Hidden Marriage in the Office - 95. Bölüm (Türkçe Novel)

Tu Xiaoning müzik dinlerken kısa sürede arabada uyuyakaldı. Uykusunda boğuk bir kusma sesi duydu. Gözlerini açtığında Rao Jing’in başını eğmiş, kusma torbasına sarılmış halde olduğunu gördü ve anında kendine geldi.

“Rao abla, araba mı tuttu seni?” Hemen bir şişe suy açıp ona uzattı, ardından elini kaldırarak sırtını okşadı.

“Dün gece iyi uyuyamadım, bu sabah da erken kalktım. Arabaya biner binmez başım dönmeye başladı.” Rao Jing kusmayı bitirdikten sonra torbayı bağlayıp ayaklarının dibindeki çöp kutusuna attı ve Xiaoning’in uzattığı suyu alıp alnına tuttu.

“O zaman Nanchang'e vardığımızda erken yatıp dinlen.”

“Hımm.”

Rao Jing kustuktan sonra biraz daha iyi hissediyordu. Gözlerini kapatıp kestirmeye başladı, ama Tu Xiaoning’in uykusu kaçmıştı. Telefonunu alıp Ji Yuheng’e WeChat mesajı gönderdi ve yola çıkıp çıkmadığını sordu. Mesajı neredeyse anında yanıtladı.

[Henüz değil.]

[Araba kullanırken dikkat et.]

[Tamam.]

Bu sırada Rao Jing’in telefonu da çaldı. Konuşurken ses tonu alışılmışın dışında yumuşaktı.

“Daha erken, sanırım yolun üçte birindeyiz. Hımm, anladım. Senin orası neden bu kadar gürültülü?”

Bugün etek giymişti. Uzun, güzel bacaklarını zarifçe üst üste koymuş, konuşurken küçük bir kız edası takınmıştı. Her zamanki profesyonel havası yerine, yumuşak ve büyüleyici bir kadınsılığa bürünmüştü.

Tu Xiaoning hâlâ WeChat ekranını kapatmamıştı. Ji Yuheng’le daha fazla konuşmak istiyordu ve o sırada Rao Jing’in şefkatli bir sesle “Beni özledin mi?” diye sorduğunu duydu.

Rao Jing’i daha önce hiç böyle görmemişti. Ona birkaç kez daha dikkatlice baktı. Görünüşe göre bu kez gerçekten âşık olmuştu. Belki de onun etkisiyle, Tu Xiaoning WeChat’e tekrar baktı ve bir mesaj daha yazdı.

[Seni özledim.]

Bu kez Ji Yuheng hemen cevap vermedi. Xiaoning huysuzca dudak büktü. Bir süre bekledi ama hâlâ cevap gelmeyince telefonu sinirle bir kenara koydu.

Ji Yuheng o sırada DR şube binasının en üst katındaki koridorda duruyordu. Az önce başkanın odasından çıkmış, birkaç WeChat mesajı göndermek için fırsat bulmuştu. Tam o sırada, yönetmelikler departmanının genel müdürü imza almak için gelmişti ve onu yakalayıp sohbete başlamıştı. Ancak adam tam bir gevezeydi; konuştukça konuşuyordu.

Yuheng bir eli cebinde onu dinlerken diğer eliyle telefonunu tutuyordu. Derken telefon yeniden titredi. Başını eğip ekrana baktı.

Küçük Xiaoning: [Seni özledim.]

Bakışları ekrana sabitlendi. Sanki karşısındaki adamın konuştuğunu unutmuş gibiydi.

Diğer adam onun meşgul olduğunu fark edince saate baktı ve birden “Ah! Konuşmaya dalıp önemli işi unuttum. Eğer şimdi gitmezsem, patron birazdan çıkacak.” dedi.

Ji Yuheng başını kaldırdı. Adam aceleyle müdürün ofisine yönelmişti bile.

O da telefonunu kaldırıp yazmaya başladı ama aniden durdu. Yazmayı bırakıp WeChat’ten çıkış yaptı ve çağrı ekranına geçti.

