Hidden Marriage in the Office - 92. Bölüm (Türkçe Novel)

Yağmurdan sonra hava açılmış, gökyüzü masmaviye dönmüştü. Her şey yolundaydı. Yuheng, onu A Üniversitesi'nde gezdirirken etraflarında öğrenciler akıp gidiyordu.

"Gerçekten A Üniversitesi farkını gösteriyor. Yemekhaneleri bile bambaşka, çok lezzetli!" Öğle yemeğini bitiren Tu Xiaoning, karnının patlayacak gibi dolduğunu hissederek memnuniyetle iç çekti.

"Okulda toplamda on iki yemekhane var, ama çoğu dışarıya kapalı. Az önce gittiğimiz ise halka açık olan birkaç yemekhaneden biriydi." Ji Yuheng ona açıkladı.

"On iki mi? Siz her gün hangi yemekte yiyeceğinizi kura mı çekiyorsunuz?" Tu Xiaoning şaşkınlıkla sordu. A Üniversitesi gerçekten de büyüklüğüyle insanı hayrete düşürecek seviyedeydi.

"Öyle yapmamıza gerek yok. Aynı yemekhanede bir ay boyunca her gün farklı yemek yiyebilirsin. Sıkılırsan başka bir yemekhane seçip orada da bir ay farklı yemek yiyebilirsin."

"Siz ülkenin geleceğisiniz, elbette biz başarısız öğrencilerden daha iyi besleniyorsunuzdur." Tu Xiaoning bu şekilde yorumladı. Bir an, daha önce onu kendi okulundaki öğrenci yemekhanesine götürdüğünü düşündü ve ne kadar sıradan kaldığını fark etti.

A Üniversitesi çok büyük olduğu için ve zamanları sınırlı olduğundan, Ji Yuheng ona belirli yerleri gezdiriyordu.

Onun koluna sıkıca tutundu, bu nadir anın keyfini çıkarmak istiyordu.

"Az önce gittiğimiz yerler okulun en meşhur ziyaret noktaları mıydı?" Bir süre daha yürüdükten sonra Tu Xiaoning sordu.

"Hayır."

Şaşırdı. "Peki, neden oraları gezdik?"

Ji Yuheng, elini tutarak yavaşça yürümeye devam etti. "Bunlar, eskiden yürüdüğüm yollar. Şimdi de seninle birlikte yürümek istedim."

Tu Xiaoning'in içi ısındı. Parmaklarını farkında olmadan onun eline daha sıkı geçirdi, dudakları hafifçe kıvrıldı.

Tam o anda birinin seslendiğini duydular.

"Ji Yuheng?"

Tu Xiaoning arkasını döndüğünde, öğretim binasının yanında duran kadını gördü.

Kadın elinde ders kitapları tutuyordu. A Üniversitesindeki bir hoca gibi görünüyordu ama yaşları birbirine yakın olduğuna göre, muhtemelen onun hocası değildi.

Kadın yavaşça onlara doğru yürüdü. "Hangi rüzgar attı seni buraya?" Konuşurken gözleri Tu Xiaoning'e kaydı, özellikle de birbirine kenetlenmiş ellerine odaklandı.

Ji Yuheng sakince cevap verdi. "Özel bir sebebi yok, sadece zevcemi eski okuluma getirdim."

Kadın açıkça şaşırmıştı. Gözleri Tu Xiaoning'e takılı kaldı. Tu Xiaoning ise bir yandan mahcup olurken, diğer yandan Ji Yuheng'in az önce kullandığı kelimenin anlamını merak etti.

Ji Yuheng onu tanıştırdı. "Bu, aynı bölümden eski bir sınıf arkadaşım. Mezun olduktan sonra okulda öğretmen olarak kaldı, Sun öğretmen."

Tu Xiaoning gülümseyerek başını salladı. "Merhaba, Sun öğretmen."

"Se-selam." Sun öğretmen de hafifçe gülümsedi.

Yanlarından geçen öğrenciler ona selam veriyordu. "Sun Öğretmen."

"Sun Öğretmen."

Kadın başıyla onlara karşılık verdi.

Ji Yuheng uzun süre durmaya niyetli değildi. "Sizi meşgul etmeyelim, bizim biraz işimiz var."

Sun Öğretmen bir şey söyleyecekmiş gibi oldu ama sonunda sadece "Tamam, görüşürüz." dedi.

