When I Fly Towards You - 11. Bölüm

O kadar hızlı koşuyor ki, peşinden yetişmek zor tabii.

— Su Zai Zai'nın Günlüğü


Su Zai Zai'nın gülümsemesi dudağında donup kaldı. Parmakları istemsizce birbirine kenetlendi, avucunda düğüm oldular.

Zhang Lurang sessizce orada duruyordu.

Akşam rüzgarı esiyor, geceyi beraberinde getiriyordu.

Su Zai Zai ağzını araladı.

Evet, demek istiyordu.

Seni seviyorum, hem de çok.

Çünkü senin yüzünden, yağmur artık sadece bir yağmur değil.

Seninle ilk kez karşılaştığım gün kutlamaya değer bir gün oldu.

Ve yine senin yüzünden, sıradan geçen gençliğim aniden capcanlı bir hâl aldı.

—— Sessizlik.

Yurttan sorumlu görevli kadın kapıdan dışarı fırladı ve bağırdı: "Öğrenciler! Hemen içeri girin! Kapıları kapatacağız!"

Zhang Lurang’ın kaşları çatıldı, sesi biraz sabırsızdı. "Su Zai Zai."

Su Zai Zai bu seslenişle yerinde sıçradı.

Az önce kafasında dönüp duran bütün duygusal cümleler, tam da dile gelmek üzereyken onun bu sabırsız sesiyle paniğe kapılıp bambaşka sözlere dönüştü.

"Ben böyle şeyleri hiç düşünmedim, gerçekten, hiç düşünmedim, yemin ederim..."

"Yemin... ederim..." Sesi bile düzgün çıkmıyordu.

Su Zai Zai'nın yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Zorlama bir şekilde açıklamaya çalıştı.

"Ben daha sadece on beş yaşındayım..."

Sesi çok kısıktı, bu anda gerginlikten biraz anlaşılmaz çıkıyordu.

Ama "on beş yaşındayım" kelimeleri son derece netti.

Zhang Lurang: "..."

Zhang Lurang’ın buz gibi ifadesinde nihayet minik bir çatlak belirdi.

Su Zai Zai utanç içinde yere bakıyordu ama artık hiçbir şey diyemiyordu.

Korkmuştu.

Gerçekten çok korkuyordu — çünkü eğer şimdi itiraf ederse, cevabının ciddi ve acımasız bir reddediş olacağından emindi.

Bir dahaki sefere, evet, bir dahaki sefere sorduğunda mutlaka itiraf edecekti.

Zhang Lurang ona kısa bir bakış attı.

Ve nedense, onun yanakları da hafifçe kızardı.

Sonra aniden arkasını dönüp hızla uzaklaştı. Adımları biraz karışıktı.

Sanki kaçıyormuş gibi...


***


Su Zai Zai neredeyse koşa koşa yurda döndü.

Çoktan yatağına geçmiş olan Jiang Jia onun bu telaşlı hâlini görünce şaşkınlıkla sordu.

"Ne oldu sana?"

Artık ışıklar söneceği için Su Zai Zai'nın vakti kalmamıştı. Hızla birkaç parça kıyafet alıp duş alanına koşarken bağırdı.

"Çıkınca anlatırım!"

Beş dakikada yıldırım hızıyla duş aldı.

Çıktığında yatakhanede ışıklar çoktan kapanmıştı.

Su Zai Zai hızla balkona gidip çamaşırlarını yıkadı, sonra ıslak saçlarıyla yatağına döndü.

Telefonunu çıkardı ve Jiang Jia'ya WeChat'ten mesaj attı.

Su Zai Zai: Az önce Yakışıklıyla aramı daha samimi yapmaya çalışıyordum.

Jiang Jia: Hahaha, peki nasıl yaptın?

Su Zai Zai: Ona 'Rang Rang' diye seslendim. İsminin içinde 'Rang' var ya... Sonra hemen fark etti...

Su Zai Zai: Bir anda aşırı zeki geldi bana!

Jiang Jia: ...

Jiang Jia: Onu aptal mı sandın? Bunu bile anlayamayacak mıydı?

Jiang Jia: Buna mı "hiç çaktırmadan" diyorsun?!

Su Zai Zai bir süre ekrana baktı.

Sonra dürüstçe yazdı: Tamam, aslında demek istediğim bu değildi.

Su Zai Zai: Az önce bana, onu sevip sevmediğimi sordu...

Jiang Jia anında cevapladı: Vay be! Peki sen ne dedin?!

Su Zai Zai: Sanırım biraz garip davrandım, neden öyle söyledim ben de bilmiyorum.

Jiang Jia: Ha?

Su Zai Zai: ...Ona bu sene henüz on beş yaşında olduğumu ve böyle şeyleri hiç düşünmediğimi söyledim.

Bu sefer Jiang Jia hemen cevaplamadı.

Su Zai Zai üst kattan gelen bir kahkaha sesi duydu.

