When I Fly Towards You - 2. Bölüm

"Derse geç kalmasına rağmen bu kadar sakin olduğuna göre, aynı şeyi defalarca yaşamış olmalı. Birkaç gün pusuya yatıp beklersem onu yakalayabilirim."

— Su Zai Zai'nin Günlüğü


Dersin bittiğini bildiren zil çaldıktan sonra tahtadaki öğretmen tebeşiri tebeşir kutusuna attı ve sınıfa şöyle bir baktı. "Ödevlerini teslim etmeyenler odama gelsin. Ders bitmiştir."

Öğrenciler hemen ayağa kalkıp tembel bir şekilde eğilerek selam verdiler. "Teşekkürler öğretmenim, hoşça kalın öğretmenim."

Zhang Lurang'ın ders sırasında rahatsız edilmekten hoşlanmadığını bilen Ye Zhenxin, dersin bitmesini bekledikten sonra arkasına dönüp Zhang Lurang'a sordu. "Zhang Lurang, sıra arkadaşın nereye gitti?"

O, vücudunu geriye yaslarken elinde hala kalem tutuyordu, parmaklarının eklemleri çok güzeldi.

"İzinli."

Sesi, gece yarısı yağan yağmurun boğuk sesi gibi, hiçbir duyguya yer vermeyen şekilde net ve alçaktı.

Ye Zhenxin gözlerini kocaman açarak, kıskançlıkla mırıldandı. ""Ha? Ne diye izin almış ki... Ulusal Bayram'ın üstünden sadece iki gün geçti. Fazla rahat davranmıyor mu?"

Bir süre bekledi ama cevap alamadı.

Zhang Lurang gözlerini biraz kaldırdı, masadaki İngilizce çalışma kitabını aldı ve on beş sorudan on üçünü yanlış yaptığı boşluk doldurma sorularına baktı.

Gözlerinde nihayet biraz hareket belirdi.

Öndeki kız devam etti. "Nasıl oldu da birden izin aldı, edebiyat dersinde iyiydi."

Farkında olmadan elindeki kalemle masanın kenarını tıklattı, düz olan dudakları biraz aşağıya doğru kıvrıldı. Gözlerinde zar zor fark edilebilecek huzursuz bir kıvılcım yanmaya başlamıştı.

Bir süre sonra cevap beklediğini hatırlayarak Ye Zhenxin'e baktı ve yumuşak bir sesle, "Bilmiyorum." dedi.

Kız hala konuşuyordu ama konu başka bir yöne kaymıştı.

Zhang Lurang ayağa kalktı.

Ye Zhenxin şaşırdı. "Nereye gidiyorsun?"

Cevap vermeden İngilizce defterini aldı ve sınıftan çıktı.


***


Diğer tarafta, Su Zai Zai, Jiang Jia tarafından tuvalete doğru sürükleniyordu.

Yolda, Jiang Jia birden bir şey hatırladı.

"Bu arada, Zai Zai."

Su Zai Zai cebinden bir paket peçete çıkardı, sonuncusunu da alıp paketini lavabonun yanındaki çöp kutusuna attı.

Ellerini silerken, "Hm?" diye cevap verdi.

"Okul spor şenlikleri yaklaşıyor, herhangi bir etkinliğe katılmak ister misin?"

"Ne tür etkinlikler var?"

"Bir sürü şey var. Yüksek atlama, uzun atlama, bir dakika ip atlama, 100 metre yarışı..."

Su Zai Zai cevap vermek üzereyken, göz ucuyla ofisin yanındaki merdivenden çıkan bir gencin ofise doğru yürüdüğünü fark etti.

Uzun boylu ve zayıftı, saçlarının uçlarından su damlıyordu.

Göz bebekleri bir anda küçüldü, içinde belirsiz bir heyecan ve gerginlik yanmaya başladı. Yanına gitmeye fırsat bulamadan, çocuğun elindeki çalışma kitabının yere düştüğünü gördü.

Eğildiğinde, yan profilini fark etti.

...O değildi.

Su Zai Zai biraz hayal kırıklığına uğradı ve içinde sessizce küfür etti.

Sırf yakışıklı birini gördü diye kafasının karışması... Bu gerçekten sinir bozucuydu.

