Hidden Marriage in the Office - 96. Bölüm (Türkçe Novel)

Tu Xiaoning tam mangala varmıştı ki Zhao Fang hemen ardından geldi.

Şaşkın bir şekilde “Ee? Sen neden geldin, Zhao abi?” diye sordu.

Zhao Fangang yiyecek ararken cevap verdi, “Çünkü sen bizim bölümün göz bebeğisin, Xiao Tu Tu. Hadi sen zahmet etme, ben alırım.”

Tu Xiaoning pek anlam veremedi ama bir şey demedi. Sonra Rao Jing hemen atıldı ve Zhao Fangang’a “Prenses nerede?” diye sordu

Etraflarına bakındılar ama Tang Yuhui ortalarda yoktu.

“Barbekü sağlıksızmış, o yüzden yemeyecekmiş.” dedi Zhao Fang.

“Vay canına, şunu yeme, bunu da yeme… Tam bir prenses! Gerçi haklı, mangal gibi şeyleri ancak biz halktan insanlar yeriz.” Rao Jing alaycı bir şekilde konuşup tavuk kanadından bir ısırık aldı ama ısırır ısırmaz tükürdü.

Zhao Fangang ona bakıp sırıttı. “Ne oldu küçük hanım? Az önce başkalarını eleştirdin, şimdi de tükürdün mü? Bu bildiğin kendi yüzüne tokat atmak.”

Rao Jing bir şişe su açıp söylendi. “Ya tam pişmemiş ya da bayat, resmen leş gibi kokuyor.”

“Olamaz ya, bir deneyeyim.” Xu Fengsheng hâlâ mangalla uğraşıyordu, bir şiş tavuk alıp ısırdı. “Bence gayet iyi. Belki seninkinde bir sorun vardır, bir tane daha dene.”

Xu Fengsheng bu sefer daha uzun süre pişmiş bir tane seçip ona uzattı. Rao Jing tereddütle aldı ama kokladığında yine aynı hisse kapıldı. Dayanamayıp şişi Tu Xiaoning’e uzattı. “Yok yok, ben yiyemem.”

Tu Xiaoning de bir ısırık aldı ve şaşırdı. “Gayet iyi bence, hiç koku yok.”

Bu sırada kömür iyice tutuşup daha fazla duman çıkarmaya başladı. Duman yüzüne yüzüne gelince Rao Jing’in iştahı iyice kaçtı ve esnemeye başladı.

“Ben yemeyeceğim, gidip uyuyorum.” Gerçekten dayanamıyordu, ellerini silkeleyip gitmeye hazırlandı.

“Şaka yapıyorsun herhalde değil mi? Daha saat dokuz bile olmadı! Eskiden DR’nin gece kuşu sen değil miydin?” diye takıldı Zhao Fangang.

Rao Jing ona ters ters baktı. “Saçmalama.”

Tu Xiaoning onun gerçekten yorgun olduğunu görünce araya girdi. “Rao abla dün gece pek iyi uyuyamadı, bugün de yolda araba tuttu.”

Zhao Fangang kaşlarını kaldırdı. “İnanamıyorum, bu gerçekten otobanda insanlarla yarışıp drift yapan Rao Jing mi?”

Rao Jing cevap vermeye bile üşendi, bir kez daha esnedi. “Gidiyorum, eğer patron sorarsa rahatsızlandığımı söylersiniz.”

“Tamamdır.”

O gidince Zhao Fangang, Tu Xiaoning’e dönüp bilmiş bir tavırla konuştu.

“Görüyor musun küçük kardeşim? Kadınlar evliliği geç bırakınca işte böyle hormonal dengeleri bozuluyor. O yüzden erkenden bir adam bulmalı ki, yin-yang dengesi kurulsun, enerji tazelensin. O zaman hem iştahın yerinde olur hem de mışıl mışıl uyursun. Cildin de pırıl pırıl olur!”

Tu Xiaoning ona baktı.

"Zhao abi, az önce buraya neden geldiğini söylemiştin?"

Zhao Fanggang başını vurup, "Ah, unuttum!" diye bağırdı. Hızlıca bir avuç şiş kebabı kaptı ve koşarak geri döndü.

"Patron! Et geliyor!"