Jiang Jia: …Sen on beş yaşındasın da senin yakışıklı prensin elli yaşında mı oluyor?

Su Zai Zai: [Mendil ısırarak ağlama.jpg]

Jiang Jia: Hahahaha ama bence böyle olması daha iyi! Sonuçta çalışkan öğrenciler kolay kolay sevgili yapmaz! Eğer duygularını itiraf etseydin, belki de seni anında reddederdi. Sonrasında da seni gördüğünde köşe bucak kaçardı.

Bu mesajı okuyan Su Zai Zai düşüncelere daldı.

Su Zai Zai: Peki ben duygularımı itiraf etmeden onu nasıl kazanacağım?

Jiang Jia: ...O kısmı sana kalmış, ben kimseyi kovalayıp kazanmadım ki.

Su Zai Zai: Ama hem onu sevdiğimi kabul etmeyip hem de onu kazanmaya çalışmak...

Jiang Jia: ?

Su Zai Zai: Sanki yer kaplayıp bir işe yaramıyormuşum gibi bir his.

Jiang Jia: Bu nasıl bir benzetme böyle...

Jiang Jia: Gerçekten merak ediyorum, sen şu anda ne istiyorsun? Onu kazanıp sevgili mi olmak istiyorsun?

Bu mesajı görünce Su Zai Zai telefonu bir kenara bıraktı, bakışları boşluğa daldı.

Ne düşündüğü belli değildi.

Bir süre sonra yazdı: Lise bitince konuşmak istiyorum, şimdilik onun derslerini etkilemek istemiyorum.

Mesajı gönderdikten sonra biraz suçlu hissetti, bir cümle daha ekledi: ...Ama kendime engel olamıyorum.

Onu görmek istiyorum, yanına yaklaşmak, onunla konuşmak istiyorum.

Gün boyunca hep onu düşünüyorum. Bir gün bile görmesem içim içimi yiyor.

Biliyorum böyle olmaması lazım ama... elimde değil.


***


Spor müsabakaları gününün açılış töreni bittikten sonra, Su Zai Zai, 9. sınıfın çadırına kapanmış, sıkıntıdan telefonda oyalanıyordu.

Hala yakışıklı prensine su götürüp götürmemek konusunda kararsızdı.

Dün akşamki olaydan sonra ikisinin arası biraz garip olmuştu...

Şimdi su götürse nasıl görünürdü? 

Su Zai Zai daha karar verememişken, kulaklarında beklediği anons yankılandı.

"9. sınıf erkekler 100 metre ön eleme yarışına katılacak öğrenciler, lütfen kayıt noktasına gelsin."

Su Zai Zai anında ayağa fırladı, çantasından fotoğraf makinesini çıkarıp boynuna astı ve kavurucu güneşin altında kayıt noktasına koştu.

Az önceki kararsızlığını tamamen unutmuştu.

Su Zai Zai kayıt noktasına vardığında, Zhang Lu Rang kaydını yeni bitirmişti.

Görevliler, onu ve birkaç kişiyi yarış pistinin başlangıç noktasına götürüyordu.

Su Zai Zai gizlice Zhang Lu Rang'ın birkaç fotoğrafını çekti ama hemen yakalandı.

Yakalanınca rahatladı ve makineyi indirip yüzünü tamamen gösterip seslendi. "Hadi, bir gülümse!"

Zhang Lu Rang ilgisiz bir şekilde bakışlarını kaçırdı.

Su Zai Zai ise hiç aldırmadı, başını eğip az önce çektiği fotoğraflara baktı ve memnuniyetle gülümsedi.

Kısa süre sonra yarışın başlangıç çizgisine geldiler. Zhang Lu Rang, 1 numaralı kulvara yerleştirilmişti.

Üzerinde birinci sınıfların giydiği beyaz tişört vardı, altına ise dizlerine kadar gelen siyah bir spor şortu giymişti. Normaldeki soğuk havasına rağmen bugün biraz daha enerjik görünüyordu, fakat bakışları yine buz gibi soğuktu.

Lise birinci sınıfta toplam otuz sınıf vardı, pistte sekiz kulvar bulunuyordu. Yarış dört gruba ayrılarak yapılıyor, en kısa süreyi alan ilk sekiz kişi seçilerek öğleden sonra finalde tekrar yarışıyordu.

Bu yüzden dokuzuncu sınıf ile birinci sınıf da denk gelmeyip farklı gruplarda yarıştı. Dokuzuncu sınıf ikinci gruptaydı.

Kısa süre içinde yarış başlamak üzereydi.

Yarışmacılar yerlerini aldı.

Zhang Lurang öne eğildi, elleriyle yere destek verdi, arka dizini yere koydu, boynunu rahatlattı, başını doğal bir şekilde eğdi — tam bir başlangıç pozisyonuna geçti.

Hakemin "Hazır!" komutuyla birlikte, zihni daha da odaklandı, adeta fırlamaya hazır bir ok gibi gerildi.

