Eat Run Love - 17. Bölüm

Son Şans. Yapmadığın ne varsa dene. Denemekten ne çıkar?

Mezuniyet töreninden sonra kış tatili başlıyordu.

Gan Yang, Ding Zhitong’la tatile çıkmak istedi. Onun soğuktan hoşlanmadığını bildiği için güneye, örneğin Florida’daki Sanibel Adası’na ve Everglades Ulusal Parkı’na gitmeyi planlamıştı.

Ama Zhitong onun isteğini kabul etmedi. Bir yandan paraya kıyamıyor, diğer yandan da yorulmak istemiyordu.

Biliyordu ki kış tatilinde Cornell kasabası neredeyse bomboş olurdu. Öğrencilerin çoğu memleketine ya da tatile giderdi. Kasabadaki restoranlar ve barlar bile çoğunlukla kapalı olur, açık olan birkaç tanesi de erken saatlerde kepenk indirirdi. Nadiren birine gitse, mekân sahibi onu görünce “Okullar yakında açılır umarım, öğrenciler olmayınca buralar çok sıkıcı oluyor.” derdi.

Ama bu yıl çok zor geçmişti. Dönem bitmişti, işe henüz başlamamıştı. Birkaç günlüğüne sessizce, can sıkıntısı içinde boş boş oturmak istiyordu. 

Zhitong gitmek istemeyince, Gan Yang da gitmedi. Planı değiştirdi; Ithaca’da düşük maliyetli doğa yürüyüşü yapacaktı. “Senin üç dönem boyunca gitmediğin her yere gideceğim, yapmadığın her şeyi yapacağım.” dedi.

İlk gün, birlikte okula yakın bir şelaleye bisikletle gittiler.

Geçen yıl bu zamanlar Ithaca neredeyse terk edilmiş gibiydi, Zhitong kendini karlarla çevrili dağlarda yalnız kalmış gibi hissediyordu. Bu yıl manzara yine bembeyazdı ama gözüne yeni çırpılmış krema gibi görünüyordu; pürüzsüz, izsiz, adım atmaya kıyamıyordu.

Bunlar sadece içinden geçenlerdi, söylemeye cesaret edemedi. Bu bakış açısındaki değişimin bir sebebi de Gan Yang’dı. Tek başına olunca, dünya sanki terk edilmiş gibiydi. Ama iki kişi olunca, sanki gizli bir cenneti paylaşıyorlardı. Yine de biraz suçluluk hissediyordu; kendisinin aslında oldukça sıkıcı biri olduğunu düşünüyordu. Gan Yang onu bundan dolayı sıkıcı bulmamasını umuyordu, en azından hemen olmasın…

Yurtta artık kimse kalmamıştı, Song Mingmei de taşınmıştı. Ding Zhitong aslında Aralık sonuna kadar yurtta kalmayı, sonra da eşyalarını toplayıp New York’a taşınmayı planlıyordu. Böylece şirketin ayarladığı apartmana sorunsuz bir şekilde, hiçbir israf olmadan taşınabilecekti.

Gan Yang, Ding Zhitong’un kendi evinde kalmasını istiyordu ama bunu doğrudan söylemeye cesaret edemedi. Bu yüzden biraz kurnazca bir yöntem düşündü.

Batı kampüsündeki yurt ile merkezi kampüs arasında bir yokuş vardı. Kış gelince burası tam anlamıyla koca bir kar rampasına dönüşürdü. Öğrenciler de çeşitli ev yapımı “kar tahtaları” ya da “kızaklarla” bu yokuştan aşağı kayarlardı.

Şelaleden dönerken bu yokuştan geçtiler. Gan Yang, Ding Zhitong’a hiç denemiş mi diye sorarak onu da kaymaya ikna etmeye çalıştı.

“Ne ile kayacağım ki?” dedi Ding Zhitong başını sallayarak. Elbette böyle saçma bir şey yapmamıştı; sadece düşüncesi bile ona gülünç geliyordu.

Ama Gan Yang çoktan bir plan yapmıştı bile. “Yurdun yakın zaten, yatağının şiltesini kullan.”

Bu son fırsattı. Hiç yapmadığı şeyleri deneme zamanıydı. 'Deneyelim bakalım.' diye düşündü Ding Zhitong da. Gan Yang’ın sözünü dinledi, o da yatağındaki eski şilteyi indirip kar yokuşuna taşıdı. İkisi birden saatlerce çocuk gibi oynadı, defalarca yukarı çıkıp aşağı kaydılar, gülmekten yüzleri ağrıdı. El ele tutuşup ıssız yolda koştular, buzun üzerine birlikte düştüler.