Onun hiçbir tepki vermediğini gören Jiang Jia, ilgisini çekebilecek başka etkinlikler olabileceğini düşünerek devam etti. "Bir de 100 metre, 200 metre, 800 metre var, ayrıca gülle atma gibi şeyler de var."

Su Zai Zai, isteksizce sordu. "En uzun mesafe sadece 800 metre mi?"

Bu sözleri duyunca, Jiang Jia bir an ne söyleyeceğini şaşırdı. "Ha? Daha uzun bir şey mi istiyorsun? Bence 800 metre bile beni öldürebilir."

Sınıfa girmeden önce, Su Zai Zai umudunu kaybetmeden bir kez daha dönüp arkasına baktı.

Ofisin kapısı sonuna kadar açıktı. Yandaki masa ve sandalyelerde, biri ayakta biri oturmuş iki kız öğrenci, gözlerini kısarak neşeyle sohbet ediyordu. Yağmur damlaları mavi korkuluklara vuruyordu ve birkaç erkek öğrenci etrafta oynuyordu.

Su Zai Zai, bakışlarını geri çevirdi.

Aynı anda, bir erkek öğrenci merdivenlerden çıktı ve sağa dönüp ofise girdi.

Su Zaizai sandalyesine oturdu, masanın üzerine uzandı, yüzünün yarısı kollarının arasındaydı, sadece parlak ve berrak gözleri görünüyordu “Bence 800 metre, atletik yeteneklerime haksızlık.”

Jiang Jia’nın ağzı seğirdi. “Sen...”

“10.000 metre olmazsa, katılmam.”

“Saçmalama!” Jiang Jia bağırdı.

Bağırışı o kadar yüksek çıktı ki, gürültülü olan sınıf bir anda sessizleşti.

Sonra bir erkek öğrenci yaklaşıp alayla sordu. "Kim osurdu?"

Jiang Jia ciddi bir ifadeyle, “Kesinlikle Su Zai Zai değil.” deyince Guan Han kaşlarını kaldırdı, gözlerinde bir parça eğlenceyle, “O zaman sen misin?” dedi.

“Sensin.” dedi Jiang Jia.

Su Zai Zai ellerini açarak. “Evet sensin.”

Guan Han: “...Heh.”

Jiang Jia, bir eliyle burnunu, diğer eliyle Su Zai Zai’nin yüzünü kapatıp iğrenerek, “Guan Han, kalabalık yerde gaz çıkarmasan olmaz mı?” dedi.

Guan Han onun kafasına hafifçe vurdu ve kaşlarını çatıp, "Ölmek mi istiyorsun?" dedi.

Jiang Jia hiç geri adım atmadı. “Ölecek olsam bile koklamam!”

“...”

Çok geçmeden zil çaldı. Dağınık olarak toplanan öğrenciler bir anda dağılıp yerlerine döndüler.

Bir anlık sessizlikten sonra Jiang Jia konuyu bir önceki konuya getirdi. “Geçen beden eğitimi dersinde 500 metre koşup köpek gibi nefes nefese kalmıştın. Şimdi bana 10.000 metreden mi bahsediyorsun?”

Su Zai Zai masumca göz kırptı. “Köpek gibi mi?”

“Lütfen öyle anlamazlıktan gelme. Göstermemi mi istiyorsun? Unut gitsin!”

Ama Su Zai Zai hiçbir zaman mantıkla hareket etmezdi...

Gösteri yapar gibi dilini çıkarıp hızlı hızlı soludu. “Şöyle mi?”

Jiang Jia: “...Yeter artık, saçmalama.”

Çok geçmeden edebiyat öğretmeni sınıfa girdi.

Su Zaizai, Çince öğretmenini dinlerken şakacı düşüncelerini bir kenara bırakıp ders kitabını açtı.

Başını çevirip pencereye baktı.

Ağaç dalları hâlâ şiddetli yağmurla sarsılıyor, hafifçe eğiliyordu. Ufak su damlacıkları yaprak damarlarından süzülerek yere düşüyordu.

Yağmur durmamıştı.

'Şemsiye getirmemişti. Yine ıslanacak mı acaba?'