Rao Jing gittikten sonra, Tu Xiaoning yalnızca Xu Fengsheng ile birlikte yiyip pişirmeye devam etti. Kısa bir süre sonra, göl kenarında duran adamlar da geldiler. Ji Yuheng en önde yürüyordu, çevresinde bir grup adam vardı. Yaş olarak en büyük olmasa da, sakin ve dengeli yürüyüşüyle, rahat kıyafetler içinde bile bir lider gibi görünüyor, son derece etkileyici duruyordu.

Zhao Fanggang bir kasa bira daha sipariş etti. Biralar bu kez şişeyle gelmişti. Sonra internette popüler olan bir yöntemle havalı havalı bira şişesinin kapağını açınca etrafındaki genç kızlar alkışlarla ona hayranlıklarını dile getirdiler.

Zhao Fanggang açtığı biraları masaya koydu ve erkek iş arkadaşlarına meydan okudu.

"Hadi beyler, yarışalım! Kim kaybederse yarın sadece iç çamaşırıyla kaplıca girecek, mayo giymek yasak!"

"Oha! Bu çok acımasız." Bir iş arkadaşı hemen pantolonunu tuttu.

"Ne acımasızlığından bahsediyorsun? Çıplak girmekten bahsetmedim bile."

Xu Fengsheng sessizce kaçmaya çalışıyordu ama Zhao Fanggang onu hemen yakaladı.

"Kaçan kişi yarın sadece iç çamaşırı giymekle kalmayacak, aynı zamanda fotoğrafını da paylaşacak."

Sonra kadın iş arkadaşlarına dönüp sordu.

"Hadi, söyleyin bakalım, kimin iç çamaşırlı fotoğrafını görmek istersiniz?"

Kadınlar birbirine baktı, söylemek istiyorlar ama cesaret edemiyorlardı.

Zhao Fanggang daha da kışkırtarak, "Hadi ama! Kimi görmek istiyorsanız açıkça söyleyin! İstiyorsanız, onu tuzağa düşürün!" dedi.

Sonunda cesaretini toplayan biri bağırdı.

"Başkan Ji!"

Bu isimle birlikte, kadınlar heyecanla hareketlendi ve hep bir ağızdan tekrarladılar:

"Başkan Ji! Başkan Ji!"

Zhao Fanggang başını derde soktuğunu fark etti ve hemen ellerini sallayarak itiraz etti.

"Hayır hayır! Patronlar bu işin dışında! Başka birini seçin!"

Kadınlar hayal kırıklığıyla iç çektiler.

"Tüh, artık hiç eğlencesi kalmadı."

Diğer erkekler ise şok içinde birbirlerine baktılar ve bağırdılar.

"Ne yani, biz erkek değil miyiz?"

Kadınlar hep bir ağızdan: "Hayır!"

Zhao Fanggang hemen Ji Yuheng'e dönerek, "Patron, halkın talebi bu, bir onur meselesi olarak katılsan da kasten kaybetsen olmaz mı?" diye sordu.

Ji Yuheng ona sadece bir bakış attı. O an Zhao Fanggang hemen sindi ve başka bir iş arkadaşını rahatsız etmeye başladı. Kısa süre içinde herkes eğlenmeye daldı, ortam iyice şenlendi.

Tu Xiaoning kalabalığın içinde ona uzaktan bakıyordu. Ji Yuheng de ona kısa bir bakış attı, sonra aniden telefonunu alarak kalabalıktan uzaklaştı. Görünüşe göre bir arama yapıyordu. Bir süre sonra, Tu Xiaoning’in telefonu titredi. Mesaj ondan gelmişti.

[E Bölgesi, B Blok, 202]

Tu Xiaoning sessizce telefonunu cebine koydu ve bir süre daha beklediktan sonra Xu Fengsheng’e döndü.

"Fengsheng abi ben doydum, artık gidiyorum."

Xu Fengsheng, Zhao Fanggang tarafından içkiye boğulmuştu ve mide şişkinliği yüzünden rahatsızdı. Başını sallayarak. "Tamam iyi dinlen." dedi.

"Tamam."

Tu Xiaoning, Zhao Fanggang’ın hala çılgınca eğlendiğini görünce ona veda etmedi. Sessizce uzaklaşırken, başka ayrılan biri var mı diye arkasına baktı. Kimse olmadığını görünce yönünü E Bölgesi’ne çevirdi.

