When I Fly Towards You - 8. Bölüm

Onun karşısında,
Hem kendim gibiyim... hem de artık kendim değilim.
— Su Zai Zai’nin Günlüğü
Su Zai Zai hızla birkaç adım geri çekildi, kendi şişesini açıp birkaç yudum içti.
'Önce bir susuzluğumu gideriyim.'
Yoksa birazdan o yakışıklının karşısında yine yutkunacak olursa...
Bu durum fazlasıyla utanç verici olurdu.
Su Zai Zai şişenin kapağını sıkıca kapattı, telefonunun kararmış ekranına bakarak şu anki halini inceledi. Ardından çantasından bir peçete çıkarıp alnındaki teri sildi ve dudaklarına hafif bir tebessüm yerleştirdi.
Evet, oldu.
Gülümsemesi gayet doğal ve güzeldi.
Telefonu pantolonunun cebine koydu, derin bir nefes aldı ve içindeki tüm heyecanı bastırdı.
Sonra ona doğru yürüdü, başını hafif yana eğerek selam verdi.
“Hey, Zhang Lurang.”
Sesini duyunca Zhang Lurang ona doğru döndü, bakışlarında en ufak bir şaşkınlık yoktu.
Sanki o gece gördüğü göl gibi; kıpırtısız, dümdüz bir yüzeydi.
Başını hafifçe salladı, bu da onun selamına karşılık vermesi demekti.
Su Zai Zai elindeki su şişesini fark etmeden biraz daha sıkıca kavradı, gözlerini kırpıştırarak merakla sordu.
“Senin evin bu civarda mı? Daha önce bu durakta seni hiç görmedim.”
“Hıhı.”
“Hangi sitede oturuyorsun?”
Burası konutlarla dolu bir bölgeydi, çevrede birçok site vardı. Su Zai Zai onun hangisinde yaşadığını tahmin edemiyordu.
Zhang Lurang ona bir bakış attı, ardından kaçamak bir ses tonuyla cevapladı.
“Şuralarda bir yerde.”
O bakış...
Sanki selden ya da canavardan korunmaya çalışıyormuş gibiydi.
Belki de Su Zai Zai yanlış yorumlamıştı.
Dün yaşanan WeChat olayını hatırlayıp konuyu fazla uzatmadı. Ne söyleyeceğini kafasında dikkatlice ölçüp biçerek sordu.
“WeChat’in var mı?”
Zhang Lurang’ın kısa bir tereddüt yaşadığını fark etti. Elini ensesine götürdü, ardından, “Yok.” diye cevap verdi.
Muhtemelen yalan söylemenin iyi bir şey olmadığını düşünüyordu ama...
Onu WeChat’e eklemektense yalan söylemeyi tercih etmişti.
Hehe.
'Keşke en başta ona neden arkadaşlık isteğimi kabul etmediğini sorsaydım. Şimdi ne olacak? Yalanını açığa çıkarırsam utanacak diye korkuyorum. Meğer ne kadar empati kuran biriymişim ben de...'
Su Zai Zai sahte bir neşeyle gülümsedi.
“Yeni bir hesap açmayı düşünmedin mi hiç?”
“Hayır.”
“Hmm...”
Bir sessizlik çöktü.
Su Zai Zai kafasında bin bir düşünceyle boğuşuyordu.
'Zhang Lurang kesinlikle mesafeli biri. Ben bir adım atarsam, o iki adım geri çekilir. Eh, geleceğim için bu sefer ben bir adım geri atayım bari...'
Boğazını temizledi ve aklına ilk gelen bahaneyi söyledi.
“Bir hesap açabilirsin aslında. WeChat’te resmi bir hesap var, otobüslerin gerçek zamanlı konumunu gösteriyor. Böylece evden tam zamanında çıkarsın, dışarda beklemene gerek kalmaz.”
Zhang Lurang daha önce bunu düşünmemiş gibiydi. Gözlerinde beliren kısa bir mahcubiyetle bakışlarını kaçırdı ve alçak bir sesle, "Tamam, teşekkür ederim." dedi.
