Hidden Marriage in the Office - 94. Bölüm (Türkçe Novel)

Ji Yuheng’in saatini değiştirdiğini fark eden ilk kişi Zhao Fangang oldu.

“Patron, sonunda Rolex'e mi geçtin?” Toplantıdan sonra ona yaklaşarak sordu.

“Hmm.”

“Oyster Perpetual serisi, safir mavi kadran, 39 mm, giriş seviyesi ama biraz fazla mütevazı olmuş.” Zhao Fangang bu konularda gerçekten uzmandı. Ardından sinsi bir gülümsemeyle, “Yoksa bir kadın mı hediye etti?” diye ekledi.

Tam o sırada bam diye bir sesle toplantı odasının kapısı hızla açıldı. Tang Yuhui topuklu ayakkabılarıyla ses çıkara çıkara sinirli bir şekilde dışarı çıktı. Rao Jing ise her zamanki gibi gözlerini devirdi.

“Her gün kim için somurtuyor böyle?”

Herkes dışarı çıkmaya başladı. Zhao Fangang, Ji Yuheng’le birkaç kelime konuştuktan sonra telefon geldiği için geri döndü ve grubun yanına giderek onlara duyurdu. “Patron, bu çeyrekte herkesin çok çalıştığını söyledi. Kendi inisiyatifini kullanarak hafta sonu şube gezisi düzenlemeye karar verdi. Cuma günü yola çıkıyoruz.”

Rao Jing ve Tu Xiaoning bir anlığına şaşkına döndü.

“Otuz küsur kişiyle böyle bir geziyi banka kabul edecek mi?” diye sordu Rao Jing.

“Kabul etti bile. Patron bunu yeni şube ekibi kaynaşma etkinliği olarak gösterdi. Hem patron devreye girince banka nasıl reddedebilirdi ki?”

“Peki nereye gidiyoruz?”

“Yakın bir yere, Nanchang'daki doğal sıcak su kaplıcalarına.” Zhao Fangang sırıtıp ekledi, “Rao abla, küçük Tu, o gün seksi mayolar giymeyi unutmayın.”

Rao Jing ona bir tekme attı. “Defol!”

Tu Xiaoning ise defterine sarılarak başını eğdi ve yürümeye devam etti. Kaplıca mı? Yani tüm şube Ji Yuhneg’in mükemmel vücudunu mu görecek? Kafasını salladı, birden keyfi kaçtı.

O akşam Ji Yuheng eve girer girmez Tu Xiaoning ona sarılıp dikkatlice baktı.

“Ne oldu?” Adam başını eğip onu öptü.

“Neden Nanchang’daki kaplıcalara gidiyoruz?”

“Birincisi, hafta sonu gezisi için mesafe uygun, gidip dönmek için acele etmemize gerek yok. İkincisi, orada turizm işi yapan bir arkadaşım var. Bir butik otel açtı, birkaç kez davet etti. Ona destek olmak istedim. Turizm sektöründe tanınmış biri, C Şehrinde de yatırım yapmayı planlıyor. Eğer finansman ihtiyacı olursa, bir müşteri daha kazanmış olurum.” Xiaoning'i tek koluyla kavrayıp oturma odasına geçti.

“Sen tam bir iş insanısın. Her şeyi işe bağlayabiliyorsun.” dedi Tu Xiaoning, onun çenesini sıkarak.

“Senin küçük Zhao abin demedi mi? ‘Ne kadar çok arkadaş, o kadar çok fırsat’ diye? İş dünyasında bu böyledir.”

“Ama kaplıcaya gidersek vücudunu başkaları da görecek.” Dudaklarını büzerek onun kravatını gevşetti.

Ji Yuheng hafifçe gülümsedi. “Kim kaplıcaya gireceğimi söyledi?”

“O zaman neden gidiyoruz?”

“Dinlenmek için.” Onu yatak odasına götürüp yatağa bıraktı.

Xiaoning yatağın üzerinde diz çökerek kravatını çekti ve başını kaldırıp onu öptü. Ardından dudaklarını yalayarak, “Bugün kırmızı şarap ve bira içmişsin ve sigara.” diye mırıldandı.

