This Marriage Is Bound To Sink Anyway 63. Bölüm (Türkçe Novel)


"Ne oldu?"

"Hiçbir şey. Hadi, çabuk git ve biraz dinlen."

Ines, zor durumda kalan hizmetçiyi düşünerek, onu hızla dışarı çıkardı. Carsel böyle ufak bir hatadan ötürü bir hizmetçiye zarar verecek biri değildi ama, hizmetçi için kötü bir durumda üstüne bir de bu gelmişti; belli ki mahcup olmuştu.

Carsel, hizmetçinin telaşla çıktığı kapıya baktı ve hafifçe kaşlarını kaldırdı. Ardından tekrar aynadaki Ines’e dönüp kaşlarını çattı. Onun elindeki tarağı ve havada tutulan bir tutam siyah saçı görünce, durumu hemen anlamış gibiydi.

"Sana bir nedime tut demiştim."

"Nedimeyi Mendoza’dan getirmek için hâlâ vaktim var."

"Bir iki günlüğüne Calstera’da kalacak değilsin sonuçta."

"Bilmem..."

Ines de bu evliliğin o kadar kısa süreceğini düşünmüyordu. Carsel’in dediği gibi, bir iki günde sona erecek bir mesele değildi... O hâlde bir gün gerçekten yeni bir nedime tutmak gerekebilirdi... Ancak ne zaman taşınacakları belli olmayan bir durumda, kim eşyalarını çoğaltmak ister ki?

İşte Ines’in hissettiği tam olarak buydu. Gereksiz yükler edinmek istememek. Ve ister var olsun ister olmasın, onun bulunduğu her yerin aynı kalmasını istemek... İnsanlar da, eşyalar da yerli yerinde dursun, sadece o hiç iz bırakmadan kaybolsun istiyordu. Bu, ona göre Carsel’e duyduğu son bir saygıydı.

Esposa, Carsel’in konağı, Mendoza’daki dükalık sarayı... Her birinde eşyalarının iz bırakması, sonrasında kalanlar için rahatsızlık yaratacaktı.

"Buraya başka birini daha alabilir miyiz, emin değilim."

"..."

"Zaten şu anki çalışanlar bile fazla değil mi?"

Gerçekten, Calstera’daki konak her açıdan yeterince küçüktü. Raul’un zahmetle taşıdığı eşyaları yerleştirmemek için iyi bir bahane olduğu gibi, zaman zaman hizmetçi alımını reddetmek için de bahane oluyordu.

"Hizmetkârların kalabileceği yerler de yetersiz... Bahçıvanla uşakların bile dışarda kaldığını biliyorsun, değil mi?"

"...Nedime için bir oda çıkarılabilir."

"Zaten hizmetçi başı, aşçılar, yardımcılar, arabacılar..."

"Birini çıkarırsak olur."

"Arabayı sen mi süreceksin? Yoksa yemekleri hizmetçilere mi yaptıracaksın? Belki de aşçılara yerleri sildirirsin? Kim kalır burada?"

"...Aşçıdan vazgeçemem."

Bu sırada bile Carsel’in öncelikleri açıkça belli oluyordu; Ines buna hafifçe gülümsedi. Arabayı kendi sürse bile, aşçının yaptığı profesyonel yemeklerden vazgeçmeye niyeti yoktu...

"Zaten sana sadece et yeter, değil mi?"

Böyle barbar biriyle... Ines’in onu küçümsediğini fark etmiş olmalı ki, Carsel alaycı bir şekilde kaşını kaldırdı ve yanıtladı.

"Etin kalitesinden çok, pişiren kişi önemlidir."

"Sen pişirdin mi onu? Kanlar akıyordu..."

"O, teknik bir başarıydı. Doğru pişirme süresi, dış yüzeyin kıvamı, yumuşak dokusu..."

Bunları dünyanın en önemli inancıymış gibi sayarken, Ines’in elinden tarağını aldı. Ardından büyük aynanın karşısında biraz eğildi.