Akşam olup şilteyi yurda geri getirdiklerinde fark ettiler ki neredeyse tamamen sırılsıklam olmuştu.

“Önemli değil, bu gece benim evimde kalırsın.” diye teselli etti Gan Yang.

Ding Zhitong onu hemen anladı. “Bunu doğrudan söylesen olmuyor muydu?”

Ama Gan Yang oralı olmadı, gülmesini zor tutarak onu kapının arkasına sıkıştırdı ve onay vermesini bekledi.

Ding Zhitong sonunda pes etti ama aslında zaten gönüllüydü. O gece Gan Yang’ın evinde kaldı.

Son yakınlaşmalarının üzerinden birkaç gün geçmişti. Ding Zhitong kendisinin de biraz sabırsızlandığını fark etti. Artık acıyı unutmuş, aklında sadece o haz ve tatmin kalmıştı. Gan Yang da belli ki yine yeni bilgiler öğrenmişti. Yavaş yavaş kıyafetlerini çıkardı, yavaşça öpmeye başladı, sonra da onu oral yolla tatmin etti. His o kadar yoğundu ki Ding Zhitong kendisinden çıkan sesleri bile tanıyamadı. Artık o ilk zamanlardaki can acısı yoktu. Hatta bacaklarını daha da açarak onun daha derine girmesini sağladı. Vücutlarının tamamen birbirine kenetlenmesini istiyordu. Bu kadar erotik hareketler yapabileceğini asla düşünmezdi ama bu zaten başlı başına erotik bir şeydi.

İş bittikten sonra aynı yatakta uyudular. Seks başka, geceyi birlikte geçirmek bambaşka bir şeydi. Gan Yang ortaokuldan beri spor öğrencisiydi, her sabah altıda antrenmana gitmeye alışmıştı, erken yatıp erken kalkardı. Ama Ding Zhitong tam tersiydi. Gece geç yatmak onun için olağandı. Tatil günlerinde hiçbir işi yoksa tüm günü uyuyarak geçirebilirdi.

Ertesi sabah Gan Yang kalktı, yüzünü yıkadı, döndüğünde Ding Zhitong hâlâ uyuyordu. Yatağa dönüp onu seyretmeye başladı; bir süre yana yatışını, bir süre yüzüstü yatışını izledi. Kollarını okşadı, saçlarını açtı, kokusunu içine çekti. Nefesi yüzüne vurunca, onu canlı canlı uyandırdı. Ding Zhitong normalde uyanınca huysuz olurdu, ama bu kez öpücüklerle siniri kalmadı.

O sabah Wegmans’a gidip alışveriş yaptılar. Et, yumurta, sebze derken kişisel bakım reyonuna geldiler. Gan Yang, raftan 36’lık bir prezervatif kutusu aldı, arkasındaki açıklamaları okudu ve yorumladı: “Geçen sefer 52 almıştım, biraz küçüktü. Sanırım 56 almam gerekiyor...”

Ding Zhitong’un yüzü alev alev yandı. Neyse ki Çince konuşuyordu da kimse anlamıyordu. Tam böyle düşünürken, yanlarından Çinli orta yaşlı bir çift geçti. Göz ucuyla bile bakmamışlardı ama Ding Zhitong onların duyduğundan emindi.

Sonraki günler de böyle geçti. Sabahları birlikte koşuya çıktılar, seradaki sebzelerle ilgilendiler, öğlen birlikte yemek yaptılar, öğleden sonra kanepede kitap okudular, akşamları da film izlediler. Bütün günü başka birini görmeden geçirebiliyorlardı. En korkutucu şey, fazla zombi filmi izlemekten Ding Zhitong’un hayal görmeye başlamasıydı. Gittiği her yere ışıkları açarak gidiyordu. Gan Yang da bazen gizlice yanına sokulup onu korkutmaya çalışıyordu, onun çığlık atıp zıplamasını bekliyor, sonra bir hamlede kucaklıyordu.

Böylece Noel de gelip geçti. Ding Zhitong yurduna dönüp eşyalarını toplamaya başladı, taşınacaktı.

O sırada Song Mingmei, New York’ta yeni yerine yerleşmişti. Greenwich’te bir dairede bir odasını kiralamıştı; evde iki NYU öğrencisi daha kalıyordu. Kira sözleşmesini imzaladıktan sonra Ding Zhitong’u aradı ve güzel bir haber verdi: Aynı dairede biri taşınacakmış, eğer isterse Ding Zhitong’la tekrar ev arkadaşı olabilirlermiş.