Yuheng gülümseyerek, “Artık bayağı yeteneklisin.” dedi.

“Sakın benden bir şey saklamaya kalkma. Ne içtiğini bir öpücükten anlarım.” dedi onun kravatını açarken. Sonra gözleri adamın belirgin köprücük kemerine takıldı. Orada dün gece bıraktığı iz hâlâ duruyordu.

“Ayy! Kravat takmazsan biri görebilir!” diye telaşlandı.

Umursamaz bir şekilde, “Görürlerse görsünler.” diyerek onu kucakladı ve banyoya taşıdı.

“Ben zaten banyo yaptım!” diye karşı çıktı.

Onun küçük poposuna bir şaplak attı. "Tekrar yap."

Çaresizce iç çekti. "Ha? Sen ne biçim bir insansın!"

Banyo yapmak dediği şey, doğrudan bacakları tutmayana kadar yorulması anlamına geliyordu. Tu Xiaoning bitkin bir halde onun güzel parmaklarıyla oynarken hâlâ anlam veremiyordu. "Kocacığım, sen beni tam olarak neyim için seviyorsun?"

Nasıl oldu da ilk görüşte aşık oldu?

Adam hala boynuna gömülü haldeyken mırıldandı. "Seviyorum işte, bu kadar. O kadar fazla sebep aramaya gerek var mı?"

"Ama sebep sonuç diye bir şey var, bu doğal bir mantık." Öğrenciler arasında yayılan bir tekerleme söyledi ve ondan mantıklı bir açıklama almak için diretmekte kararlıydı.

O da sordu. "Peki sen beni neden seviyorsun?"

"Başka neden olabilir ki? Yüzeyselim ben, yakışıklı olduğun için seviyorum tabii." Bunu şaka yollu söyledi.

Yuheng onun belini sıktı. "Bunu ortaokuldan beri bilmiyor muydun?"

"Ben geç fark ettim, tamam mı? Ortaokuldayken çocuktum, erken yaşta aşk gibi şeylere bulaşmadım." Masum bir çocuk gibi rol yaparak şirinlik yaptı, sonra tekrar onu çimdikledi. "Bak, seninle görücü usulü buluşmamızda bile kendini hiç alçakgönüllü göstermemiştin, gerçekten de alçakgönüllü değilsin."

Adam "Tss" diye bir ses çıkardı. O hemen ona baktı. "Canını mı yaktım? Ama çok hafif sıktım."

Tam yaklaşmıştı ki adam başını göğsüne bastırdı. Tu Xiaoning tuzağa düştüğünü anladı ve yatağın içinde ayağıyla ona tekme attı. "Ji Yuheng!"

Adam onun huzursuz bacaklarını tuttu. "Öyle sağa sola tekme atma, yanlış yere gelirse asıl sen zararlı çıkarsın."

Tu Xiaoning başını onun göğsüne gömüp hafifçe ısırdı. "Fark ettim ki siz çalışkan öğrenciler, müstehcen konuşmalarda da epey ustasınız."

Onun uzun saçlarıyla oynarken kaşlarını hafifçe kaldırdı. "Bu mu müstehcen konuşmak? O zaman istersen onuncu seviyeden bir şeyler söyleyeyim?"

Tu Xiaoning ona vurdu. "Serseri, ahlaksız şey."

İş yerinde olduğu zamanlardaki haliyle şu anki halini kim bağdaştırabilirdi ki? O yüzden erkeklerin ne kadar zeki veya havalı olduklarının bir önemi yoktu, sonuçta hepsi aynıydı.

Yuheng onu biraz daha yukarı çekti ve yanağına bir öpücük kondurdu. Tu Xiaoning'in vücudu bir süre sonra yine titremeye başladı, ayak parmakları kıvrıldı. Seksi dudaklarını emerken bazen tutkulu bazen şevkatliydi.

