Eat Run Love - 16. Bölüm

Ding Zhitong, Feng Sheng’e mahcup bir tebessümle karşılık verdi; ikisi de aynı sıkıntıyı yaşayan insanlar gibi bir yakınlık hissetmişti.

Aralık ortasında, Cornell Üniversitesi’nde kış mezuniyet töreni düzenlendi.

Ding Zhitong, Gan Yang’la konuşup o gün törene gelmemesini, onun başında kep, elinde diploma varken kendisini izlememesini, tören sonrası da onunla buluşmamasını rica etti.

Gan Yang, onun bu sözlerini duyduğunda bir an donakaldı; ne kadar ciddi olduğunu ancak uzun bir sessizlikten sonra fark etti.

“Niye?” diye ciddi bir şekilde sordu. Bir sebep bekliyordu.

Ding Zhitong da dürüstçe yanıt verdi: Annesi törene gelecekti.

Yakın zamanda, mezuniyet tarihini annesiyle babasına ayrı ayrı bildirmişti.

Babasından – Ding Yanming’den – sadece uzaktan bir kutlama e-postası gelmişti. “Bol bol fotoğraf çek, sonra bana gönder.” demişti. Bu da büyük ihtimalle, o fotoğrafları iş arkadaşlarına gösterip gururlanmak içindi.

Ama annesi Yan Aihua, beş saat uzaklıkta olmasına rağmen, hemen “geliyorum” demişti.

Ding Zhitong kendi kendine, “Tıpkı ‘Kuşatılmış Şehir’ romanındaki Fang Hongjian’ın, babası sınav insanı olduğu için kâğıda, kayınpederi tüccar olduğu için belgeye ihtiyaç duyduğu gibi... Annem de benim eğitimim için çok şey harcadı; elbette bu mezuniyete gelip kendi gözleriyle görmek isteyecek,” diye düşünmüştü.

Ama Gan Yang hâlâ anlamamıştı. “Annen geliyor diye ben neden gelemeyeyim ki?” diyordu.

Ding Zhitong, ailesiyle ilgili konuları konuşmak istemediği için yalnızca üstünkörü bir cevap verdi.

“Tüm anneler aynı hatayı yapar. Seni görür görmez kim olduğunu, aileni, soy kütüğünü sorgulamak isteyecek; emin ol buna.”

Bunu şaka yollu söylemişti ama Gan Yang başta hiç umursamadı.

“İstiyorsa araştırsın.” dedi. Sonra bir an duraksayıp düşündü... Gerçekten de araştırıldığında sıkıntı olabilecek şeyler vardı.

Ding Zhitong başka bir bahane bulamayınca Gan Yang da sessizce bu isteği kabul etti.

Her ne kadar şaka yapmış gibi görünse de, mezuniyet günü geldiğinde, Ding Zhitong yurt binasının önünde annesinin o yıllardır kullandığı gümüş gri Honda aracını gördüğünde, içi biraz ısınmıştı. Annesi 1992’de yurtdışına gitmişti, o sırada Ding Zhitong ilkokul birinci sınıftaydı. Yani annesi bugüne dek okul hayatındaki hiçbir etkinliğe katılamamıştı. Bu onun ilk ve son töreniydi. Sonunda gelmişti.

Tören okulun konferans salonunda yapılıyordu. Kış dönemi mezunları çoğunlukla yüksek lisans ve doktora öğrencileriydi, sayıları birkaç yüz kadardı. Her yıl mayıstaki binlerce kişinin katıldığı mezuniyet törenine göre daha küçük bir etkinlikti ama yine de herkesin başında siyah kep, üzerinde cüppeler, omuzlarında fakülteyi simgeleyen renkli kuşaklarla, kalabalık ve hareketliydi. Aileler ve arkadaşlar da katılınca ortam oldukça canlanıyordu.

İngilizce'de bu tür törenlere Commencement deniyor – sadece bir mezuniyet değil, aynı zamanda bir “başlangıç”. Rektör, profesörler ve öğrenci temsilcileri tek tek kürsüye çıkıp konuşmalar yaptılar. Hepsi gelecekten, on yıl, yirmi yıl sonrası için planlardan söz ediyordu. Ding Zhitong gibi duygulara mesafeli biri için bu tarz konuşmalar biraz yapay gelse de onun bile gözleri dolmadan edemedi.

Song Mingmei, dönem birincisi olmuştu, sahnede konuşmasını yaptı. Ailesi gelmemişti ama Bian Jieming oradaydı; dinleyici sıralarında oturmuş, başını kaldırmış büyük bir ilgiyle onu izliyordu.

Kış mezunları az olduğu için tören çabuk bitti. İsimler okundu, diplomalar dağıtıldı. Ding Zhitong, Feng Sheng’in hemen önünde oturduğunu fark etti; birkaç kişi aralarında ya vardı ya yoktu. Ama o başını hiç çevirmedi, onunla da konuşmadı.