“Gerek yok,” dedi Su Zai Zai elini sallayarak.
İkisi de sustu.
Su Zai Zai çantasını önüne alıp telefonunu çıkardı, 71 numaralı otobüsün konumuna tekrar baktı. Daha yaklaşık on durak vardı.
'Geç gelsin, yol da iyice tıkansın inşallah' diye içinden sevindi.
Ortam biraz gerilmişti. Konuyu değiştirmek için yeniden konuştu.
“Bu arada, haftaya perşembe okul spor müsabakaları günü. Katılacağın bir etkinlik var mı?”
“Evet.”
“Peki ya o geceki gösteriler? Sahneye çıkacak mısın?”
“...Evet.”
Bu cevap Su Zai Zai’yi epey şaşırttı.
“Ne? Sahneye mi çıkacaksın? Ne gösterisi yapacaksın ki?”
Zhang Lurang bu sefer cevap vermedi.
Su Zai Zai başını kaldırıp ona baktı ve birden kahkahayı bastı.
“Ne o, bana öyle bakıyorsun ki sanki sınıfınızın fikrini çalacağım!”
Zhang Lurang hâlâ bakmıyor, bir şey de demiyordu.
“Peh, sen de bizden bir şey öğrenmeye çalışma, bizim sınıfın gösterisi harika. Hem güzel hem karizmatik birisi sahne alacak, neredeyse ona hayran oluyordum.”
Tepki gelmeyince devam etti.
“Duyduğuma göre; çok güzel, notları şahane, ailesi hali vakti yerinde, neşeli biriymiş. Okulun bir numaralı tanrıçası diyorlar ona.”
Zhang Lurang dayanamadı ve sonunda, “...Yani sen mi?” diye sordu.
Eğer gerçekten öyleyse... böylesine yüzsüz birini ilk kez görüyordu.
Su Zai Zai sanki çok şaşırmış gibi gözlerini hafifçe büyüttü.
“Evet ya! Tam üstüne bastın!”
“…“
“Demek gözünde bu kadar çok olumlu özelliğim varmış.”
“…“
“Aslında o kadar da harika değilim.”
“…“
Zhang Lurang kaşlarını çatıp diğer kulaklığı da taktı.
Onun kulaklığı taktığını gören Su Zai Zai dikkatlice yüz ifadesine baktı. Sanki kızmamış gibiydi...
İçinden bir oh çekti, sonra başını eğip duygularını sakladı.
Bir daha konuşmadılar.
71 numaralı otobüs geldiğinde birlikte yürüdüler. Su Zai Zai Zhang Lurang’ın arkasında sıradaydı ve elinde öğrenci ulaşım kartı vardı.
Kartı okuturken, onun öğrenci kartı değil de bozuk para kullandığını fark etti.
Zhang Lurang otobüsün arka kapısında durdu, bir eliyle üstteki askılığı tutuyordu. Su Zai Zai de yanına geçip aynı şekilde askılığı tuttu.
Biraz düşündükten sonra sordu.
“Yemek yedin mi?”
“Hayır.”
“O zaman gel, Maoye Plaza’daki restoranda yiyelim!”
Zaten inecekleri durak orasıydı, oradan okula yürümek yarım saat sürüyordu.
“Gerek yok, okulun yemekhanesinde yiyeceğim.”
“Benim aslında içten içe yemekhaneye gitmek istediğimi nereden bildin?” diye hafif şakayla kaşlarını kaldırdı.
Zhang Lurang yine sustu.
Su Zai Zai’nin içi bir anda sıkıştı, bir şey deyip durumu toparlamak istedi ama o anda otobüs aniden fren yaptı. Dengesini kaybedip refleksle bir yere tutundu—yanında Zhang Lurang vardı.
Yüzü anında kıpkırmızı kesildi, hemen elini çekti.
Otobüs tam durmadan sarsıldı, neredeyse düşüyordu. Panikle hemen konuştu.
“Özür dilerim! Gerçekten istemeden oldu... Dengemi kaybettim sadece.”
Zhang Lurang tam ağzını açacaktı ki, Su Zai Zai hemen ekledi.