Tam nefesi hızlanmış, bacaklarını onun beline dolamak üzereyken bir anda dudaklarını çekti. Sonra başını hafifçe okşayarak, "Hadi, uyku vakti." dedi.

Tu Xiaoning tam da kendini kaptırmışken, gözleri hâlâ bulanık, yanakları kızarmış haldeydi. Dudaklarını ısırarak onu bırakmaya yanaşmadı ve mızmız bir şekilde tekrar sokuldu. "Kocacığım..."

Ji Yuheng gülümseyerek ona baktı ama yine de geri adım atmadı.

Tu Xiaoning kendini kandırılmış gibi hissederek yorganı topladı ve yatağın diğer tarafına yuvarlandı. Onu ne zaman dürtse Tu Xiaoning elini savurup uzaklaştırdı. Yine dokundu, yine uzaklaştırdı. Öfkesi kötüydü.

Adam ise hiç nazik olmadan onu doğrudan kendine çekti. Tu Xiaoning ona yumruklar ve tekmeler savurdu. "Sen ne biçim insansın! Bir an beni baştan çıkarıyorsun, sonra da efendi adam taklidi yapıyorsun. Çok sinir bozucusun!"

Yuheng onun iki elini yakaladı ve uzun bacaklarıyla da hareket etmesini engelledi. Sonra birdenbire, alakasız bir şekilde, "Erken yaşta aşk meşk işlerine girmemişsin, ama üniversiteye başlayınca da epey hızlı davranmışsın." dedi.

Tu Xiaoning kurtulmaya çalıştı ama gücü yetmedi. "Ne diyorsun sen? İkinci sınıfta çıkmaya başladık, nasıl başladığımızı sana anlatmıştım zaten." Bir an sessiz kaldı, sonra gülümsemeye başladı. "Ne oldu? Yine kıskandın mı?"

Adam ellerini bıraktı, konuşmaya bile tenezzül etmedi.

Tu Xiaoning ise bunu fırsat bilerek tekrar yanına sokuldu, sonra yüzünü sıktı, burnunu çekiştirdi. "Resmen kıskanıyorsun ama kabul etmiyorsun. Şu kıskançlık kokusu on kilometre öteden bile hissediliyor."

Bu kez onu görmezden gelme sırası Yuheng'deydi. Ama o böyle davrandıkça Tu Xiaoning daha da keyiflendi. "Senin notların bu kadar iyi olmasaydı da bizim üniversitemize gelseydin ne güzel olurdu."

Ji Yuheng soğuk bir şekilde homurdandı. "Öyle olsaydı bir şey değişir miydi sanki."

Tu Xiaoning kahkahalarla güldü. "Eğer bizim okulda olsaydın, bizim kızlar yüzünden yurdun kapısından bile çıkamazdın!" Sonra onun yüzünü tuttu ve şımarıkça sordu. "Yani eğer benimle aynı üniversitede olsaydın, yine de bana aşık olurdun, öyle mi?"

Adam yorganı yukarı çekti. "İlk görüşte aşk dediğime göre, ne zaman olduğu fark etmezdi."

Bu sözler Tu Xiaoning’in kalbini derinden etkiledi. Ona doğru eğilip öptü ve bir süre birbirlerine sarılıp kaldılar. Sonra onun kolunu kendine çekip başının altına yastık yaptı.

"Kocacığım."

"Hmm?"

"Sana bir şey söylemek istiyorum."

"Hmm."

Sesi biraz alçaldı. "Şey... İlk seferimizde... Kan gelmemişti." Sonra biraz daha ona sokuldu. "Aslında kan geldi, ama çarşafa değil. Sonra tuvalete gidince kanı gördüm."

Ji Yuheng onun yüzünü kendine çevirdi. "Bunu neden söylüyorsun?"

Tu Xiaoning biraz utanarak cevap verdi. "Çünkü yanlış anlamanı istemiyorum. Üniversitedeyken..."

Onu aniden çekti ve daha fazla konuşturmadı. "Herkesin bir geçmişi var, bana özel bir açıklama yapmak zorunda değilsin."