İkisi öğretim binasından uzaklaştığında Tu Xiaoning sordu. "Okulda kalan eski öğrenciler çok mu?"

"Fazla değil, finans bölümü mezunlarının çoğu akademik kariyer yapmayı sevmez."

"Evet, sizin gibi zeki insanlar para işleriyle uğraşmalı, yoksa yazık olurdu." Tu Xiaoning birkaç adım daha attıktan sonra aniden bir şey hatırladı. "Az önce söylediğin kelimenin anlamı neydi?"

"Hangi kelime?"

"Şu çok eski moda olan..." Söylemesi biraz zor olduğu için bir türlü hatırlayamıyordu.

Ji Yuheng yürümeye devam etti. "Eş için kullanılan eski bir hitap şekli."

Tu Xiaoning'in içini sıcak bir duygu kapladı. Elini biraz daha sıktı ve ısrarla sordu. "O kelime neydi?"

"Zevce."

"Nasıl?"

"'Çiftin teki gibi bir anlamı var."

"Ah."

Gerçekten çok güzel bir kelimeydi.

Birkaç adım daha attıktan sonra birden aklına başka bir şey geldi. "Sınıf arkadaşların evlendiğini öğrenirse bu haber Tang Yuhui'nin kulağına gider mi?"

Ji Yuheng hiç umursamıyormuş gibi konuştu. "Giderse gitsin."

"Fakat o..." Cümlesini yarıda kesti.

"Hmm?" Devam etmesini bekliyordu.

"Boş ver." Hiçbir şey söylememeye karar verdi.

Ji Yuheng de ısrar etmedi. Tu Xiaoning onun koluna iyice sarılıp hafifçe sallandı. Yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi, ama o göremediği için içinden bir sır gibi sakladı.


***


A Şehri'ndeki iki günlük gezileri böylece tamamlandı. Kısa süreli özel anları, yeniden yoğun iş temposuna dönüştü. Artık birbirlerini daha az görebiliyorlardı, ama Tu Xiaoning buna da yavaş yavaş alışıyordu.

Bu arada, teknoloji parkının ikinci fazı için verilen banka kredisi sayesinde departmanlarının işleri zirveye ulaştı. Ji Yuheng, geldiğinde verdiği sözü tuttu. İlk çeyrekte departmanın mevduat hacmini yüzde yetmişten fazla artırdı. Banka için göz kamaştırıcı bir başarı elde ederken, onun terfi haberi de resmen duyuruldu: DR Şirketi’nin C Şehri Yeni Bölge Şube Genel Müdürü olarak atanmıştı.

Her şey Zhao Fangang'ın daha önce söylediği gibi gerçekleşiyordu. Departman yeni bir binaya taşındı. Evden daha uzak olmasına rağmen Tu Xiaoning, sadece kendi departmanlarına ait bir ofis alanına sahip olmayı seviyordu. Artık genel merkezdeki dedikodulara kulak vermek zorunda değillerdi.

Ayrıca onun kadroya alınması meselesi de Ji Yuheng tarafından ele alınmıştı. Yeni şube büyüdüğü için daha fazla elemana ihtiyaç duyuluyordu ve bu fırsattan yararlanarak kadroya alınması için başvuru yapılmıştı. Sonuç neredeyse kesin gibiydi. Ama Ji Yuheng bu konudan hiç bahsetmiyordu ve Tu Xiaoning de asla sormuyordu. Çünkü ona güveniyordu.

Yeni ofis alanına taşındığında, daha büyük ve bağımsız bir ofisi oldu. Çalışma alanları diğerlerinden ayrılmıştı, bu yüzden yalnızca toplantılar veya iş görüşmeleri için bir araya geliyorlardı. Onunla çalışma sırasında karşılaşma fırsatı daha da azalmıştı. İşte bu anlarda, eskiden kullandıkları küçük ofisi özlüyordu, çünkü o zamanlar başını kaldırdığı an onun oturduğu yeri görebiliyordu.

Şube resmi olarak açıldıktan sonra departman büyük bir yemek düzenledi. Artık ekip sadece onların şirketinden gelen beş kişiden ibaret değildi; bireysel kredi ekibi, operasyon ekibi ve finans ekibi de eklenmişti. Daha önce bankadaki bazı kişiler, yeni bölgeye taşındıklarında Ji Yuheng'in tek başına hüküm süreceğini söylemişti ve gerçekten de öyle oldu.