Tu Xiaoning hala müzik dinlerken cep telefonu aniden çaldı. Arayan kişiyi görünce kalbi hızlandı ve suçluluk içinde göz ucuyla Rao Jing’e baktı. Neyse ki, o hâlâ telefonu kapatmamıştı ve kendisine dikkat etmiyordu. Xiaoning hızla açtı ve alçak bir sesle “Alo?” dedi.

Ji YYuhen'in sesinden yürüdüğü belliydi. “Neredesiniz?”

Tu Xiaoning çevresine baktı. Otoyolda ağaçlardan ve arabalardan başka bir şey yoktu. Bir tane bile yön tabelası göremedi. Sonunda pes edip “Bilmiyorum.” dedi. Sonra bir kez daha etrafına göz attı ve sesi iyice alçaltarak “Neden aradın?” diye sordu.

Diğer tarafın sesi çok sakindi. “Çünkü ben de seni özledim.”

Tu Xiaoning’in içi mutlulukla kabardı. Ama sevincini bastırmak zorundaydı. Çok kısık bir sesle “Hımm.” diye mırıldandı.

Rao Jing telefonunu kapatıp ona baktı. Tu Xiaoning bakışlarını hissettiği anda boğazını temizledi. “Daha sonra konuşuruz.”

“Tamam.”

“Görücü usulü tanıştığın adam mı?” Rao Jing su şişesinden bir yudum daha aldı.

“Hıhı.”

“Gerçekten çıkıyor musunuz?”

“Hıhı.”

“Ne zaman bizi tanıştıracaksın?”

Tu Xiaoning başını yana eğdi. “Ama ben daha hocamın müstakbel eşiyle bile tanışmadım.”

Rao Jing yüzünü buruşturdu. “Bu hitap şekli çok kötü, sanki yaşlı bir adamdan bahsediyormuşsun gibi.”

Tu Xiaoning güldü. “Peki ona direkt ‘hocamın eşi’ mi diyeyim?”

Rao Jing ona yan yan bakıp konuyu değiştirdi. “AirPods’unu ne zaman aldın?”

Xiaoning elini kaldırıp kulaklığını yokladı. “Bir süre  önce.”

Oysa bu kulaklık onun değildi. Ji Yuheng’in kitaplığında duruyordu, o da kullanmadığını görünce alıp takmıştı.


Rao Jing başını salladı. “Şubedekilerin çoğunda var. Kulağına takıp yürüyerek telefonla konuşmaları tam bir TVB dizisinden fırlamış elitler gibi. Siz gençler kesinlikle trendlere ayak uydurmayı seviyorsunuz.” Sonra eteğini düzeltti ve sesi doğal bir geçişle yumuşadı. “Tamam, birkaç gün içinde seni yemeğe çıkarırız.”

Tu Xiaoning’in yüzü parladı. “Gerçekten mi?”

“Sana hiç yalan söyledim mi?”

Etraflarında herkes ya sohbet ediyor ya da oyun oynuyordu. Rao Jing, Tu Xiaoning’e biraz daha yaklaşıp alçak bir sesle konuştu. “Sen de artık küçük bir kız çocuğu değilsin. Eğer görücü usulü buluşmandaki kişi iyiyse, ciddi düşünmelisin. Erkeklerin seni sevme derecesi, senin onu sevme derecenden az olmamalı. Ancak o zaman sana değer verir, seni sever ve şımartır. Yoksa sürekli alttan almak, onun üstten bakmasına alışmak zorunda kalırsın. Böyle bir aşk ya da evlilik, hem yorucu hem de aşağılayıcı olur. Sonunda uzun sürmez. O yüzden yaşlılar hep ‘denk evlilik’ der ya, işte bunun bir mantığı var.”