Kadınlara dair şeylerde her şeye alışkın olduğunu düşünürdü Ines, ama karışmış saçları ve tarağı dikkatlice tutan o elleri biraz acemiceydi ve bu da komik bir görüntü oluşturuyordu. Konsantre olduğu için kaşlarını çatması, güzel tarakla dev gibi elleri bir arada tutması... Ines, buna hafifçe güldü.

"Gülme. Elim kayıyor."

"Sen bir de kendini görmelisin."

"Yani, bu şekilde tarakla yatmak mı istiyorsun?"

"Yapabilirim bence."

"Senin tarafta ayna da yok."

"Biraz yağ sürerim, yeter."

"Ver onu."

Carsel hâlâ ciddi bir ifadeyle diğer elini uzattı. Ines, tuvalet masasının üzerindeki küçük şişeyi aldı ve birazını onun avcuna döktü. O da yağı, tarakla saçlarının karışık yerine sürdü.

"Oldu mu?"

"Pek olmadı... Gerçekten bir nedime tut. Juana’yı getir."

"Juana, Perez’de evlenecek. Sevdiği biri var. Zaten Ballestena ailesinin hizmetinde olduğu için, adam Mendoza’ya gelse de sorun değil."

"O zaman adamı da getir."

"Gerçekten... bu konak küçük ama sen hiç ölçüp biçmeyi bilmiyorsun."

Ines gelmeden önce uygun ölçülerle yaşayan Carsel için bu adil olmayan bir eleştiriydi, ama sadece omuz silkti.

"Mesele şu ki, Juana’nın olduğu yerde o adam da olmalı. O hâlde adam, Juana’yı takip eder."

"Yeter. Her ikisi de dedelerinden beri Ballestena ailesine sadık, orası onların memleketi. Benim yüzümden oradan oraya savrulmalarını istemem. Zaten Escalante ailesinin Mendoza’da bir malikânesi var ve Esposa şatosundan Perez’e gitmek de çok zor değil. Ben Calstera’da kalacağım, senin de pek dolaşacak hâlin yok."

Aslında Ines’in bu gelişigüzel cevabı, evliliklerini ve sonrasını da kapsayan bir ifadeydi. Carsel’in bunu fark etmemiş olmasına sevinmiş ama, kendi açık sözlülüğüne içten içe kızmıştı.

Raul’un gelişiyle biraz olsun kendine geldiğini sanmıştı ama, bu hâliyle daha o dikkatini kaybetmeden her şeyi—planlarını, niyetlerini—itiraf edecek gibiydi.

O saf paspası gafil avlaman gerekirken, sen kendin dikkatini kaybedersen ne olacak... diye içinden kendini haşlarken, yüzündeki belli belirsiz buruk ifadeyi hızla toparladı.

Neyse ki, aynadaki Carsel hâlâ onun saç tellerini tek tek tarağın içinden ayıklamakla meşguldü, ve onu görmemişti. Yine de tuhaf bir görüntüydü. O dev gibi cüssesiyle, büyük elleriyle, karışmış saçları tek tek ayıklamakla meşgul olması...

Ama o yakışıklı yüzü ne yaparsa yapsın her zaman etkileyiciydi, komik bir şey bile yapsa sevimli görünüyordu. Hiçbir şey düşünmüyor gibi dursa da, hüzünlü biriymiş gibi duruyordu.

Ines, onun biraz sevimli olduğunu sanki bir denetçi not verirmiş gibi objektif bir şekilde kabul etti.

Bu kalbine değil, aklına ulaşan bir düşünceydi.

Eğer gözü sağlamsa, herhangi bir kadın onun cazibesine kapılabilirdi. Ama hayatını baştan yazan Ines’in zihni öyle mantıklıydı ki, ortalama düşüncelerden epey uzaktı. Ve gözü? Zaten eskiden beri berbattı.

İlk hayatında evlendiği adam tam bir zührevi hastalık taşıyıcısıydı, ikinci hayatında ise fakir bir ressam çırağına tutulmuştu.

İlki sadece mevki sahibiydi, ikincisi ise kadınlardan bile güzel bir yüze sahipti.

Emiliano’ya duyduğu tutkulu aşktan bağımsız olarak, Ines kendi "zevkinin" berbat olduğunu kabul ediyordu.