Yer güzeldi, evdekiler tanıdıktı, zamanlama da uygundu. Ding Zhitong’un hoşuna gitmişti ama kirayı duyunca tereddüt etti. Ortak daire bile olsa Manhattan pahalıydı. Ithaca’daki yurtla kıyas bile edilemezdi.

Bir buçuk yıl boyunca biriktirdiği yaşam masrafı toplamda 2K bile değildi. On haftalık yaz stajından sonra elinde 10K kalmıştı. M şirketinden aldığı işe başlama bonusu ve taşınma yardımıyla 5K daha vardı. Durumu fena değildi aslında. Ama kısa süre önce Yan Aihua’ya 10K’lık bir çek yazmıştı, bankadaki bakiyesi sadece 6K küsürdü. Song Mingmei’nin evinin kirası 1.5K idi. Ev sahibi yıllık ödeme isterse, bunu karşılayamazdı. Hatta bir kira bir depozito ve başvuru ücreti derken elindekinin yarısı gidecekti. Oysa o, Queens’te bir yere yerleşmeyi planlıyordu. Bu hesabı tekrar yapması gerekiyordu.

Song Mingmei dayanamayıp telefonda çıkıştı: “Ben bunca zamandır kaç ev gezdim biliyor musun? Buralar hep bu fiyatta. Ortak daire 1.5K’dan başlıyor, stüdyo daireler zaten en az 2-3K. Sen 80K maaş alıyorsun, hâlâ bu kadar pintilik olur mu?”

Ding Zhitong mırıldandı: “Biraz daha düşüneyim...” Song Mingmei de “Ama çabuk karar ver, yoksa başkası kapar.” demekle yetindi.

Telefon konuşmaları sırasında Gan Yang da her şeyi duymuştu. Ama sadece Ding Zhitong’un eşyalarını toplamaya yardım etti, tek kelime etmedi.

Aralık ayının son günü Ding Zhitong yurt anahtarını teslim etti. Bir büyük, bir küçük valizle Gan Yang’ın evine taşındı.

O akşam birlikte zengin bir sofra kurdular, televizyonda Times Meydanı’ndaki yılbaşı kutlamasını izlemeye koyuldular. Ama geri sayım başladığında ikisi çoktan yataktaydı. 2007’den 2008’e geçişi birlikte yaşadılar, sonra tatmin olmuş şekilde uykuya daldılar.

Yeni yılın ilk günü birbirlerine hediye verdiler.

Ding Zhitong bu konuda biraz stresliydi. Çünkü Gan Yang daha önce “Biz, psikolojik testle de kanıtlanmış şekilde, tam bir ruh eşiyiz. Hediye seçimimiz bile birebir aynı olmalı.” gibi bir şey demişti. Ama o, Gan Yang’ın ne alacağını tahmin edemiyordu. Kendi seçtiği hediyenin onunkiyle örtüşüp örtüşmeyeceğinden de emin değildi.

Sadece internetten onun için bir çift koşu ayakkabısı almıştı.

O, Somnio adında bir DIY (kendin yap) ayakkabı sitesiydi. O yılın yeni trendlerinden biriydi; tıpkı bilgisayar toplar gibi, kendine ait bir koşu ayakkabısı kombinleyebileceğini iddia ediyordu. Mesela ayakkabının ana gövdesi destekleyici, dengeleyici ve darbe emici olmak üzere üçe ayrılıyordu. Ayrıca farklı takozlar, tabanlıklar, ara parçalar da vardı; bunlar da kişinin kilosuna, ayak basış pozisyonuna, temposuna, koşu mesafesine ve zemin türüne göre uyarlanabiliyordu. Basit bir kombinasyon hesabıyla, bu parçalarla neredeyse 500 farklı koşu ayakkabısı üretilebiliyordu; o dönemde piyasadaki herhangi bir markanın sunduğu modeller bu sayıya yaklaşamazdı. İlk gördüğünde Ding Zhitong bunu oldukça havalı bulmuş, uzun süre araştırdıktan sonra Gan Yang için bir çift “toplamış”, siparişi verdikten iki hafta sonra da ayakkabılar eline ulaşmıştı.

2008’in ilk günü, Ding Zhitong o ayakkabıyı ona hediye etti. Gan Yang kutuyu hemen orada açıp ayakkabıları giydi ve çok beğendiğini söyledi.

Ama karşılığında verdiği hediye, bu kadar basit değildi.