Bu, yeni departmanın ilk yemeğiydi ve baştan sona oldukça hareketli geçti. Veznedarlardan lobi yöneticilerine, finansal danışmanlardan bireysel ve kurumsal müşteri yöneticilerine kadar herkes ona kadeh kaldırıyordu. Yeni atamasını kutluyor ve onun ekibine katıldıkları için şanslı olduklarını belirtiyorlardı.

Etrafında toplanan insan sayısı çok fazlaydı. Herkesin ilgi odağı olarak parıldıyordu ve ona içki sunanların ardı arkası kesilmiyordu. Tu Xiaoning ise kalabalığa yaklaşamadı, yalnızca yerinde oturup uzaktan onu izleyebildi.

Ren Tingting'in staj süresi dolmuş ve işten ayrılmıştı. O anda orada olsaydı, belki de Xiaoning ile sohbet edebilirdi. Her zaman, her zaman gerçekten konuşabileceği birinden yoksundu.

Ji Yuheng bir kez daha kalabalığın içinde kaybolmuştu. Artık onu göremiyordu. İçindeki sıkıntıyı nasıl gidereceğini bilemiyordu, bakışlarını başka yöne çevirdi ve yanındaki kadehi rastgele kaldırıp kendi başına içmeye başladı.

Şu an departmanda otuzdan fazla kişi vardı ve önemli isimler ana masada oturuyordu. Rao Jing, Tu Xiaoning'i kalabalıkta göremeyince onu diğer masalarda aramaya başladı ve onu masaya kapanmış halde buldu.

“Xiao Tu?” diye seslenerek onu hafifçe salladı.

Tu Xiaoning bulanık gözlerle başını kaldırdı ve şımarık bir şekilde ona sarıldı.

"Rao abla, hocam.”

“Senin neyin var böyle? Ana masaya gelip kadeh kaldırmadın ama tek başına içmişsin. Kaç kadeh içtin sen?” Rao Jing onun alkol toleransının berbat olduğunu biliyordu. Başlangıçta, Genel Müdür Jiang onun genç, güzel ve saf olduğunu fark edince onu bilerek iş yemeklerine götürmüştü. Hatta onu ahlaksız müşterilere yönlendirme niyeti bile vardı. O zamanlar Xiaoning yalnızca az miktarda içki içmiş ama hemen kusmuştu. Daha yeni gişe yöneticiliğinden terfi etmişti ve o zamanlar çok daha toydu. O günlerde alkolün cesaret verdiğini düşünerek ona açıkça söylemişti.

“Rao Jie, ben bu tür yemekleri sevmiyorum.”

Ama iş hayatındaki hangi kadın gerçekten bu yemekleri seviyordu ki? Kaplanın olduğu dağa bile bile gitmek zorundaydılar. O zamanlar Rao Jing bile her adımını dikkatle atıyordu ve fırsatları değerlendirmeye çalışıyordu. Masum çaylağı sürekli koruyamazdı. Tek yapabildiği, en azından onun iş yemeklerinde tacize uğramasını engellemekti. Neyse ki, daha sonra Genel Müdür Jiang istifa etti ve yerine Ji Yuheng geçti. Tüm iş görüşmelerini ya kendi yapıyor ya da yanına erkek çalışanları alıyordu. Kadınların, cazibelerini kullanarak müşterilere kendilerini göstermesine gerek kalmamıştı. Onlara yalnızca işlerini iyi yapmalarını söylüyor, “Siz pazarlama ve işinizi iyi yapın, tüm sosyal ilişkileri ben hallederim.” diyordu.

Onun varlığı, Tu Xiaoning gibi yeni pazarlamaya adım atan bir kızın saf kalmasını sağlamıştı. O da işine odaklanarak ilerleyebiliyordu. Rao Jing gibi bir yandan kariyer yapıp bir yandan aldatıcı adamlara karşı dikkatli olmaya çalışmasına gerek kalmamıştı. Rao Jing ne kadar tecrübeli görünse de, aslında her iş yemeğinde diken üstündeydi. Tu Xiaoning ise ondan daha şanslıydı.

Tu Xiaoning sarhoştu. Rao Jing’e sokularak mırıldandı: “Sadece iki kadeh içtim... Yok, üç.”