Oscar’ın mevkisi onun tüm iğrençliklerini unutturamadığı gibi, Emiliano’nun güzel yüzü ve bağlılığı da onun zavallı hayatını değiştirememişti.

Oscar dünyanın hakimi bile olsa bir hastalık kaynağıydı; Emiliano onu ne kadar sevse de, düşük statüsü onu ölüme götürmüştü.

Karmaşık nedenleri olsa da, bir şey kesindi: Ines Ballestena'nın erkek seçme zevki berbattı.

Ama bu sefer farklı. Bu adamı gözümle seçmedim...

Biraz sevimli, biraz komik ama fazlasıyla yakışıklı Carsel Escalante’ye bir kez daha memnuniyetle baktı.

Oscar’ı şan ve şöhret için, Emiliano’yu kalbiyle seçmişti ama Carsel farklıydı.

Carsel’i sadece aklıyla seçmişti. Tüm sonuçları hesaplayarak, tüm değişkenleri gözeterek.

Altı yaşında Oscar’la nişanlanıp on altı yaşında evlenip yirmi altısında ölünceye kadar, o uzun yıllar boyunca, Ines Carsel’e dair tek bir cümle dışında bir şey düşünmemişti: "Tanrının yüzü güzel ama içi boş bir kabuk sunduğu, tembel ve sorumsuz Escalante Dükü’nün başarısız oğlu."

Eskiden onu heyecanlandırmayan Carsel’in şimdi Ines’e hoş görünmesinin nedeni, sadece onun kusursuz fiziği değildi.

Carsel’in her güzel yönünü fark ettiğinde, vücudunun her mükemmel kıvrımını gördüğünde, herkesin çekici bulacağı detayları keşfettiğinde... Ines, uzaktan bir denetmen gibi ‘iyi seçmişim’ diye tatmin oluyordu.

Diğer kadınlar için ne kadar cazip olduğunu düşünerek, o gerçekten de çekici bir avdı. Sağlam gözleri olan herkes, biraz da hayatı sorgulamaya açıksa, mutlaka onun peşine düşerdi.

Ines’in zaten soğuk, kasvetli biri olarak bilinen kötü bir şöhreti vardı. Evli olmaları, kimse için engel olmazdı.

Aşklar ve metreslerle dolu bu kuşakta; zekiyse eğer, ona mutlaka bir ‘güzel kelebeğin’ yaklaşacağı kesindi.

Eğer Carsel Escalante biraz daha rahatlar, şu içten yeminlerinin ne kadar tehlikeli olduğunu anlarsa...

Ines altı yaşındaki Carsel’in "Sonsuza dek ne kadar uzun?" diyen o masum sesini dün gibi hatırlıyordu.

Aynadaki Carsel Escalante o sonsuzun ne kadar korkunç olduğunu bir anlığına unutmuştu.

Eğer böyle dikkatini kaybetmeye devam eder, sonunda eski hâline—bir anlamda doğasına, hayvanlar dünyasına—geri dönerse, bu balayı havası bir anda buhar olurdu. Kimle başlayacağını bilemez hâle gelir, eski ışıltılı günlerine dönmek isterse... bu isteksizce kabul ettiği aşksız evlilik de bir anda...

"...Ben o kadar mı komiğim?"

"Hayır. Sadece... bir şekilde sevimlisin."

Ines, farkında olmadan gülümseyen yüzüyle o anki memnuniyetini dile getirdi. Carsel onun bu sözünü nasıl algıladıysa artık, aynada hafifçe gözlerini kıstı ve ardından taraktan ayıkladığı saçları parmaklarıyla yavaşça düzeltti.

"İyi iş çıkardım. Gerçekten..."

Kadınlarla ilgili her şeyi iyi yapıyor anlaşılan demek üzereydi ama bu bir iltifat sayılmazdı, Ines sözü yarıda kesti.

Ve o basit sözü toparlamak için kelimeleri seçmeye çalıştığı anda...

"E peki, ödülüm?" diye sordu Carsel, birden.

"...Ödül mü?"

Ne dediğini anlamadığı için sadece tekrar sormuştu.

Ama o cevap vermek yerine, yağlı eliyle göğsünü kavradı.

Yorumlar