Yukarıdan ona baktığı açı o kadar etkileyiciydi ki Tu Xiaoning gözlerini ondan alamadı. Onu kollarıyla sasınca yanağı kızardı. Nefesi hafif titreyerek fısıldadı. "Sadece şunu bilmeni istiyorum, sen benim birlikte olduğum ilk erkeksin." Sonra çenesini kaldırıp doğrudan dudaklarını buldu.

Adam da aynı şekilde karşılık verdi.

Bir süre sonra, adam kollarını sıkarak onun kulağına fısıldadı. "Biliyorum."

Tu Xiaoning şaşkınlıkla ona baktı. O ise boynuna hafif bir öpücük kondurup yavaşça fısıldadı. "Ama olmasaydı da, bu benim için önemli olmazdı."

Onun hareketleri hafifçe gıdıklasa da, Tu Xiaoning biraz duygulandı. Ellerini onun saçlarının arasına daldırarak konuştu. “Ama şahsen benim bakirelik takıntım yok. Bir kadın kendini değerli hissediyor ve pişman olmuyorsa, mesele bitmiştir. Yine de bu devirde bile hâlâ bu konuyu kafaya takan birçok erkek var.” Görüşünü de dile getirmiş oldu.

Ji Yuheng ona eşlik etti. “Modern toplumun gerçeği bu; erkekler kendilerine karşı hoşgörülü ama kadınlara karşı hep katılar.”

Tu Xiaoning tıslayarak güldü. “Üniversiteden çıkanların bakış açısı gerçekten düzgün oluyor." Ardından, kardosuymuş gibi ona hafifçe vurdu. “Tabii ki benim de bakirlik takıntım yok, yani geçmişini sorgulamayacağım, kocacığım.” Onun yataktaki yeteneklerini düşününce, bu konuda tamamen deneyimsiz olabileceğine pek ihtimal vermiyordu.

Ji Yuheng ona baktı, bir süre sessiz kaldıktan sonra elini kaldırıp masa lambasını kapattı. “Hadi uyuyalım.”

Oda karardı. Tu Xiaoning usulca “Tamam.” dedi.

Birkaç dakika sonra hafifçe bir hışırtı duyuldu ve ardından Tu Xiaoning’in şikâyeti geldi. “Neden sürekli bana doğru sokuluyorsun?”

“Hiç hareket etmedim.”

“Resmen hareket ediyorsun.”

“Tamam, yorganı çekiştirme artık.”

“Bana ver onu!”

“…”

“Neden yanıma geliyorsun?”

“Sana vermek için.”

“Hayır, hayır... Ah! Sen... sen çok fenâsın...”


***


Güzel bir hafta sonu bahar gezisiyle başladı

Cuma öğleden sonra iki otobüs geldi. Tu Xiaoning, yolculuk sırasında araba turmasından korktuğu için en öne oturdu. Yanında Rao Jing vardı. Zhao Fanggang ve Xu Fengsheng çaprazlarında oturuyordu, Tang Yuhui ise arka sırada tek başına oturuyordu.

Neredeyse herkes gelince Rao Jing “Patron nerede?” diye sordu.

Eskiden özel sohbetlerde Ji Yuheng’e genellikle "Ji Bey" diye hitap ediyordu ama yeni şubeye geçtikten sonra “Şube Müdürü Ji” demeye alışamamışlardı. Bu yüzden doğrudan “Patron” diye hitap etmeye başlamıştı.

Zhao Fanggang, arkadaki veznedarlarla sohbet etmekle meşguldü, bu yüzden Rao Jing’e cevap vermedi. Xu Fengsheng araya girerek açıkladı. “Patronun şubede hâlâ işi varmış, siz önden gidin dedi. Sonradan kendi arabasıyla Nan Cheng’e gelecek.”

Tu Xiaoning’in kaşları hafifçe çatıldı. Kendi başına mı araba sürecekti? Buradan Nan Cheng’e gitmek üç saat sürüyordu, bu onu çok yormaz mıydı?

“Siz de gerçekten hiç beklemeyi düşünmediniz mi? En azından sırayla araba kullanarak ona yardım edebilirdiniz.” Rao Jing de onun gibi düşündü.