O iş yemeğinden bu yana Ding Zhitong ile Feng Sheng arasında neredeyse hiç iletişim olmamıştı. Ding Zhitong tahmin ediyordu ki, Feng Sheng büyük ihtimalle onun Gan Yang’la olan ilişkisini çoktan duymuştu. Belki de New York’ta kalma kararını verdikten sonra öğrenmişti. Bu düşünce, onun içinde daha da büyük bir rahatsızlık yaratıyordu.

Dürüstçe bakarsak, ikisi aynı üniversiteden mezun, okul başvurularından iş bulmaya kadar her adımı birlikte yürümüş iki insandı. Gerçekçi düşününce, M Bankası ve L Bankası ikisi de BB tipi büyük bankalardı ve Manhattan Midtown’da yer alıyordu. Yani burun buruna gelecekleri kesindi. Bu kadar uygun bir sosyal ağ, sadece bu mesele yüzünden tamamen kopar mıydı? Ne gerekliydi, ne de değerdi.

Tören sonrası onunla konuşacak bir fırsat aradı ama kalabalıktandı mı yoksa Feng Sheng özellikle mi kaçtı bilinmez, bir anlık boşlukta birbirlerini kaybettiler.

Bunun yerine Song Mingmei onun yanına gelip birlikte fotoğraf çektirmek istedi. Fotoğrafları çeken ise “Bian Bey” oldu.

Ding Zhitong onun adını çok duymuştu, sonunda kendisini görme fırsatı da buldu. Otuz beş yaş civarında, düzgün görünümlü, orta boylu, fit ve bakımlı biriydi. Hafif bronzlaşmış teni, yerel toplumla ne kadar bütünleştiğinin göstergesiydi. Gömleği ve takım elbisesi vücuduna tam oturuyor, adeta onunla bir bütün gibiydi. Açıkça belliydi ki, bunlar özel dikim, pahalı kıyafetlerdi. O da 90’ların başında yurtdışına çıkmıştı ama Yan Aihua ile kıyas kabul etmezdi.

Fotoğraflar çekildikten sonra Song Mingmei onları tanıştırdı. Ding Zhitong ona “Bay Bian” diye hitap etti, ama Bian hemen kibarca, “Benim adım Ben, öyle deyin yeter.” dedi.

Tören bittikten sonra Ding Zhitong, kep ve cüppesini teslim etti, annesiyle birlikte kampüste biraz dolaştı, Cornell Store’dan birkaç hatıra eşyası aldı ve ardından bir restorana gittiler.

Yan Aihua oldukça keyifliydi; bol bol fotoğraf ve video çekmişti. Az önce gördüğü Bian Jieming de dikkatini çekmişti. Yemek yerken hâlâ onunla ilgili sorular soruyordu.

“Şu sınıf arkadaşının erkek arkadaşı ne iş yapıyor?”

Ding Zhitong, Song Mingmei’nin numarayla sıraya dizilmiş sevgili adaylarının gerçekten sevgili sayılıp sayılmayacağını bilmiyordu. Sadece, “Sanırım bir şirketi var, finans işiyle uğraşıyor, işleri bayağı büyütmüş.” dedi.

Yan Aihua bunu duyunca daha da imrendi. Song Mingmei hakkında sorular sormaya başladı: Kaç yaşında, nereli, ailesi ne iş yapıyor... Ding Zhitong ise geçiştiren cevaplar verdi. Annesinin asıl demek istediği çok açıktı:

“Evet, belki senden biraz daha güzel, ailesi de senden biraz daha iyi durumda ama neticede siz aynısınız. İkiniz de kadınsınız, gençsiniz, bekârsınız, iyi okullardan mezunsunuz. Sen de en az Bian gibi biriyle birlikte olmalısın, belki bir tık daha düşük olabilir.”

Ding Zhitong’un zaten en çok korktuğu şey de buydu. İçten içe Gan Yang’ı annesiyle tanıştırmadığı için şükretti.

Tam o sırada, Feng Sheng’i tekrar gördü.

Feng Sheng, anne babasıyla birlikte restorana girmişti. Bu da bir tesadüftü – okulda bu kadar çok restoran varken, ikisi de aynı yeri seçmişti. Ama çok da garip sayılmazdı. Eskiden sık sık birlikte yemeğe giderlerdi ve en sık geldikleri yer burasıydı. Uzaktan göz göze geldiler, ikisi de hafifçe irkildi.

Tam o sırada, Yan Aihua kızının baktığı yöne göz gezdirdi ve ilk o konuştu.

“Şey... o, seninle Şanghay’dan birlikte gelen sınıf arkadaşın değil mi?”

Ding Zhitong ilk geldiğinde, Yan Aihua onu havaalanında bir kez görmüştü. Feng Sheng hakkında fena bir izlenim edinmemişti; üstelik rehberlik mesleği sayesinde hafızası kuvvetliydi, hâlâ unutmamıştı.

Aslında, bir daha karşılaşırsak konuşmak biraz garip olur diye düşünüyordu ama olay beklenmedik şekilde kolay çözüldü.

Daha Ding Zhitong bir şey demeden, Yan Aihua çoktan gülümseyerek o tarafa el sallamıştı. Feng Sheng’in ailesi ne olduğunu anlamasa da oğullarının tanıdığı biri olduğunu varsayıp gülümseyerek yaklaştılar. Feng Sheng, görmezden gelemezdi; önce Ding Zhitong’a başıyla selam verdi. Zhitong da ayağa kalkıp onları buyur etti.