“Az önce şaka yapıyordum bu arada, aslında yemekhaneye gitmeyi düşünmüyordum.”
Otobüs durunca birkaç kişi indi.
Su Zai Zai başını eğdi, arkalara yürüyüp bir koltuğa oturdu.
Zhang Lurang onun olduğu tarafa bir bakış attı.
Bugün saçlarını toplamıştı, her zamanki dağınık halinden daha derli toplu görünüyordu. Küçük yüzü, kakülleriyle daha da minik görünüyordu. Gözleri soluktu, dudakları sarkmıştı.
Otobüs tekrar hareket etti.
Zhang Lurang bakışlarını geri çekti.
Arka koltukta oturan Su Zai Zai’nin içi gittikçe daraldı. Parmaklarını ovuşturdu, camdan dışarı baktı. Nadir de olsa, ağlayası gelmişti.
Kendini zorladı ve ağlamadı.
Zhang Lurang’a bir daha bakmaya cesaret edemedi.
Moralini düzeltmek için telefonunu çıkarıp oyun oynamaya başladı.
Oyuna girerken ekran bir an karardı, o anda, ekranın yansımasında kendi dudaklarını gördü.
İçi daha da daraldı.
Şu ağzını parçalayıp yok etmek istedi o an.
---
Otobüsten indikten sonra Su Zai Zai doğruca Maoye Plaza’nın yanındaki küçük yemek sokağına yürüdü. Rastgele bir yerde yemeğini yedi, ardından okula döndü.
Aslında dışarıda yemek istemiyordu. Ama eğer Zhang Lurang'la birlikte yürürken birileri onları görseydi, muhtemelen Zhang Lurang bundan rahatsız olurdu.
Yolda yürürken Su Zai Zai'nin aklında tek bir soru dönüp duruyordu: Zhang Lurang ne tür kızlardan hoşlanıyordu acaba?
Onun kadar sessiz birinin, tam tersi biriyle yani konuşkan bir kızla birlikte olması gerekmez miydi... tamamlayıcı bir denge kurmak için?
Ama bakıldığında, Zhang Lurang’ın daha çok sessiz insanları sevdiği izlenimini de alıyordu. Belki de onu fazla geveze buluyordu.
Aman Tanrım, bu gerçekten çok garipti. Neden onunla konuşmaya başladığı an duramıyordu ki? Normalde böyle kolay kaynaşan biri değildi ki! Ama işte kendini de tutamıyordu!
Onun yanında ne yapsa sanki hep yanlış oluyordu.
Bir sonuca varamayınca, Su Zai Zai nedense aniden o gün otobüste yanlışlıkla Zhang Lurang’a dokunduğu anda onun yüzündeki ifadeyi hatırlamaya çalıştı.
Okul kapısına varana kadar da düşünmeye devam etti. Ve o an fark etti…
O an o kadar gergindi ki, ona bakmaya bile cesaret edememişti.
Ama sonra, spor sahasında onun bileğini yakaladığı o sahne geldi aklına... Zhang Lurang’ın gözlerinde o anda bir anlığına parlayan duygu: sabırsızlık ve... hoşnutsuzluktu.
Bu çocuk gerçekten çok zor bir hedefti.
Su Zai Zai’nin görünüşü, onun gözünde muhtemelen zerre kadar bile bir etki yaratmıyordu.
O zaman, geriye tek bir yol kalıyordu: Kişiliğiyle onu etkilemek!
...Tabii eğer etkileyici bir kişiliği varsa.
---
Su Zai Zai sınıfa vardığında saat henüz beş bile olmamıştı, ama içeride ondan fazla öğrenci oturuyordu. Birkaç kişi kendi aralarında sohbet ediyordu, diğerleri ise ders çalışıyordu.
Biraz dinlendikten sonra, fizik alıştırma kitabını aldı ve büyük bir azapla ödevine başladı.
Soruların ortasındayken, Jiang Jia ön kapıdan içeri girdi. Yerine geçip hemen heyecanla onun yanına eğildi.
"Hey Zai Zai, ekledin mi?"