Rao Jing onu hafifçe patpatladı. “Tamam, tamam, biraz su iç olur mu?”

Ama Xiaoning ona daha sıkı sarıldı. “Hayır, ben eve gitmek istiyorum.”

“Daha yemek bitmedi. Bugün Patro...” dedi, sonra hemen düzeltti. “Ji Müdür’ün kutlama yemeği, sen en başından beri onun yanında çalışan biri olarak nasıl erken gidersin?” Rao Jing onun başını okşadı.

Tu Xiaoning başını salladı, gözleri iyice ağırlaşmıştı ve sesi giderek alçalıyordu. “Eve gitmek istiyorum... Eve...” Sonra telefonunu çıkarıp Ling Weiyi’yi aradı. “Weiyi, beni... beni alabilir misin?”

Rao Jing onun iyice sarhoş olduğunu görünce daha fazla üstelemedi. Bugün gibi kalabalık bir günde Xiaoning’in erken çıkmasının pek sorun olmayacağını düşündü.

Ling Weiyi kısa sürede geldi. Rao Jing, Xiaoning’i ona teslim etmek için dışarı çıktı.

Tu Xiaoning sarhoş olmasına rağmen hâlâ bilinci yerindeydi. Rao Jing’in elini tuttu. “Eğer beni sorarlarsa... sorarlarsa...”

“Acil bir işin çıktığını söylerim.” dedi Rao Jing ve onu Ling Weiyi’nin arabasına bindirdi.

Ling Weiyi de arabadan inerek Xiaoning’i destekledi ve Rao Jing’e teşekkür etti.

Rao Jing elini salladı. “Önemli değil. Ben onun hocasıyım. Bugün dikkat etmedim, çok içmesine izin verdim. Ona iyi bak.”

“Tabii ki, teşekkür ederim.” dedi Ling Weiyi.

Arabaya bindiklerinde Ling Weiyi hemen Xiaoning’in üstündeki alkol kokusunu fark etti. “Sizin müşteri yöneticileri sürekli içki içmek zorunda mı?”

Tu Xiaoning başını sallayarak, “Pek değil.” diye mırıldandı.

“O zaman iyi. Yoksa her defasında böyle sarhoş olursan, kocan kesin işi bırakmanı ister.”

“Öyle bir şey istemez.”

“Bu arada, kocan nerede? Gecenin bir yarısı onu çağırmak yerine beni aradın, ben de yataktan kalkıp seni almaya geldim.”

Tu Xiaoning kıkırdadı ve koltuğa yaslandı. “O çok meşgul... Çok meşgul.”

“İkiniz de bu kadar meşgulken birlikte vakit geçirebiliyor musunuz?”

İlkbaharın başlarında geceler soğuktu. Arabanın içi dışarıya göre daha sıcaktı ve camlarda ince bir buğu oluşmuştu. Tu Xiaoning parmağıyla camın üzerine “Ji Yuheng” yazdı, ardından etrafına bir kalp çizdi.

Buna bir süre gülümseyerek baktı ama sonra gülümsemesi soldu. Elini kaldırıp yazıyı sildi. Kelimeler su damlacıklarına dönüşüp süzüldü.

“Hayır, birlikte vakit geçiremiyoruz.” dedi birden.

Ling Weiyi bir an ona baktı, ama Xiaoning başını eğmiş ve çoktan uykuya dalmıştı. İç çekerek sessizce yoluna devam etti.

Onu eve bıraktıktan sonra gitmek üzereydi ki, Tu Xiaoning kolunu tuttu.

“Biraz daha kal.” Tu Xiaoning onun gitmesini istemiyordu.

“Neden? Kocan gelince ona söyle.” Ling Weiyi, Xiaoning’in üşümemesi için üstüne bir battaniye örttü.

Tu Xiaoning cevap vermedi, sadece gözlerini kapatıp ışığı engelledi.

“İçkiyi fazla kaçırdın. Bakalım kocan geldiğinde seni nasıl cezalandıracak.” Ling Weiyi, ellerini beline koyarak kapıya yöneldi. “Ben gidiyorum.”

Cevap gelmeyince Xiaoning’in uyuduğunu düşündü. Sessizce ayakkabılarını giyip kapıyı hafifçe kapatarak ayrıldı.

Ev birden sessizleşti. Yalnızca Xiaoning kalmıştı. Alkol yüzünden midesi spazm geçiriyordu ama en çok acıyan yer kalbiydi. Hep sessizlik içinde tek başına kalıyordu. Hep.

Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu, başı dönüyordu ve yarı uykulu bir haldeydi derken kapı açıldı. O geri döndü.

Salonun içine doğru ilerledi ve onu kanepede yatarken buldu.

"Tek başına neden bu kadar çok içtin?" Yumuşak ve nazik sesi kulağına ulaştığında, gözlerini açtı. Artık eskisi kadar uzakta değildi.

Hiçbir şey söylemedi. 

Yuheng yanına oturdu, elini kaldırıp dağınık saçlarını düzeltti. "Çok mu kötü hissediyorsun?"

Bir yakın bir uzak olma hissi, burnunun sızlamasına neden oldu. Alkolün etkisiyle bastıramadığı duyguları aniden yüzeye çıktı. Gözyaşları durmaksızın akmaya başladı.

Kaşlarını çattı. "Ne oldu?"

Ellerini gözlerinin önüne koydu. "Az önce, az önce ben de sana kadeh kaldırmak istedim ama... ama çok fazla insan vardı. İçlerine giremedim, seni göremedim. Seni hiç göremiyorum..." Konuşmaya başladığında sesi titredi, sözleri kesik kesikti.

Eli saçının ucuna düştü. "O zaman kadeh kaldırmana gerek yoktu, sonuçta sadece departman yemeğiydi."

"Hayır, öyle değil... Bu senin kutlama yemeğindi. Herkes sana kadeh kaldırdı ama ben yapamadım."

Yuheng onu kollarına aldı, sesi yumuşacıktı. "Bunun için mi ağlıyorsun? Ben seni suçlamam ki." Elini tutmak istedi ama o, gözlerini sıkıca kapatıp elini çekti.

Gözyaşları hala durmaksızın dökülüyordu, hıçkırıkları acı doluydu.

"Sadece bu değil."

"Başka ne var?"

"Sen ne kadar başarılı olursan, ben o kadar korkuyorum. Ama ne kadar korkarsam, sen de o kadar başarılı oluyorsun."

"Neden korkuyorsun?"

"Senin artık sadece benim olmayacağından."

Ji Yuheng dondu, bakışları derinleşti.

"Ben sadece seninim." Uzun bir sessizliğin ardından konuştu.

Ama o başını salladı. "Hayır, değilsin."

"Nasıl değilim?"

"Tang Yuhui seni seviyor, birçok kişi seni seviyor. Herkes sana göz dikmiş, seni istiyor."

Ji Yuheng, onun kendisinden kaçmasını önlemek için ellerini tuttu. Gözleri yaşlarla doluydu. Ji Yuheng, elini kaldırıp gözyaşlarını sildi.

"Peki ya sen? Sen seviyor musun?"

Ona baktı, gözleri hala sarhoşluktan dolayı bulanıktı. Kararlı bir şekilde başını salladı. "Evet... Seviyorum. Ama senin dünyan çok yukarıda. Ben tırmanmak için çabalıyorum, çabalıyorum, gerçekten çok çabalıyorum ama... Ama ne zaman seninle yan yana durabilirim ki?"

Titreyen omuzlarını tuttu, ellerini yanaklarına koydu ve parmak uçlarıyla yüzündeki gözyaşlarını nazikçe sildi. "Çok yorulduysan, tırmanmayı bırak."

O, hızla başını salladı. "Tırmanmazsam, seni başkaları alır."

Ji Yuheng derin bir iç çekti ve onu kollarına aldı. "Almaz."

O, yeniden hıçkırmaya başladı. "Alır... Beni sevmiyorsun. Herkes, bizim birbirimize uygun olmadığımızı söylüyor."

"Kim onlar?"

"Çok kişi, çok kişi... Zhao abi dedi ki, ben sadece bir çocukmuşum, senin tarzın değilmişim. Sonra Rao Jing... O da bizim farklı dünyaların insanları olduğumuzu, senin bana uygun olmadığını söyledi." Küçük bir çocuk gibi hissetti. İçinde bastırdığı tüm duygular bir anda patladı. Bir zamanlar başkalarının söylediği her kelimeyi tek tek hatırlıyordu. Geceleri sessizlik içindeyken bu sözler onu yiyip bitiriyor, korkularını ve güvensizliklerini besliyordu. "Hatta Ling Weiyi iyi bir eşleşme olmadığımızı ve benim konumumun üstünde biriyle evlendiğimi söyledi. Ben senin seviyene ulaşmaya çalışıyorum ama... ama herkes böyle söylüyor. Kimse bizi birlikte hayal bile etmiyor. Sen beni nasıl sevebilirsin?"