***


Ders daha bitmeden Jiang Jia çantasını toplamıştı bile. Yurttan arkadaşları Xiaoxiao ve Xiao Yu'yla göz göze gelip anlaştılar; üçü de sanki zil çalar çalmaz fırlamaya hazır gibiydi.

Bu kadarı da yetmedi; Su Zai Zai'nin hâlâ yerinden kıpırdamadığını gören Jiang Jia sabırsızlanarak, onun sıranın yanına asılmış çantasını kaptı, içine rastgele iki kitap tıkıştırdı.

Zil çalar çalmaz, dört kişi aç kurtlar gibi yemekhaneye koştular.

Hızla yemeklerini alıp bir masa bulup oturup laflamaya başladılar.

Birden Xiao Yu bir şey hatırladı: “Bu arada, okul gecesi etkinliğine katılmak ister misiniz? Bizim sınıf hâlâ bir şey hazırlamadı ve sadece iki hafta kaldı.”

O, sınıfın kültür-sanat temsilcisi olduğundan bu işlerin organizasyonunu yapmak ona düşüyordu.

Okul spor müsabakaları iki gün bir gece sürüyordu. Gündüz spor etkinlikleri, gece ise her sınıfın bir gösteri sergilediği “Kampüs Gecesi” olurdu.

Xiaoxiao söze girdi: “Aa, bir fikrin mi var?”

“Fikrim olmadığı için size soruyorum zaten.”

Aniden, Su Zai Zai’nin aklına bir fikir geldi.

Sahneye çıkıp gösteri yapsa, sonra da sonunda bir "kayıp ilanı" verse...

Ama ne diyecekti ki!

'Çok yakışıklı bir çocuk bugün geç geldi, kantinin önünden geçti...' mi diyecekti?

Yoksa, 'Yağmur altında inanılmaz çekiciydi...' mi diyecekti?

Lanet olsun bunlar kendi kulağına bile deli saçması gibi geliyordu.

Yemekten sonra, Xiaoxiao ve Xiao Yu yurda döndü. Su Zai Zai ise Jiang Jia’ya kantine kadar eşlik etti.

Marketten alacak bir şeyi olmadığı için dışarıda beklemeye başladı.

Etraf kalabalıktı. Kantinin dışındaki üç masa tıklım tıklım doluydu; bazıları sohbet ediyor, bazıları el ele tutuşmuş, bazıları da masadaki hazır noodle’larını yiyordu.

Kalabalık içinde omuz omuza çarpmalar kaçınılmazdı.

Su Zai Zai kendini biraz daha köşeye doğru çekti.

Uzaktan iki kişinin konuşması duydu.

Erkek öğrenincinin sesi tok ve yüksek perdeden olduğu için dikkat çekiciydi. “Zhang Lu Ran, sen yağmura mı yakalandın? Beraber dönelim istersen.”

Zhang Lu Ran...

Bu, üstün başarı sınıfındaki yakışıklı çocuk değil miydi?

Su Zai Zai sesin geldiği yöne baktı ama önündeki kalabalık görüşünü kapatıyordu.

“—Hmm.”

Ses tonu oldukça temizdi, yağmur sonrası hava kadar ferahlatıcıydı.

Su Zai Zai’nin kalbi bir anda hızlandı, sabah gördüğü o çocuğu hatırladı.

Yanından sessizce geçmişti, saç uçlarından hâlâ su damlıyordu. Şakaklarındaki saçlar yanağına yapışmıştı.

Kıvırcık siyah saçlarından damla damla akan su, saç rengini koyulaştırıyordu. Su Zai Zai’ye göre o damlalar bile siyahtı.

Gözleri gece gibi karaydı, ama bembeyaz yüzüne öyle yakışıyordu ki, adeta parlıyordu.

Su Zai Zai, elindeki şemsiyeye baktı. Gözleri dalgınlaştı.

Sinirle birlikte tuhaf bir düşünce de çöktü içine.

Kesinlikle bilerek yapıyordu. Ne kadar çekici olduğunu biliyor olmalı. O yüzden bilerek yağmur altında yürüyor, bilerek onun önünden geçiyor, bilerek... onu baştan çıkarıyordu.

Yorumlar