“Biliyorum.” Tu Xiaoning, onun sözlerinin altında bir mesaj yattığını fark etti. Onun gerçekten iyiliğini düşündüğünü bildiği için nazikçe uyarıda bulunuyordu. Ama Xiaoning artık Ji Yuheng’in kalbini anlamıştı. Geriye dönüp baktığında, onun hep kendisini nazikçe sevdiğini fark etti. Yuheng, ona karşı hep sabırlı ve düşünceliydi. Baktığında gözlerinden yansıyan o yumuşaklık, boşuna değildi. Onun sevgisini başkalarının sözleri ve kendi güvensizlikleri yüzünden gözden kaçırmıştı.

Mutluluk denen şey, başkalarının sözlerinden çok, insanın kendi deneyimleriyle hissedilirdi.

Ve o adam, onun için doğru kişiydi.

Bir süre daha arabada uyudu. Uyandığında Nanchang’e varmışlardı. Araç yavaşça dağa tırmanırken, geniş çay tarlalarının ortasında saklanan zarif bir bina beliriyordu. Alçakgönüllü ama şık, huzur doluydu.

Vardıklarında herkes arabadan inip eşyalarını aldı. Konaklamayla ilgili işler Zhao Fangang’ın sorumluluğundaydı. Herkes bir araya geldikten sonra, o da kimlikleri toplamaya başladı.

"Haydi haydi, sıraya geçin. İkişer kişilik odalar var; erkek erkeğe, kadın kadına ya da karışık kalabilirsiniz. Cinsiyet fark etmeksizin serbestsiniz!" Elini kaldırarak şakacı bir şekilde konuşmaya başladı ama Rao Jing tarafından tekmelenince ciddileşerek, "Şaka yapıyorum tabii, sadece aynı cinsiyetli kişiler bir arada kalabilir, karışık oda yok." dedi.

"Patron kiminle kalacak?" diye sordu Rao Jing merakla.

"Patron ek kişilik odada kalıyor. Üstelik bizim çift kişilik odalarımızdan farklı bir bölgede. Özel olarak ona VIP süit hazırladı." dedi Zhao Fangang kimlikleri sayarken.

"Beklendiği gibi, liderimiz her zaman en üst seviyede, bizse standart paketle idare ediyoruz." dedi Rao Jing, küçük valizini çekerek.

Zhao Fangang elindeki kimlikleri bir deste gibi karıştırırken, "Elbette! Sonuçta her süt markası Pınar değildir, her adam da Ji Yuheng değildir!" dedi.

Tu Xiaoning o sırada su içiyordu ve onun bu sözleriyle şaşkına döndü. Gerçekten de şakaları adeta doğal bir yetenekti. (Ç.N: Ben bu şakaları anlamıyorum diye birazcık uyuz olmaya başladım sanki 🥲)

Rao Jing onu acele ettirdi, "Ölüyorum açlıktan! Ne yapıyorsun, nakış mı işliyorsun? Bir avuç kimliği saymak bu kadar mı zor?"

Zhao Fangang içlerinden bir kimliği çekerek, "Rao abla, bugün bana iyi davran istersen. Yoksa kimlik fotoğrafını arkadaş listemdeki herkese gönderirim." diye tehdit etti.

Rao Jing ona bir tekme daha atmaya çalıştı ama Zhao Fangang çevik bir şekilde kaçtı. "Az önce sana izin verdim diye kendini kaptırma!"

"Kim? Sen mi?" diye laf attı Rao Jing.

"Jingjing kim? Sen mi?" diye karşılık verdi Zhao Fangang.

"Sana beni rahat bırak demedi mi?"

"Şimdi dedin işte."

Zhao Fangang, Rao Jing’in tepki vermesine fırsat vermeden sinsi bir gülümsemeyle hemen odasına kaçtı.

Xu Fengsheng başını sallayarak Tu Xiaoning’e sordu, "Bunlar eskiden de böyle miydi?"

Eskiden mi? Tu Xiaoning bir an düşündü. Eskiden departman nasıl bir yerdi? Herkes kendi işine bakardı, iletişim azdı. Hatta sohbetler bile çoğu zaman imalı ve gergindi, atmosfer sıkıcıydı. Ancak onun gelişiyle birlikte ortam yavaş yavaş neşelenmiş, ekip daha uyumlu hale gelmişti. Bir ekip böyle olmalıydı zaten, değil mi?