Ji Yuheng onu sımsıkı kucakladı, tam bir şey söyleyecekti ki, o kollarından sıyrılıp bir şeyler aramaya başladı.

"Ne arıyorsun?" diye sordu.

"Çantam nerede?" Ağlamaya devam ederken, çantasını bulmaya çalışıyordu.

Ji Yuheng, ona engel olmadı. Sessizce antrede duran çantasını alıp getirdi. Çanta büyüktü, boyuna oranla uyumluydu ama içinde ne varsa, oldukça ağırdı.

Çantasını görünce bir hazine bulmuş gibi kucağına aldı. Bir süre sımsıkı sarıldı, sonra iki eliyle içini karıştırmaya başladı. Sonunda zarif, yeşil bir kutu çıkardı.

Ji Yuheng’in gözleri kısıldı, onun kutuyu dikkatle açmasını izledi.

Tu Xiaoning, daha önce hiç Rolex gibi lüks bir saate dokunmamıştı. Sadece Zhao Fangang’ın bileğinde birkaç kez görmüştü. Saatin tokasını nasıl açacağını bile bilmiyordu. Bir süre uğraştı ama açamadı. Ji Yuheng, elini uzatıp açmasına yardım etti. Ama o, inatla saati geri aldı ve onun sol elini çekti.

Ji Yuheng, onun ne yapacağını anlamıştı. Kendi bileğinde olan saati çıkardı ve Tu Xiaoning, Rolex’i onun bileğine taktı.

"Çok güzel oldu." Saati okşayıp iç çekti.

"Mm, güzel oldu."

Ona parlayan gözlerle baktı. "Yeni görevin, banka müdürlüğün için tebrikler, kocacığım."

Ji Yuheng ona derin bir bakış attı, sesi kısıktı. "Teşekkür ederim, karıcığım."

Tu Xiaoning bir an için biraz ayıldı. Onu bırakmak istemedi, derisinin üstünde parmaklarını nazikçe gezdirdi. "Beğendin mi? Aslında gri almak istiyordum. Çünkü o rengin sana daha çok yakışacağını düşündüm. Ama Ling Weiyi, Tokyo’dan Osaka’ya, Kyoto’dan Hokkaido’ya kadar bütün mağazalara bakmış ama gri yokmuş. Sadece bir tane mavi varmış." Saçlarını üzgünce karıştırdı. "Keşke Japonya’da daha ucuz diye oradan almaya çalışmasaydım. Belki Çin’de gri rengi bulabilirdim."

Ji Yuheng, onun kendini hırpalamasını önlemek için elini tuttu ve onu göğsüne çekti. Sesi o kadar sıcaktı ki, sarhoş eden bir yumuşaklık taşıyordu. "Beğendim. Bana verdiğin her şeyi seviyorum."

Göğsüne sokuldu. "Ve... ve bir şey daha var."

"Nedir?"

"Sana yetişebilmem için... biraz daha yavaş yürüyebilir misin? Hep önden gidiyorsun, hiç arkana bakmıyorsun. Bu, kalbimi acıtıyor." Ellerini göğsüne koyup fısıldadı. "Evde yalnızım, seni hiç göremiyorum. Buram... buram çok acıyor."

Onun bulanık gözleriyle net göremediği Ji Yuheng, yüzünü ellerinin arasına aldı. Alnına, gözlerine, burnuna, dudaklarına yumuşak öpücükler kondurdu.

Ve kulağına, alçak ve sıcak bir ses fısıldadı.

"Özür dilerim. Bundan sonra, bir daha acı çekmene izin vermeyeceğim. Asla."


Yazarın Notu:

Ji Yuheng'in şube müdürü olarak atanması bir terfi değil, yatay bir geçiştir. Pozisyon olarak aynı seviyede kalıyor, ancak artık bağımsız bir departmanın başında olduğu ve daha fazla kişiyi yönettiği için kariyerinde bir onur sayılabilir. Gerçekte de pazarlama departmanı genel müdürü ile bir şube müdürü eşit seviyededir.


Yorumlar