“Bayağı kalabalık, beraber oturalım mı?”

Böylece iki aileden beş kişi aynı masaya oturdu. Ding Zhitong, Feng Sheng’in ailesine yemek alması konusunda yardım etti. Onlar tabaklarıyla döndüklerinde, geriye kalan üç yetişkin çoktan sohbete koyulmuştu. Hepsi Şanghaylıydı, Şanghay şivesiyle konuşuyorlardı; gurbet elde hemşehriyle karşılaşmak gibi bir his vardı.

O yıl bireysel ABD seyahat vizesi henüz serbest bırakılmamıştı. Feng Sheng’in ailesi on günlük bir tura yazılmıştı; Batı Yakası’ndan hızlıca geçip son iki günü New York’ta geçirmişlerdi. Tur lideriyle gizlice anlaşarak gruptan ayrılmışlar, oğullarının mezuniyet törenine katılmak için buraya gelmişlerdi.

Burada bir açıklama daha gerekiyordu:

“Rehber kabul etti çünkü ikimiz de Şanghaylıyız, ayrıca devlet bankasında çalışıyoruz, başımıza iş açmayacağımızdan emindi.”

Sadece bir tören için bu kadar uğraşmaya değer miydi? Evet, çünkü onların ailesinde 1949’dan önce pek çok Ivy League mezunu vardı. Fakat sonraki dönemlerde bu bağ kopmuş, yaklaşık altmış yıl sonra nihayet yeniden bir mezun çıkmıştı.

Yan Aihua bu sözlerin arkasındaki imaları anlayacak donanıma sahipti. Geri kalmak istemedi; Amerika’da uzun yıllardır yaşadığını, şu anda New York’ta bir seyahat acentesi işlettiğini söyledi. Great Neck’te yaşadığını da ekledi, bölgeyi bilmeyenler olabilir diye açıklama yaptı.

“Great Neck, Long Island’ın en batısında, denizi görebilen bir yer.”

Feng Sheng’in babası da biraz bilgi sahibiydi.

“Long Island zenginlerin yaşadığı bir yer değil mi? Evler çok pahalıdır herhalde.”

“O kadar da değil.” dedi Yan Aihua mütevazı bir şekilde. “Birim fiyatla bakınca Şanghay’dan çok farkı yok. Sadece evler daha büyük, genelde müstakil, en küçüğü bile bir dönüm araziye kurulu. Ama almaya değer, orası ABD’nin en iyi okul bölgelerinden biri. Çocuk olursa, o kadar çabalamadan Ivy League’e girer.”

“Kesinlikle.” dedi Feng Sheng’in annesi. “Ben de hep Xiao Sheng’e söylüyorum; mezun olunca ev bakmaya başlasın, kesinlikle ABD’de kalmalı. Ünlü bir okuldan mezun, yetenekli biri geri dönmez zaten, ne gerek var?”

Bu noktadan sonra konu Ding Zhitong ve Feng Sheng’in işlerine geldi. Her ikisinin de Wall Street’te büyük yatırım bankalarına girdiklerini öğrendiklerinde sohbet daha da koyulaştı. Aileler çocuklarına birbirlerini desteklemelerini, yabancı bir ülkede birbirlerine göz kulak olmalarını tembihlediler.

Feng Sheng, ailesinin söylediklerini duyunca iç çekti, Ding Zhitong’a özür diler gibi baktı. Yan Aihua’nın söylediklerinden sonra Zhitong da ona mahcup bir gülümsemeyle karşılık verdi. İkisi de az çok aynı durumda olduklarını hissediyordu.

Böylece sohbet ederek yemeklerini yediler; basit bir yemek, uzun bir zamana yayıldı.

Saat geç olmaya başlayınca, Yan Aihua New York’a dönmek üzere arabasına yetişmek için aceleyle veda etti. Ding Zhitong onun kocasından habersiz geldiğini bildiği için ısrar etmedi; sadece dikkatli kullanmasını, acele etmemesini söyledi.

Veda anında, ön koltukta oturan Ding Zhitong çantasından bir kitap çıkardı, içinden bir çek alarak ona uzattı.

Yan Aihua başta ne olduğunu anlamadı. Çeki eline alıp üzerindeki rakama baktığında biraz şaşırdı.

“Gönderdiğin harçlığın hepsini harcamadım. Yaz stajında biraz para biriktirdim. Ayrıca birkaç gün önce, M Bankası’ndan sözleşme bonusu ve taşınma parası da geldi.” dedi Ding Zhitong. Yani, paraya ihtiyacı olmadığını anlatmak istiyordu.

“Tongtong... sen... aslında bu kadar acele etmene gerek yoktu...” Yan Aihua da hafifçe gülümsedi ama biraz da kekelemeye başladı.

Hava çoktan kararmıştı, otopark loş ışıklıydı ama Ding Zhitong yine de annesinin yüzünde bir rahatlama ifadesi seçebiliyordu. Bu farkındalık, ona kendini iyi hissettirdi.


Yorumlar