Tu Xiaoning, Rao Jing ile aynı odada kalıyordu. Valizini odaya sürükleyerek içeri girdiğinde, odanın eski ama zarif bir tarzda dekore edildiğini gördü. Eşyalar şık, oda genişti. Perdeyi açtığında karşısında çay bahçeleri ve dağlar uzanıyordu, hem görkemli hem huzurluydu.

Rao Jing içeri girer girmez yorgun bir şekilde yatağa serildi. "Ölüyorum yorgunluktan! Aç olmasam şuan gözümü kapatır uyurdum."

Tu Xiaoning valizini köşeye yerleştirerek, "Zhao abi akşam için barbekü ayarlamış." dedi.

"Ne yediğim umurumda değil, ne zaman yiyeceğiz onu söyle. Görünüşe bakılırsa patron gelene kadar yemek başlamayacak. Ama ben o kadar bekleyemem, önce biraz atıştırmalık yiyelim." dedi Rao Jing. Valizini açtığında, eşyalarının üçte biri abur cuburdan oluşuyordu. Bir paket cipsi Tu Xiaoning’e attı, kendisi de bir tane açarak ayaklarını koltuğa uzattı.

Tu Xiaoning, bu halini görünce onu sevimli buldu. İş yerindeki sert görüntüsünden eser yoktu. Ne kadar güçlü görünürse görünsün, her kadının içinde bir genç kız yaşardı sonuçta.

"Yesene." dedi Rao Jing, Tu Xiaoning’in cipsi açmadığını fark ederek.

"Ben midemi barbekü için saklıyorum." dedi Tu Xiaoning.

Ji Yuheng, abur cuburun sağlıksız olduğunu düşündüğü için ona yasak koymuştu. Uzun zamandır yemediği için artık ilgisini bile çekmiyordu.

"Ne yani, formunu mu koruyorsun? Kilo alırsan erkek arkadaşın seni sevmez mi?" diye takıldı Rao Jing.

Tu Xiaoning cevap vermedi, ama bu sessizlik onay gibi algılandı.

Tu Xiaoning yatağın kenarında oturup telefonuyla oynarken, aklı Ji Yuheng’deydi. Yalnız başına araba kullanarak geliyordu ve ona mesaj atıp sormak istiyordu ama dikkatini dağıtır diye çekiniyordu. O geciktikçe giderek huzursuzlandı.

Sonunda Zhao Fangang kapıyı çaldı. "Kalkın, yemek vakti! Patron geldi!"

Tu Xiaoning yataktan fırladı. Rao Jing ise ayakkabılarını giyerken homurdanıyordu. "Şu lanet Zhao Fangang! Yemeğe çağırmayı da bilmiyor. Domuz muyuz biz, ‘yemek vakti’ ne demek?!"

Rao Jing ayakkabılarını bağlarken, Tu Xiaoning kapıyı çoktan açmıştı. Rao Jing onun aceleci haline gülerek, "Sana biraz atıştırmalık yemeni söyledim ama dinlemedin. Şimdi açlıktan deliye dönmen normal!" dedi.

Tu Xiaoning sabırsızdı ama Rao Jing hâlâ oyalanıyordu. "Rao abla, hazır mısın?" diye sordu.

"Tamam tamam, ayakkabımı bağlıyorum. Açlıktan ölecek misin?"

Sonunda birlikte çıktılar ama Rao Jing onu durdurdu. "Hey hey hey! Oda kartı!"

Tu Xiaoning geri dönüp kartı alırken Rao Jing homurdanıyordu. "Ne bu acele? Sanki sen olmadan yemek başlamayacak!"

Arka bahçeye çıktıklarında, barbekü ocağında ateş yanıyordu ve erkekler kollarını sıvayıp pişirme işine girişmişti.

Kalabalığın arasında Tu Xiaoning hemen onu gördü. Bugün her zamanki resmi takım elbiseleri yerine, gri-beyaz tonlarında bir kot ceket, iç kısmında siyah bir Givenchy tişört, koyu lacivert düz kesim pantolon ve bir çift spor ayakkabı giymişti.