Burası gerçekten de VIP süitlerinin bulunduğu bir bölümdü. Alan büyük ve bulması zordu. Ayrıca hava kararmıştı, kapı numaralarını zar zor seçebiliyordu.

Bir anda, biri arkadan elini tutunca şok içinde irkildi ve tanıdık bir göğse düştü.

"Beni korkuttun!" diye ona hafifçe vurdu.

"Çok yavaş yürüyorsun."

"Burası labirent gibi, kapı numaralarını bile zar zor görebiliyorum." diye şikayet etti.

Ji Yuheng elini tutarak ilerlerken, Tu Xiaoning onun koluna sarıldı ve başını yasladı.

"Arabayla gelmek yorucu olmadı mı?"

"Sadece üç saat sürdü."

Tu Xiaoning içten bir şekilde üzüldü.

"Ama üç saat de az değil ki."

Ji Yuheng elini biraz daha sıktı ve adımlarını hızlandırdı. Tu Xiaoning yetişmek için hafifçe koşmak zorunda kaldı.

Sonunda odasına vardıklarında, kapı kartını okuttu ve içeri girer girmez Tu Xiaoning’i duvara yaslayarak kapıyı kapattı.

Ji Yuheng sabırsızca onu öptü. Öpüşü açgözlü ve sertti. Tu Xiaoning de boynuna sarılarak nefes nefese karşılık verdi. Dudakları onun dilini yakalayıp içine çekti, tutkuyla daha fazlasını istedi.

Ji Yuheng, kazağını omuzlarından sıyırıp çıkardı. Tu Xiaoning’in sırtı soğuk kapıya değdiğinde ürperdi ve vücudu istemsizce kavis çizdi. Ji Yuheng onu kucaklayarak yatağa taşıdı.

Odada ışıklar kapalıydı. Yumuşak yatağa bırakıldığında, Tu Xiaoning hemen ona sokuldu. Dudakları tekrar buluştu. Ellerini onun ceketini çıkarmak için uzattı. Kot ceket sırtına kadar kaydı. Tişörtünü sıyırdı. Nefesi ağırlaşmıştı. Dudakları yanıyordu. İsmi, dudaklarının arasında boğuk bir şekilde çıktı.

"Yuheng..."

Ji Yuheng sanki onu tamamen sahiplenmek istiyormuş gibi hareket etti. Onun da elleri hiç durmuyordu. Ta ki Tu Xiaoning, kemerini çözmeye kalkana kadar. Ji Yuheng, nazikçe bileğini tuttu.

Tu Xiaoning duraksadı. "Şimdi duracak değilsin, değil mi?" Tüm vücudu onu istiyordu.

Ji Yuheng nefesini kontrol altına almaya çalışarak hafifçe geri çekildi. Tu Xiaoning hemen ona sarıldı, bırakmaya niyeti yoktu.

"Kocacığım..." diye fısıldadı.

Ji Yuheng çenesini sıkarak onu teselli etti.

"Sakin ol. Sadece prezervatif almam gerekiyor."

Tu Xiaoning, daha önce yaşanan olaydan beri Ji Yuheng’in önlem aldığını fark edince kalbi ısındı. Işıklar kapalıyken Ji Yuheng çantasından bir şeyler çıkarıp yatağa geri döndü. Vücutları arasındaki sürtünme anında bir ateşi tutuşturmuş gibiydi. Yakınlıkları hızla yoğunlaştı ve ikisi de birbirine tamamen teslim oldu. 

Tu Xiaoning, yaşadıklarının yasak bir aşk gibi hissettirdiğini ve bir bakıma daha heyecan verici olduğunu düşündü.

Tu Xiaoning tatmin olmuş bir şekilde kollarında yatarken başını kaldırıp çenesinden öptü. Bir süre sonra kalkıp kıyafetlerini giymeye çalışırken Ji Yuheng onu durdurdu. Oyunbaz bir şekilde giydiği kıyafetleri çıkarmaya çalışmaya devam etti ama Tu Xiaoning, daha fazla gecikirse fark edileceklerinden endişe ediyordu.