Su Zai Zai fizik sorularına öyle gömülmüştü ki, kafası patlayacak gibiydi. Bu soruyu duyunca başı daha da ağrıdı. Kalemi durdu, ifadesi ise belirsiz ve karışıktı.
İç çekti ve geçiştiren bir ses tonuyla, "Önce şu soruları bitireyim, sonra anlatırım." dedi.
Jiang Jia onun fizik çalıştığını görünce anlayışla omzuna hafifçe vurdu ve onu rahatsız etmeden telefonunu çıkartıp oynamaya başladı.
Ama bir anda gözü Su Zai Zai’nin WeChat adına kaydı.
"Ee? WeChat adını mı değiştirdin sen?"
Adındaki değişikliği hemen fark etmişti.
Su Zai Zai küçük bir “Ah” sesi çıkardı ama açıklama yapmadı.
“Hayır yani, ne kafası yaşıyorsun? Eski ‘Küçük Peri’ adı ne güzeldi. Ne diye ‘Aptal Su’ yaptın ki?”
“...Ben sadece ‘szz’ olarak değiştirdim.”
“İşte o zaten ‘Su Zhi Zhang’ değil mi?” (Çince ‘智障’ – zihinsel engelli veya aptal anlamında argo bir ifade)
“Defol.”
Jiang Jia’nın bu çıkışıyla ortam biraz dağıldı ve Su Zai Zai’nin de ders çalışma havası tamamen kaçtı.
Kısa bir duraksamadan sonra olan biteni kısaca Jiang Jia’ya anlattı. Ardından tereddütle sordu.
“Sence... o benden nefret etmiyor olabilir mi? Sonuçta ben onunla konuşunca genelde cevap veriyor...”
“Bilmiyorum ki.” dedi Jiang Jia düşünceli bir şekilde. “Ama sınıf arkadaşımın dediğine göre, Zhang Lurang zaten öyle biriymiş. Görünüşte soğuk gibi dursa da, biri onunla konuşursa mutlaka cevap verirmiş. Kimseyi utandıracak ya da görmezden gelecek biri değilmiş.”
“Öyle mi...” Su Zai Zai biraz hayal kırıklığına uğramıştı.
“Mesela Zhou Xuyin var ya; dışarıdan çok canlı, konuşkan biri gibi görünüyor ama eğer seni umursamıyorsa asla konuşmaz. O yüzden, karşılaştırınca bizim sınıftaki kızlar genelde Zhang Lurang’ı daha çok seviyor.”
Bu bakış açısıyla düşününce, Zhang Lurang tam anlamıyla “insanı kendine çeken” türden biri gibiydi. Su Zai Zai birden yorulduğunu hissetti.
Eğer onu gerçekten elde ederse, bu sefer de onu başkalarından kıskanmamak için sürekli tetikte olması gerekecekti.
Ne kadar çok düşünürse Su Zai Zai’nin morali o kadar bozuluyordu. “Ya benden nefret ediyorsa, çok korkuyorum.” dedi içini çekerek.
Jiang Jia biraz duraksayıp onu teselli etmeye çalıştı.
“Etmez bence ya.”
“Ya çok fazla ilgili davranırsam... ya da fazla soğuk durursam...” Su Zai Zai gözlerini ovuşturdu, söylediklerini kendisi bile duymuyordu artık. Sadece mırıldanıyordu: “Ne yapayım ya... Daha önce kimseye açılmadım ki...”
Su Zai Zai’nin bu konuda hiç tecrübesi yoktu.
O yüzden hangi dozda, ne kadar yakın olacağını bilemiyordu.
Zhang Lurang’a karşıysa, içi sadece saf bir tutkuyla doluydu.
O çocuk karşısına çıktığı andan itibaren, o tutkusu bir nevi çıkış yolu bulmuştu.
Kendini tutamıyordu.
Ona duyduğu ilgiyi bastıramıyor, içinden geldiği gibi dışa vuruyordu.
Su Zai Zai bunu hiç ama hiç kontrol edemiyordu.
Yorumlar
Yorum Gönder