Sağ elinde bir kutu bira tutuyor, uzun kolunu hafifçe kaldırarak dudak hizasına getiriyordu. Sol kolu ise rahat bir şekilde sağ dirseğini destekliyordu. Uçsuz bucaksız gölün kenarında Zhao Fangang ve diğerleriyle konuşarak arada bir içiyordu.

Hafif bir rüzgâr eserek suyun yüzeyinde dalgalar oluşturdu, saçlarını hafifçe dalgalandırdı ve Tu Xiaoning’in kalbini de aynı şekilde altüst etti.

Arkadaki genç kadın çalışanlar fısıldaşıyor, "O kadar yakışıklı ki insanın bayılası geliyor!" diyorlardı. Muhtemelen bu sesleri duyduğu için hafifçe dönerek arkaya baktı ve gözleri Tu Xiaoning’i buldu.

O da bugün açık mavi kısa kollu bir kazak, açık renkli kat kat bir etek ve siyah yüksek bilekli spor ayakkabılar giymişti. Hem rahat hem zarif bir havası vardı.

Bakışları kısa bir anlığına buluştu, sonra ikisi de gözlerini kaçırdı. Tu Xiaoning ve Rao Jing bir barbekü tezgâhının yanına geçtiler. Xu Fengsheng onlara birkaç ızgara tavuk kanadı uzattı.

"Yeni pişirdim, tam kıvamında. Üzerine bal da sürdüm."

Tu Xiaoning kokuyu alınca ağzı sulandı. "Teşekkür ederim Fengsheng abi! Gerçekten tam bir mükemmel eş adayı gibisin."

Rao Jing bir ısırık aldı ve Xu Fengsheng’in omzuna hafifçe vurdu. "Belli ki gelecekte harika bir eş olacaksın. Küçük Xu, bence sen Zhao’yla fazla takılma, seni de kötü etkileyebilir!"

Tam o sırada uzaktan Zhao Fangang bağırdı, "Xiao Tu! Birkaç tavuk kanadı getir de abilerin de tatsın!"

"Tamam!" diye cevap veren Tu Xiaoning, gerçekten birkaç tane alıp götürmek için kalktı.

Zhao Fangang, cebinden çakmağını çıkarmaya çalışırken aniden başını kaldırdı ve "Patron, bir sorun mu var?" dedi

Ji Yuheng’in bakışı, Zhao Fang’ın sırtında aniden bir ürpertiye neden oldu. Ama muhtemelen rüzgarın şiddetinden dolayıydı.

Ji Yuheng, bir yudum içkisini aldı. “Sigara içeceksen bile dayan, kadın iş arkadaşına biraz saygı göster.”

Zhao Fang az önce ağzına koyduğu sigarayı hemen çıkardı. “Tamam.”

Kısa süre sonra Tu Xiaoning elinde tavuk kanatlarıyla geldi. “Zhao abi.”

"Küçük Tu, en iyisi sensin.” Zhao Fang ellerini ovuşturdu, kendisinin de canı çekmişti ama hiyerarşiye saygı duyarak kenara çekildi. “Hadi patron, önce taze pişmiş tavuk kanatlarını deneyin.”

Tu Xiaoning, onların arasında durarak en iyilerinden iki tane seçmek istedi ama o zaten elini uzatmıştı. Parmak uçları onun eline değdi ve ardından bir tane aldı.

O aldıktan sonra diğerleri almaya cesaret edebildi ve herkes iştahla yemeye başladı. 

“Güzelmiş, biraz daha getir.” Zhao Fang doymamış bir şekilde Tu Xiaoning’i tekrar görevlendirdi.

“Tamam tamam.” Tu Xiaoning de bundan oldukça keyif alıyordu ve hemen geri döndü.

Zhao Fang, yediği şişi arkasındaki çöp kutusuna attı. Tam birasını kaldırıp içecekken, rüzgarın içinde Ji Yuheng’in soğuk sesi duyuldu.

“Senin elin ayağın yok mu?”


Yorumlar