"Biraz daha geç kalırsam sırrımız ortaya çıkacak." Onu durdurmaya çalıştı. 

"Ben korkmazken sen neden korkuyorsun?" Ji Yuheng onu sakinleştirdi ve önüne düşen uzun saçlarını nazikçe geriye doğru çekti.

"Henüz senin milyonluk maaşının keyfini tam çıkaramadım. Birkaç yıl daha tadını çıkarmam için en azından şu mevkiini koruman lazım." Tu Xiaoning konuşurken yataktan kalkıp eteğini ve tişörtünü giydi. Ancak yakası eskisinden daha gevşek olmuştu. Şikayet etmeden duramadı. "Hiç dikkat etmiyorsun. Yakam bu kadar genişlemiş, bunu bir daha nasıl giyeceğim?"

"Yenisini alırsın."

"Peki ya döndüğümde Rao Jing fark ederse?"

"Bu saatte seni ne diye incelesin ki?"

"Sen gerçekten çok sinir bozucusun."

"Evet, öyleyim. Ama az önce kim benim kıyafetlerimi çekiştirip duruyordu?"

Tu Xiaoning sinirlenerek ceketini ona doğru fırlattı.

"Buraya gel."

Giyinmesini bitirdiğinde, Ji Yuheng yatağın başında oturup onu çağırdı. Tu Xiaoning kıyafetlerini düzelterek usulca yanına gitti. Onu belinden kavrayarak kendine çekti ve "Küpe mi taktın?" diye sordu.

Tu Xiaoning onayladı. "Güzel olmuş mu? Beğendin mi?"

"Güzel, beğendim."

Tu Xiaoning onun başını iki eliyle kavrayarak hafifçe öptü. Ardından iç çekerek, "Hep senin yüzünden. Gereksiz yere bir bahar gezisi düzenleyip duruyorsun. Karı koca baş başa kalamıyoruz, sanki yasak bir ilişki yaşıyor gibiyiz." dedi.

"Şimdi işler büyüdü, eskisi gibi küçük bir ekip değiliz. İnsanları bir araya toplamak kolay değil, biraz zaman harcamak gerek." Ji Yuheng konuşurken eli hâlâ onun sırtını okşuyordu.

Tu Xiaoning onun kulak memesini nazikçe tuttu ve pes ederek "Peki, tamam." dedi.

Bir süre daha birbirlerine sarılıp öpüştüler. Sonra Tu Xiaoning sordu. "Yarın gerçekten kaplıcaya girmeyecek misin?"

"Hangi mayoyu getirdin?" diye karşılık verdi Ji Yuheng.

"Bali’ye giderken Ling Weiyi’den ödünç aldığımı, geri vermeyi sürekli unutuyorum."

Ji Yuheng, onun yüzünü rastgele mıncıklayan elini aşağı çekti. "Burada mayo satılıyor, yarın yeni bir tane alırsın."

"Neden?"

Ji Yuheng onun belini sıktı. "Sence neden? O mayo üstüne bir pareo bile almadan nasıl giyilir? Hem beli de açıkta."

"Ne kadar da tipik bir erkeksin!"

"Ya değiştir ya da yarın gitme."

Tu Xiaoning dudaklarını büktü. "Tamam, değiştiririm." Saatine baktığında, gerçekten artık gitmesi gerektiğini fark etti.

"Daha fazla oyalanırsam geç olacak." Onu itekledi.

"Zamanın senden daha iyi farkındayım, yoksa şimdi gitmene izin verir miydim?"

Tu Xiaoning kızardı ve hafifçe onu itti. Ji Yuheng nihayet onu bıraktı. "Sen mangal ve içki ekibinden biraz daha erken döneceksin."

"Bunu nereden biliyorsun?"

"Neyi bilmiyorum ki?"

Gerçekten de Tu Xiaoning döndüğünde mangal alanında hâlâ kahkahalar yankılanıyordu. Hızla kendi odasına yöneldi. İçeri girerken, Rao Jing’in fark etmesinden korkarak yakasını kapadı. Ama fazla endişelendiğini fark etti, çünkü Rao Jing zaten çoktan uyumuştu. Üstelik sürdüğü maske bile hala yüzündeydi.