Xu Fengsheng iç çekerek cevap verdi: “Biz de öyle dedik ama patron, zamanını tam bilemediğini söyleyerek bizim grupla beraber gitmemizi istedi. Hem ben hem de Fanggang, bu gezinin organizasyonunda birçok şeyden sorumluyuz.” Etrafına göz gezdirip otobüsün dışında kimsenin kalmadığını görünce yerinden kalktı. “Ben bir yoklama alayım.”

Rao Jing başını salladı ve sonra gözleri Zhao Fanggang’a takıldı. O ise tüm sorumluluğu bir kenara bırakmış gibi arka taraftaki kızlarla koyu bir sohbete dalmış, onları kahkahalara boğuyordu.

“Zhao abi, herkes senin tam bir espri ustası olduğunu söylüyor. Hadi bize bir fıkra anlat!” diye seslendi içlerinden biri.

Zhao Fanggang elini salladı. “Benim anlattıklarım genelde biraz  olur, kaldıramazsınız.”

“Ne kadar müstehcen olabilir ki? Söyle de bir duyalım. Belki de kaldırabiliriz?”

Zhao Fanggang  nazlanmaya devam etti. “Boş verin, sizi korkutmaktan korkuyorum.”

Ama o böyle dedikçe merakları daha da arttı ve ısrar etmeye başladılar. Sonunda, çaresizce pes etti. “Madem öyle, dinleyin ama sonra bana laf etmeyin.”

“Tamam, tamam, etmeyiz!”

Otobüs henüz hareket etmediğinden Zhao Fanggang kemerini bile takmamıştı. Rahatça bacak bacak üstüne atıp anlatmaya başladı.


“Bir çift varmış. Bir gün adam, kadına mesaj atmış ve sadece tek bir harf yazmış: ‘昆’ (Kun). Kadın da hemen cevap vermiş, yine tek bir harfle: ‘帘’ (Lian). Adam biraz bekleyip bir harf daha yollamış: ‘哦’ (O). Kadın da yine anında cevaplamış: ‘呵’ (He).”


Sonra elini şaklatıp “Tamam, bitti!” dedi.

Kızlar birbirlerine şaşkın şaşkın baktı. Hiçbir şey anlamamışlardı.

“Tek tek harfler… Bunun nesi müstehcen?”

Otobüs hareket etmeye başladı. Zhao Fanggang emniyet kemerini takıp rahatça yerine yaslandı. Ancak arkalardan biri hâlâ merak içindeydi.

“Zhao abi, çok hızlı anlattın! Bir daha söyle ya da en azından ipucu ver!”

Zhao Fanggang sadece omuz silkti. “Anlamadıysanız, boş verin. Ben hiçbir fıkrayı ikinci kez anlatmam.”

Tu Xiaoning en başından beri dikkatle dinlemişti. “昆 (Kun), 帘 (Lian), 哦 (O), 呵 (He)…” diye içinden tekrar etti. Bunun nesi garipti ki? Sadece normal harflerdi. Hem nasıl bir bağlantı vardı ki aralarında?

Kafasında bir türlü oturtamıyordu. Sonra kelimeleri tek tek okuyup birleştirdi…

Bir saniye…

O an yüzü alev gibi kızardı.

Lanet olsun! Bu tam anlamıyla üst düzey bir yetişkin fıkrasıydı!


Çevirmen Notu: Bu kelimeler bir araya geldiğinde “Kūnlián ó hē” gibi bir ses dizisi oluşturuyor. Telaffuz açısından “滚连哦呵” (gǔn lián ò hē) ifadesine benziyor.

“滚” (gǔn): "Defol" veya "yuvarlan" anlamına gelir ama argoda kaba bir şekilde "seks yapmak" anlamında da kullanılır.

“连” (lián): "Bağlantılı, sürekli" anlamına gelir.

“哦” (ò) ve “呵” (hē): Ünlem kelimeleridir, konuşma tonuna göre anlam kazanır.



Yorumlar