleni yapıp gerisini kadere bırakmaktı. Tüm seçenekleri ona anlatmak, içlerinden gözüne kestirdiği birkaç tanesini seçmesini sağlamak... Sonra da iyimser bir ruh haliyle sonucu beklemek. Çünkü o öyle biriydi ki, özgeçmişinde büyük bir sorun yoktu, yüz yüze iletişimde de kendine göre avantajlıydı. En azından, sempatikti.

Hafta sonu göz açıp kapayana kadar geçti. Pazartesi sabahı Ding Zhitong aniden uyandı. Uykudan sersemlemişti, nerede olduğunu bir anlığına kestiremedi ama bugün onun için önemli bir gündü: İşe ilk başlayacağı gün.

Kalbi bir anda hızla çarpmaya başladı. Ta ki banyodan gelen sesleri duyana kadar—Gan Yang orada dişlerini fırçalıyor, “Vatanımız bir çiçek bahçesi, bahçedeki çiçekler ne kadar da güzel...” şarkısını mırıldanıyordu.

Bu sesle birlikte, Zhitong’un yüzüne bir gülümseme yayıldı. Yataktan kalktı, dişini fırçaladı, onunla birlikte kahvaltı yaptı. Sonra makyajını yapıp kıyafetlerini değiştirdi. İş ararken giydiği o kıyafetleri yine üstüne geçirdi; sanki bir zırh gibi, insanı bir anda birkaç yaş yaşlandıran türden kıyafetlerdi.

Gan Yang onun peşinden geldi, yanında durdu. Üzerinde hâlâ beyaz bir tişört ve şort vardı, çıplak ayakla halının üstünde duruyordu. Zhitong bir anlığına kendini güçlü bir kadının, sevgilisini besleyip büyüttüğü bir sahnede gibi hissetti. Ne var ki bu sadece bir yanılsamaydı. Ama yine de, neden “ne yazık ki” dediğini kendisi bile bilmiyordu.

“Bana niye öyle bakıyorsun?” dedi Gan Yang, aynadan ona gülerek.

Zhitong onu süzdü, “Fark ettim de, sanki beyazlamışsın biraz.”

“Gerçekten mi?” Aynaya koşup baktı. “Ben aslında dışarıda epey vakit geçiriyorum. Herhalde metabolizmam çok iyi. Kış gelince hemen beyazlığa dönüyorum.”

Zhitong ona gülümsedi, sonra sordu. “Peki birazdan ne yapmayı planlıyorsun?”

Kafasını yana eğip düşündü: “Önce spor salonuna gidip biraz koşarım, sonra gelip duş alırım. Üstümü değiştirip mülakata giderim. Öğlen seni almaya gelirim, birlikte yemek yeriz. Sonra ben okula dönerim. Nasıl?”

Güzel bir hayat. Zhitong başını salladı, başparmağıyla işaret parmağını birleştirip onun beyaz yanaklarını sıktı, hafifçe bir öpücük kondurdu ve kapıyı açıp çıktı.

O saatte metro kalabalıkla dolup taşıyordu. Koyu renk kışlık giysiler içindeki insanlar, uykusuzluk yüzlerinden okunur halde, ifadesizce ve hızla ilerliyordu. İçlerinden biri biraz yavaşlasa, tüm ritim bozulurdu. Ama kimse tepki vermez, sadece yön değiştirip yoluna devam ederdi—bir yan bakış bile zaman kaybı sayılırdı.

Zhitong da bu kalabalığa karıştı. Parfüm, ter kokusu ve fren balatalarının yanık lastik kokusuyla karışmış bir atmosferde, sallana sallana şehir merkezine ulaştı. Artık yabancı hissettirmeyen o gökdelenin içine girdi. Gri beyaz mermer zemin üzerinde lacivert logoyu görünce, ilk iki gelişinden bile daha fazla heyecanlandı. Çünkü mülakatın aksine, artık her şey gerçekti. Ne soru-cevap vardı, ne vaka analizleri—artık her hareketin doğrudan bir sonucu olacaktı.

O an, bir telefon kulübesi bulup Superman pozuna girmeyi bile düşündü ama ne yazık ki etrafta telefon kulübesi yoktu.

Zhitong her bu anı hatırladığında bunun büyülü bir an olduğunu düşünürdü.

Onun gibi, 2006’dan önceki refah döneminin çekiciliğiyle bu sektöre adım atan pek çok yeni mezun, geldiklerinde bambaşka bir tabloyla karşılaştı: Dünyanın dört bir yanından, finans kurumlarının subprime krediler yüzünden zarar ettiğine dair haberler geliyordu. ABD ve Avrupa borsaları sürekli düşüyordu. İnsanlar artık “bu yılki prim ne kadar iyi olur”u değil, “borsa çöküp 1987’deki Kara Pazartesi tekrar mı yaşanacak” sorusunu konuşuyordu.

Tesadüfe bakın ki, 21 Ocak Pazartesi günü, Avrupa borsaları bir günde %6 düştü. ABD borsaları ise Martin Luther King Günü nedeniyle kapalıydı, böylece büyük bir çöküşten kurtuldu. Amerikan Merkez Bankası, piyasadaki likiditeyi artırmak için acil toplantı yaptı ve faiz oranını 50 baz puan düşürdü.

Ama salı günü piyasa açıldığında, herkesin korktuğu düşüş olmadı. Nedeni ise komikti. Piyasayı “kurtaran” şey Fed’in faiz indirimi değil, Fransa’daki bir bankada çalışan vadeli işlemler uzmanıydı. Bu adam, bilgisayar bilgisiyle 500 milyar euro değerindeki yasadışı işlemleri gizlemişti, kaybettiği para yaklaşık 50 bin yıllık maaşına denk geliyordu.

Bu yüzden herkes bunun sadece geçici bir panik olduğunu düşündü. Piyasa daralıyordu evet, herkes temkinli davranıyordu ama sonuçta her şey yeniden yoluna girecekti.

Yorumlar