Sessizce yanına giderek maskeyi çıkardı. Rao Jing hafifçe kıpırdanıp gözlerini açtı. Uykulu sesiyle, "Geldin mi?" diye sordu.

"Evet."

"Herkes dağıldı mı?"

"Erkekler hâlâ içiyor."

Rao Jing gözlerini ovuşturdu. "Yüz maskesiyle nasıl uyuyakalmışım böyle?"

Tu Xiaoning bavulundan pijamasını çıkarırken, "Çok yorgundun." dedi.

Rao Jing yatağında gerinerek, "Gerçekten yaşlanıyorum. Eskisi gibi değilim, biraz araba yolculuğu bile belimi ağrıtıyor." diye şikayet etti.

Tu Xiaoning banyoya yönelirken, "Her gün bilgisayar başında çalışıyoruz, bir yandan da pazarlama yapıp görevleri tamamlamaya çalışıyoruz. Yüksek stres ve yoğun tempo yüzünden hepimiz sağlıksız yaşıyoruz." dedi.

Rao Jing gülümsedi. "Aynen öyle. Geçen gün bir arkadaşım bizim sektörde depresyona giren olup olmadığını sordu. 'Bilmiyorum,' dedim, ama 'banka müşteri temsilcileri asla depresyona girmez, çünkü hastalanmaya bile vakit bulamazlar!'"

Tu Xiaoning başını salladı. "Gerçekten öyle."

Dışarıdan bakıldığında onlar, müşterilere kredi veren güçlü bankacılar gibi görünüyorlardı. Ama gerçekte, sürekli pazarlama baskısı altındaydılar, müşterileri idare etmek zorundaydılar ve bankanın iç düzenlemelerine uymak için çaba harcıyorlardı. En küçük bir hata bile puan kaybetmelerine ya da performans değerlendirmelerinde düşüş yaşamalarına neden olabiliyordu. Üstelik, artık borçlu olan kişi asıl güçlü konumdaydı. Bazen müşterilerden faiz ödemelerini almak için defalarca aramak zorunda kalıyorlardı. Ancak karşı taraf keyifsiz olduğunda, "Ödeyeceğim zaten, ne diye sürekli arıyorsun?" diye çıkışabiliyordu. Ve sonuçta para hâlâ hesaba geçmiyordu. Günün sonunda, bankacılar mecburen müşteriyle iyi geçinmeye devam ediyorlardı, çünkü ihtiyaçları olduğunda onlarca kez arayıp baskı yapacak olan da aynı müşteriydi.

Hatta bir keresinde Tu Xiaoning, bir şirketin muhasebecisi tarafından neredeyse rehin alınmıştı. Kadın, onun yanından bir an bile ayrılmamış, hatta tuvalete gitmesine bile izin vermemişti. "Nereye gidiyorsun? Kredimiz hâlâ çıkmadı, sen neyin peşindesin?" demişti. Sonunda, Rao Jing onu zorla dışarı çıkarmıştı.

Üstüne üstlük, finans sektöründeki bazı etik dışı uygulamalar nedeniyle medya bankaları kötü göstermeye başlamıştı. Dış dünyada, bankalar hastaneler kadar nefret edilen yerler haline gelmişti. Bir müşteri memnun olmadığında hemen "Seni şikâyet edeceğim!" diye tehdit ediyordu. Oysa ki finans sektörü de sıkı kurallarla yönetiliyordu ve alt düzey çalışanların bu kuralları değiştirme gücü yoktu. Ama insanlar yine de onları suçluyordu.

Rao Jing içini çekti. "Bir daha dünyaya gelirsem asla bankacı olmayacağım, hele ki müşteri temsilcisi hiç olmam!"

Tu Xiaoning de derin bir nefes aldı. "Ne yapalım, bu hayatta bu mesleği seçtik, artık katlanacağız."

Duşu açarken Rao Jing dışarıdan seslendi. "Diyorlar ki meslekler arasında hiyerarşi varmış. Saçmalık! Bu dünyada herkes işçi, herkes başkalarının eline bakarak para kazanıyor. Kim, kimden üstün?"

Tu Xiaoning iç çekmeden edemedi. Gerçekten de usta gibi konuşuyordu, her zamanki gibi nokta atışı yapmıştı.




Yorumlar