Ve silah sesiyle birlikte, tüm yarışmacılar var güçleriyle ileri atıldılar.

Su Zai Zai önceden bitiş çizgisinin olduğu yere geçmiş, olduğu yerde durarak kamerasını kaldırmış ve video çekmeye başlamıştı.

Etraf kalabalıktı, kulaklarında tezahüratlar ve çığlıklar yankılanıyordu.

Zhang Lurang diğerlerinden çok daha hızlı olmasa da, yine de öne geçmeyi başarmış ve ilk olarak bitiş çizgisini geçmişti.

Bir anda coşkulu bir alkış ve tezahürat patladı.

Su Zai Zai onun koşmaya devam ettiğini, ivmeyle bir süre daha ileri gittiğini, ardından yavaşlayarak pistte yürümeye başladığını gördü. Nefesi biraz hızlıydı, yanakları hafifçe kızarmıştı.

Su Zai Zai tereddüt etmeden hemen yanına koştu, elindeki su şişesini Zhang Lurang’ın eline tutuşturdu ve hızla uzaklaştı.

Birkaç adım gittikten sonra dönüp baktı — Zhang Lurang şişeye bir süre baktıktan sonra kapağını açtı, başını kaldırarak suyu içmeye başladı. Adem elması yukarı aşağı hareket ediyor, ter damlaları yüzünden aşağı doğru kayıyordu.

Yanlarında Zhang Lurang’ın sınıf arkadaşlarından birkaç kız durmuş, yüzlerinde hayran dolu ifadelerle heyecanla bir şeyler konuşuyordu.

Zhang Lurang’ın elindeki su neredeyse yarıya inmişti. Şişeyi kapattı, elinin tersiyle alnındaki teri sildi, gözlerini hafif kısarak Su Zai Zai’ye baktı.

Su Zai Zai gülümseyerek tam o anda onun bir fotoğrafını çekti.

Zhang Lurang’ın yüz ifadesi bir an dondu, sonra hemen gözlerini kaçırdı.

Su Zai Zai su verme görevini başarıyla tamamlamış, tam çadıra dönmeye hazırlanıyordu ki Zhang Lurang aniden onu çağırdı.

"Su Zai Zai."

Onun ağzından adını duymayı hiç beklemeyen Su Zai Zai bir an afalladı, kafasını çevirip boş gözlerle ona baktı.

Zhang Lurang bir kızdan henüz açılmamış bir şişe su alıp Su Zai Zai’ye doğru yürüdü.

Onun bir metre önünde durarak kolunu uzattı ve yumuşak bir sesle "Bu senin suyun." dedi.

O su şişesine bakan Su Zai Zai'nin keyfi bir anda kaçtı.

Olduğu yerde durdu, Zhang Lurang da aynı şekilde pozisyonunu değiştirmedi.

İkili bir süre öylece karşılıklı bekledi.

Su Zai Zai ona daha fazla zor anlar yaşatmak istemedi, burnunu hafifçe kırıştırarak taviz verdi.

"Tamam, suyu geri vermek istiyorsan bana az önce verdiğim şişeyi geri ver."

"..."

"Yani içtiğin şişeyi."

Zhang Lurang kolunu indirdi, yüz ifadesi garip bir hâl aldı.

"Ne yapacaksın?"

Su Zai Zai aslında çok da derin bir şey düşünmemişti, sadece başka bir kızın getirdiği suyu almak istememişti.

Ama Zhang Lurang’ın bu tepkisini görünce...

Su Zai Zai gözlerini kırpıştırdı, sinsi bir ilgiyle konuştu.

"Ben de bilmiyorum, belki de... yalayabilirim..."

Zhang Lurang’ın bütün vücudu kasıldı.

"Ah yok, şey diyecektim, su eklerim içine."

(Burada 'yalamak' ile 'su eklemek' arasında dil sürçmesi yaptı.)

"..."

"Benim dilim biraz kötü, edebiyatım da iyi değil zaten."

Su Zai Zai utanmazca gülümsedi.

Zhang Lurang’ın yanakları yine kızardı, bu kez sadece koşmaktan değildi.

Çenesi sertleşti, dudakları oynadı ama bir şey söyleyemedi.

Bir süre sonra, Zhang Lurang zorlukla üç kelime çıkardı ağzından, sesi sertti.

"Sen delisin."

Su Zai Zai bir anlığına afalladı.

Onun tepkisi Zhang Lurang'ın ruh halini nedense biraz düzeltti.

Üç saniye geçti.

Su Zai Zai kendine geldi, yıldız gibi parlayan gözlerle heyecanla bağırdı.

"Bir daha söylesene!"

Zhang Lurang: "..."

"Ne olur bir daha söylesene, yalvarırım!"

O an Zhang Lurang'ın tüm direnci çöktü.

Bir şişe su yüzünden...

Geri vermese de olurdu.

Yüzünü ciddi tutarak arkasını döndü ve uzaklaştı.

 

Yorumlar