Planlandığı gibi Ding Zhitong’un taşınmasına yardımcı olmak üzere arabayla yola çıktı ama New York’a varınca onu doğrudan Central Park’ın üst batı kısmında yer alan bir daireyi görmeye götürdü.

Salon, yemek odası, iki yatak odası, bir mutfak, iki buçuk banyo; daire 35. katta, manzarası harikaydı. Binanın girişinde lobi ve otopark vardı, içeride yüzme havuzu ve spor salonu da bulunuyordu.

“Nasıl?” diye sordu Gan Yang, geniş camın önünde durarak. Övgü bekleyen bir çocuk gibiydi. Ardında pırıl pırıl temizlenmiş camlar, camların dışında ise berrak kış gününün tertemiz mavi gökyüzü uzanıyordu.

Ding Zhitong ne diyeceğini bilemedi bir an.

Gan Yang cama doğru işaret ederek devam etti. “Bundan sonra burada yaşayacaksın. Kapıdan çıkınca hemen parka koşuya gidebilirsin. Midtown’da çalışacaksın, işe gidip gelmen sadece on beş dakika sürer. Bu binadaki daireler çok rağbet görüyor, iki yatak odalı son daire bu. İnternette görünce hemen Wang Yi’yi arayıp ekspertiz yaptırdım, sonra da emlakçıya kira ve depozitoyu yolladım...”

Ding Zhitong sözünü kesti. “Aylık ne kadar peki?”

 “Zaten parayı ödedim, geri dönüşü yok. Sen de buradan ev aramıyor muydun?”

Ding Zhitong çaresizce güldü. “Ben Central Park’ın yanında yaşamayı hiç düşünmemiştim ki.”

“Peki, nerede yaşamayı planlıyordun?” diye sordu Gan Yang, iki koluyla onu sararak.

Ding Zhitong dürüstçe cevapladı. “Queen’s’te. Zaten işe metroyla gidiliyor, birkaç durak fazla ya da eksik, ne fark eder ki?”

Gan Yang hiç şaşırmadı. “Biliyordum zaten. O yüzden bunu hemen ayarladım. Yatırım bankacılığı departmanında zaten çok mesai yapacaksın, bir de uzakta oturursan her gün yolda iki saat kaybedersin. Uyumaya bile vaktin kalmaz.”

Ding Zhitong tekrar sordu. “Buranın aylık kirası tam olarak ne kadar?”

Gan Yang hâlâ cevap vermedi: “Zaten bu bir hediye. Hem ben de burada kalacağım. Yoksa hâlâ benimle kira mı paylaşmak istiyorsun?”

Ding Zhitong ona baktı, tatsızlık çıkmasını istemediği için derin bir nefes aldı, sakinleşti. “Ben seninle yarı yarıya bile veremem ki. En fazla kendi ev tutma ve gider bütçeme göre bir miktar verebilirim.”

Gan Yang elini uzatıp onun alnına dokundu. “Ding Zhitong, sen hasta mısın?”

Ding Zhitong geriye çekildi, olabildiğince şakayla karışık bir şekilde “Eğer sen benden hiç para almazsan, burada yaşarken kendimi satılık gibi hissederim.” dedi. Mesela o 36’lık prezervatif kutusu, iki haftayı biraz geçmişti ve neredeyse bitmek üzereydi...

Gan Yang da ciddiye almadan eğilerek onun kulağına fısıldadı. “Aslında bu oldukça heyecan verici, sence de öyle değil mi?”

Ding Zhitong onu itip “Defol.” dedi.

Gan Yang da özür diler gibi ona sarıldı, bırakmadan: “O zaman sen bana para ver, ben sana kendimi satarım, olur mu?”

“Bende üç beş kuruş anca var, bu kadar ucuz musun yani?” dedi ve gülmeden edemedi.

Gan Yang onu doğrudan yatakta açık duran döşeksiz şiltenin üstüne çekti, kollarını bacaklarını kocaman açarak yıldız gibi yattı. “İndirimli özel fiyat, hem de faizsiz taksit imkânı. Söyle bakalım, ister misin?”

Ding Zhitong cevap vermedi, sadece yan dönüp ona baktı ve elini uzatıp onun yanağını okşadı. Gan Yang da gülümsemeyi kesti, bakışları derinleşti. Onun belini kavradı, üzerine kapandı ve onu öptü. Güneş ışığı engel tanımadan üstlerine vuruyordu, Ding Zhitong gözlerini bile açamıyordu. Vampir huylarına aşina biri olarak, içeride bile güneş kremi sürmesi gerekeceğini düşündü.

Ama bu mesele, görünüşe göre böylece karara bağlandı.

Yorumlar